01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

R PAZAR 7 30/11/06 16:00 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 3 ARALIK 2006 / SAYI 1080 7 Bu kez pek bir afili yalnızlık Ali Deniz Uslu E mre Aydın ilk solo albümünden çıkan “Afili Yalnızlık” parçası ile müzik dünyasını sallarken Şebnem Dönmez’in oynadığı klip sıkça konuşuluyor. Emre Aydın’ı ilk kez 2003 yılında Onur Ela ile beraber kurdukları 6.Cadde grubuyla birincilik kazandıkları “sing your song” ile tanımıştık. 6. Cadde ilk albümü sonrası dağıldıktan sonra yola yalnız devam eden Aydın, bu albümünde yalnızlığını ve yaşadığı zor günleri müziğine katıyor. Sözlerinde şiirsel anlatımını ve melankoliyi koruyan müzisyenin müziği ise eskiye nazaran daha akustik bir tatta. Emre Aydın ile dilimize dolanan şarkılarını ve müziği konuştuk. Müzikal yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım söze. Bu güne nasıl geldiniz? İlkokulda bağlama kursuna yazılmıştım, cura da çalıyordum. Sonra gitarla tanıştım. Üniversiteye kadar böyle devam etti. Barlarda çaldım. 2002 yılında “Sing Your Song” yarışmasına Onur Ela ile kurduğumuz 6. Cadde grubu ile katıldık. Birinci olduk ve 2003 yılında 6. Cadde ilk albümünü yayınladık, ama kısa bir süre sonra müzik şirketimiz kapandı.Biz de İzmir’e dönüp öğrenci hayatımıza devam ettik. İkinci albümü düşünürken, Onur ilk albümün yorgunluğuna teslim oldu. Zor geçen kayıt günleri, taksimetre mantığı ile işleyen stüdyolar ve otellerde sürdürdüğümüz hayat bizi yıpratmıştı. Ben de yola yalnız devam etmeye karar verdim. Albümü yaparken kafanızdan neler geçti? Hayatla mı, yalnızlıkla mı bir derdiniz vardı? Albüm, yalnızlığı anlatıyor. Bu sığ bir yalnızlık değil, varoluşsal bir yalnızlık. Zaten albümü hazırlarken zor dönemler yaşamıştım. Ev sahibi bizi evden atmıştı, çil yavrusu gibi dağılmıştık İzmir’in en ücra köşelerine. Ne ben bir yere gidebiliyorum ne de birileri bana gelebiliyordu. Ben de yalnızlığımla baş başa kalıp, bir oda, bir salon ve bir hayat ile albümü hazırladım. Yani yaşanmış bir albüm bu, kurgulanmış değil. Sound olarak ise distorşın ve sert gitarlardan yorulmuştum. Bar programlarında neredeyse işitme kaybı yaşayacak kadar ağır çalıyorduk, sürekli kulaklarım uğulduyordu. O yüzden bu albümdeki gibi daha dinlenebilir bir akustik tınıya ihtiyacım vardı. Emre Aydın ilk albümünde paylaşılamayan yalnızlıktan bahsediyor. Aşkların, dostlukların ve hatta evliliklerin bile bu yalnızlığı susturmak için yaşandığını söylüyor. Şöhret basamaklarını hızla tırmanırken nasıl bir cadı kazanına düştüğünün de farkında. Artık daha dikkatli konuşması gerektiğini düşünüyor. Özdemir Asaf’ın “Yalnızlık paylaşılsa yalnızlık olmaz” dizeleri geldi aklıma, yalnızlık paylaşılabilir mi? İnsanın doğasında yalnızlık var. Kalabalıkta yalnız kalmak belki de mutlak bir yalnızlık tanımı. Arkadaşlar, aşklar ve hatta evlilikler bu yalnızlığı paylaşmak için. Çocuk da ailenin melankolisi olarak geliyor. Bence tüm bunlar paylaşılamayan yalnızlıklarla alakalı. Yalnızlıktan çok bahsettik peki ya aşk? Bu soruyu karşı taraf benim adıma çok daha doğru yanıtlar sanırım. Öyle birini şu an bulamayacağımıza göre... İşi gücü bırakıp aşkın peşinden giderim, aşkımda bir sorun varsa da hayat durur benim için. Sanırım aşk kafamı çok meşgul ediyor. Bazı insanlar hiç etkilenmiyor, onlara özeniyorum. Mesela ertesi gün ciddi bir işi var, ama sevdiğiyle telefonda kavga ediyor, ağlıyor. Telefonu kapattığı anda ise hayata konsantre olabiliyor. Böyle bir soğukkanlılık yok bende! Şebnem Dönmez’in oynadığı “Afili Yalnızlık” klibiniz çok ses getirdi. Bu çalışmanın hikâyesinden bahseder misiniz? Günümüzde klip olmuyor, bu işler böye yürüyor, biz de oyunu kurallarına göre oynamak için ciddi bir ön çalışma yaptık. Klibi çekmesi için “Sing Your Song” yarışmasında görüntü yönetmenliğini yapan Yon Thomas ile görüştük. Önceleri Nora Jones, Pearl Jam gibi isimlerle çalışmıştı. “Afilli Yalnızlık”ı ona yolladığımızın ertesi günü senaryoyu yolladı. Senaryoda narsist bir kadın yalnızlıktan kendi kendine mektuplar yazıyordu. Bu, farklı ve etkileyici bir düşünceydi. Şebnem Dönmez’in klibe katkısı ise inanılmazdı. Gerçekten “o anı” yaşadı. Zaten biz klip kızı değil oyuncu arıyorduk, O da en iyisiydi. Şarkı sözlerinizde Teoman tadını, müziğinizde ise Feridun Düzağaç’ın tınısını duyuyorum. Bu bir eleştiri değil, aksine hoş bir tınısal yakınlık. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Keşke bu yakınlık tanımlarını daha fazla kişiyle yapabilsek. Onlar sevilen erkek vokaller, şarkılarında söyleyecek sözleri var. Ben de iyi bir dinleyiciyim ve doğal olarak onları dinliyorum. Bunları sizinle rahat konuşabiliyorum, ama ben onlara yakınım dediğim zaman yazıların başlığı “Teoman benim idolüm” diye çıkıyor. Müziğimi yakın bulduğum isimleri söylemekten ya da müziğimi pop rock olarak tanımlamaktan çekiniyorum artık. Sanırım daha dikkatli konuşmam gerekli. Türkiye’deki popüler müzik döngüsü dengesiz, ani çıkışlara ve sarsıcı inişlere hazır olmak gerekli. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu? Bu kadar sıkıntılı bir sektörde nasıl bu kadar alternatif isim çıkıyor ve nasıl ayakta durabiliyor? Bunu gerçekten merak ediyorum. Nicelik arttı, nitelik beş para etmez deniyor, ama varsın olsun, bu bir gelişmedir. Bu iş zaten özenerek yapılıyor, kimse kendisi olarak, yani özüyle bu cadı kazanına giremiyor. Tam bu noktada çok sert eleştirilerle müzisyenleri linç etmenin bir anlamı yok. Dedektif Serpil Çakmaklı İpek Özbey erpil Çakmaklı dedektif olmuş dediklerinde epey şaşırmış, hatta “Evet ya, nerelerdeydi sahi bu kadın” diye düşünmüştüm. 80’li yıllara damgasını vurmuştu Serpil Çakmaklı. Aradım, evet gerçekten dedektiflik bürosu kurmuş. Gümüşsuyu’ndaki ofisinde randevu verdi. Güler yüzle karşıladı, ama açıkçası filmlerdeki kadından o kadar başka birisiydi ki. Benim aklımda kalan, renk renk mandal tokalarıyla siyah dalgalı saçlarını gözlerini Japon işi yapana kadar çeken, kullandığı makyajla siyah siyah bakan bir kadındı…Vatkalı kıyafetleri de unutmamalı… Şimdi karşımdaki ise etek ceket takımı, düz fön çekilmiş saçları, hafif makyajıyla bir iş kadını… Eskişehirli Serpil Çakmaklı, ailesiyle birlikte İstanbul’a geldiğinde Neriman Köksal ev sahipleri olmuş. "Hep anlatırdı, sinemayı, oyuncuları. Bir gün benim yaşlarımda bir kız lazım olmuş tiyatroya. Elime metni verdiler, tamam oldu deyip kadroya aldılar" diyor, oyunun adı ise Piç Kurusu… Sonra sinema, üst üste çekilen filmler. Bir Cüneyt Arkın hayranı, en sevdiği kadın oyuncu ise Türkân Şoray… Adının vamplar arasında geçtiğini anımsatınca “Yok” diyor, “sadece basın haberlerde beni bazı isimlerle yan yana getirdi. Ben vamp olduğumu kabul etmiyorum. Bir vamp olsam 14 Numara, Yılanların Öcü, Devlet Kuşu gibi filmlerde yer alabilir miydim”... Hep “bizim zamanımızda” diye başlıyor cümlelere: “Senaryolar hemen hemen aynıydı. Zengin kız, fakir oğlan ya da tam tersi... Ya yataktasınız, üzerinizde çarşaf serili, hafiften bacaklarınız gözüküyor, ya bluzunuzun omzunu düşürmüşsünüz ya da öpüşüyorsunuz. Bunlar o zaman seksi filmlerdi, akıllarda böyle kaldı, ama senaryo gereği öyle olmalıydı. Şimdi kadınlar çırılçıplak olsa bile kimse bunlara bir eleştiri getirmiyor. Kanunları olanlara saygılıyım ama sinema bunu gerektiriyorsa, bu da hayatın bir gerçeğiyse neden olmasın…” S Serpil Çakmaklı... Fotoğraf: Hıdır Durman Peki ne oldu da, elini ayağını çekti sinemadan? “Hayatımda hep çocuğum olsun istedim, ama olmuyordu, tedavi gördüm, artık bütün umudumun bittiği bir anda Yalçın’la (Dümer) aynı filmin setindeydik, midem bulandı. Test yaptırdım, hamileydim. O kadar mutluydum ki, artık bütün enerjimi çocuğuma verebilirdim. O zaman bıraktım sinemayı. Doymuştum zaten.” Yine daldık sinemaya, ben asıl buraya dedektiflik işi için gelmiştim. “Nereden geldi aklınıza, film gibi” diye soruyorum. Ortağı eski Muğla Emniyet Müdürü Soner Dülger sokmuş bu fikri aklına. O aslında uyuşturucu gibi alanlarda sosyal hizmetler işi yapmaktan yanaymış... Şimdilik altı müşterisi var büronun. Daha çok zengin müşterileri var. “Ucuz bir iş değil” diyor. Avukatlar için delil topluyorlar. En çok aldatılan ve terk edilen kadınlar başvuruyor. “Erkekler bazen boşanırken çok zengin olmalarına rağmen eşlerine para vermiyor, bunun için de birçok hileye başvuruyorlar. Biz de mahkemeye sunmaları için kadınlara yardımcı oluyoruz”… O kabul etmese de izleyici bir “vamp” olarak hatırlıyor Serpil Çakmaklı’yı. Uzunca süredir ortalıklarda yoktu, adını yeniden bir dedektiflik firmasının sahibi olarak duyurdu. Vatkalı giysileri, dalgalı saçları yok artık, etek ceket takım, ve hafif bir makyaj… İşini maceralı buluyor, tanınma riskine rağmen takibe çıkmak istiyor… Müşterileri, oynadığı rollerin tersi kahramanlar, zengin, aldatılan kadınlar… BEN DE TAKİBE ÇIKACAĞIM… Peki nasıl takip ediyorlar? “Ekipler bazen sabah altıda çıkıyorlar yola. İstanbul trafiğinde öndeki aracı kaybetme olasılığı olduğu için iki araç çalışıyoruz. Bir araç, takip edilenin önünde, diğeri arkasında. Takip eden kişiler işinin ehli, eski polisler. Zaten bu yasal olarak da böyle olmak zorunda. Kişi akşama kadar takip ediliyor ve toplanan tüm deliller avukatlara sunuluyor. Tabii ki görüntülü olarak…” O takip işini denemez herhalde, onun tanınmadan takip edilme şansı var mı ki? “Deneyeceğim, bir kez ben de katılacağım ekibin takibine. Öğrenmek istiyorum. Üstelik plastik makyaj yaparsınız, saçınızı değiştirirsiniz, tanınmazsınız, ama mutlaka deneyeceğim” diyor. Heyecanlı bir iş gibi geliyor kulağa, ama bunca kötülüğü görünce insan, paranoyak da olabilir. “Evet şüpheleriniz artıyor, ama bunu hayatın her alanına sokmamak için dizginliyorsunuz...” Yeni iş, zengin bir ailenin pek de güven vermeyen damat adayı hakkında bilgi toplamak. Çakmaklı, önüne gelen tüm işlerin hikâyelerini topluyor, ileride dizi yapmak için... Yani Serpil Çakmaklı her an beyazperde ya da beyazcama geri dönebilir. Sonunda dayanamayıp meşhur mandal tokasını soruyorum, bir tane de olsa var mıydı şu eski kullandıklarından... “Saklamadım ama gerek de kalmadı” diye yanıtlıyor “şimdilerde oldukça moda”...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear