01 Ocak 2025 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 Cristiano Ronaldo, Kaka, Mehmet Topuz, Nihat Kahveci; bu yaz transfer piyasasında ismi geçen futbolculardan bazılarıydı. Aldıkları paralar çok eleştirildi. Ancak onlar futbolun gerçek aktörleri, sahaya çıktıklarında tüm güzellikler onların ayağından yansıyor. Bir de saha dışındaki yıldızlar var. Onların yaptığı ise güzel oyunu iflasa sürüklemek... Kaka Bernabeu kalabalığını selamlıyor... 5 TEMMUZ 2009 / SAYI 1215 Tuğrul Akşar Birçok kulüp iflasın eşiğinde utbolun görünmeyen yüzü üzerine sayfalarca çalışmaları olan bir isim Tuğrul Akşar. “fesam.org” sitesinde yayımlanmış onlarca makalesi ve üç kitabı var. Akşar’a göre futbol pazarının büyümesi kulüplerin bolluk içinde yaşadığını göstermiyor. Dünya çapında artan maliyetler, gelecekte kulüplere nasıl bir mali fatura çıkaracak? Giderlerin gelirlerin üzerinde seyretmesi, futbol kulüplerini borç batağına sürüklüyor. Artan borç da zamanla kulüplerin finansal yapıları üzerinde baskı yaratıyor. Yeni gelir yaratmakta zorlanan kulüpler bir süre sonra önemli oyuncularını kaybedebilir. Bu da rakiplerle sportif ve mali rekabette geride kalınmasına yol açacaktır. Bu da doğal olarak kulüplerin İtalya’da, İngiltere’de olduğu gibi iflas etmelerine ve küme düşmelerine neden olur. Artan giderleri daha da yükseltiyor, borç yükünü arttırıyor. Türkiye’de Mehmet Topuz transferinde yaşanan sıkıntılar kulüplerin hangi eksiklerini ortaya çıkardı? Kulüplerimizde genel yönetim sorunları var. Bu sorunlar iktisadi, mali ve organizasyon sorunlarıyla birleşince ortaya Mehmet Topuz örnekleri çıkıyor. Olayda kurumsal yönetim eksiklikleri olduğu, kulüpler ve oyuncu arasında yeterli eşgüdümün sağlanamaması nedeniyle, bir kulübün önemli prestij kaybına uğradığı görüldü. Bu olay bizim stratejik planlar yapmadan yola çıktığımızı ve günübirlik politikalarla, feodal bir yönetim anlayışıyla olaylara yön vermeye çalıştığımızı ortaya koydu. Ekonomik kriz yabancı yatırımcıların geri çekilmesine sebep olabilir mi? Eğer böyle bir durum söz konusuysa bazı köklü kulüplerin iflasından söz edebilir miyiz? Kriz çoğu futbol kulübü sahibi şirketin zora girmesine neden oldu. Özellikle İngiltere’de önemli yatırımları bulunan çokuluslu şirketlerin patronlarının servetlerinde krizden kaynaklanan nedenlerle önemli erimeler meydana geldi. AIG gibi sponsorlar da sözleşmelerini yenilemedi. İngiltere’de çoğu kulübün ana sponsoru konumundaki bankaların batması, kulüpleri önemli bir gelirden mahrum bıraktı. Roman Abramovich’in servetinde yüzde kırka ulaşan bir kayıp yaşandı ki, bu olay Abramovich’in kulübü Chelsea için alıcı aramaya çıkmasına neden oldu. Doğal olarak kulüplerin gelirlerinde bir daralma yaşandı. Bugün İngiliz kulüplerinin toplam borçları 5.5 milyar dolara, İspanyol kulüplerininki ise 3.5 milyar dolara yükseldi. Her iki ligin borçları gelirlerinin üzerine çıkmış durumda. Futbolda ekonomik anlamda yaşanan dengesizliklerin oyunun ruhuna zarar verdiğini düşünüyor musunuz? Bu durum yakın gelecekte futbolsever kitlenin futboldan soğumasına sebep olabilir mi? Bu soruya Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneşte Futbol” isimli kitabında söylediği şu cümleyle yanıt vereyim: “Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür. Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda ‘iş’ olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir”. Futbolun endüstriyelleşmesi, doğal olarak onun metalaşması anlamına geliyor ve bugün futbol, pazar için üretilen bir gösteri ürünü konumunda. Bu süreç parasallaşma, ticarileşme, endüstrileşme şeklinde bir gelişim izledi ve sonuçta 1990’lı yılların başından itibaren niteliksel bir değişim yaşayarak, endüstriyel bir karaktere büründü. Bu, oyunun milyarlarca insana canlı ulaştırılmasına olanak sağladı, diğer taraftan masumiyetini yitirerek ve bazı futbol dışı olayların gelişmesine de neden oldu. Sebep de yıllık 200 milyar dolara yaklaşan bir parasal gelirin olmasıdır. Yine de futbol güzel ve masum bir oyundur. Bugün bazı çıkar çevreleri “Futbol asla sadece futbol değildir” ilkesinden hareket ederek bazı oportünist amaçlarını gerçekleştirebilmek için de futbolun güzelliğine ve masumiyetine kastediyor. G F Cristiano Ronaldo. Kazanan endüstri kaybeden futbol... Mehmet Topuz. Daum ve Aziz Yıldırım tekrar bir arada... Nihat Kahveci (üstte), Özer Hurmacı (altta). Topuz’un hayal kırıklığını gidermek isteyen Beşiktaş ise 20 yaşındaki İsmail Köybaşı’nın kulübü Gaziantepspor’a 6.5 milyon Avro bonservis ücreti vermeyi kabul etmiş, eski gözağrısı Nihat Kahveci’ye kavuşmak için 3 milyon Avro’luk bir bedel ödemiş. Rakamlar uçuk görünüyor değil mi? Elbette bu rakamlar Cristiano Ronaldo için Real Madrid tarafından ödenen 94 milyon Avro ile karşılaştırılamaz. Ekonomik krizin iyice su yüzüne çıkacağının öngörüldüğü 2009 yazı için oldukça cüretkâr bir rakam. Transfere dünya çapında gelen ilk tepki Portekizli futbolcuya ödenen ücretle kaç fakirin doyacağının hesaplanması oldu. Futbol ve ekonomi arasındaki ilişki konu edinildiğinde sponsor ve yayın gelirlerindeki artışlar, uluslararası turnuvalardan elde edilecek gelirler istatistiki verilerle ortaya dökülür. Ancak futbolun diğer sektörlerden bir farkı var. Okuması ilginç olsa da rakamlardaki artış ve azalış futbola duyulan merakla sadece nesnel bir paralellik gösterir. Sonuç mu? Kazanan futbolun endüstrisi, kaybeden ise futbolun kendisi olur. Çünkü futbolsever kitle dahil kimsenin adlandıramadığı gerçek, futbolun Nike’ın ya da Adidas’ın sosyal sorumluluk çerçevesinde gönderdiği toplardan çok önce Afrika’da sefalet içinde yaşanan çöllerde, Asya’nın uçsuz bucaksız platolarında ya da Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı bombalarının açtığı tümseklerle dolu arsalarda bir tutku olduğudur. G İsmail Köybaşı. DENİZ ÜLKÜTEKİN 1. Sayfanın devamı S tatlar daha çok konfor ve güvenlik arayan, bunun için yüksek paralar harcayabilecek kitleye hitap etmeli, kulüpler de bu değişimleri talep edecekleri ekonomik şartlara zorlanmalıydı. Çünkü bu iki facia göstermişti ki toplumun farklı kesimleri “ortak noktası ne olursa olsun” bir amaç için bir araya geldiğinde zıvanadan çıkabilir ve “kelimenin her anlamıyla” tehlikeli olabilirdi. “Futbol halkların afyonudur” söylemi 20. yüzyılın sonunda çatlaklar vermeye başlamıştı. Değişime en çabuk ayak uyduran, doğal olarak faciaları en yakından yaşayan İngilizlerdi. Tamamen koltuklu, ayakta maç izlemenin yasak olduğu statlar, taraftar mağazaları, pahalı sezonluk biletler; doksanlı yıllarda futbol kültürüne iyice yerleşmişti. Sonrasında sahneyi sponsorlar alacaktı. Artık saha içinde de yeni bir döneme girilmişti. Maç saatleri kulüplere büyük paralar akıtan televizyon kanallarının isteğine göre ayarlanıyor, sponsor reklamlarının önü kapanmasın diye saha kenarına pankart asılması engelleniyordu. Futbolun yeni yıldızları da doğal olarak sırf topun peşinde koşturanlar değildi. Silvio Berlusconi, Muhammed El Fayed, Roman Abramovich; hepsi, servetlerinin bir kısmını futbol için harcamaya gönüllüydü. Artık kulüp bünyelerinde pazarlama stratejisi uzmanları ve CEO’lar vardı. Mesela Real Madrid, Beckham transferinin parasını Uzakdoğu’da satacağı formalarla çıkarmanın hesaplarını yapıyordu. Türk spor medyası da futbol emperyalizmine ayak uydurmakta geç kalan kulüplerimizi “çağ dışı” olmakla eleştiriyordu. Futbol dünyasındaki değişime Türkiye’de en çabuk ayak uyduran kulüp Fenerbahçe oldu. Başkan Aziz Yıldırım’ın ağzından “kurumsallık” sözcüğü neredeyse hiç düşmedi. Peki kastettiği neydi? Evet Fenerbahçe’nin bütçesi, tesisleri on yıl öncesine göre ışık hızıyla gelişme göstermişti. Ancak bu gelişimi futbolun evrensel değişiminden ayırmak ne kadar mümkün olabilirdi ki? Yine de çoğu alanda olduğu gibi Türkiye’de futbolun endüstrileşmesi de dünyadan bariz farklar içeriyordu. En basitinden kulüpler basınla ilişkilerine ne kadar profesyonel sınırlar koysalar da yöneticiler koltuklarını futbol yönetimi uzmanları ya da kulübün içinde yıllarca idarecilik yapmış insanlarla paylaşmaya hiç de niyetli değildi. DUDAK UÇUKLATIR Futbol bir endüstriyse transfer de en önemli gol silahı olmalı. Türkiye’de kendini yeni göstermeye başlayan futbolcuların bu yaz aldıkları ücretler herkesin merak konusuydu. Nasıl olmasın ki; Fenerbahçe, üç yıl önce gönderdiği Christoph Daum’a yıllığı 3.7 milyon Avro’ya imza attırırken, sezonun en büyük transferi Mehmet Topuz’u Beşiktaş’ın elinden 14.6 milyon Avro’ya kapmış. Yetinmemiş, Özer Hurmacı’yla yıllık 1.5 milyon Avro’ya anlaşmış, Bilica’yı yine 1.5 milyon Avro karşılığında Sıvasspor’dan renklerine bağlamış. Galatasaray yeni hocası Frank Rijkaard için yıllık 4.5 milyon Avro’yu gözden çıkarmış. Mehmet Finansal Fair Play... U EFA (Avrupa Futbol Federasyonları Birliği) Asbaşkanı Şenes Erzik’e göre kurum futbola harcanan paranın dengesizliğinden son derece rahatsız. Özellikle bu yaz artan transfer maliyetleri açısından UEFA’yı endişelendiren konular var mı? Bu üstünde büyük bir hassasiyetle durulması gereken bir konu. Konu hakkında önemli çalışmalarımız var. UEFA “Finansal Fair Play” adlı bir proje tasarlıyor. Bu proje en basitinden her kulübün ayağını yorganına göre uzatmasını sağlayacak. Proje çerçevesinde herhangi bir yaptırımınız olacak mı? Tabii ki hem futbolculara, hem kulüplere yönelik yaptırımlarımız olacak. Transfer anlaşmalarına da yeni kurallar getirilmesi düşünülüyor. Yine de kesin bir şeyler söylemek için henüz erken. Maliyetler konusunda UEFA’yı en çok endişelendiren nedir? Çok basit bir mantık. Kulüplerin gelirlerinin giderlerinden çok daha fazla olması. Buna karşın bankalara borçlanarak transfer yapmaya kalkışmaları. Böyle giderse yakın bir gelecekte birçok kulüp iflasa sürüklenir. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear