25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

20 AĞUSTOS 2006 / SAYI 1065 7 Sınırların kaybolduğu yer Brisbane kentinde düzenlenen festivalde Avustralyalılar genç Türk yönetmenlerin filmleriyle tanıştılar; Zeki Demirkubuz, Kutluğ Ataman, Pelin Esmer... Koreli, Filipinli, Hong Konglu yönetmenler de vardı... İran ve Türkiye sinemalarında kadının rolü ve durumu ise filmlerle desteklenen bir konferansta tartışıldı... Gönül DönmezColin vustralya, çeşitli çağrışımlar yapar insanlarda. Birçoğu için ömür boyu ulaşma olanağı olmasa bile yine de düşlenecek bir yerdir. İngilizce’de yarı şaka “Aussie” derler ülke sakinlerine. Ülke ise “down underaşağılarda, altta” terimiyle anılır coğrafya konumuna dayanarak. Sydney ve Melbourne kadar büyük olmasa da bir buçuk milyon nüfusu ile ileriye doğru hızlı adımlarla yürüyen Brisbane kentinde 15 yıldır süregelen uluslarası film festivalinden İran ve Türk sinemalarında kadının konumunu karşılaştıran bir program hazırlayıp bir de konferans vermem teklifi gelince heyecandan çok korku sarmıştı içimi. O kadar yol nasıl gidilecekti? Avustralya sanki dünyanın öbür ucu gibiydi. Gerçekten aşağılarda bir yerde miydi? A nion” filmini izledik. İranlı yönetmenTahmineh Milani’nin kulağıma fısıldadığı gibi Altman artık yaşlanmıştı, ama açılış için bu deli dolu film uygundu. Hele Meryl Streep ile Lily Tomlin müthişti. 40’ı aşkın ülkenin temsil edildiği festivalde her zevke göre film vardı. Yepyeni Avustralya filmleri, Afrika’dan üç bambaşka film, Tayvanlı Hou Hsiao Hsien, Japon Takeshi Kitano ve Şilili Raul Ruiz’in son filmleri, Japon kült filmlerinden çılgınca bir program, Filipin’den yeni dijital sinema, Hong Kong sinemasından örnekler, Amerikan ve Fransız film noir, Japon canlandırma sanatçısı Kibachiro Kawamoto’ya, Melbourne’de yaşayan deneysel sinema ustası James Clayden’e saygı, 2004 yılında Hollanda Film Müzesi tarafından ortaya çıkarılan ve onarıldıktan sonra ertesi yıl Cannes film ferstivalinde izleyici ile buluşan, Rudolph Valentino ve Gloria Swanson’u karşı karşıya getiren bir sessiz film “Beyond the RocksKayaların Ötesinde” geniş programın temel taşlarıydı. “A Prairie Home Companion” filminden... diğim konferansa eş olarak bizden Şerif Gören’in klasik yapıtı “Yol”, Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet”, “Üçüncü Sayfa” ve “İtiraf” filmleri, Pelin Esmer’in belgesel filmi “Oyun”, Kutluğ Ataman’ın “İki Genç Kız”, Yeşim Ustaoğlu’nun belgeseli “Sırtlarındaki Hayat”, Nuran Bayer’in belgeseli “Ötekinin Sesi” gösterildi. İran’dan ise Marva Nabili’nin “Mühürlü Toprak”ı, Forugh Farrokhzad’ın klasık belgeseli “Ev Karadır”ı, Dariush Mehrjui’nin “Sara”, Merziyeh Meshkini’nin “Kadın Olduğum Gün”, Rakhshan BaniEtemad’ın “Gilaneh”, Niki Karimi’nin “Bir Gece” ve Sepideh Farsi’nin ‘Bakış’ filmi izleyiciye sunuldu. Bu iki ülke sinemalarında kadının izleyici, imge ve de imge yaratıcısı olarak yeri konusunda verdiğim konferansın tartışma bölümüne İran’dan feminist yönetmen Tahmineh Milani ile tanınmış karakter oyuncusu Fatimeh Motamed Arya katıldı. İzleyicilerin çoğu Brisbane’de yaşayan İranlılardı, Türkler de vardı. Bekleneceği gibi çoğu kadındı, ama erkeklerin sayısı da az değildi. Aradan 26 yıl geçmesine karşın “Yol” filminin geniş bir izleyici kitlesini çekmesi çok kıvanç vericiydi. Zeki Demirkubuz’u pek tanımayan Avustralyalılar yeni bir Türk yönetmen keşfetmenin sevincini yaşadılar. Kutluğ Ataman’ın “İki Genç Kız”ı her gittiği yerde olduğu gibi beğeni topladı. Özellikle Hülya Avşar’ın çıkardığı oyun çok beğenildi. Diğer filmlere de ilgi büyüktü. Kore’den, Filipinler’den, Hong Kong’dan yönetmenler de gelmişti Brisbane’e, dertlerini kendi dillerinde anlatmaya çalışan çoğu genç bir alay insan. Ama filmler nitelikli olunca sanki dillerin farkı yok oluyor ve herkes tek bir sinema dili konuşuyordu: Nitelikli imgelerin dilini. Aramızdaki sınırlar, kilometreler, kültür farkları yok olmuştu. İRAN VE TÜRK SİNEMALARI... “Kadın, İslam ve Sinema” kitabıma dayanarak festival yöneticisi Anne DemiGeroe ile bir yıldan fazla süren bir çalışmamızın sonucu ortaya çıkan ve İran ve Türk sinemalarında kadın konulu ver NETPAC ÖDÜLÜ “KAN YAĞMURU”NA Tam anlamıyla yarışmalı olmayan festivalde ödüller de eksik değildi. Örneğin Avustralya sinemasının öncülerinden Charles ve Elsa Chauvel’in anısına Chauvel ödülü, Uluslararası Film Eleştirmenleri FIPRESCI ödülü, Asya Sinemasına destek veren kuruluş NETPAC ödülü, İnançlararası Ödül... Bu yıl FIPRESCI ödülünü 2004 yılında “Ağlayan Devenin Öyküsü” filmi beğeni toplayan Moğol yönetmen Byambasuren Davaa’nın “Sarı Köpeğin Mağarası” filmi aldı. NETPAC ödülü Güney Koreli Kim DaeSeung’un “Kan Yağmuru” filmine gitti. İnançlararası Ödül ise Filipinler’den Brillante Mendoza’nın “Masajcı” filminin oldu. Dünyanın dört bucağından 300’ü aşkın film sunan festival 13 Ağustos’ta Ken Loach’ın Palme d’or ödüllü şiirsel yapıtı “The Wind that Shakes the BarleyArpayı Sallandıran Rüzgâr” ile son buldu... Bu yıl FIPRESCI ödülünü Byambasuren Davaa’nın “Sarı Köpeğin Mağarası” filmi aldı (üstte). Zeki Demirkubuz’un “İtiraf” filminden (sağda)... Singapur’da geceleyerek üçüncü günün sabahı vardığım Brisbane’de bir bahar havası yaşansa bile onlar için kıştı, Ağustos ortası. İnsanları oldukça iri yarı, ama pek şen şakraktı. Kentin İngiltere’den gönderilen mahkumlar tarafından kurulduğunu ve bu nedenle Brisbane’de her zaman yaşamdan kötü nasip almış insanlara büyük saygı duyulduğunu anlattı şöförüm yolda. Kaldırımda yürüyenlerden birinin giydiği tişört dikkatimi çekti. “Ülkemizi elimizden aldınız. Ödeyin kirayı” yazıyordu. Burası gerçekte Aborjin ülkesi değil miydi? Akşamki açılış töreni şık, ama tam anlamıyla çılgın ve deliceydi. Şampanya, dansöz, Çingene, ne arasanız vardı. Törene katılan bakanlar bile korumaların arkasına gizlenecek yerde, halka karışmıştı. Bir iki kısa konuşmadan sonra Robert Altman’ın “A Prairie Home Compa Suzan, bu oyunun yıldızı sensin! Kadir İncesu M emur bir ailenin ikizlerinden biri olarak Amasya’da dünyaya gelen Suzan Uztan, sanatla ilgili bir ailede yetişmenin de etkisiyle ilk kez bir okul müsameresiyle sahnelere adım atar. Oynadığı kelebek rolü onu o kadar etkiler ki kendi kendine oyunlar yazıp oynamaya başlar. Ailesinin 1947 yılında Ankara’ya yerleşmesi, Uztan’ın hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Bale hocası Madam Margo’nun aracılığıyla Devlet Tiyatroları’nın çocuk oyunları bölümüne girer. 1956’da “Şehirli Kız” adlı oyunda Viviet rolüyle ilk profesyonel çalışmasını yapar. Almanya’da, Münih’te Residence Tiyatrosu’nda bir yıl staj yaptıktan sonra Adana Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen “TersYüz” ve “Hürrem Sultan” oyunlarında başrol oy Mahvolurum. Bu rolü kabul etmiyorum’ dedim. O da ısrarla, ‘Hayır. Sen bu işi yapacaksın. Başka bir tiyatroda da olsan yine seni çağıracaktım’ dedi.” Uraz’ın Uztan’a biçtiği rol “İnek Şaban”. Ancak oyunun yazarı Rıfat Ilgaz’dan veto yiyor. Uraz’ın ısrarı üzerine İnek Şaban’ı sahnede izlemek istiyor. “Oyun sonrası Rıfat Ilgaz ile kostümlerimi değişmeden görüştüm. Ellerimi avuçları arasına alarak ‘Seni bu rol için önce istemedim, ancak seyrettikten sonra kararımdan vazgeçtim. İnek Şaban’ı başarıyla oynayacağına inanıyorum’ dedi. O dönemlerde Rıfat Ilgaz adı yasaklıydı. Kitabına bile adını koyamamıştı, üzerinde Stepne yazıyordu sadece... Türkiye’nin en merak edilen ismi Hababam Sınıfı’nın yazarıydı. Herkes Stepne’yi Rus yazar zannediyordu.” Hababam Sınıfı yıllar önce ilk kez sahnelendiğinde İnek Şaban’ı oynayan tiyatrocu Suzan Uztan, 4550 yaş civarı tiyatroseverler için hiç de yabancı biri değil. Peki ya gençler için? Suzan Uztan’ı yakından tanımak ister misiniz? İşte 1956’da oyunculuğa başlayan Uztan’ın hayatı... nar. 1960 ihtilali sonrası İstanbul’a yerleşir. Bulvar Tiyatrosu, Karaca Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Küçük Sahne’de sahnelenen pek çok oyunda rol alır. Ulvi Uraz, Suzan Uztan’ın “Zabit Fatma’nın Kuzusu” oyunundaki performansından sonra yeni oyunda ona başrol vermeyi teklif eder. İlk olarak 1966 yılında Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu’nca sahneye konulan Hababam Sınıfı’nda, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ercan Yazgan, Ahmet Gülhan, Ali Yalaz, Ulvi Uraz , Zihni Küçümen ile rol alır... Suzan Uztan o günleri anlatırken heyecanını yenemiyor: “Ulvi Uraz oyunda bana bir erkek rolü vereceğini söyleyince biraz şaşırdım. O ise bu rolü başarıyla oynayacağımı söylüyordu sürekli... Hababam Sınıfı’nı çok duymuştum, ama henüz okumamıştım. ‘Ben yok olurum. İlk provanın gecesi sabaha kadar uyuyamıyor Uztan, hâlâ kararsız, çünkü adını tehlikeye attığını düşünüyor. Sabah ayakları onu tiyatroya taşıyor. Zeki Alasya’nın getirdiği kostümleri giyiyor, ceket, pantolon, ayakkabı... Saçlarını da erkek gibi kestiriyor, Şaban miyop olduğundan bir de kalın çerçeveli gözlük ayarlıyor. Gözlerinin altına çiller yapıyor... “Fakat kravatı bir türlü bağlayamadım. Erkeklerin soyunma odasına gittim. Bu kıyafetimle daha önce beni kimse görmemişti. İçeri girerken Ercan’la çarpıştım. ‘Ulan o’lum dikkat etsene’ dedi bağırarak... Arkası dönük şekilde son hazırlıklarını yapan Zeki’ye ‘Şu kravatı bağlar mısın?’ dedim. ‘Bi dakka oğlum, bi dakka’ diyerek döndü. Dondu kaldı. Bir süre baktıktan sonra, ‘Aaaa Su Renklendirme: Gülay Tunç zan’ dedi sevinçle; ‘Ben sana dememiş miydim? Sen çok iyi bir İnek Şaban olacaksın.’ Artık hepimiz inanıyorduk bu işi başaracağıma, başaracağımıza...” Oyun büyük ilgi görüyor. Tiyatronun önünde kuyruklar oluşuyor. İlk oyundan sonra Rıfat Ilgaz sahneye fırlayıp kucaklıyor, “Suzan, bu oyunun yıldızı sensin!” diyor. İzleyici ancak gazetelere yansıyınca anlıyor, sahnede izlediği İnek Şaban’ın aslında bir kadın olduğunu... Oyunu izleyen kulise koşup görmek istiyor, gerçekten kadın mı, değil mi diye... “Hababam Sınıfı aylarca kapalı gişe oynadı” diyor Uztan “Oyunumuzun olmadığı pazartesi günleri yakın yerlere turneye gidiyorduk.” Hababam Sınıfı sahnede başarı üstüne başarı kazanınca film yapımcılarının da dikkatini çekiyor. İnek Şaban rolü yine Suzan Uztan’a öneriliyor. Ancak film senaryosu Sansür Kurulu’ndan öğretmen bir üyenin itirazı üzerine Sansür Kurulu’na takılıyor. “Ben” diyor kurul üyesi öğretmen “öğretmene ‘Kel’ dedirtmem”... Seyirci Suzan Uztan’ı Hababam Sınıfı filmlerinde de İnek Şaban olarak izleme şansını bir avuç “kıl” yüzünden kaçırıyor. Ulvi Uraz’dan ayrılıp Mücap Ofluoğlu Tiyatrosu’nda oynamaya başlıyor Uztan. “Kaktüs Çiçeği”ndeki rolüyle “İlhan İskenderEn İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazanıyor. “Diplomatik Bagaj”, “Dolap Beygiri” ve “Pepsi” adlı oyunlarda gösterdiği performans da seyircinin belleğine kazınıyor. 1976’da 160 bin lira sermaye ile bir tiyatro açıyor, ama altı ay sonra da kapatmak zorunda kalıyor, 150 bin lira zararla... Yaşadığı hayal kırıklığı Uztan’ın tiyatrodan uzaklaşmasına neden oluyor. 12 Eylül pek çok özel tiyatronun kapanmasına neden olsa da o yine de pek çok teklif alıyor, ama üzülerek de olsa geri çeviriyor “hayır”... Sahnelerden uzak durmasının bir nedeni de annesinin hastalığı, beş yıl boyunca bir an bile yanından ayrılmıyor... Cihangir’deki, eşi Ali Bey ve altı kedisiyle yaşadığı evinde, Aydın Ilgaz’ın da katıldığı bu görüşmemizde son sorumu “Tekrar sahneye çıkmak mı? İyi bir oyun olursa, neden olmasın?” diye yanıtlıyor... Ama çıkamıyor... Çünkü 23 Nisan 2006’da, sessizce aramızdan ayrılıyor... CUMHURİYET 07 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear