Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 MUMBAİ 10 MAYIS 2009 / SAYI 1207 MALMÖ gidiyorlamış. Guruları veya yogilerinin yardımıyla bedenlerini ve akıllarını arındırmak için transa geçtiklerinde hiçbir fiziksel acıyı hissetmez olurlarmış. Brüksel’e dönüşte uçakta yanıma düşen dindar genç Hindu ile Tamillerin bu ibadetini konuştuk. “İnanç uğruna yapılmayacak hiçbir şey yoktur” derken sesi titriyordu... Dünyanın diğer kısmında bilmeyenlere masal gibi gelen çok eski bir inanç, varsıl/yoksul milyonlar için sorgusuz sualsiz hayatı eviriyor Hindistan’da. Hinduların oranının yüzde 80 olduğu, 1 milyar nüfuslu ülkede tanrı ve tanrıçaların sayısının 330 bin kadar olduğu tahmin ediliyor. Kimilerine göre ise aslında tek bir tanrı var o da “Brahman”. Diğerleri yalnızca onun değişik formları. Tanrı bazen bir fil, bazen bir maymun, bazen dört kollu bir insan figüründe şeklini şemalini buluyor. Hinduların birçoğunun hemen hemen her gün ziyaret ettikleri tapınaklarında farklı tanrı ve tanrıçaları ile kurdukları, dini takvime, yaşadıklarına, arzularına, pişmanlıklarına göre, gün gün değişebilen çok özel bir ilişkileri var. Tektanrılı dinlerin hâkim olduğu kültürlerden gelenler için anlaşılması çok emek isteyen, karmaşık, bilmeyen için sürprizlerle dolu bir din Hinduizm. Yine de Hindistan’ın dışında insana şaşırtıcı gelebilecek her şey, Hindistan sokaklarında turlarken öylesine normalleşiyor ki... Dinin normları değişince normal olan da fillerin, öküzlerin caddelerde dolaşması, farelerin bile kutsal sayılabilmesi, tapınaklara yürüyen müzikli konvoylarla kesilen trafik, hatta tahtırevanlara oturtularak taşınan yarı çıplak, başı yana düşmüş ölü bedenler oluveriyor. Mumbai’nin çıldırtıcı trafiğinin yaşamdan çaldığı saatler için arabalarının içinde mızmızlanıp durmak yerine, sabırla pencereden bakan başka ritimli dünyaların insanlarına Hindu sokaklarının sunacağı bir ödül mutlaka çıkıyor. G cimenbaturalp@skynet.be İnanç uğruna... ÇİMEN TURUNÇ BATURALP nce bir müzik duyuluyor genellikle... Ardından rengârenk giysiler içinde çoluk çocuk yürüyen gruplar... O gün biz de önce müziği duyduk. Birkaç polis, ağır adımlarla ilerleyen çalgılı bir konvoyun işgal ettiği caddeyi taşıtlar için sağa doğru tek şeride indirmeye çalışıyordu. “Bakalım bu defa nasıl bir sürprizle karşılaşacağız” diye beklerken, gördüklerimiz karşısında donup kaldık. Burnumuzun dibinden yüzlerine, çıplak sırtlarına, kollarına uçlarından taze limonlar sarkan metal çengeller batırılmış kadınlar geçiyordu... Yanaklarından birkaç metrelik demir çubuklar geçirilmiş erkekler yürüyorlardı. Müslüman şoför Salim arabadan inme isteğimi daha önce ondan Ö hiç duymadığım bir tonda anında reddetti. “No Ma’am, onlar çok tehlikeli insanlar!” Tabii ki inmek ve hatta fotoğraf çekmek gerekiyordu. Salim’in sözlerinin etkisi, gördüklerimin ürpertisiyle kalbim çarparak arabadan inip polislere fotoğraf çekip çekemeyeceğimi sordum. Hintliler başlarını iki yana sallayarak “evet” derler. İzin almadan fotoğraf çekmeyi göze alamayacağım için o gürültü ve kargaşada tam üç kez sormam gerekti. Korkuyordum. Ama merak mı, yoksa garip bir dinginlik içinde yürüyen bu insanların hali mi etkili oldu bilmiyorum, korku çabuk silindi. Birkaç dakika sonra yüzünde çengeller asılı Hintli bir kadınla birlikte bir başkasına verdiğim kameraya karşı poz veriyorduk. Artık aralarındaydım ve müzik eşliğinde birlikte yürüyorduk. Güney Hindistanlı Tamiller olduklarını öğrendim. Tapınağa Küresel ısınmaya yüz yıllık hazırlık ALİ HAYDAR NERGİS B NEW YORK Baharda Godot’yu beklemek... IŞIK CANSU CANAYAK İ klimi hiç de ılıman değildir New York’un, bilirsiniz. Çok ağır geçen kıştan ve dinmeyen Nisan yağmurlarından sonra nihayet güneş açınca bu yüzden çıldırdı New York ahalisi. Son iki haftasonu bal börek olan hava, herkesin içinde sıkışıp kalmış enerjisini çıkartıverdi ortaya. Evler boşaldı, sokaklar festivale dönüştü. Restoranlar, kafeler hiç durmadılar, hemen dışarı atıverdiler bütün masaları, açtılar şemsiyeleri. O dev Central Park’ın her bir bankı, ağacı, kafesi, çayırı çimeni kapıldı, mesela parkın güney kısmı, otuz bin bahar delisiyle alev alevdi. Ortada içme suyundan başka bir su olmasa da kızlar bikinileriyle, erkekler mayolarıyla güneşleniyor, muhtemelen hayallerindeki okyanusta yüzüyorlardı. Bahar, girdiği her yeri sarıya boyar, akılları baştan alır, bu malumdur, peki. Ama kitlelerin güneş ışığı ve kuş cıvıltısı ile bu denli motive olabildiğini ilk kez görüyorum ben... Ama en çok şaşırdığım şey bu değil, aynı halkın kapalı bir salonda iki buçuk saat geçirmek için de bu kadar hevesli oluşu Godot’yu beklemek için... Evet, bütün New Yorklular Godot’u bekliyor bu aralar. Sabahın ilk saati, günün son matinesi, bayram, bahar hiç farketmiyor, dokuz yüz kişilik salonda tek bir koltuk boş kalmadan, hiçbir gün manşetten inmeden oynuyor Godot’u Beklerken. Hayatında hiç tiyatroya gitmeyen biri bile biliyor şimdi bu oyunu, Jurassic Park’ı hiç izlemese bile nasıl mutlaka duymuşsa. Beckett’ın minimalist, post modernist, biraz varoluşsal, ironik, aslında oyun boyunca hiçbir şey olmayan ama zaten mevzunun bu olmayış olduğu Godot’yu konuşuyor, yaşıyor, düşünüyor şimdilerde New York. TShirtleri, çantaları, defterleri bile satılıyor oyun çıkışında, e tabii bir de şapkaları. Bu kadar çok operanın, müzikalin, tiyatronun, konserin, serginin, filmin oynadığı, yani dikkatlerin fazlasıyla bölündüğü bir şehirde herkesin dikkatini çekmeyi başardı Godot, gelmese de, yüzünü göstermese de, belki de var olmasa da. Tiyatronun mekânı da oyunun kendisi kadar gizemli: 70’lerin efsane gece kulübü Stüdyo 54... Yani bir yanda Woody Allen’ın, Mick Jagger’ın, Andy Warhol’un, Elizabeth Taylor’ın, Truman Capote’nin geçmiş kahkahalarının yankıları, diğer yanda usanmadan Godot’yu bekleyen Vladimir ve Estragon’un sohbetleri... Karanlık diskonunbugünün tiyatrosunun dışındaysa milyonlarca kadın, erkek, çocuk ve onların güneş gözlükleri, parmak arası terlikleri, ellerinde taşıdıkları buzlu kahveleri. Bahar böyle yaşanıyor şimdilerde New York’ta, herkes ya sokakta ya parkta ya da Godot ile uğraşmakta. Evlerde kimsecikler yok bu aralar... G Pilobolus ismi dansa meraklı olanlar için çok şey ifade ediyor. 1971’de bağımsız bir sanat topluluğu olarak kurulan Pilobolus, neredeyse 40 yıl sonra bugün kültürel anlamda önemli bir enstitüye dönüştü. Araştırmacılığı yaratıcı işbirliğiyle sunuşu artık başlı başına bir tarz haline geldi. 5 Mayıs’ta Sydney’de, ABD kökenli topluluğu şeffaf kostümleri içinde izleyen şanslı azınlık, topluluğun büyüsüne hepimizden fazla kapıldı. BİŞKEK Asya’da 5 Türk... OSMAN KARAKAŞ Çılgın Türkler’in torunları artık dünyanın her yöresinde. Adını pek duymadığımız ya da haritada yerini bile çok zor bulacağımız küçük “devletçiklerde” bile artık Türklere rastlamak mümkün. Bugün dünyanın herhangi bir yerinde esnaflık yapan bir Türkle karşılabilirsiniz. Araştırmalara göre Türklerin dünyaya yayılması Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Osmanlı zamanında “soydaşlara yardım” ya da “politik etki” amacı ile zaman zaman çeşitli ülkelerde “çılgınca” faaliyetler içine girilmiş. Kırgızistan’da Manas Üniversitesi’nde düzenlenen bir bilgilendirme seminerine katıldık. Edebiyat Fakültesi Öğr. Gör. Dr. Roza Abdıkulova ilginç bir araştırmasını anlatıyor. 1914 yılında Kırgızistan’da Ruslara karşı yapılan ünlü Yedisu isyanının kahramanları arasında 5 Osmanlı Türk’ü de bulunuyor! Kimilerine göre isyanı onlar organize ve idare ediyor. Bu isyanda Ruslara ciddi bir kayıp veriliyor. Ancak, Kırgızistan’ın Yedisu bölgesinde başlayan isyanda büyük rolleri olmuş. Savaşabilecek Kırgızların eğitimi ve silah temin edilmesi gibi çalışmalarda bulunmuşlar. Bir ara tutuklanmışlar ve kaldıkları cezaevinden “at hırsızlarının” yaptığı bir planla kaçmışlar. Osmanlı’nın son dönemlerinde Enver Paşa tarafından kurulan Teşkilatı Mahsusa’nın elemanları olarak Hindistan üzerinden Türkistan’a ulaşan 5 Türk için İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/ 75 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. (cumdergi@cumhuriyet.com.tr) Çarlık Rusyası’nın bölge generallerinden birisi onlar hakkında ölüm emri bile çıkartmış, hatta para ödülü koymuş. Çünkü bu beşli kurdukları çetelerle Rus karargâhlarını ve silah depolarını basıyorlarmış. Bir ara Kırgızlardan istekli olanları binlerce kilometrelik bir göç planı ile Anadolu’ya getirmek için çalışmalar bile yapmışlar. Bu ilginç beşli Kuşçubaşı Selim Sami Bey, Hüseyin Emrullah Bey, Hüseyin Bey, İbrahim Bey ve Adil Hikmet Bey. İşte bu 5 Türk Kırgızlara bu zorlu dönemlerinde destek olmak için Kırgızistan’a gelmişler ve bazı yerlerde bizzat Ruslara karşı savaşmışlar. Kahramanlıkları o zaman dilden dile dolaşmış. Hatta o yıllarda dünyaya gelen çocuklara onların isimleri verilmiş! Sonrası hakkında bir bilgi yok ne yazık ki. Ancak bunun için Osmanlı arşivlerini araştırmak gerekiyor. 5 Türk’ten biri olan Yüzbaşı Adil Hikmet Bey sonraki yıllarda yazdığı hatıratında bu olayı anlatıyor. Bunun dışında herhangi bir basılı ya da belgesel kaynak bulunmuyor. Tarih araştırmacılarının bu önemli konuyu atlamayacakları umudundayım. G akmayın siz, bizdeki halk türküsünün, “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” diye başlamasına... Küresel ısınma nedeniyle, İsveç’te, şimdilerde “yüksek yüksek tepelere” ev kurmak moda... Artık, alçaklara, deniz kenarlarına ev yapmanın o eski çekiciliği kalmadı. Valilikler, kıyı şeridinde yer alan Malmö, Helsinborg, Landskrona, Ystad ve Trelleborg gibi şehir belediyelerini deniz kenarında yapılaşmaya gitmemeleri konusunda uyarıyor. İnşaat projeleri sıkı bir şekilde denetleniyor. Çünkü, küresel ısınmaya bağlı olarak, İsveç’in burnunun dibindeki Grönland Adası’ndaki buzullar, beklenenden daha hızlı bir şekilde eriyor. Erime sonucu önümüzdeki yüz yıl içinde İsveç’in bazı güney bölgeleri sular altında kalacak. Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da düzenlenen İklim Konferansı’na sunulan raporlara göre, önümüzdeki yüz yıl içinde, İsveç’in güneyini ve Danimarka’yı çevreleyen deniz suları 1 metre yükselecek. Deniz suyunun düzeyindeki bu yükselme dramatik sonuçlara yol açacak; İsveç ve Danimarka’nın sahil şeridindeki birçok ev ve işyeri sulara gömülecek. Buzulların erimesi, erozyon ve su baskınları başta olmak üzere, birçok çevre felaketini de birlikte getirecek. Çevre uzmanları, İsveç hükümetine sundukları raporda, gelecekte meydana gelebilecek doğal felaketlerin etkilerinin azaltılması için şimdiden önlem alınmasını ve sular altında kalacak bölgelerin bir plan kapsamında boşaltılmasını istediler. Küresel ısınma nedeniyle buzulların erimesi, dünyanın birçok ülkesini sular altında bırakmakla kalmayacak, yeryüzündeki bitki ve canlıların biyolojik yapılarında da değişime yol açacak. Kuş gözlemevlerinin incelemelerine göre, son yıllarda İsveç’te havaların mevsim normallerinden sıcak geçmesi nedeniyle, birçok göçmen kuşu türü, sonbaharda güneydeki daha sıcak ülkelere göç etmedi. İlkbaharda, geri dönüşlerde azalma gözlendi. Balıkların ve deniz kaplumbağalarının göç yollarında da değişmeler yaşandı. Havaların sürekli sıcak geçmesi, daha önce hiç görülmeyen yeni böcek ve sinek türlerinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu türler, yeni bakteri ve hastalık risklerini de birlikte getiriyor. İklim değişikliğinin, kuş ve domuz gribi gibi hastalıkların ortaya çıkmasında etkili olup olmadığı araştırılıyor. Diyalektikte her şeyin iki yanı var. Uzmanlar, karamsar tablolarla ifade edilen küresel ısınmanın olumlu yanlarına da işaret ediyorlar. Uzunca bir süredir, İsveç, artık kuzeyin o eski “soğuk karlar ülkesi” değil. Son 10 yılda iklimde belirgin bir değişim gözlendi. Özellikle güney bölgelerine doğru dürüst kar yağmadı. Bu bölgelerde geçtiğimiz kış, ısı, sadece birkaç kez sıfırın altına düştü. Topu topu iki, üç kez yağan karın kalınlığı beşaltı santimetreyi geçmedi. Metro gazetesinin haberine göre, yakın gelecekte, İsveç’te de, Fransa, İtalya ve İspanya’dakiler gibi üzüm bağları yetiştirilecek; İsveçliler, artık kendi üzümlerinden üretecekleri yerli şarapları içecekler. Halen dünya intihar sıralamasının önlerinde yer alan İsveç’te intiharlar, genellikle soğuk, güneşsiz sonbahar ve kış aylarında gerçekleşiyor. Küresel ısınma, intiharların azalmasında da etkili olacak. Soğuk ve güneşsiz havalarda insanlar kendilerini daha depresif hissediyor, intihar ve alkole yöneliyorlar. Sıcaklık artışları, insanların psikolojisini olumlu yönde etkileyecek, intihar ve alkol eğilimlerini azaltacak. Bizler, eli kulağındaki İstanbul depremi karşısında neler yapacağımızı düşünedururken, İsveçli bilim adamları, küresel ısınmanın yüz yıllık sonuçları üzerinde kafa yoruyor; gelecekte meydana gelebilecek çevre felaketlerine karşı çareler üretmeye çalışıyor... G alinergis@yahoo.se C M Y B C MY B