23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 KASIM 2008 / SAYI 1180 Deniz göründü! D eniz Kültürü Derneği ve Vira Dergisi’nin gerçekleştirdiği 2. Uluslararası Deniz Kültürü Festivali sırasında, İstanbul’da yaşayan deniz görmemiş çocukların, teknelerle Boğaz’da gezdirileceği haberini aldık. İstanbul’da yaşayıp da deniz kenarından dahi geçmemiş olan üç bin çocuk, üç gün boyunca tekne turuna çıkacak ve denizle tanışma fırsatı bulacaktı. Biz de bu turların ilkine katılmak için yola koyulduk. Çocukların şansına, hava kapalıydı. Öğlen birde gerçekleşen ilk tur sırasında da yağmur çiselemeye, deniz dalgalanmaya başladı. Motorun dalgalar üzerinde sallandığını gören çocuklar arasında telaşlananlar oldu, “anne ben binmeyeceğim” diye ağlayanlar da. İskelede beklediğimiz sırada, birçok kanal da orada, çekim yapıyordu. Sonra her biri sırayla aynı çocukla röportaj yapmaya başladı. Anladık ki, çocukların arasında hiç deniz görmemiş olan bir tek o. 1011 yaşında gözüken erkek çocuğu aynı soruyu defalarca yanıtladı; “sen hiç deniz görmedin mi?”, “evet, görmedim”. İstanbul’da yaşayıp da deniz kenarından dahi geçmemiş olan çocuklar, Deniz Kültürü Festivali’ndeki tekne turlarıyla denizle tanışma fırsatı bulacaklardı. Ancak Ayazağa Rehabilitasyon Merkezi ve Kıraç İlköğretim Okulu öğrencilerinin katıldığı ilk turdaki çocukların biri hariç, hepsi deniz görmüş çıktı! Ama bir veya iki kere... Röportaj: Deniz Yavaşoğulları / Fotoğraflar: Hıdır Durman Gaffur Güneş ilk motor gezisinde bol bol denizi seyretti. Sevdagül, Hanife, Funda ve Ebru. Fırat Çiftçi ve Cebrail İnce yalıları seyrediyor... Gaffur Güneş ve ilk kez deniz gören Hasan Büyükdağ. Hava soğuktu, çocukların üzerlerinde ceketleri yoktu, ancak yine de motorun üst kısmındaki açık alana çıktılar, biz de peşlerinden gittik. Önce kanalların röportaj yaptıkları çocuğun yanına yanaştık. Aslında çocuğa aynı soruyu bir daha sormak istemiyorduk, durumdan onun kadar biz de rahatsızdık. Adının Hakan Büyükdağ olduğunu, Kıraç İlköğretim Okulu’nda 7. sınıfta okuduğunu ve Kıraç’ta oturduğunu öğrendik. Yaşı tahmin ettiğimizden daha büyüktü. Evet, daha önce hiç deniz görmemişti. Hem zaten sadece bir yıl olmuştu İstanbul’a geleli. Hemen sorduk biz de, “ne hissediyorsun şu an, hoşuna gitti mi yoksa korkuyor musun?”, “sevdim” diye cevap verdi, ama bizimle konuşurken sırtı hâlâ denize dönüktü, bu durumu yaşadığı tedirginliğe bağlayıp, bir iki soru daha sorup onu rahat bıraktık. Erzurum’dan geldiğini anlattı, dört kardeşi olduğunu, babasının serbest meslekle uğraştığını, annesinin ev kadını olduğunu... Cevaplarken rahatsızdı, kendisini başkalaştırdığımızı düşünmesini istemesek de öyle hissettiği ortadaydı. Neyse ki yanında duran arkadaşı Hakan’ın aksine çok rahattı, 12 yaşındaki Gaffur Güneş “Ben de Erzurum’dan geldim, ama bizim altı yıl oldu” diyerek lafa karıştı. Daha önce birkaç defa deniz gördüğünü söyleyen Gaffur’a “sizi neye göre seçip buraya çağırdılar?” diye sorduk, “çalışkanları seçtiler” diye cevap verdi. Deniz ve çalışkanlık! Anlaması zordu… Sohbetimize içerde, “bizi de çekin” diye poz veren kız öğrencilerle devam ettik. Kıraç İlköğretim Okulu’nda 6F’de okuyan Sinoplu Hanife Yağız, iki yaşından beri İstanbul’da yaşadıklarını, daha önce deniz gördüğünü hatta vapura bile bindiğini söylerken, söze “Ohooo, ben başka denizleri bile gördüm” diyerek Funda Özkan da katıldı. O Bulgaristan göçmeniydi. Ailesinden bahsetti, annesinin Ülker’de babasının da bir benzin İstasyonu’nda çalıştığını söyledi. Arka koltuktan bizi dinleyen Gökan Özer Funda’nın babasının mesleğini duyunca gülerek “vay! siz zenginsiniz o zaman!” yorumunu yaptı. Gökan’ın babası da Plast Herine Fabrikası’nda çalışıyormuş, uzun yıllar önce Ardahan’dan gelmişler, ara sıra gidip geliyorlarmış hâlâ. Ardahan’ın İstanbul’dan daha güzel olduğunu düşünen Gökhan, neden bu şekilde düşündüğünü “buralar araba dolu” diye özetledi. Sevdagül Ağabulak ve Ebru Mengütay’la konuşmaya başladık. Babası Çapa Tıp Fakültesi’nde hasta bakıcı olan Sevdagül, ailesiyle Çilingoz diye bir yere yüzmeye gittiğini anlatırken, Ebru Mengütay pek yüzmeye gidemediğinden yakındı. Motor Ortaköy’ü geçmek üzereydi, çocuklar kafelere, insanlara, rengârenk sandallara, lüks yatlara bakmak için camlara yanaştılar. Biz de öyle. Arkamdan Funda’nın seslendiğini duydum “Abla, bu deniz bitmez mi ya”? “Daha çok var” diye yanıtladım. Gülüştük. Vapurda iki grup çocuk vardı, üniformalı olanların hepsi Kıraç İlköğretim Okulu’ndandı, üniformasız olanlar ise Ayazağa İçgörü Rehabilitasyon Merkezi’nden özürlü öğrencilerdi. Öğretmenleri Özgül Dereli çocuklar aileleri onları götürmediği sürece deniz görmediklerini söyledi, kimi işitme, kimi zekâ engelliydi. İşitme engellilerden 17 yaşındaki Abdurrahman Korkut, Mehmet Rıfat Evyap Endüstri Meslek lisesi’nde okuyordu. Çok da çalışkandı. Denizi istediği zaman göremediğinden yakınan Abdurrahman’ın işitme engelli olduğunu anlamak mümkün değildi, çok net ve düzgün konuşuyordu. Deniz görmenin ve böyle bir gezinin kendilerine ne kadar iyi geldiğini anlatırken belli ki mutluydu... Çocukların ilgilerini en çok yalılar çekti, hemen dışarı üşüştüler. Her bir ağızdan ayrı ses çıkıyordu: “Uf be eve bak!”, “millet amma zengin ya!” ,”Baksana gemi de var evin önünde”, “ben olsam bu evde otururdum”, “ben bu evde, bak bu daha güzel”! Yalılara el sallayan çocukların aralarından ikisi bize döndü; “bizi de çekin ya, şöyle manzaraya karşı”… “Tamam” dedik, çektik. Birinin adı Cebrail İnce, diğerininse Fırat Çiftçi’ydi. Yaşlarını sorunca “abla 13’üz de, 14 sayılır, sen 14 yaz ya” dediler. Fırat Ağrılı, Cebrail ise Erzurumluydu. İkisi de yaklaşık bir yıldır İstanbul’daydı. “Nasıl, alışabildiniz mi?” diye sorunca, Fırat ilk geldiklerinde oturduğu semtte, çok ayrımcılığa uğradığını, bu yüzden moral bozukluğu yaşadığını anlattı. “Bize yabancı gözüyle baktılar” dedi, “başka yerden geldiğiniz için mi?” diye sorunca “herhalde ondandır” diye yanıtladı: “Şimdi arkadaşlarım var, alışmaya başladım, arkadaş edinince her şey daha kolay oluyor”... O çok az deniz görmüştü, Fırat da öyle, ama hiç bu kadar gezmemişlerdi. Çocuklarla vedalaşırken, söylemeden duramadım: Denizle iç içe bir şehirde denizden uzak yaşama durumu sadece size mahsus değil. Denizde bir gezinti, bazılarımız için zaman, bazılarımız içinse para gerektiriyor. Anlaşılan bir tek balıkçılar ve yalılarda oturanlar bu denizin, Boğaz’ın keyfini çıkarıyor... G Kimsesizliğin müzikle telafisi... Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kimsesiz çocuklardan oluşan bir koro kurdu. Koro, sokak çocukları ile suçlu çocuklara da açık. Amaç, çocukların yeteneklerini değerlendirerek dünyaya umutlu gözlerle bakmalarını sağlamak… Müge Serçek Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazan Erkmen bir ilke imza attı ve kimsesiz çocuklardan oluşan bir müzik korosu kurdu. Profesyonel hocaların eğitim verdiği çocuklar, kulaklarında çınlayan melodilerle hayata tutunuyor. Koronun kurulmasına vesile olan Prof. Dr. Nazan Erkmen, çocuklarla birlikte neler yaptıklarını ve bu eğitimin onlara neler kattığını anlattı… Kimsesiz çocuklara müzik eğitimi vermek sizin fikriniz miydi? Sekiz yaşından itibaren müzik eğitimi gördüm. Konservatuvarda Ekrem Zeki Ün’ün eşi değerli hocam Verda Ün ile uzun yıllar çalıştım. Piyanist olamayacağımı anlayınca piyanoyu bıraktım, ama aklım ve ruhum hep müzikte kaldı. Müzik bölümü kurmak ve çocuklardan bir koroya hatta Venezüella örneğinde olduğu gibi koskocaman bir çocuk orkestrasını sahip olmak düşü hiçbir zaman aklımdan çıkmadı. Başka bir sanat dalında da eğitim verebilirsiniz… Müzik, tüm olumlu duyguları tek bir ortak noktada toplayan tek sanat dalıdır. Sevgiye muhtaç bu çocukların müzikle sarılıp sarmalanacaklarını, kucaklanacaklarını düşündüm. Bu fakülteye gelip gitmeleri, yeni yüzler görmeleri bile onlar için yaşama açılan yeni bir kapı. Çocuklar müzik eğitimini kimden alıyor? Müzik bölümü kurucularımız, ünlü müzisyen Cem Mansur ve piyanist Leyla Pınar. Şu anda koromuzu müzik bölümü öğretim üyemiz Ayhan Öztürk çalıştırıyor ve mucizeler yaratıyor. Bu koroyu bir ay gibi çok kısa bir zaman içerisinde kurdu. Ayhan hocamız çocukları, yetiştirme yurdundan alıp, fakülteye getiriyor ve burada piyano ile çalıştırıyor, sonra tekrar yurda emanet ediyor. Fakültede gördükleri sergiler ve ürünler de çocukların ilgisini çekiyor. Sanatla aralarında muhteşem bir alışveriş başladı. Peki, 25 çocuğu nasıl belirlediniz? Kimsesiz çocuklarımızı Yakacık Yetiştirme Yurdu’na giderek bulduk. Bizzat yurtlara giderek tek tek müziğe yatkın olanları belirledik. Şu anda Üsküdar ve Küçükyalı Kimsesiz Çocuklar Yurdu’ndan gelen 25 çocuğumuz var. Çocukların arasında yeteneğiyle diğerlerinin arasından sıyrılan var mı? Çok yetenekliler var, fakat diğerleri de çok gayretli ve çok mutlular. Hepsi çok severek çalışıyor. Bir çocuğun sanatla ilgilenmesi, onun hayatını nasıl ve ne kadar değiştirebilir, sizce? Sanat aşılanan çocuk dünyaya olumlu gözlerle bakar, insanları çirkin görmez, hayvanları sever, doğaya zarar vermez. İnsanları affetmeyi bilir, kötülük düşünemez, yalnız değildir, sarılacak bir dalı vardır. Ayrıca kendini geliştirebilir, mükemmele gidebilir, dikkat etmeyi öğrenir, estetik beğeniye sahip olur. Ortak duyguda birleşmeyi bilir, yurdunu sever. Araştırma yapar, sonuca ulaşmayı becerir. Kısacası toplumda yararlı bir yurttaş olarak yerini alır. Eğitim ne kadar devam edecek? Bu eğitim uzun soluklu, yıllarca devam edecek. Şu anda 25 çocuğumuz var, ama bu koro büyüyecek. Bizim amacımız yalnız ve kimsesiz bütün çocukları bulup kucaklamak. Sokak çocukları, ceza çeken çocuklar ve yetiştirme yurdundaki çocuklarla koromuzu genişletmeyi planlıyoruz. Çocuklarla birlikte başka çalışmalar yapacak mısınız? Elbette devam edeceğiz, şu anda bu koroyu büyük bir çocuk orkestrasına dönüştürmek istiyorum. Cem Mansur çocukları çalıştıracak, seminerler verecek. Projelerimiz arasında bölüme aldığımız öğrencilerin topluma açık alanlarda konserler vermesi de var. Ayrıca toplumu da müziğin içerisinde çekecek demonstrasyonlar yapmak istiyoruz. Her hafta fakültemizde konserler düzenlenecek. Şu anda sahip olduğumuz 53 uluslararası partnerimizle, ki bu kurumlar dünyanın en önemli uluslararası sanat ve tasarım kurumlarıyla da yeni projeler hazırlanacak. Kimsesiz çocuklardan oluşan koro ve bir çocuk orkestrası oluşturmak, geleceğin müzisyenlerini topluma kazandırmak bizim en önemli misyonumuz. G Prof. Dr. Nazan Erkmen. C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear