Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19 NİSAN 2009 / SAYI 1204 7 DÜNYALI YAZILAR Filmlerinde kimlik kavramını irdeleyen FRANÇOIS OZON cinselliği de bunun bir parçası olarak görüyor... Seyirciyi özgür bırakıyorum ŞİRİN GÜVEN “8 Kadın”, “Kumun Altında”, “Havuz”, “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları”, “Sitcom”, “Criminal Lovers”, “5x2”, “Veda Vakti”, “Angel” ve “Ricky”... Bu filmleri ve onların ünlü yönetmeni François Ozon’u duymayan yoktur. Fransız “yeni dalga” sinemasının en önemli yönetmenleri arasında gösterilen Ozon, İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Ricky” filmi için Türkiye’deydi. Biz de bu sayede onun yer yer taşlamalar, cinselliğe açık bir bakış ve keskin bir zekâyla bezeli sinemasına daha yakından bakma fırsatı yakaladık. Buyrun Ozon’la söyleşimize... Filmlerinizin alt metni oldukça dolu. Derdinizi gözümüze sokarak değil, gizli ama güçlü mesajlarla anlatıyorsunuz. Bu sizin sinemanızın en önemli özelliklerinden değil mi? Evet, çünkü bence seyircilere filmleri istedikleri gibi anlamlandırma fırsatı vermek çok önemli. Onları duyguları, hisleri, anladıkları konusunda özgür bırakıyorum. Hiçbir şey dayatmıyorum. Bir zamanlar siz de sinema öğrencisiydiniz ve şimdi dünya çapında tanınan, başarılı bir yönetmensiniz. Sizi diğerlerinden ayıran neydi? Bilmiyorum, ama benim için başarılı olmak önemli değil, gerçekten. Önemli olan bir sonraki filmi yapabilmek. Sonuçta işim film yapmak. Öğrenciyken hayatımın filmlerini çekeceğimi düşünürdüm, ama bugün görüyorum ki, işin önemli kısmı reklammış. Yönetmenler ve oyuncular seyahat etmeli, filmleri hakkında konuşmalı, bir anlamda filmlerini pazarlamalılar... Elbette bu pek tercih ettiğim bir durum değil, ben sadece film yapmak istiyorum. Anlaşılan bunlar sizi film çekmekten daha çok yoruyor... Sadece yorgunluk da değil, bu üzücü bir durum da, çünkü devamlı bir şeyleri açıklamamız gerekiyor. İnsanlar sizle ilgili her şeyi bilmek istiyor, internetten ve televizyondan takip ediyor. Çok medyatik olmamız bekleniyor. Bir filmin izlenmesi, yönetmenin medyatikliğiyle orantılı olarak mı artıyor? Evet. Bir film daha yapmak istiyorsanız bunu yapmalısınız. Yine de bunun için İstanbul’a gelmem gerekiyorsa bunu mutlu olarak yapıyorum. Gelelim filmlerinize... Ana konularınızdan biri “cinsellik”. Neden? Bence cinsellik insanları tanımlayan bir şey. Kimlik kavramıyla çok yakından ilgileniyorum ve birinin kimliğinden bahsediyorsanız onun cinselliğinden de bahsetmelisiniz. Homoseksüelliğin ya da heteroseksüelliğin bana göre birbirinden farkı yok ya da biri sorun değil. Ben de filmlerimde mümkün olduğunca doğal davranmaya çalışıyorum ve homoseksüelliği de bir drama gibi göstermiyorum. Obama ve laiklik... ZÜLAL KALKANDELEN bama, Türkiye’de “laik demokrasi”den söz etti, ama bugünlerde Amerika’daki laikler Obama’dan rahatsız... Bu rahatsızlık, ilk olarak, ocak ayındaki yemin töreni ile başladı. Evanjelik rahip Rick Warren’ın törende konuşma yapmak için davet edilmesi, liberalleri epeyce kızdırdı. Obama’nın laik Amerikalılar üzerinde yarattığı hayal kırıklığı, sonraki günlerde daha da arttı. Bunun nedenlerini maddeler halinde sıralayalım... 1 Obama, Bush’un Beyaz Saray’a bağlı olarak oluşturduğu “İnanca Dayalı Girişim” (FaithBased Initiative) ofisinin işlevine son vermedi. Aksine bu girişimi, danışma işlevi görecek 25 üyeli bir kurul şekline getirerek, daha da güçlendirdi. Oysa, dini liderlere bireysel olarak, gayri resmi olarak danışan Bush bile, hükümete bağlı olarak çalışan, din adamlarından kurulu bir danışma kurulu oluşturmamıştı. Aslında Obama, adaylık kampanyası sırasında bu konuda izleyeceği politikanın işaretlerini vermişti. Beyaz Saray’ın, laik ya da inanca dayalı olsun, toplumsal örgütlerle işbirliği yapmasının iyi bir fikir olduğunu; ama inanca dayalı girişimi Bush dönemindeki gibi partizanca kullanmayacaklarını belirtmişti. Yeni bir isimle, (İnanca Dayalı ve Komşuluk Ortaklığı Beyaz Saray Ofisi), işlevine devam edecek olan bu girişim, kendi yönetiminde kritik bir öneme sahip olacaktı... Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’ne (ACLU) göre, Beyaz Saray’a bağlı dini bir danışma kurulu oluşturulması, çeşitli tehlikeler yaratacak. Çünkü bu kurul, bütçeden sivil toplum örgütlerine dağıtılacak paraların belirlenmesinde ve tartışmalı toplumsal konularda ABD Başkanı’na tavsiyelerde bulunacak. Americans United for Separation of Church and State’in (AU Devlet ve din işlerinin ayrı tutulması için çalışan kuruluş) internet sitesine girer girmez karşınıza şu duyuru çıkıyor: “Sayın Başkan, İnanca Dayalı Girişim Programınızı Düzeltiniz!” Çünkü dinin, devlet nezdinde insanlara ayrıcalık tanımasından çekiniyorlar. Bu nedenle de, laiklik konusunda duyarlı herkesi, Obama yönetimine dilekçe göndermeye çağırıyorlar. 2 Laik Amerikalıların diğer bir sorunu, Obama ile birlikte Beyaz Saray tarafından başlatılan yeni bir gelenek... Önceki başkanlardan farklı olarak, Obama’nın halka hitap ettiği her toplantı artık dua ile başlıyor... Üstelik rahiplerin yapacakları konuşmalar, önceden Beyaz Saray tarafından gözden geçirilerek onaylanıyor... Bu “uygunluk onayı” da, Beyaz Saray’ın bir şekilde dini konularda görüş belirtmesi anlamına geliyor. Amerika’da başkanların görevi devralış törenlerinde ya da başkanların da katıldığı dini törenlerde din adamlarının konuşması, alışılmış bir durum. Fakat bunun siyasi toplantılarda da yapılması, yeni bir uygulama. U.S. News & World Report’ta çıkan bir habere göre, Ronald Reagan döneminde bazı etkinliklerde yapıldığı oldu; fakat hiçbir zaman bir rutin haline gelmedi. Ayrıca o dönemde konuşmaların kopyası sonradan Beyaz Saray’a ulaştırıldı, önceden onay alınması için değil... 3 Obama, başkan olarak bir yenilik daha yaptı. Yahudi bayramı Passover’ı kutlamak için Beyaz Saray’da “Seder” denilen yemekli daveti veren ilk başkan oldu. Anlaşılıyor ki, Obama bütün dinlere eşit durduğu mesajını vermeye çalışıyor. Fakat bu mesaj, Avrupa laikliğindeki şekliyle din ve devlet işlerinin net bir şekilde ayrılması anlamını taşımıyor... Aksine, son günlerde Amerikalı laikler, Demokrat bir başkanın beklenmedik ölçüde dini Beyaz Saray’a soktuğunu düşünüyor. İnsanın sorası geliyor; acaba Obama’nın başlattığı bu uygulamaları, Bush başlatmış olsaydı neler olurdu? G O bile. Mesela Ricky’de gerçeklikle fantezileri buluşturdum. 8 Kadın’da sadece kadın oyuncularla çalıştınız. Fransa’nın en iyi oyuncuları olsalar bile yalnızca kadınlarla çalışmak nasıl bir his? Kâbus! Şaka yapıyorum tabii ki. Çok keyifliydi, rüya gibiydi hatta çünkü onlar en güzel sekiz François Ozon, işinin önemli bir kısmının tanıtım olduğunu söylüyor. Medyatik olmalarının beklenmesinden şikâyetçi. Onun tek derdi bir sonraki filmini yapabilmek... Böylece filmleriniz aynı cinsten iki kişinin seks arzuları gibi tabu konuları irdeleyerek konvansiyonel sinemaya meydan okuyor... Evet, çünkü ben sanat düşkünü gibi görünmeye çalışan filmler yapmak istemiyorum. Ben insanları duygulandırmak istiyorum. Sinema dilim bunun üzerine kuruluyor. Bir filmde farklı tarzları birlikte kullanırım ama bu kimi zaman fark edilmez Fransız aktrisi; Catherine Deneuve, Isabelle Hubert, Danielle Darrieux, Emmanuelle Beart, Fanny Ardant, Virginie Ledoyen, Ludivine Sagnier ve Firmine Richard... Onları bir araya getirmek için çok çalıştım. O zamanlar bu kadar büyük bir işin içine girdiğimin farkında değildim. Beyazperdede görünce, herkes çok heyecanlandı ve ben de o an bunun zor bir iş olduğunu anladım. Oyuncularınız Catherine Deneuve ya da Isabelle Hubert bile olsa her gün sıkı çalışmalısınız. Bence bir yönetmenin altın anahtarı budur. Kimi filmlerinizde kadının güzelliğine, cazibesine, büyüsüne odaklanıyorsunuz... 8 Kadın’da bu daha da iyi fark ediliyordu. 8 Kadın, aynı zamanda aktrisler, Fransız sineması, oyuncularla yönetmenler arasındaki ilişkiler üzerine bir film. Aktrislerin büyüsünü gösterirken, onların gerçekliklerini de gözler önüne sermek istedim. Oyuncuların maskeleri olur ve filmin işi onların maskelerini çıkartmak, gerçeklerini göstermekti. Oyun uyarlamalarınız da var. Biri de Fassbinder’in bir oyunu üstelik... Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları, Fasbinder’in 19 yaşında yazdığı bir oyundu. Film “bir çift olma”nın zorluklarını anlatıyordu. Sadece bir kadın ile bir erkek değil, iki erkek de çift olabilir, cinsiyetlerin önemi olmaksızın çift olma durumuna baktım. Çok üzgün ve bakış açıma da çok yakın bir hikâyeydi. Çünkü ben de gençken aşk her şeydir diye düşünüyordum. Sonra birden aşkı keşfediyorsunuz ve onun aslında bir “iş” olduğunu fark ediyorsunuz. Sevdiğiniz insanın sandığınız kadar muhteşem olmadığını görüyorsunuz. Bu yüzden ilişkinin gerçekliklerini de iyice düşünmek gerekiyor. Ben filmdeki o çözülmeyi çok seviyorum. Neredeyse her yıl bir film çekiyorsunuz. Ricky henüz yeni ama başka projeleriniz de var mı? Bitirmek üzere olduğum bir film var: “Refuge/Sığınma”. Güzel, zengin ve istediği her şeye sahip, ama uyuşturucu bağımlısı birine âşık bir kızla ilgili. Aşırı dozda uyuşturucu alıyor ve gözlerini hastanede açıyor. Doktor ona “Hamilesin. Erkek arkadaşın öldü. Bebeği tutacak mısın, tutmayacak mısın” diye soruyor. Fransız aktris Isabelle Caret ile çalıştım. Film, yıl sonunda yayınlanacak. GENÇ YÖNETMENLERE Genç, ilk filmini çekme hayalleri kuran yönetmen adaylarına ne tavsiyede bulurdunuz? Öncelikle dürüst olmalarını öneririm. Basit şeyler yapmaya çalışsınlar. Yeni Steven Spielberg ya da Kubrick olmayı denemelerine gerek yok, tek yapmaları gereken kendileri gibi olmak. Sadece duygularını, düşüncelerini basit bir dille insanlarla paylaşmayı hedeflesinler. Türkiye’den bir yönetmen tanıyor musunuz? Çok fazla tanımıyorum. Fatih Akın, Ferzan Özpetek, Yılmaz Güney ve Nuri Bilge Ceylan’ı biliyorum. Bu saydıklarınızın filmlerini izlediniz mi? Hepsininkini izledim. Nasıl buldunuz? Sevdim, ilginç buldum. Bence Nuri Bilge Ceylan, Antonioni ile çok benziyor. Tam Avrupalı filmi, ama benim için biraz fazla dramatik. Türkiye çok depresif, hatta en depresif ülke olabilir. O anlamda biraz dramatik buluyorum Türk sinemasını da. Yine de sinemanız gerçekten çok ilginç. G John Malkovich Ta ki balerini canlandırana dek... oyunculukla ilgili tavsiye alalım diyoruz, ama o pek tavsiyeler veren biri değil. Yine de bir önerisi var: “Yaptığınız işe çok iyi konsantre olun ve başkalarının sizi eleştirmesini beklemeyin.” Bizim efsanevi oyuncu Malkovich bile hâlâ kendini acımasızca eleştiriyor. Nasıl bu kadar iyi bir oyuncu olduğu sorulduğunda, oldukça alçakgönüllü bir yanıt veriyor: “Bana iyi bir oyuncusunuz derseniz, size teşekkür ederim. Ama bu benim için çok önemli bir cümle olmaz, çünkü benim iyi bir oyuncu olmam sağlak, solak, uzun ya da kısa olmam gibi bir şey. Çünkü karşıma iyi bir oyuncu olmamı sağlayacak çok fırsat çıktı. Fırsatları değerlendirebildiysem ne mutlu bana. Aktör olarak içinizde akan duygulara fırsat vermeli ve açık olmalısınız.” Peki Malkovich o duygulara nasıl iniyor, rolüne nasıl hazırlanıyor? Rolü için çok plan yaparsa kendini kısıtlayacağını, özgürlüğünü yitireceğini düşünüyor. Bu yüzden sıkı bir ön çalışmadansa, sahnede sahtecilik yapmayıp, kendini role vermenin önemine inanıyor. Rol seçme kriterleri ise bizi şaşırtıyor: “Kalbine yakın rolü seçme serbestisine sahip oyuncu çok az. Tabii ki para kazanma gereksinimi bu noktada bir etken. Sinemada genelde bana gelen rolleri canlandırıyorum. Zaten uygun görüldüğünüz rollere benzer roller veriliyor hep. Yine de sinemada çok çeşitli roller canlandırdım, ama bir balerin rolü verilmedi hiç. Umarım ta ki bir balerini canlandırana kadar oyunculuk yaparım.” Görünen o ki, dünyanın en iyi oyuncuları arasında gösterilen Malkovich de rol seçerken “para”yı mevzu ediyor. Hayat işte... Yine de oyunculuk aşkını hiç kaybetmiyor Malkovich. Ne diyelim, umarız bir gün onu bir balerin olarak da izleriz... G B irbirinden değişik rolleri ustalıkla canlandırmasıyla ünlü John Malkovich de festival dolayısıyla İstanbul’a geldi. Deneyimlerini paylaştığı bir atölye bile düzenledi. Haliyle ben dahil pek çok sinemasever de oradaydı... Bugüne kadar 60’a yakın filmde oynayan, çoğunda oyunculuğuyla izleyenleri hayran bırakan Malkovich atölyeye girdiği andan itibaren tevazu ve dinginliğiyle hepimizi etkiledi. Tabii derinden gelen sesinin etkisi de yadsınamaz. Gelelim öğrendiklerimize... Malkovich oyunculukla ilgilenmeye o zamanlarki aktris kız arkadaşı sayesinde başlıyor. Onun provalarını sıkılmadan saatlerce izleyebildiğini fark ettiğinde, oyunculuğu da keşfediyor. Arkadaşlarıyla 1976’da Chicago’daki Steppenwolf Theatre Company isimli tiyatroya dahil oluyor ve giriş o giriş... Hazır Malkovich’i bulmuşken www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B