Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 8 28/6/07 16:03 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 1 TEMMUZ 2007 / SAYI 1110 Aziz Sancar’a teşekkürler Ataol Behramoğlu ziz Sancar adıyla ilk kez bizim “Bilim Teknoloji” dergisinin 2 Şubat 2007 tarihli sayısında karşılaşmış, buluşlarını ve kişiliğini tanıtan “Bilime 6 Büyük Katkı” başlıklı (soruları Orhan Bursalı’nın yönelttiği) söyleyişi dikkatle okumuştum. ABD’nin North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü öğretim üyesi Prof Sancar’ın DNA alanında buluşları, günümüzün (belki de “genbilim” diye adlandırılabilecek) bu en çok sözü edilen bilgi alanına ilişkin söyledikleri kuşkusuz ki önemli ve ilginçti. Fakat beni daha da ilgilendiren ve etkileyen, bu bilimcimizin, Orhan Bursalı’nın da başlığa çıkardığı bazı başka sözleriydi. Sorulardan birini yanıtlarken şöyle diyordu Prof. Sancar: “12 yıl önce bir araştırıcı arkadaşla bilimsel buluşların manevi ve maddi değerlerini konuşuyorduk. Bana bu keşfime maddi bir değer biçmemi istedi. ‘Sana on milyon dolar versek bu buluşu bir başkasına verir misin?’ derlerse nasıl yanıtlarsın diye sorduğunda hiç düşünmeden ‘Yok’ derim diye karşılık verdim. Çünkü her keşif her türlü maddi ödülün dışında bana nadiren bulabildiğim bir iç sükuneti vermiştir. Ayrıca, gelecek kuşak Türk araştırıcıları biyokimya ve moleküler derslerinde bunu görüp ‘Bu keşfi bizden biri yaptı’ diyebilecekler. Onlara bu güveni vermekle memleketime hizmet ettiğimi hissediyorum.” Aziz Sancar’ın bu sözlerinden öylesine etkilenmiştim ki, aynı günlerde Haluk Şahin’in “Derin Siyaset” konulu programına katılmaya giderken yanımda götürdüğüm dergiden bu cümleleri, günümüzde kimilerince pek de hoş karşılanmayan 100 yaşında Esra Açıkgöz oska uzun bir tarihe sahip, el değiştirmeyen ender işletmelerden biri. İki dünya savaşına tanıklık etmiş, üç darbe görmüş, ekonomik krizleri yaşamış… Bugün 100 yaşında ve 34 ülkeye ihracat yapıyor. Koska’nın 70 yılına tanıklık eden Koska Genel Müdürü Nevzat Dindar ile konuştuk… 100. yılınızı nasıl kutlayacaksınız? Bir tanıtım filmi hazırlatıyoruz. Mağazalarımıza 100. yıl amblemi yaptırdık. Bir tören yapacağız. Distribütörlerimizle Uzakdoğu seyahati tertipliyoruz. Müşteriler için de bir çekiliş düşünüyoruz. K A çeşitlerimiz var. Baklavaya da yenilikler kattık; kestaneli, portakallı, muzlu baklava... Kendi bulduğumuz tatlı çeşitlerimiz var. Onları genelde ben icat ederim, çünkü gurmeyim. Bu çeşit çokluğunda babanızın etkisi var, sanırım. Babam sekiz senelik askerliğini Arap ülkelerinde yapmış. Bir yıl da bugün dahi, dünyanın tatlı üzerine en zengin şehri Şam’da kalmış. Astsubay olduğundan beşten sonra serbestmiş. Şam’daki en güzel tatlıcı dükkânına gidip, “Beşten sonra size parasız yardım edeyim” demiş. 1930’larda İstanbul’a geldiğinde Beyazıt ile Laleli arasındaki Koska semtinde bir tatlıcı dükkânı açmış. Şam’da öğrendiği tatlılar ve özenle yaptığı helva öyle ün kazanmış ki, o isim bir marka olmuş. Siz bu hikâyeye ne zaman dahil oldunuz? İlkokula giderken bile babama yardım ederdim. Çok güzel helva satardım. Babam, “Ne iş yaparsan yap, bunu da öğren” dedi. Ben de çocuklarıma helva yapmayı öğrettim. Peki yapmak istediğiniz başka bir meslek yok muydu? Mimar olmak istiyordum, ama olamadım. Çünkü liseyi bitirdiğimde, ağabeyim askere gitti ve babam yalnız kaldı. Ağabeyim dönünce, okumaya devam ederim diye düşündüm. O sürede iş çok gelişti, ayrılamadım. Mimarlığa hâlâ hevesim var. Mağazalarımızın projelerini ben çizerim… DİYABETİK PASTA ? Baklava ustalarımız Antepli. Helva ustalarımız ise Kastamonu ya da Sinoplu. Çoğu çalışan akrabadır. 1516 yaşında çocuklar akrabalarının yanına gelir, bekâr lojmanımızda kalır, çırak olarak işe başlarlar. Yoğurucu, kalfa derken usta olurlar, ama bu seremoni 20 yılı bulur. Helvacı ustaları kıskançtır. Piyasada iyi ustalar parsellenmiştir. 600 elemanın içinde dört ustabaşı var, her nazlarını çekeriz. ? Üst üste müşteri memnuniyeti ödülü aldık. Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeki bir profesör vişne reçeli ekşi, diye şikâyette bulunmuştu. İzmir bölge müdürümüze son tarihli vişne reçelini alın, yanına da helva, pişmaniye koyun götürün, dedik. Kadın bunu müşteri memnuniyeti derneğine bildirmiş. Bunlar normal hizmet, ama veren çok müessese yok. ? Yedi yıldır diyabetik ürün yapıyoruz. Türkiye’de diyabetik ürünler aspartamlı ve sakarinli. Sakarin kanseri tetikliyor diye Amerika’da yasaklandı. Biz sarbitol, laktoz gibi doğal tatlandırıcı kullanıyoruz. Beş çeşit diyabetik tatlı ve lokum, reçel, helva, badem ezmesi yaptık. En son diyabetik pasta yaptık. Koska fabrikasının eski halinden bir kare... 100 yılda sektörde ve lezzet anlayışında nasıl bir değişim oldu? Helva, Türklere has bir gıda. 600 sene önce Hasan Basri Hazretleri dediğimiz, helvacıların piri kabul edilen kişi tarafından bulunmuş. Önce balla ya da pekmezle yapmışlar, sonra da şekerle. Biz dünyanın çeşitli yerlerinden helva numuneleri getiriyoruz ve görüyoruz ki, en güzel helvayı hâlâ Türkler yapıyor. Değişen şeyler de oldu tabii. Babam tahta bir kürekle karıştırarak, günde 200300 kilo helva yapardı. Şimdi günde 4050 ton helva yapıyoruz, tahta küreğin yerini büyük mikserler aldı. Lezzet çeşitleri de arttı değil mi? Otuzdan fazla helva çeşidi var. Aklınıza gelen, adında helva olan ne varsa, hepsini yapıyoruz. Yöresel çeşitleri de yapıyoruz. Mesela Afyon’un bir taş helvası vardır, kırarak yersiniz. Ben anlamam onu yemekten ne zevk alırlar, espri olsun diye yaptırmıştık, ama satılıyor. Ayrıca meyveli yazlık helva Aziz Sancar ödülünü alırken. Koska Genel Müdürü Nevzat Dindar, mimar olmak istiyormuş, olamamış, ama şimdi Koska mağazalarının projelerini yapıyor... “yurtseverlik” duygusunun nasıl bir şey olduğunu örneklemek için okumuştum. Birkaç hafta önce Aziz Sancar yeniden gündeme geldi. Bu kez “Vehbi Koç Ödülü”nü kazanan bilim insanımız olarak. Bizim gazetedeki haberin yanı sıra 9 Haziran tarihli “Milliyet”te de kendisiyle yapılmış bir söyleşi var. Önay Yılmaz imzalı bu söyleşide de Prof. Sancar, “DNA’nın kendisini nasıl onardığı tam anlaşılabilirse, kanseri önleyici ve tedavi edici yöntemlerin geliştirilebileceğini” söylüyor… Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur ilçesinde, “okuma yazma bilmeyen, ama eğitime önem veren” bir anne babadan, sekiz kardeşin yedincisi olarak dünyaya gelmiş. Üniversite öncesi öğrenimini Savur’da ve Mardin’de görmüş. İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1971’de bitirip iki yıl Savur yakınlarında köy doktorluğu yaptıktan sonra ABD’nin Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktora eğitimine başlamış. 1997’den bu güne kadar da Caroline Üniversitesi’nde görevini sürdüren Prof. Sancar’ın 300’e yakın bilimsel makalesine 12 binden fazla atıfta bulunulmuş. (Yani, başkaca bilimsel çalışmalarda 12 bin kez kaynak gösterilmiş bu makaleler…) Öykü bu kadar… Bu kadar mı dersiniz? Bizim “Bilim ve Teknoloji” dergisinden yukarıya aldığım bölümdeki bir söz daha dikkatinizden kaçmamış olmalı: “İç sükuneti…” Demek ki, sanatçı ya da bilimci, araştıran, buluşlarıyla yetinmeyip onları daha da ötelere götürmeye çalışan her yaratıcı gibi Aziz Sancar’ın da içinde hep bir huzursuzluk var... Bu huzursuzluk ancak bir “buluş”la “iç sükuneti”ne dönüşüyor… Ve bir başka şeyle daha: Bu buluşlarıyla, kuşkusuz bütün insanlığa olduğu kadar “memleketine de hizmet ettiği” duygusuyla… Yurtseverlik konusunda kafaları çok karışmış kimselerin, bu büyük ve aynı ölçüde alçakgönüllü bilim insanımızla yapılmış söyleşileri dikkatle okumalarını öneririm… Kansere çare bulunabileceğini belirten Prof. Sancar örneği, bu gibi kimselerde bulunan ve “yurtsevmezlik” tanısı konulan bir hastalık için de belki umut olabilir. Teşekkürler Aziz Sancar… ataolb@cumhuriyet.com.tr Koska, Beyazıt ile Laleli arasındaki bir semtin adı. Koska helvası da adını bu semtte ün yapmasından alıyor. Markanın 100 yıllık bir tarihi var. Genel Müdür Nevzat Dindar, bu tarihin 70 yılına tanık. Babası ona, o da çocuklarına helva yapmayı öğretti. Koska’da şimdi dördüncü kuşak görevde. Çocuklarınız için burada olmak kendi seçimleri mi? Evet, üstelik de ben hiçbirini yönlendirmedim. Aile şirketi olmanın avantaj ve dezavantajları neler? Çocuklarımın hepsi evli, çok şükür şu anda bir problem yok, ancak bu olmayacak demek değildir. Yine de avantajları daha çok. İşler büyüdükçe kontrol etme noktaları artıyor. Bunları aile içinde bölüştürüyorsunuz. Haftada bir yönetim kurulu toplanıyor, iki yeğenim, üç çocuğum ve ben. Önemli kararları oyçokluğu ile alırız. Mümkün olduğunca demokratik bir sistemle yürütmeye çalışıyorum, ancak iş ortada kaldığında, birkaç oy hakkım olabiliyor. Beşinci kuşaktan işin içine girecek kadar büyüyen var mı? Bir kısmı yuvaya gidiyor, bir kısmı ilkokula. İnşallah onlar da bir bayrak yarışı gibi bunu sürdürürler. Şirketinizin tarihinde, Türkiye tarihi de gizli. İki savaş, üç darbe, krizler... En çok hangi dönemde zorlandınız? Evet, pek çok dönemi yaşadık. 27 Mayıs’ı hatırlıyorum mesela. Babam sabahları namaza giderdi, o sabah çıktı, biraz sonra geri döndü. Galiba ihtilal olmuş, dedi. Hemen Laleli’ye çıktım, üzerinde insanlarla tanklar geçiyordu. Radyoyu açtık, Türkeş’in gür sesi. Sonra diğerleri geldi… Ama asıl ihtilal bizim için dört beş sene önce doların fırlamasıyla oldu. Türkiye’de susam yeterli yetişmiyor ve bir tarım politikamız yok. O yüzden susamı dışarıdan almak zorunda kalıyoruz. Yani dolar borçlanıyoruz. O dönem doların birden fırlaması bizi kötü etkiledi, tam doların çıktığı gün dolar ödememiz vardı, o felaket rakamla dolar aldık. 2. Dünya Savaşı’nda, helva üretiminde değişiklik yapmışsınız... Evet, siz nereden biliyorsunuz? Ben ilkokuldaydım, şeker karne ile veriliyordu. Komşularımız bizde çok olduğunu sandıklarından bizden şeker isterlerdi. Oysa babam şeker bulamadığından, helvayı kuru üzümden yapıyordu. Aynı helva gibiydi, ancak pekmez lezzetindeydi. Yine de çok beğenildi. Hatta şimdi de yaptırmayı düşünüyorum. Çünkü bu organik helva. Biz organik ürün işine de girdik. Organik tahin, bal, pekmez yaptık. Tatlılarla dolu bir yerde çalışıp da insanın ağzını tutabilmesi zor olsa gerek… Ben tatlıyı çok severim. Her gün 2030 gram helva yerim, çünkü ürünleri her sabah kontrol ederim. Bir kontrol bıçağım vardır. Kalıplara 34 santim girmekle ürünün nasıl olduğunu anlarım. Hayatımızın orta yeri Aylin Kotil H ayatınızın orta yerine dalıp, neler olup bittiğini öğrenmeye çalışanlar oldu mu hiç? Mesela canınız ciğeriniz! Çok sever sizi... Bu anneniz bile olabilir. Belki telefonla arar sizi, belki aramaz. Ama önemli olan bir araya geldiğinizde neler konuştuğunuz… Beklersiniz, sorsa ya bana nasılım diye? Bir derdim var mı diye. Sonra hiç beklemediğiniz bir anda yaşanmışlıkların üstüne ne oldu anlatsana der size! Yaşanmışlıkların ve atlatılmışlıkların üstüne bir de hayatımızın orta yerinden dalıp anlatmamızı beklerler. Önce hangi birini dersiniz içinizden? Sonra da esas sana ihtiyacım varken neredeydin? Hayatımız hep birileri bir şeylere hazır olduğunda onlar için mi yaşanır? Oysa bizim hayatımızda biz ne zaman ve neye hazırız? Hayat böylece başkalarından bir şey beklememeyi öğretir bize. En yakınlarımızdan bile. Bu belki de bir numaralı kuraldır. Geliş ve gidiş şeklimizi düşünürsek bu kural, geçerliliğini de kanıtlar zaten. Sorun, en yakınım neden benimle ilgilenmiyordan çok, bizim onun ilgilenmemesini kanıksayamamış olmamızdan kaynaklanıyor aslında. Hayata nasıl yalnız geliyorsak her döneminde de kalabalık olsa da etrafımız, duygusal ve manevi yalnızlıkları yaşarız. Bu bizi yorsa da uzun vadede güçlendirir de. Bütün bunlar kişisel gelişimimizde bize basamak atlatır. Bazen de öyle arkadaşlarımız vardır ki, biz hiçbir şey anlatmasak bile biliyormuş ve anlıyormuş gibi bize anlatır, nasihatler verir. O zaman da durursunuz bir an. Yanılıyor muyum, hayatta her durumda yalnız değil miyim yoksa dersiniz? İçiniz buruk da olsa umutla kıpırdanır. Didikleyip hayatın orta yerinden sormaya başlayandansa, hiç sormayıp anlatanla güç toplarsınız. Ve bundan sonra öğrendiğimiz, hayatın çelişkilerinden dolayı var olabildiğimizin olduğudur. Birbirimize zorlaştırmamak için bizi anlamayanı da anlamaya çalışarak eğitimimize devam ederiz… İyi pazarlar... aylin@kotilsarigul.com