23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 1 MART 2009 / SAYI 1197 Gölgesiz bir film... Ümit Ünal, Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler romanını beyaz perdeye uyarladı. Romanla aynı adı taşıyan film, 27 Şubat’ta gösterime girdi. Ünal, kitabın ruhuna bağlı kalmak için, filmde de olayları biraz belirsiz bıraktığını söylüyor ancak bu belirsizliğin sadece “görünürde” olduğunu vurguluyor. Ona göre seyirciler, ilk izleyişte pek bir şey anlamayabilir ancak biraz çaba harcar ve düşünürlerse, filmde olan biten her şeyin bir açıklaması olduğunu keşfedecekler... DENİZ YAVAŞOĞULLARI güçlü bir dramatik yapısı var. Ama bunu anlamak için satır aralarını okumak lazım. Hasan Ali Toptaş romanda belirsizliklerle oynuyor, ama biraz üzerinde durduğunuz zaman düşündüğünüz hiçbir şeyin belirsiz kalmadığını görüyorsunuz. Her şeyin bir nedeni var, soruların cevabı var. Ben de aynı yapıyı filmde korumaya çalıştım, görünürde belirsiz ama yaptığım her şeyin hem romanda, hem de benim kafamda bir açıklaması var. Seyirci ilk izlediğinde ne olduğunu anlayamayabilir, biraz çaba harcamak, düşünmek lazım.” “Gölgesizler” filminin bir kısmı da şehirde bir berberde geçiyor... S isli, puslu bir hava, ıssız bir köy. Köydeki bazı insanlar birden kayboluyor, kimisi birden geri dönüveriyor, ancak bu sefer de bir başkası kayboluyor. Aynı zamanda, işlenmiş büyük de bir suç var ortada. Köyün sakinleri “belki” suçluyu biliyor, ama inanmak istemiyorlar. Belirsizliklerle dolu bir film bu, zaten belirsizliklerle dolu bir kitaptan uyarlandı. Hasan Ali Toptaş’ın Yunus Nadi ödülüne layık görülen Gölgesizler romanından... Ümit Ünal’ın yönettiği, romanla aynı adı taşıyan film, 27 Şubat’ta gösterime girdi. Filmin müzikleri Candan Erçetin imzası taşıyor. Taner Birsel, Selçuk Yöntem, Altan Erkekli, Ahmet Mümtaz Taylan, Hakan Karahan gibi isimlerin yer aldığı 22 kişilik geniş bir oyuncu kadrosu var. Ancak bir başrol oyuncusu yok, çünkü tek bir ana karakter yok, aynen romanda da olduğu gibi... Ümit Ünal bu durumu biraz da kendi filmlerine benzetiyor; “Benim filmlerimde de tek bir başrol yoktur, birkaç tanedir ana karakter. Bu filmde en başrol gibi görünen karakter filmin yarısını geçtikten sonra ortadan kalkıyor. Bütün film boyunca yan karakter olan karakterler ise bir sahnede aniden parlayıp, o sahnenin ana karakteri olabiliyorlar” diyor. Ünal kitabı, aynı zamanda filmin yapımcısı da olan Hakan Karahan’ın teklifinin ardından okumuş ilk kez. En başında teklifi reddetmeyi dahi düşündüğünü itiraf ediyor, “Hem kitabın zorluğu, hem de film için ayrılan bütçe beni kaygılandırmıştı” diyor. Ancak sonrasında böyle bir maceraya atılacak olmak hoşuna gitmiş, kendi deyimiyle “kelleyi koltuğa alıp” işe girişmiş. Ünal anlatıyor: “Gölgesizler bir yandan çok kapalı bir kitap gibi görünüyor, oysa ki çok Ünal’a göre romandaki köy Hasan Ali Toptaş’ın kendi çocukluğunu geçirdiği köy olabilir. “Bu kitap aslında bir yazarın kâbuslarını anlatıyor” diyor. “Film de öyle; aslında bir yazarın hayalini kurduğu bir köyün kâbusları içinde kayboluşunu göz önüne seriyor. Bazen kendi de yarattığı kâbusların acımasızlığına inanamıyor. Ancak romanda doğa üstü bir olay yok, cinler periler yok. Hepsi insanların kafasında kurduğu şeyler. Böyle olması, olayı daha da korkunç kılıyor bence. Bu açıdan filmi Barton Fink’e benzetiyorum, orada da bir yazar var. Bir yandan yazmak da kâbus gibi zaten; bir şeyin hayalini kurmak sonradan o hayalin sizi aşması... Biraz korkunç.” Ünal, senaryoyu yazma sürecinde, Hasan Ali Toptaş’la iletişim halinde olduklarını, onun da bazı ufak noktaları değiştirdiğini söylüyor. Senaryoda, daha çok romanın sinemaya aktarılamayacak kısımları değişmiş. Ünal; “Örneğin, Cıngıl Nuri’nin delirme sekansı, kitapta yedisekiz sayfa sürüyor ve çok güzel anlatılmış, ama filmde bunu anlatmak imkânsızdı, işte bu tür şeyleri çıkartmak zorunda kaldım. Bir de prodüksiyon olarak gerçekleştiremeyeceğimiz şeyler vardı, mesela kitapta dört mevsim de yaşanıyor, romanın ilk 7080 sayfasında da zaman atlamaları var, onları da değiştirmemiz gerekti” diyor. Ona göre uyarlamanın zorluğu, her seyircinin romanı okuduğunda kafasında farklı bir dünya canlandırıyor ve onu görmeyi bekliyor olması, çünkü bunu vermek mümkün değil. O da, bu nedenden dolayı kitabı okuyan herkese filmi seyrederken unutmalarını tavsiye ediyor, eleştirmenlerden de aynı şeyi bekliyor; “Filmi kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirmeleri lazım, Gölgesizler ancak belli bir yorumla sinemaya aktarılabilecek bir roman” diyor. Belirsizlik devam ediyor... Ünal, romanın ruhuna saygısızlık etmemek için filmde de belirsizliği korumuş, tabii kitaptaki kadar değil; “Örneğin” diyor “Köyün en güzel kızı kaçırılıyor, bulunduğunda da hamile olduğu anlaşılıyor. Suçlu kitapta çok belirsiz, ama senaryoyu yazarken ben ona bir suçlu seçtim ve bütün bu dramatik yapıyı onun üstüne kurdum. Aslında kitaptaki suçlu da aynı kişi, ama bunu ancak satır aralarından çıkarmak mümkün. Yine, kitapta da herkes suçluyu Ümit Ünal hikâyeyi gerçek hayata taşıdı ve bir berberde poz verdi... Fotoğraf: Vedat Arık biliyor, ama inanmak istemiyorlar ve ‘kızı ayı kaçırmıştır’ diyorlar. Buna, içlerindeki en inançsız kişi olan Reşit karakteri, yani kızın babası bile inanıyor. Kitapta gerçek bir ayı var, ama filmde o da yok.” Ümit Ünal’ın ismini duyurduğu Dokuz ve Ara filmleri tek mekânda geçen filmler, Ünal’a “Bu durum anlatımınızı güçlendirdi mi?” diye soruyoruz, cevaplıyor; “tek mekânlı filmlerde bir buçuk saat boyunca seyircinin dikkatini ayakta tutabilmek çok zor, bu açıdan tabii ki çok yardımı oldu. İşin özü, Dokuz ve Ara bütçesizlik yüzünden bu şekilde kotarılan filmlerdi. Dokuz neredeyse tek kadrajlı bir film, film boyunca bir tek ışık var. Gölgesizler ise, benim şimdiye kadar çektiğim en büyük bütçeli film, ama bu bütçeye de büyük denemez.” Ümit Ünal’la Türk sineması hakkında da konuşuyoruz, ona göre şu an tarihindeki en heyecan verici dönemini yaşıyor: “Ben 1985’te İstanbul’a geldim ve sinema dünyasına girdim. Şimdikiyle o zaman arasında çok büyük fark var. Türk filmi denince yurtdışında bir merak oluşmaya başladı. Bir yandan seyirci de yerli filmlere büyük ilgi gösteriyor. Gerçi Recep İvedik’e dört milyon kişi giderken, Üç Maymun’a 125 bin kişi gidiyor, ama bu bile iyi bir şey.” Söylediklerine göre, filmlerin dünya çapındaki festivallerde başarılar kazanmaları üzerine Türk yönetmenlere duyulan ilgi de artmış. “Türk sinemasına ait bir dilin oluşmasından söz edebilir miyiz?” diye soruyoruz; “Bu, Türk sinemasının başına gelebilecek en kötü şey olur. Aman bir dil oluşmasın!” diyor, “Çünkü kısır döngü olur. Bir ara İran sineması çok başarılıydı, ancak zamanla filmler birbirine benzemeye başladı, şimdi eskisi kadar ilgi görmüyor. Onun yerini Türk sineması aldı, umarım o da yavaş yavaş birbirine benzemeye başlamaz...” G Sivil toplum her yerde olsun diye... DENİZ ÜLKÜTEKİN ivil Toplum Kuruluşu ucu fazlasıyla açık bir mecrayı tek kavram içinde toplama çabası aslında. Türkiye’de farklı beğenilere ve hak arama mücadelelerine hitap eden birçok STK mevcut. Sivil Toplum Geliştirme Derneği, bu potansiyelin ülke çapında, farklı çerçevedeki sorunlar karşısında nasıl bir işlerlik kazandığına dair bir belgesel hazırlamış. “Sivil Hikâyeler” beş farklı öykü üzerinden STK’ler ile toplum arasındaki ilişkiyi sorguluyor. STK’larla bağlantılı beş hikâyeden oluşan belgeselin yönetmeni Şebnem Top ve proje tasarımcısı Zehra Çelenk, fikrin STGM’den çıktığını söylüyor. Proje yavaş yavaş şekillenmeye başlayınca, tanıtım filmini aşan bir yapım ortaya çıkarmak için işe S girişmişler. İnsana dair hikâyeler STK’leri iyi yönleriyle olduğu kadar kötü yönleriyle de izleyicinin karşısına çıkarıyor. Karadeniz’deki sahil yolunun kumsaldan geçmeyeceği tartışmaları sırasında STK’lerin etkinliğinin sorgulandığı hikâye, Trabzonlu bir balıkçının üzerinden anlatılıyor. Balıkçı Temel Çabuk, “Trabzon’daki adamla denizi olmayan kentteki bir adamın farkı olmalı” diyor ve Trabzon halkının duyarsızlığından yakınıyor. Diğer taraftan aynı sorunla mücadele eden Ordu halkının STK’lerle bir arada tüm kent yetkililerine karşı mücadelesi sahil yolunun deniz kenarından geçmesine engel oluyor. Ordulu aktivist Enis Ayar, vali, belediye başkanı ve ilgili tüm kişilerin katıldığı toplantıda yetkililerin, yolu sahilden geçiremeyeceklerini anladıklarını söylüyor. Henüz dört yaşındayken çalışmaya başlayan Pınar ve Veysel Sevindik için STK’ler destek yerine köstek olmuş. Çünkü gündüzleri çalışmak yerine 75. Yıl Çocuk Merkezi’nde resim yapmışlar. Sonrasında babalarından azar işitmemek için de gece geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalmışlar. Bir STK’nin hedef kitlesinin sorunlarını anlamaması üzerine bir örnek. Katılımcı olmak... Sivil Hikâyeler Belgeseli’nin ortaya çıkmasına önayak olan STGM’nin başkanı Levent Korkut’a göre Türkiye’deki maddi imkânsızlıklar tıpkı siyasi partiler gibi STK’lerin de yanlış bir gelişim süreci izlemesine sebep oldu. Belgeselde işaret edilen sorunlar da temelde bu sonuçların izini taşıyor. Bir siyasi parti ya da ideolojinin uzantısı olmaması gereken STK’lerin çoğu ister istemez, belli partilerin yan kuruluşu gibi işliyor. Ancak bu kurumların henüz emekleme döneminde olduğunu da ekliyor, kesintili demokrasi tarihimizin gelecekte izleyeceği yön açısından STK’lerin katılımcı bir rol üstlenmesinin çok önemli olduğunu düşünüyor. Hem katılımcı olmak hem de insanları katılımcı olmaya teşvik etmek. Toplum içinde kendini göstermek isteyen dört ev kadınının bir STK sayesinde katılımcı bir rol üstlenme hikâyesi de bunu anlatıyor. Birbirinden çok farklı mecralara yönelen STK’leri belli bir platform içinde toplamak doğru mu? Bu soruya en iyi cevap verecek isimlerden biri olan Levent Korkut, STGM olark böyle bir amaçlarının olmadığını söylüyor. Ancak seslerini daha iyi duyurabilmeleri için iletişimde oldukları tüm örgütlere destek verdiklerinin de altını çiziyor. Ne yazık ki Türkiye’de nüfusa göre STK sayısı hâlâ bir hayli az. Dolayısıyla etkinlik alanları da sınırlı. Bayburt’un bir köyünde yıllardır çığ ve toprak kayması tehdidi altında yaşayan insanlar adına konuşan köy muhtarı Adil Uzunhan, seslerini duyurabilmek için köy halkı olarak yıllardır mücadele etmelerine karşın bir sonuç alamamaktan yakınıyor. Ve devam ediyor: “Devlet bize biraz daha ilerde yeni evler yaptı ama burada insanlar fakir ve ödeyecek güçleri yok. Yine de ömür boyu borç ödeyecek olsalar da oraya gitmek zorundalar. Sorunlarımıza destek olmaları için duyarlı vatandaşlarımıza ulaşmaya çalıştık. Ancak bir sonuç alamadık. Belki onlarda haklıdır sonuçta bir insan yaptığı yardımın karşılığında reklamını yapmak isteyebilir. Ancak burası bizim için çok özel biryer olsa da başkaları için önemli olmayabilir.” G Beş sivil toplum kuruluşu ve beş hikâye. “Sivil Hikâyeler” belgeseli, bireysel hikâyeler üzerinden STK’lerin Türkiye’deki etkinliğini sorguluyor. Sivil Toplum Geliştirme Derneği tarafından hazırlanan belgeselle ilgili yönetmen Şebnem Top, proje tasarımcısı Zehra Çelenk ve STGM Başkanı Levent Korkut’la konuştuk. C MY B C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear