25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 OCAK 2012 / SAYI 1346 5 AYŞE YILDIRIM ATAOL BEHRAMOĞLU Nazım Alpman, Nâzım Hikmet belgeseli yaparken onun en uzun süre evli kaldığı Piraye’nin torunu Kenan Bengü’nün (altta solda) koleksiyonunda iki tabloya rastladı. İbrahim Balaban imzalı ve 1946 tarihli bu iki tablo İmralı Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne Nâzım’a gönderilmişti. Biri Balaban’ın kendi portresi diğeri ise İmralı manzarası. Balaban, 65 yıl sonra o tabloları görünce Nâzım'ı görmüş kadar sevindi. İki yazar, iki yazgı B u haftaki Pazar söyleşimde iki “muhalif” yazardan ve birbirinden çok farklı iki yazgıdan söz edeceğim... Kahramanlarım: Vaclav Havel ve Aziz Nesin… Aslında onların karşılıklı konuşmalarından (diyaloglarından) harika bir oyun çıkabilirdi… İşte oyun yazarı dostlara bir ipucu bir oyun konusu… *** Bu yazı sadece Havel’e, onun yapıtı ve yaşamına da ilişkin olmadığı için ve zaten tek bir yazının sınırlarında ayrıntıya giremem. Yine de birkaç şey söylemem gerekirse, “Bildirim” bana, bir oyunun kurgusuyla senfoni kurgusu arasındaki benzerliği düşündürdü… Böyle bir benzerliği ilk kez bu oyunu okurken duyumsadım… Kahramanların girişleri, çıkışları; birbiri ardına yinelenen olgular, durumlar, sözler… senfonik bir kurguyu andırıyor… Okurken bir yerden sonra “orkestra şefi”nin yönetimindeki bir çoksesli müzik topluluğunu izler gibi oluyorsunuz… Sonlara doğru bir didaktiklik kokusu almasam, gönül rahatlığıyla bir başyapıt derdim “Bilidirim”e. Havel’in oyunları üstüne düşündüklerimi, sıradaki iki oyununu, okumakta sabırsızlandığım “Şeytan Çelmesi” ve“Largo Desolato”yu da okuduktan sonra belki yazacağım. Burada vurgulamak istediğim ise, bu “muhalif” yazarın yazgısı ve bu yazgının Türkiye’deki meslektaşının yazgısıyla karşıtlığı… Vaclav Havel de, tıpkı Aziz Nesin gibi, cezaevlerinde yattı, oyunlarının gösterimi yasaklandı, ya da ülkesinde hiç gösterilmediler… Fakat sonunda, ülkesinde cumhurbaşkanlığı yapmış bir ulusal kahraman olarak görkemli bir törenle son yolculuğuna uğurlandı… *** Burada amacım iki yazarın yazarlık değerleri arasında bir karşılaştırma yapmak da değil. İkisinin de, kendi alanlarında ve türlerinde, seçkin, büyük yazarlar oldukları çok açık. Taban tabana zıt iki muhalefeti temsil ettikleri ise bilinen şey… (Bence en temelde, insan hakları, demokrasi, özgürlükler bağlamında hiç de farklı değillerdi, fakat yazının konusu bu da değil.) Sonuçta ikisi de sanatçı kişiliklerdi ve inançlarının bedelini ikisi de gözü pekçe ödediler… Denecektir ki, Havel’in savaşımı kendi ülkesinde başarıya ulaştı, ama Aziz Nesin’inki henüz başarıya ulaşmış değil… Böyle de olsa Prag’daki görkemli uğurlama törenini TV’lerde izlerken, iki ülke arasındaki uygarlık farkını üzülerek gördüm ve iki büyük “muhalif” yazar arasında sonuçtaki yazgı farklılığını kendi ülkem adına içim burkularak düşünmekten kendimi alamadım… ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr BİR kavuşma âzım Hikmet ile İbrahim Balaban, Bursa Cezaevi’nde kader arkadaşıydı. Nâzım, Balaban’ı kanatları altına almış ve resim konusunda teşvik etmişti. Balaban’ın bir an önce cezasını çekip resme devam etmesini istiyordu Nâzım. Balaban ise 8 yıla mahkum olmuştu. Cezasının dördüncü yılını doldurur doldurmaz Nâzım’dan bir öneri geldi: “İmralı Açık Cezaevi’ne gitmek için başvur.” Cezasının yarısını yatmış mahkumlar için tanınan bu hakka göre, İmralı’da tarlada, ağılda ya da dokuma tezgâhında çalışan mahkumların kalan cezası yarıya iniyordu. Talebi kabul edilen Balaban da gitti İmralı’ya. Bir daha Bursa Cezaevi’ne dönmeyeceğini düşünüyordu. Bir masa muşambasına önce kendi portresini yaptı yağlıboyayla sonra da İmralı’yı anlatan bir resim. İkisini de çok sevdiği Nâzım Hikmet’e gönderdi Bursa Cezaevi’ne. Bu arada para karşılığı cezaevindeki mahkumların resimlerini de yapmaya başlamıştı. Çok da iyi para kazanmıştı; 13 bin 700 lira. O zaman bu paraya Bursa’da bir ev alınırmış. Fakat cezaevi yönetimi Balaban’ın bu yeteneğinden rahatsız olmuştu. Mahkumların resimlerini yaparak onları komünist yaptığı ileri sürüldü. Ve Balaban iki yıl Nâzım ve Balaban 65 yıl sonra bir arada indirim hayaliyle gittiği İmralı’dan beş yıl cezayla geri döndü. Kalan cezasını yine “Nâzım Baba”sıyla birlikte tamamladı. Nâzım Hikmet, cezaevinden çıktıktan sonra da Balaban’ı yalnız bırakmadı. Onu İstanbul’a çağırıp annesi Celile’nin evine yerleştirmişti. Balaban askere gittiğinde de Nâzım Hikmet yurtdışına kaçmıştı. Gazeteler “Nâzım kaçtı” diye bağırarak satılırken Balaban da bağırmıştı o gün: “Nâzım Hikmet özgürlüğüne kavuştu.” Balaban’ın Nâzım’a gönderdiği o iki yağlıboya tablo tam 65 yıl sonra ortaya çıktı. Nâzım Hikmet’in 110. doğum günü nedeniyle bir belgesel hazırlayan Nazım Alpman, Piraye’nin torunu Kenan Bengü ile buluşmuştu Altunizade’deki evinde. Bengü, babaannesini anlatırken onun Nâzım Hikmet’e dair sakladığı her şeyi tek tek gösteriyordu. El işi eşyalar, mektup sandığı, Nâzım’ın cezaevinden gönderdiği şeyler... İşte o iki tablo da oradaydı. 1946 tarihliydiler ve Balaban’ın imzasını taşıyorlardı. Gerisini Nazım Alpman anlatıyor: “Piraye, Nâzım Hikmet’e kızmış ve hiçbir eşyasını vermemiş ama atmamış da, gelin çeyizi gibi saklamış. Sonra onlar oğlu Memet Fuat’a geçmiş. Memet Fuat’tan da oğlu Kenan Bengü’ye kalmış. Belgesel için İbrahim Balaban’la da görüşecektim. Tabloları görünce Kenan Bengü’ye ‘Bunları Balaban’a gösterelim’ dedim. Kabul etti. Gittik Balaban’a ve resimleri gösterdik. İnanılmaz heyecanlandı. Biz portredeki adamın kim olduğunu bilmiyorduk o dakikaya kadar. Balaban ‘Bu benim’ dedi. Aldı portresini sandalyenin üzerine koydu. Sevgilisine seranat yapan bir aktör edasıyla konuşmaya başladı. ‘İşte yeniden buluştuk Nâzım Baba. Sen hep derdin ki iyi insanlar bir gün mutlaka buluşur. Haklı çıktın. Biz de seninle buluştuk. Bu resim benim ama sana yolladığım resim ve 65 yıl sonra yeniden karşımda.’ Sonra sarılıp öptü resmi. Karşısındaki Nâzım’dı onun için.” İşte o portre İbrahim Balaban’ın 14 Ocak’ta açılacak sergisinin kataloğunun kapağını süsleyecek şimdi. Hikâyenin geri kalanı ise ve “Nâzım Hikmet 110 Yaşında: Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam” belgeselinde. Sergiyi gezmek isteyenler 14 Ocak’tan itibaren Bağlarbaşı Gazi Cad. Görümce Sokak’taki İnternational Art Center’a gidebilirler. Nâzım Alpman’ın belgeseli ise 15 Ocak’ta saat 22.30’da İz Tv’de. N Bu satırları okuyanlar içinde Aziz Nesin’i tanımayan olamaz. Halkımız onu, özellikle ölümümden sonra, yüzde kaçımızın aptal olduğuna ilişkin özdeyişiyle tanıyor olsa da, gelmiş geçmiş en büyük gülmece yazarımız olduğunda kuşku yok. Şiirde Nâzım Hikmet neyse, gülmece yazınımızda Aziz Nesin odur. Fakat sadece bu kadar da değil. “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez”, daha önce de yazdım, öz yaşam anlatısı olarak kendi alanında bir başyapıttır… Ve oyunları… “Bir Şey Yap Met”, “Çiçu”, “Tut Elimden Rovni” vb. oyunlarıyla, Aziz Nesin seçkin ve öncü bir oyun yazarımızdır. Muhalif olarak Aziz Nesin ise, bizim aydınlanma savaşımımızın en büyük eylemci önderlerindendir. Bu yazı, sadece ona ilişkin olmadığı için, yapıtları ve kişiliği hakkında düşündüklerimi burada kesiyorum. Kendisine sevgim, hayranlığım ve kimi eleştirilerim, “Aziz Nesin’li Anılar” adlı, oldukça küçük oylumlu kitabımdadır. Burada ben, bu büyük yazar ve aynı ölçüde büyük “muhalif”e, ülkesinde biçilmiş olan yazgıdan söz etmek istiyorum. Sivas’ta yanmak ya da dumanda boğularak ölmek ya da linç edilmekten, son anda, rastlantılarla kurtuldu. Birkaç yıl sonraki ölümünden sonra da, kendi isteğiyle, törensiz, söylevsiz, Çatalca’daki vakfın (sadece birkaç yakınınca bilinen) bir köşesinde, taşsız, mezarsız, toprağa verildi… Uğurlanışının böyle olmasını istemesi, kendi seçimi olduğu kadar, uğruna onca savaşım verdiği ülkesine duyduğu bir küskünlüğün de sonucu olmalı… *** Havel’in oyunlarının çevirilerini yayımlandıklarında alıp kitaplığıma koymuş, fakat okuma fırsatı bulamamıştım… Kısa süre önceki ölümünden sonra “Bildirim”i okuduğumda, bunca geciktiğim için üzüldüm ve kendimi ayıpladım. İonesco, Beckett vb. yazarların adlarıyla özdeşleşen “saçma” tiyatronun, seçkin bir ürünü. Tabii, adını andıklarımın oyunları için olduğu gibi, Havel’in yapıtının da saçma’yla ilgisi yok… Yaşanmakta olan gerçekliğin saçmalığını gösteriyor… 72 yaşında üniversite talebesi BİR öğrenci ihail Vasilyadis’in adını 2011’de duymayan kalmadı. İstanbul’da Rumca yayımlanan Apoyevmatini’yi yaşatma çabaları hemen her gazetede ve televizyonda haber oldu. 72 yaşındaki bu delikanlı şimdi de gazeteciliğinin yanına üniversite öğrenciliğini ekledi. Hem de aftan yararlanarak 54 yıl önce ayrıldığı okula dönerek. Yıl 1957. Mihail, 18 yaşına yeni basmış. Sultanahmet’teki Yüksek Ticaret Okulu’na başlamış. Siyah beyaz fotoğraftaki genç ve yakışıklı delikanlı o; okula kayıt için çektirmiş. Öğrenci hareketlerinin yoğun olduğu dönemler. Milli Türk Talebe Birliği ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun çekiştiği yıllar. Gerginlik her solukta hissediliyor. “Daha sonraki olayların kökleri yavaş yavaş oluşuyordu. Sağ, sol bölünüyordu. Ama sağ ve sol karşısında Rum olunca birleşiyordu” diyor F otoğraf sanatçısı Veysi Altay, on yıl boyunca İstanbul, Diyarbakır, Batman ve Cizre’de onların acılarını fotoğraf karelerinde ölümsüzleştirdi. Çocuğunu, eşini, kardeşini, sevdiğini arayan kayıp ailelerinin mücadelesini “Kaybolan Biz” adıyla kitaplaştırdı. Türkçe, Kürtçe ve İngilizce basılan kitap için Markar Esayan, Eren Keskin, Sırrı Süreyya Önder’in de aralarında bulunduğu pek çok isim ve kayıp yakını yazılarıyla destek verdi. Kayıp ailelerinin mücadelesi daha görünür olsun, toplumsal hafızaya küçük de olsa bir katkı sunulsun, bu uğurda mücadele eden insanların hikâyeleri daha fazla insana ulaşsın diye... Ka yb o M Mihail, o günleri anlatırken. Okul açılalı aşağı yukarı 6 ay olmuştu. 1958’in Nisan ayıydı. O dönemde Yunanistan’dan pek çok öğrenci okumak için İstanbul’a geliyor. O öğrencilerden Türkçesi pek iyi olmayan Yunanlı bir kıza da Mihail yardımcı oluyor. Hocanın anlattıklarını tenefüste kıza Rumca anlatıyor. O sırada arkalarından biri bağırıyor: “Ulan burası keferistan değil gâvurca konuşma”. Bunu duyar duymaz Mihail, dönüp bağıran delikanlıya vuruyor. “Ama pek etkili vurduğumu zannetmiyorum” diyor, çünkü diğer genç ondan hayli cüsseli. Olay büyüyor, araya girip ayırıyorlar. İstikamet müdürün odası. Genç ve ateşli Mihail. Müdür ise anlayışlı, beyefendi birisi. Diğer genci odadan çıkarıyor, Mihail’e “Evladım, biliyorum haklısın ama durumlar gergin” diyor. Mihail’in geri adım atmaya niyeti yok, “Haklıysam hakkımı ver” diyor müdüre. Müdür yine yumuşak bir ses tonuyla konuşuyor: “Evladım, nasıl yapabilirim?” Bu sözler Mihail’i daha da kızdırıyor. “Yapamıyorsan in oradan ben oturayım, ben yapayım” sözleri dökülüyor ağzından. Bu kez müdür “Evladım, nasıl konuşuyorsun?” deyince Mihail, cebinden “şebekesini” çıkarıp masanın üstüne atıyor. “Ben böyle konuşurum” deyip çıkıp gidiyor. O gün okulu bırakıyor. Zaten, Zoğrafyon’un ticaret bölümünü bitirdiği için iş bulması da zor olmuyor. Bir yandan muhasebecilik bir yandan gazetecilik yapmaya başlıyor. 35 yıl sonra muhasebecilikten emekli oluyor ama gazetecilik faaliyetini tüm ekonomik zorluklara karşın Apoyevmatini’yle sürdürmeye çalışıyor. Geçen yıl çıkan affı duyar duymaz aklına 54 yıl önce bıraktığı okulu geliyor. “Kafama esti, dedim ben bunu elimde olmayan nedenlerle bıraktım. Bir gidip bakalım ne olur?” Gidiyor okula, adı değişmiş artık Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi. Ama kaydını yaptırması pek kolay olmuyor. “Okulda afla gelen belli bir yaşın üstündeki herkesi vazgeçirmeye çalışıyorlar. Meğer yangın çıkmış kayıtları bulamıyorlarmış. Benimkini de bulamadılar ilkin ama ben inat ettim. Neyse kaydım bulundu ve yaptırdım.” İlkin kimseye söylemek istememiş yeniden üniversite öğrencisi olduğunu. Ama harç parasının son günü Yunanistan’da olunca açıklamak zorunda kalmış. “Mecburen oğlumu aradım, bankaya gidip para yatırmasını söyleyince ne olduğunu sordu. Ben de söyledim” diyor. Arkadaşlarından şaşıranlar da gülenler de olduğunu söylüyor. “Ben de gülüyorum zaten” diyor. “54 yıl sonra öğrenci olmak güzel ama insanın içinden fırlayıp kürsüye gitmek geliyor” diyor. Çünkü o sık sık üniversitelere konferansa çağrılıyor. Kürsünün karşısında oturmaya alışık değil yani. ayse@cumhuriyet.com.tr BİR kitap lan biz C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear