Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 BRÜKSEL TORONTO 9 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1220 Şarkılardaki Brüksel hiç de sıkıcı değil ERDİNÇ UTKU ondra’nın “en pahalı ve en pis”, Paris’in “en romantik”, Zürih’in “en temiz” ve Dublin’in “en dostane” kent olarak nitelendirilmesi konusunda bir şey diyemem ancak sık sık Avrupa’nın “en sıkıcı kenti” ilan edilen Brüksel’in imaj problemi olduğu kesin. Aslında Brüksel keşfedilmeyi bekleyen, keşfedildikçe karşınıza yeni sorular çıkaran zevkli bir bulmaca gibi. Hollandalı şarkıcı Dick Annegarn gibi Brüksel’e ilanı aşk etmedim, ama Brüksel’e haksızlık edildiğini düşünüyorum. Bazı şarkılar kentlerle, kentler de şarkılarla özdeşleşmiştir. Sanırım “Şarkılarda Brüksel” diye bir kitap henüz yayınlanmadı ama Brüksel’i anlatan şarkıları sıralamak zor değil. Tabii Brüksel denince aklımıza hemen Jacques Brel ve şarkısı Bruxelles geliyor. “C’était au temps où Bruxelles rêvait... c’était au temps du cinéma muet”... Jacques Brel ve şarkısı Bruxelles Eskici mevsimi UĞUR GÜNDOĞMUŞ Çocukluğumun yaz günlerinde, sokaktan geçen eskicinin sesi hâlâ kulaklarımdadır: “Eskiler alıyo’m. Eskici geldi, eskiciiiii...” Bir de, bohçacı dediğimiz bir kadın vardı. 34 ayda bir ortaya çıkar, usulca açtığı kapıdan başını uzatır, “Kimse yok mu?” diyerek bahçemize dalardı. Annem, artık giyilmeyeceğini düşündüğü elbiseleri ve kullanılmayan bazı eşyaları, bazen para, bazen mutfak eşyası karşılığında bohçacıya verirdi. Bu ilginç alışveriş ve değiştokuştan kârlı çıktığımızı düşünürdüm hep. Kanada ve Amerika’daki eskicilik ise, satıcıların elden çıkarmak istediği eşyaları sergilemesiyle gerçekleşiyor. Genellikle cumartesi günleri düzenlenen bu eski eşya satışına, eşyalar garajların önünde sergilendiği için “Garaj Satışı” deniliyor. Bugünlerde Toronto’da hangi mahallede dolaşırsanız dolaşın, elektrik ve telefon direklerine iliştirilmiş “Garaj Satışı” duyurularını görebilirsiniz. Haziran ayında başlayan bu satışlar yaz bitene kadar devam ediyor. Neler mi satılıyor garaj satışlarında? Her şey. Kitaplar, dergiler... Kaşıktan miksere her türlü mutfak malzemesi... Masalar, sandalyeler, koltuklar ve kanepeler... Saatten radyoya, televizyondan bilgisayara her çeşit elektronik alet; Lambalar, avizeler... Tablolar, posterler, plaklar, kasetler, oyuncaklar, bisikletler ve süs eşyaları... Kısaca, bir evde bulunabilecek ve aklınıza gelebilecek hemen her şey... Yapıştırıyorsunuz duyuruları mahallenizin değişik yerlerine, koyuyorsunuz eşyalarınızı garajınızın önüne ve bekliyorsunuz alıcıları. Sergilediğiniz eşyaların çeşitliliğine bağlı olarak çok iyi satış yapabileceğiniz gibi, günü siftah yapmadan da kapatabilirsiniz elbet. İllaki kurtulmak istiyorsanız bütün eşyalarınızdan, akşamüzeri hava kararınca bir “bedava” levhası koyuyorsunuz her şeyin önüne ve ertesi güne kadar orada bırakıyorsunuz. Sabah kalktığınızda, büyük ihtimalle, dünkü eşya yığınının büyük bölümünün yerinde yeller estiğini göreceksiniz. Zaten, hemen hemen hiç kimse, garaj satışlarından tatlı bir kazanç sağlamak amacında değil. Kanadalıları garaj satışına yönlendiren şeylerin başında “Bizim ihtiyacımızın olmadığı bu eşyalar, bir başkasının işine yarayabilir” düşüncesi geliyor. Komşularınızla ve potansiyel müşterilerinizle yapacağınız muhabbet faktörünü de unutmayın lütfen. Garaj satışlarının son zamanlarda yaygınlaşan yeni biçimi ise, aynı sokakta oturanların aynı gün hep birlikte garaj satışı düzenlemeleri. O sokaklarda, cumartesi günleri hayatın ne kadar renklendiğini tahmin edebilirsiniz. Bizleri hep yeni şeyler almaya özendiren reklamlara inat, eskiye rağbetin hâlâ devam ettiğini görmek gerçekten çok ilginç. Geçmişle bugünün, eskiyle yeninin birbirlerinin karşıtı değil, birbirlerini tamamlayan şeyler olduğunu hatırlatıyor garaj satışları. Hiç tanımadığınız birinin kullandığı herhangi bir eşya, tıpkı antika mobilyalar gibi, sizin evinizde yeniden hayat buluyor. Bu “Eskici Mevsimi”nde Toronto sokaklarında dolaşırken, “Eskilerimi satıyo’m. Almaz mısınız?” seslerini duyar gibiyim... G ugur@gundogmus.com L hâlâ anımsanıyor ve Brel’in ölümünden yıllar sonra bile hâlâ söyleniyor. Şarkının olağanüstü gücünün kanıtı Brüksel’in adını Belçika sınırları dışına okyanuslar ötesine taşıması. Bu şarkı aralarında Juliette Gréco ve Vadim Piankov’un da bulunduğu başkaları tarafından da seslendirildi. Şarkıcı Liesbeth List tarafından Hollandacaya çevrildi. İkinci sırada ise Hollandalı Dick Annegarn’ın Brüksel’e ilanı aşk ettiği “Bruxelles, ma belle” geliyor. Annegarn Paris’i “nevrozlu, sinir hastası” olarak tanımlarken Brüksel’e vuruluyor. Bu en çok bilinen şarkısı Annegarn’ın kariyerinde bir dönüm noktası. Belçika’da başta Marc Morgan ve Myriam Lafar olmak üzere değişik versiyonları yapıldı. Birçok Belçikalı şarkıcı Brüksel ve semtlerine şarkılarında gönderme yapıyor; André Bialek, Rue de l’Arbre Bénit albümünde Ixelles semtindeki küçük bir sokağa ve “L’innovation” mağazasına (Bossa l’inno) yer veriyor. Bai Kamara Jr, “Living room” albümünde Down Town Saint Josse’u anlatıyor. Pierre Rapsat Brüksel’de GrandPlace’ı kar altında ışıldarken hayal ediyor. Johann Verminnen, “Brussel” ve “de Rue des Bouchers” şarkılarıyla dikkat çekti. Claude Semal için Brüksel bir köy ve şarkısının başlığı da öyle zaten, “Bruxelles est un village”. Michel Noirret, Tropikal Brüksel’den dem vuruyor. 1960’larda, Wallace Collection Brüksel için iki parçalık bir ode kaydetti. Pitcho (District 1030, Schaerbeek hakkında), Incantation, Wadep Ouzk ve La Dissidence gibi Brüksel’in hiphop sanatçıları da gerçekçi ve eleştirel şarkılarında kent hakkında konuşmayı seviyorlar. Yabancı şarkıcıların da bazen kalbi Brüksel için çarpıyor. Dalida, “Il pleut sur Bruxelles” şarkısında Brel’i anıyor. Elton John, “Just like Belgium” şarkısında müzesiyle, kırmızı ışığıyla, dilencisiyle Brüksel’den bahsediyor. “Je t’aime le lundi” şarkısı ile ünlenen Edouardo, 2001’de “Les frites de Bruxelles” şarkısını söyledi. Brüksel âşığı ve Polyphonic Size grubunun eski üyesi Daniel Darc “exTaxi Girl” ise 90’larda duygusal bir Brüksel serenadı yaptı. Maurice Chevalier tarzı Fransız geleneğinin takipçisi Henri Genès, Bobino konserinde “BruxellesTango” şarkısını söyledi. Maurice Chevalier ise tipik Brüksel karakteri Manneken Pis (İşeyen Çocuk) için dünyaca ünlü bir şarkı yazdı. Brüksel salon müziğinde de kendinden bahsettirmesini biliyor. Jaz sanatçısı Benny Goodman “Brussels blues” yaparken akordiyonda ise Maurice le Gaulois “Brüksel” şarkısını söyledi. Seyahat acentelerinin yaptırdığı anketlerde Brüksel’e sıkıcı damgası vuranlar bir de şarkılardaki Brüksel’i dinlesinler. Şarkılardaki Brüksel hiç de sıkıcı değil! G erdincutku@binfikir.be BARNSLEY Leydi Mary, çiçek aşısı ve Türkiye ATİLA BESCELİ Vejetaryen ol dünyayı kurtar... Gerçekten dünyayı kurtarmanın formülü bu cümlede mi gizli? PETA üyelerine göre öyle. Bir taşla iki kuş vuracağız, hem iklim değişikliğyle mücadele edeceğiz hem de gıda için hayvanlara türlü işkenceler yapmaktan vazgeçmiş olacağız. Japonya’nın başkenti Tokyo’da bir yaya geçidini işgal eden marul yaprağı desenli bikinisini kuşanmış gösterici derdini oldukça iyi anlatıyor... U zun zamandır görmediğim bir arkadaştan telefon geldi. Çalıştığı yerde, Barnsley’de 1746’da Leydi Mary için dikilmiş büyükçe bir anıt varmış. Gidip mutlaka görmeliymişim. Barnsley 75 bin nüfuslu, sıradan bir İngiliz kasabası. Bugünlerde burada bulunan Wenworth Kalesi’ndeki binalar onarılıyor. Anıt da işte bu kalenin içinde. Peki, Leydi Mary de kim? Türkiye’den İngiltere’ye çiçek aşısı götüren kişi. Kinston dükünün kızı. Büyükelçi olan kocasıyla 1716’da İstanbul’a gelir. O zaman III. Ahmet padişah. Daha İngiltere’de iken 26 yaşında çiçek hastalığına yakalanır ve güzel yüzünde nahoş bir iz kalır. Hatta erkek kardeşi de çiçeğe yakalanıp 20 yaşında ölür. Hiç olmazsa çocuklarını çiçek felaketinden korumak ister leydi ve Türkiye’de onlara aşı yaptırır. Londra’ya dönünce de Türkiye’de başarıyla uygulanan bu aşı yöntemini İngiltere’de yaymaya çalışır. Ama ne de olsa bu aşı Türkiye’den bir Doğu ülkesinden (!)geldiği için ve kendisi de eksik etek (!) olduğundan, tutucu tıp çevreleri ve halk tarafından kuşkuyla karşılanır. Gene de bütün engellere rağmen aşı İngiltere’de yaygınlaşır, hatta Kraliyet ailesi bile çocuklarına çiçek aşısı yaptırır. Sunay Akın, “Tuncay Terzihanesi” adlı kitabında bu konuyla ilgili şunları yazmış: 9 Ağustos 1721’de çiçek hastalığına karşı Türk usulü aşılama yöntemi Newgate’de uygulanır. Aşının ilk yapıldığı insanlar da altı mahkum ve pek çok yetim çocuktur. Denekler çiçek hastalarının arasına konulsa da aralarından hiçbiri ölmez!.. Leydi Mary İstanbul anılarını the Turkish Embassy Letters, (Türk Sefaret Mektupları) adıyla yayımlar. En çok da bu eseriyle tanınır. Bu kitapta Türk kadınının bilinmeyen özellikleri anlatılır. Lady, kadın olmanın avantajını kullanır ve Türk kadınının o pek kapalı dünyasına girer. Örneğin kadın hamamlarına gidip onlarla sohbet yapar, bilinmeyen bir hayatı gözler önüne serer. O zaman Avrupa’da Doğu kadınını anlatan kitaplar pek yoktur. Bağımsız mizaçlı bir kadındır Leydi Mary; evlilik dışı ilişkileri olur, sonunda Francesco adlı bir İtalyana âşık olup çok zengin kocasını terk eder 1739’da. İngiltere’den ayrılıp Venedik’e gider. Ama o ilişki de mutlu sonla bitmez. Oğlu Edward da kendisi gibi yazar ve gezgindir. Sıra dışılığını annesinden almıştır. Hollanda’nın Leiden kentinde Arap dili okur. Doğu kültürüne düşkündür. Sheffield Ruskin Galeri’de Leydi Mary ve oğlunun yağlıboya portreleri sergileniyor. Bunlardan birinde Edward, Osmanlı giysileri içinde elinde kılıcıyla resmedilmiş. Tablonun altında ise şu bilgi göze çarpıyor: Edward, dönemin Osmanlı padişahına “ben sizin çocuğunuzum” iddiasında bulundu. Leydi Mary Osmanlı padişahıyla da ilişki kurmuş mudur, Edward bu ilişkiden doğmuş bir çocuk mudur? Bunu da bırakalım tarihçiler araştırsın. G 10 TL C M Y B C MY B