23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

25 NİSAN 2010 / SAYI 1257 7 The Pierces İstanbul’da ippi ve sanatçı bir ebeveyn, ama sıkı disiplin isteyen bale eğitimi; küçük bir kasabanın muhafazakârlığı ve Çingenelerin aşıladığı özgür ruh, hayatı kaplayan aşklar, kardeş kavgaları... Özellikle Gossip Girl dizisindeki şarkıları Secret’le gözleri üzerine çeviren Allison ve Catherine Pierce’ı ESRA anlatmaya bunlarla başlamakta yarar AÇIKGÖZ var. Peki durduk yere, filmleri aratmayan bu hayata niye mi daldık? The Pierces, 30 Nisan Cuma saat 23.00’te showhow ve Roxy ortaklığıyla, “Cipso sunar: The Pierces” gecesinde İstanbul’da ilk konserini verecek de ondan. Müziklerini dinlemeden önce onlara kulak vermeye ne dersiniz? Allison ve Catherine Pierce, Amerika’nın en güney köşelerinden biri Alabama’da doğup büyüyen iki kız kardeş. Eğitimlerinin arkasında, ressam bir anne ve müzisyen bir baba var. Müzik hayatınıza ne zaman girdi? Hatırlayabildiğimiz zamanlardan beri müzik hayatımızın önemli bir parçası oldu. Babamız bir müzisyen ve müzik âşığı. Biz konuşmayı söker sökmez gitarını çıkarıp bize şarkı söylemeyi öğretmeye başladı. Henüz müziğin hayatlarının ekseninde olacağını bilmiyor Pierce kardeşler. Bu isimle bir grup kuracaklarını da. Başlarda, her zaman istekle babalarının gitarına eşlik etmeseler de zamanla bu değişiyor. Çünkü... Bale eğitimi de aldınız, resim de yapıyorsunuz. Yine de neden kendinizi ifade etmek için müziği seçtiniz? Sadece öyle gelişiverdi her şey. Sanırım müzik en çok tutkulu olduğumuz alan. Müzik onları besliyor, onlarsa müzik için hayatlarından besleniyorlar. Allison’ın şarkıları daha duygusal ve savunmasız. Catherine’in şarkılarındaysa daha fazla mizah var. Allison gerçek acıyı, Catherine ise kara mizah yazmayı seviyor. Kendini hippi olarak tanımlayan bir aileden geliyorsunuz. Rus balesi gibi sıkı disiplin gerektiren bir dansın eğitimini almışsınız. Küçük bir kentten Amerika’nın en büyük kentine gelmişsiniz. Bütün bunlar müziğinizi nasıl etkiledi? Hayatınızdaki bütün deneyimler müziğinizi ve müzik yazma biçiminizi etkiliyor aslında. Her durumun tek tek şarkıları nasıl etkilediğinden tam olarak emin değilim. Fakat eğer geçmiş albümlerimize bakarsak ciddi bir gelişme olduğunu görmek çok kolay. Ne kadar büyür ve değişirseniz, o kadar çok müziğinize yansıyor. The Pierces’ın 2000 ve 2005’te çıkardıkları iki albümün tutmasının nedeni belki de bu cümlede gizli. Son şansları olduğunu düşündükleri üçüncü albümleri “Thirteen Tales of Love and Revenge”ın başarısı da tabii. Bu başarıda Gossip Girl dizisinin payı olduğunu da itiraf ediyorlar. Peki, hippi geçmişe sahip olup Gossip Girl dizisinde çalınan ve çok beğenilen bir grup olmanızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Gossip Girl’ün bize teklif edilmesinden çok mutluyuz. Beraberinde bize H The Pierces, İstanbul'daki ilk konseri için heyecanlı. Allison ve Catherine Pierce kardeşlerin kurduğu grup, 30 Nisan'da Roxy'de olacak. Elektronik ritmleri, zil, mandolin gibi müzik aletleriyle birleştiren The Pierces'ın hayatı da müziklerindeki gibi zıtlıklarla dolu... dünyanın dört bir yanından birçok yeni fan getirdi. Daha fazla ne isteyebilirsiniz ki? Büyük olasılıkla dizi olmasaydı sizin de bizden haberiniz olmayabilirdi! Spot ışıkları altında olmaktan yana bir şikâyetleri yok. Aksine, dünya üzerinde ünlü olmayı sevmediklerini söyleyen insanların yalan söylediğini düşünecek kadar seviyorlar ışıkları. Yeter ki, olunduğu gibi kalınsın! Tüm dünyanın onları anlamasını beklemiyorlar, duygunun dilden dile değiştiğini kabul ediyorlar, ama şarkı gerçekten iyi yazılmışsa o duygunun her dilde aynı şekilde dinleyiciye geçeceğini de biliyorlar. Elektronik ritimleri zil, ıslık, ksilofon, mandolin ve diğer organik çalgılarla müziklerine adapte etmeyi başardıkları albümleri tam da bunu amaçlıyor zaten. Hayat dolu, şizofrenik bir albüm bu. Ana temada tabii ki aşk var. Tıpkı hayatlarında olduğu gibi. Parçalarınızda aşk ağırlıklı duygu... Ya hayatınızda? Diğer her şeyde olduğu gibi bu duygu da devamlı olarak değişiyor. Ama aşk, kayıp olsun, yeni olsun, kötü olsun ya da iyi olsun, her zaman baskın ve var olacak. Dolayısıyla konuyla ilgili her zaman söyleyecek yeni bir şeyleriniz oluyor. Müziğinizde 60’ların havası hissediliyor. Neden 60’lar? Bu büyük olasılıkla ailemizin bize olan bir etkisi. Onların en çok sevdikleri müzikleri dinleyerek yetiştik ve bu müzikler de çoğunlukla 60’lar ve 70’lerdi. Hayatlarını etkileyenler arasında, The Rolling Stones, The Beatles, Joni Mitchell, Simon and Garfunkel gibi isimlerin ilk sırada yer alması boşa değil. Aldıkları ilk albüme gelince; Soundgarden. Ortak zevklere sahip olsalar da kardeş olmanın tatlı, sert dertlerinden onlar da nasiplerini alıyor. Gençlik günlerinde, aynı erkeğe âşık olup kavga ettikleri bile oluyor. Sonuçta ikisi de eli boş dönüyor... Kardeş kavgalarının müziğinize, sahnenize yansıdığı oluyor mu? Arada sırada performansı etkilese de bazen de iyi bir şey bu. İşleri kızıştırıp daha hararetli hale getiriyor. Bir dönem müzik çalışmalarına ayrı devam etmeyi denemişsiniz, ancak yapamamışsınız. Müziği tek yaşadığınızda ne eksik geldi, neden tekrar birleşmek istediniz? Beraber müzik yapmaya bayılıyoruz. Bu yüzden çok büyük ihtimalle bundan sonra bu şekilde devam edecek. Solo kayıtlar yapmayı planlıyoruz ama nedense sonunda kaçınılmaz bir şekilde yine bir araya gelmiş olarak buluyoruz. Yani birbirimizden kaçış yok! New York’ta yaşıyorlar. Alabama’nın sakinliğinden sonra New York’un kaosuna alışmak kolay olmamış, ama yararı da var... Hippilik, bale gibi sıkı disiplin isteyen bir dans eğitimi; küçük bir kentten New York’a geliş... Bütün bu zıtlıklar sizde ne bıraktı? Sanırım küçük kent ve hippi bir aile bize masumiyet ve idealizm kazandırdı. Bale eğitimi ve New York’un ise bizi sert insanlar yaparak güçlüklere alıştırdığını söyleyebilirim. Albümün kapak tasarımı, Catherine’e ait. Sadece kapak tasarımıyla sınırlı değil çalışmaları. Geçen yıl üçüncü resim sergisini açtı. Müziklerindeki gibi duygulara sahip resimler bunlar; çoğunlukla biraz karanlık, melankolik ama mizahi görünen kadınlar çiziyor. Son soru olarak, İstanbul’a dair ne biliyorsunuz? Ne hissediyorsunuz bu şehre geleceğiniz için? Sabırsızlanıyoruz. Çok güzel olduğunu duyduk. Yakında görüşürüz! G rol Büyükburç “Bir başka sevgiliyi sevemem sevemem sevemem” mi diyecekti yoksa? Cici Kızlar’ın Bilgen Bengü’sü hepimizin gözünün içine baka baka “Delisin, delisin, delisin” diye elini havada ampul takar gibi çevirecekti galiba. Belki de Berkant “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek”li bir isyan çağrısı yapacaktı içimizde bastırılmış tüm aşklarımıza. Herhalde Seyyal Taner de “Gelme üstüme üstüme, taşınmayacak kadar ağırsın” derken kuş gibi uçan bedeniyle notaları kıvrak bir dansa dönüştürecekti. Bütün bunlardan sonra Halil Ergün o davudi sesiyle bir Ruhi Su patlatabilirdi. Yaprak Dökümü’nün Nihat Altınkaya'sı “Drama Köprüsü Hasan”ın vokalist adayı olabilirlerdi. Anlayacağınız tüm kadro hazırdı o gün. Galatasaray’a çıkan Yeni Çarşı Caddesi numara 60’ta yaşanan bu olağanüstü hareketliliğin nedeni bir yaş günüydü. 45’lik Bar 15. yaşına basıyordu. Gerçi “Issız Adam”ın Alper’i ya da Ada’sı yoktu ama 45’liklere bire bir ruh ve ses veren “olgunluk çağı”nın “gençleri ve daima genç kalanları” ile bugünün bilmem 15’inde bir 45’lik E Tüm istatistikler yüzdeyüz kurgudur. kaçıncı kuşağından ağabeylerinin, babalarının ve hatta dedelerinin şarkılarını dinleyen gerçek gençleri aynı mekânda buluşmuşlardı. Ayla Dikmen’in “Anlamazsın, anlamazsın”ını, Ajda Pekkan’ın “İki Yabancı”sı, Dairo Moreno’nun “Deniz ve Mehtap”ı, Barış Manço’nun “Kol Düğmeleri”… kısa hayatımızın uzun zaman tünelinde birbirini kovalıyordu. Sonra sıra doğum günü partisine geldi. Nihat Altınkaya, Deniz Çakır, Halil Ergün, Kaya Çilingiroğlu, Gizem Özdilli, Ercan Akın, Seyyal Taner, Erol Büyükburç, Berkant, Bilgen Bengü, Kartal Kaan, Arda Esen ve daha kimler yoktu ki doğum gününü kutlayan... 45'lik Bar'ın sahibi Fuat Akyol, “Ne kadar çok 45'lik sevenim varmış” diyor. Gerçekten de çok seveni var 45'liklerin o nedenle de yurdun her köşesinden “gelin burada bir günlük de olsa nostalji gecesi yaşatın” davetleri alıyor. Haziran ayında Gaziantep’te olacak “seyyar 45’lik”, ardından belki Adana’da... Türkiye sınırlarını da aşacak bu gidişle, çünkü yurtdışından da talep gelmeye başlamış. Bütün bunlara rağmen kendi kabuğunda yaşamaya kararlı Fuat Akyol, başka şube açmayacak. Sadece nostalji DJ’yi yetiştirmek istediğini söylüyor. “Çünkü bu müziği çalmak çok zor” diyor, “sadece yetenek değil ruhunu da kavramak gerekiyor”. Hakan Eren ve Serkan Sokulgan hemen her gün 45’likte DJ’lik yapıyor ama yolunuz düşer de kabinde başka birilerini görürseniz şaşırmayın. Oranın müdavimlerinin bazıları profesyonel DJ’lik yapabilecek kapasitede. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear