Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
27 AĞUSTOS 2006 / SAYI 1066 11 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Duygu’yu okurken... Ataol Behramoğlu uygu Asena’yla vedalaşma töreninde beni en çok “hemcins”lerinin tabutu omuzlayışı duygulandırmış, tabutun cenaze arabasına onların elleriyle konuluşunu oracıkta gözlerimden yaşlar akarken izlemiştim. Duygu şimdi bir kez daha, bu kez “Aslında Aşk da Yok”u okumaktayken, zaman zaman gözlerimi yaşla dolduruyor. Kitabı okuyup bitirmedim henüz. Fakat ağustosun son haftası için şimdiden (ayı henüz yarılamışken) yazmam gereken bu “yedek” yazı Duygu için olsun istedim. Siz bu yazıyı okuduğunuzda kitap çoktan okunmuş olacak ve sadece bu kitabından değil bütün çalışmaları ve Duygu için mutlaka daha sonralarda da yazacağım. Şimdi kitapta, “Aslında Aşk da Yok”ta, kaldığım sayfalardan başlayarak geriye (yani başa) doğru, beni etkileyen yerlerden söz edeyim. 47. bölümden 50. bölüme kadar, romanının anlatıcısı ve birincil kahramanının, bebeğini Paris’te dünyaya getirişi anlatılıyor. Çocuk doğurmamış olan Duygu, bu bölümlerde, ancak büyük gözlem yeteneğine sahip romancılara özgü bir başarıyla doğum süreçleri ve annelik duygusunu anlatıyor. Gözlerimi yaşartan bazı bölümler, annebebek ilişkisinin, özellikle bebeğin duyarlılıkla betimlendiği bu sayfalardaydı. Kitabın sadece bu bölümleri üzerinde, gebelik sürecinde karıkoca ilişkisi üzerinde uzun uzun durulabilir. Duygu Asena romancı yeteneği ile sosyal gözlemcisosyal bilimci yeteneğini nasıl ustalıkla birleştiriyor. Öykünün akışından bir an kopmuyorsunuz. Fakat aynı zamanda da kadına, erkeğe, kadınerkek ve karıkoca ilişkisine, aşka, evliliğe dair birçok şey düşündürüyor size bu anlatı. Açlık ya da tokluk değil, bozukluk... Anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu ve başka türlü tanımlanamayan yeme bozuklukları... Ölümle bile sonuçlanabilen dört yeme bozukluğu. Çıkışlarında, mükemmeliyetçilik etkili; sosyokültürel baskılar ve genetik de... Ancak en önemli risk faktörü, bedenden duyulan hoşnutsuzluk. Belirtileri ve tedavileri ise, yeme bozukluğu grubuna göre değişiyor. İşte Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülay Hamzaoğlu'nun anlattıkları... Esra Açıkgöz eme bozuklukları, son yıllarda araştırmacıların en çok ilgi gösterdiği konulardan biri. Oysa, yeme bozukluklarının tanısı 400 yıl önce konuldu. Ancak modern dünyanın etkisiyle, gittikçe artan, genelde kronikleşen ve ciddi komplikasyonlara neden olan hastalıklar haline geldiler, hatta ölüme yol açtılar. Bunda, günümüz “güzellik” değerlerinin etkisi büyük. Türkiye'de özellikle 1218 yaş arasındaki genç kadınlarda görülüyorlar. İşte Bursa Acıbadem Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülay Hamzaoğlu’nun anlattıkları... Tıpkı anorektiklerdeki gibi bu tipte de beden ağırlığı, güzellik ve çirkinlikle aşırı uğraş söz konusu. Başlangıç yaşı ise anoreksiya nervozaya göre biraz daha geç. Bütün toplumlarda yaklaşık yüzde bir oranında, ama genç kadınlarda erkeklerden 10 kat daha sık görülüyor. Belirtileri, tıkanırcasına yemek, yeme atağı sırasında kontrol hissinin kaybı, kilo artışını önlemek için kendini kusturma, açlık ya da aşırı egzersiz gibi uygunsuz davranışlar... Tanımlanamayan yeme bozuklukları, bulimiya ve anoreksiya nervozaya göre, daha az ciddi bir hastalık mı? Evet, ama bu kategorideki hastalar, yeme tutum ve davranış bozukluğuna sahip oluyorlar. Bir de “tıkanırcasına yeme bozukluğu” var. Yani belli bir zaman sürecinde kontrol hissinin yitirilerek aşırı miktarda gıda alımı. Bu hastalar, bulimiklere nazaran obez veya obez olmaya yatkın. Olağandan daha hızlı ve rahatsız olana kadar yemek, aç olunmamasına rağmen aşırı miktarda yemek, aşırı yemek yendikten sonra depresyon ve suçluluk hissi gibi belirtileri var. Buna benzeyen diğer bir yeme bozukluğu da, gece yeme sendromu. Belirtileri arasında sabahları iştahsızlık, akşamları, bilhassa akşam yemeğinden sonra aşırı miktarda yeme ve uyku sorunları yer alıyor. Daha çok obezlerde görülüyor. D ŞİŞMANLIK, BASKILAR VE DEĞERLER... Yeme bozukluğu hastalıklarını özellikle son yıllarda çok sık duyuyoruz. Hasta sayısı giderek artıyor. Bunda en önemli etki, günümüzün güzellik değerlerinin insanlar üzerindeki etkisi. Daha başka neler var? Evet, şişmanlık, sosyokültürel baskılar, vücut hoşnutsuzluğu, diyet yapma, mükemmeliyetçilik, ergenlik dönemi ve genetik etkiler, bu hastalıkları tetikliyor. Özellikle vücut hoşnutsuzluğu yeme bozukluklarında en önemli risk faktörü. Vücut hoşnutsuzluğu ve kilo kaygısı, kişiyi diyet yapmaya yönelttiği için bulimik semptomları ve tıkanırcasına yeme riskini artırıyor. Ergenlik döneminde genç kızlardaki yağ dokusunun artması ve erken âdet görme gibi faktörler de vücut hoşnutsuzluğu ve dolayısıyla yeme patolojisi gelişmesini sağlayabiliyor. Toplumdaki bazı gruplar yeme bozukluğu gelişmesine daha yatkın. Örneğin dansçılar, modeller gibi işleri dolayısıyla zayıf olması gereken kişiler... Ayrıca psikiyatrik bozukluğu olanlar, ailelerinde depresyon, yeme bozukluğu ya da alkolizm görülenlerde de bu hastalıklar daha yüksek oranda görülüyor. Araştırmalar, bulimiklerde alkol, sigara, kafein ve ilaç kullanımının normalden daha fazla olduğunu gösteriyor. Bu hastalıklardan kurtulmak kolay mı? Bu, hangi yeme bozukluğuna sahip olduğunuza bağlı. Mesela, anoreksiyo nervoza? Bu hastaların yüzde 3040’ı iyileşiyor. Yüzde 20 ile 30’unda hastalık kronikleşiyor, geri kalan üçte birinde ise yeniden ortaya çıkıyor. Her yıl tedavi edilen 200 hastadan biri açlık komplikasyonları ya da intihar yüzünden ölüyor. Ölüm oranı yüzde beş ile on arasında. Bu oran, 1525 yaş arası hastalarda ise, yüzde 20. Bu tedavinin amacı, hastanın yaşamını tehdit eden kilo kaybının düzeltilmesi. Daha sonra hastanın kilosuyla aşırı uğraşı en aza indirgenmeye çalışılırken, kendine güveni oluşturuluyor. Son aşama ise fiziksel ve psikiyatrik komplikasyonların düzeltilmesi. Tedavinin başarısı için hastanın tedavi ekibine inanması, şişmanlamayacağına inandığı bir rejimi uygulaması, tedavide amacın yalnız kilo almak olduğu hissine kapılmaması gerekiyor. Bulimiklerin ise, yaşı genelde daha büyük olduğundan, tedavide bireysel eğitim ön planda. En çok kullanılan tedavi yöntemi bilişseldavranışçı terapi. Bu, hastanın bulimik ataklar öncesinde ve sırasındaki düşüncelerini, hissettiklerini ve sonuçlarını anlamasına, tıkanırcasına yeme ve çıkarma olaylarını nasıl yatıştıracağını, duygularını nasıl kontrol edeceğini anlamasına olanak sağlıyor. Hastanın yediklerinin farkına varması, normal yeme düzeninin sağlanması ve son olarak da hastalığın yeniden ortaya çıkmasının önlenmesi tedavinin başlıca amaçları. Y Duygu Asena... Dünyaya bir bebeğin getirilmesinde erkeğin rolü nedir? Kadının gebelik ve doğum süreçlerindeki duyguları, sıkıntıları ayrıntılarıyla irdelenirken, erkeğe (gelecekteki babaya) ilişkin şu saptamalara sanıyorum ki hiçbir erkek kolay kolay itiraz edemez: “İlk ben mi gebe kaldım şu yeryüzünde... Yazık zavallı adamı dır dır edip üzüyorsun. Ne güzel işte, doğum günü gelince kapının önünde sigara üstüne sigara içecek, aman ne kadar, nasıl heyecanlanacak, sonra bir çiçekle, sapsarı yüzü ve başında kurdelesiyle yatan annenin yanına gidip yanağına öpücük konduracak. Sonra bebeği merak edecek, getirecekler, heyecanlı, kaçamak bir göz atacak, ne kadar küçücük şey bu böyle diyecek. Kız olmuşsa içi burkulacak, annesine benziyor derlerse dışı da burkulacak, kucağına verecekler, tutamayacak, aman çok zor, iş alışık değilim, alın bunu diyecek. Sonra hastaneden çekip gidecek, o akşam mutlaka birileriyle gezecek ve içecek, babalık kutlamalarını kabul edecek..........havadan ve bedavadan gelmiş olan babalık unvanıyla ömür boyu yaşayacak...” Duygu Asena doğurmaya, anneliğe karşı “feminist”lerden olmadığı gibi, körü körüne erkek karşıtı da değil. Kadının zaaflarını, eksilerini de dürüstçe anlatıyor. Kitabın başlarında, kadın kahramanın, (sonradan eşi olacak) erkek kahramanla Amerika’daki buluşmaları öncesinde ve buluşma sırasındaki gitgelllerini, saçma kıskançlıklarını yan tutmaksızın yansıtıyor. Zaten bence hiçbir yerde körü körüne yan tutma yok. Kitap içindeki bağımsız bölümlerden “Bircan ile Sinan”ın son satırlarında söylendiği gibi “Kim haklı, kim haksız, kim suçlu? İlle de bir suçlu mu gerekiyor?” Sevgili, canım Duygu. Seninle birkaç yıl önceki Londra yolculuğumuzda birbirimizi daha yakından tanımış, ama İstanbul’da (öteki yolculuk arkadaşlarımızla birlikte) düzenli aralıklarla görüşme kararımızı ne yazık ki uygulayamamıştık. Fakat yumuşacık, sıcak gülüşünü ne zaman görsem, hiçbir zaman çok yükselmeyen tatlı, okşayan sesini ne zaman işitsem içim aydınlanırdı. Seni son kez Amerikan Hastanesi’nde, ilk ameliyat sonrasında gördüm. Yine sıcaklık ve iyilik doluydun. Getirdiğim küçük pelüş ayıcığın avuçları içindeki kırmızı yüreğin senin iyileşmene yardımcı olacağına safça inanmıştım. Ne yazık ki öyle olmadı. Fakat hem bu kitabın, hem ötekiler üstüne zaman zaman yazmayı sürdüreceğim. Böylece gülüşün ve sesin hep benimle olacak. ataolb@cumhuriyet.com.tr Yeme bozuklukları deyince neleri anlamamız gerekiyor? Anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu ve “başka türlü tanımlanamayan yeme bozuklukları” olarak dört ana grupta toplanıyor. Bunlar, sadece kuvvet, konsantrasyon ve kariyer kaybı ile değil, ölümle bile sonuçlanabilen son derece ciddi hastalıklar. SOSYAL, PSİKOLOJİK VE KÜLTÜREL... Gülay Hamzaoğlu... Peki bu hastalıkların belirtileri neler? Önce anoreksiyo nervoza ile başlayalım, isterseniz. Anoreksiya nervoza, sosyal, psikolojik, kültürel ve fizyolojik pek çok yönü olan karmaşık bir yeme bozukluğu. Batı toplumlarındaki genç kadınların yüzde 0.5’inde görülüyor, Türkiye'de ise özellikle 1218 yaşlarındaki genç kadınlarda. En önemli belirtileri ağırlık ve iştah kaybı, zayıf olunmasına rağmen kilo almaktan veya şişmanlamaktan aşırı korkma, beden algı bozukluğu ve amenore yani art arda en az üç kez âdet görmemek... Ya bulimiya nervoza... Tekrarlayan aşırı yemek yeme, kilo alma ve bir yandan da kiloyu durdurma çabaları ile tanımlanan bir yeme bozukluğu. Kısıtlanmış birliktelikler... Aylin Kotil Y azın son günleri artık. Günbatımı, fazla değil belki on beşyirmi gün daha böyle güzel olacak. Sonra uzun bir kış gelecek. Açık havada geçirilen zamanlar yerini kapalı mekânlara bırakacak, dört duvarların arasına... Yazın sevgiler de, aşklar da daha güzeldir. Hava güzelken, doğayla baş başayken ilişkiler dört duvarın arasında olduğundan çok daha güzel olur, olmalıdır da. Çünkü dışsal etkenlerde bu aylarda sizi hep yumuşatan bir durum vardır. Ama etrafıma baktığımda birbirine surat asan, kaç yıllık ilişki olduğunu kestiremediğim, ancak hâlâ birbirine üstünlük kurmaya çalışan çiftler görmek beni her şeye rağmen şaşırtıyor. İlişkilerde sorunun ortak yaşamın sınırlarını belirleyememek olduğunu düşünüyorum. Hayata, zorluklara bir değil, iki kişi omuz vermek çok güzel şüphesiz. Ancak biriyle evli olmak yada birlikte olmak karşımızdakinin hayatını satın almak anlamına gelmemeli. Sırf evli diye çok sevdiği işinden zaman çalmak zorunda bırakılmak, bekâr arkadaşlarla görüşmeyi kestirmek ya da aynı düşünmek zorunda hissettirmek bana çok acımasızca geliyor. Birlikte olunduğu kadar ayrı yaşamlar da olmalı. Birçok çift sadece çiftlerle görüşmeyi tercih ediyor. Sanki iki grup insan varmış gibi, çift olanlar ve olmayanlar. Hayatında biri yoksa bizle görüşemezsin der gibi. Hatta birliktelikten önceki arkadaşlarından kopanları da görüyorum şaşırarak. Oysa her iki tarafın da birbirlerinden önce arkadaşlıkları vardı mutlaka ve kimileriyle de hep birlikte görüşülse aynı tadı vermeyecektir şüphesiz. Tıpkı okul yemekleri gibi. Okul yemeğine eşinizle gitseniz sizce ne tat alabilir o ortamdan? Almadığı gibi sıkılır da ayrıca. Birliktelikler birbirimizin hayatını ipotek altına almamalı. Dostluklar, hobiler devam etmeli. Hatta bazen yalnız kalınmalı. Bunlar olmadığında ilişkilerin ömrü de kısalıyor düşüncesindeyim. Çünkü taraflardan biri mutlaka ilişkinin bir yerinde kendini kapana kısılmış gibi hissedecektir ve patlama yaşayacaktır. Hayat baharda, yazda birbirine surat asmayacak ve birbirini rehin almayacak kadar güzel. Hem karşınızdaki bu kadar kısıtlamayla sizinle oluyorsa gerçekte sizin midir acaba? Bir serbest bırakın bakalım, hâlâ sizleyse gerçekten seviyor demektir, gidip de gelmiyorsa... O zaman zaten boşa stres yapmışsınız derim. aylin@kotilsarigul.com CUMHURİYET 11 CMYK