23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

R PAZAR 3 YENI 26/4/07 16:01 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 29 NİSAN 2007 / SAYI 1101 3 Sevgilim İstanbul Elçin Poyrazlar B u seneki Brüksel Kitap Fuarı’nın sürprizlerinden biriydi Nedim Gürsel. Fransız Seuil yayınlarından çıkan “İzler ve Gölgeler” isimli kitabının çevirisinin tanıtımı için Brüksel’e gelen Gürsel’in eserlerinde kente olan tutkunluğunu biliyoruz. Kitap fuarının teması da “Avrupa Kentleri” olunca Paris soluklu yazarla edebiyat, politika ve kent eksenli uzun bir sohbete daldık… İzler ve Gölgeler’de hangi kentlerin izini sürüyorsunuz? Bir Türk yazarının gözüyle pek çok Avrupa kentinden ve bu kentlerin etkilediği yazarların yapıtlarından söz ediyorum. Örneğin Prag’tan söz ederken Kafka’nın ve Nâzım Hikmet’in Prag’ını anlatıyor, StPetersburg’ta Dostoyevski ve Puşkin’in izini sürüyorum. Bu anlayışla yazılmış bu kitap Brüksel’de Baudelaire’in izini sürerken başlıyor ve Pierre Loti’nin İstanbul’unu anlatarak bitiyor. İstanbul mu, sizin kentiniz? Uzun yıllar Paris’te yaşamama karşın İstanbul hep peşimden geldi. İstanbul özlemi giderek kitaplarımda bir temaya, bir izleğe dönüştü. Kentler açısından beni ilgilendiren iki şey var. Birincisi kentlerin şiirselliğini anlatmaya çalışıyorum. Çünkü her kent bağrında bir şiir gizler. Bu asi veya uyumlu bir şiir olabilir. Nasıl tanımadığınız bir kadın gövdesini el yordamıyla keşfedersiniz bir kenti de öyle keşfedebilirsiniz. İstanbul’u bir Avrupa kenti olarak mı tanımlıyorsunuz? İstanbul sözcüğü eski Yunanca’da kent anlamına gelen “polis”ten geliyor. İstanbul’un sözcük kökeninde kent olmak yatıyor. Öncelikle İstanbul benim için Bizans, ondan sonra tabii ki Osmanlı damgasını vuruyor. Ve kent bir sürü ad kazanıyor. “Sevgilim İstanbul” kitabımda bu adları sıralamıştım. Bugün İstanbul 12 milyondan fazla insanın yaşadığı kontrolden çıkmış büyük bir metropol. Bir yanıyla giderek Avrupalılaşırken öteki yanıyla Anadolulaşıyor. İstanbul gecekondular ve çarpık kentleşme sonucu değişik kültürleri içinde barındıran kontrolden çıkmış, hayvansı bir enerji yayıyor. Dolayısıyla İstanbul hem Avrupalılaşan, hem Anadolulaşan, bir ölçüde vahşileşen, bir ölçüde modernleşen bir kent. İstanbul’un sizde uyandırdıkları mı yoksa Paris’in size yaşattıkları mı? Zaman geçtikçe kendimi İstanbul’a daha yakın hissediyorum. Ama uzun yıllar kitaplarım yasaklandığı için İstanbul’a ayak basmadığım dönemler oldu. “Uzun Sürmüş Bir Yaz” ve “Kadınlar Kitabı” 12 eylül darbesinden sonra yasaklandı ve ülkeye 1983 yılına kadar gidemedim. Ama o dönem uzun kalmıyordum, demir attığım kent Paris’ti. Sonradan giderek daha uzun süreler kalmaya başladım artık neredeyse yılın yarısını İstanbul’da geçirdiğimi söyleyebilirim. Benim için Paris’in yeri başka tabii. Hayatımın zor bir döneminde bana kucak açmış bir kent Paris. Öykülerimde Paris’ten de söz ettiğim oldu ama onun üzerine bir kitap yazmadım. Bu kadar yıl yurtdışında yaşamış olmanıza karşın neden Fransızca yazmayı düşünmediniz? Çünkü Türkçe, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın deyimi ile söylersek benim ses bayrağım. Bir dildir yazarın ülkesi, yaşadığı kent ya da bir toprak parçası değil. O anlamda Türkçe’ye bağlıyım. Fransızca yazdığım kitaplar da oldu ama bunlar daha çok inceleme kitaplarıydı. Babam Fransızca öğretmeni olduğu için bu dille çok küçük yaştan beri içlidışlı oldum. Sonradan Fransız edebiyatı öğrenimi yaptım ama yaratıcı alanda kurmacayı ancak Türkçe kapsamında düşünebiliyorum. Bir de sembolik bağlılık söz konusu. Ben kozmopolit bir yazarım, edebiyatın da evrensel olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Türk edebiyatının bir parçası olmak ille de Türkiye’de yaşamaktan geçmiyor ama Türkçe yazmaktan geçiyor. Sizce edebiyatçının siyasete yönelik bir rolü veya sorumluluğu olmalı mı? Nedim Gürsel’in romanından senaryolaştırılan “Sevgilim İstanbul” gösterimde. Uzun yıllardır Paris’te yaşayan Gürsel, kendini giderek İstanbul’a daha yakın hissettiğini söylüyor. Peki, İstanbul bir Avrupa başkenti mi? “Hem Avrupalılaşan, hem Anadolulaşan” diyor Gürsel, “Bir ölçüde vahşileşen, bir ölçüde modernleşen bir kent”. “Sevgilim İstanbul” filminden... Ben başından beri belli bir siyasi davayı savunan edebiyata sıcak bakmadım. Kendi kitaplarımda ki “Uzun Sürmüş Bir Yaz”ki en siyasi kitaplarımdan biridir alegorilerle bir baskı dönemi olan 12 Mart’ı anlattım. Ama bunu yine de kendi tarzımı, üslubumu bulmaya çalışarak yaptım. Bugün bir bağımlılık ya da bir angajman söz konusuysa o her şeyden önce o yapıta olan bağımlılık olmalı diye düşünüyorum. Önce yazarlar kendi yapıtlarını ortaya koymalılar elbette bu doğal olarak bu toplumsal bir ortamda yapılır. Ama bir ideolojiyi savunan ya da ona inanan bir ya zar yapıtında bunun tersi bir dünyayı da ortaya koyabilir. Bunun en somut örneği Balzac’tır. Öte yandan Nazım Hikmet’in ise siyasi mücadelesi şiirinden bağımsız düşünülemez. Fransa’da kendinizi yabancı hissediyor musunuz? Hayır. Bir Paris var, bir de Fransa var. Ben kendimi biraz Parisli hissettiğim için yabancı hissetmiyorum. Bir dönem Bordeaux’nın belediye başkanlığını yapan Montaigne’nin bir sözü var: “Beni Fransız yapan Paris’tir”. Ben o kadar ileriye gidemem. Paris beni Fransız yapmadı ama bir ölçüde yazar yaptı. Nasıl oldu bu? Çünkü kitaplarımın çoğunu Paris’te yazdım. Paris’e kendi seçimim dışında çok küçük yaşta gittim. Halkın Dostları dergisinde çıkan bir yazımdan dolayı 12 Mart muhtırasından sonra hakkımda dava açıldı. Ve ben bunun üzerine Paris’e gittim. Aslında İstanbul’da kalmak ve yaşamımı orada sürdürmekti aklımda olan. Sonra Sorbonne’da öğrencilik yılları, Fransız ve Türk edebiyatıyla ilgilenmem… bunlar hep Paris’te oldu. Sonuçta 30 yıllık bir Paris macerası var arkamda. O da kimi olsa yazar yapar.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear