23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

PAZAR EKİ 5 CMYK 1 EKİM 2006 / SAYI 1071 5 Gerçeğe kayıtsız kalmayın! Guantanamo, 11 Eylül, töre cinayetleri ya da Irak işgali... Gerçeği, yaşananları çarpıtan politikacıların, acıyı sıradanlaştıran haberlerin üstesinden son zamanlarda belgeseller geliyor. Teması “Ortadoğu” olan ve dünyanın dört bir yanından 128 filmin gösterileceği 9. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali, gerçeğe kayıtsız kalmayanları bekliyor. Özlem Altunok es, söz, görüntü ve gerçeğin 1001 örneği... 9. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali, bu yıl da gerçekliğin binbir yüzüyle, söylenmemiş binbir söz, ses ve renkle yolculuğuna devam ediyor... Ana teması “Ortadoğu” olarak belirlenen ve 5 Ekim’e kadar sürecek festival, dün Filistinli yönetmen Muhammed Bakri’nin “Cenin Cenin” filmiyle başladı. 32’si yerli, 128 belgesel filmin gösterileceği festival, Atatürk Kültür Merkezi, İtalyan Kültür Merkezi, Fransız Kültür Merkezi ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde izleyiciyle ücretsiz buluşuyor. Festival komitesinden Melek Taylan, Nurdan Arca, Mustafa Ünlü ve Savaş Güvenze, bilginin ve gerçeğin peşinde olan herkesi, bu bulandırılmış zamanın yalanlarına karşı durmak için festivale davet ediyor. Belgesel son yıllarda tüm dünyada daha çok ilgi görüyor, ses getiriyor. Bunun dünyanın bugünkü haliyle nasıl bir bağlantısı var? Nurdan Arca: Dünyada her şey o kadar çok gerçek olmaktan çıkıp manipülasyona tabi oldu ki, yaşananlara dair inanılırlığı kaybettik. Belgesellerse mümkün olduğu kadar gerçeğe bağlı kalarak yaşananları yansıtmaya çalışıyor. Melek Taylan: Belgeselin yükselişinde dijital teknoloji alanındaki büyük sıçrayışın da payı var. Dijital olanaklar, küçük bütçelerle film yapanlara büyük kolaylıklar sağladı. Böylece bağımsız sinemacılar da, kendi doğrularını anlatabilir hale geldiler. Bu önemli gelişmelerin önümüzdeki yıllarda da dünyadaki gidişata katkısı olacağını düşünüyorum, ama duruma bir de karşı taraftan bakmak lazım. Büyük sermayeli kuruluşlar bu gelişmenin farkında ve hızla bir belgesel pazarı oluşturmaya, hâkimiyeti ele geçirmeye çalışıyorlar... Mustafa Ünlü: Belgesel, “Aslan geyiği yedi”, “Gezelim, görelim, çekelim” kategorilerini saymazsak, politik bir türdür. Dolayısıyla da bağımsız, tarafsız olmak durumundadır. Şimdi, özellikle Batı’daki belgesellerde tek karaktere indirgenmiş, bireysel, içe bakan insan öyküleri destekleniyor. Bunun altında da eğilimi bu yöne kaydırarak pazara hâkimiyet isteği yatıyor. N. Arca: Festivalde, altı Türk, altı Amerikalı yönetmenin ortak projesi olan “Zaman Parçası” filminin konusu zamanı farklı kültürlerin nasıl algıladığı üzerine kuruluydu. Sonuçta bakış açısındaki net farklılık ortaya çıktı. ESKİ ŞEHİRDEN SON HAVADİS Mustafa Ünlü’nün belgeseli, Türkiye’nin en eski Rum gazetesi Apoyevmatini, bu gazeteyi kapı kapı dağıtan yaşlı Müslüman bir adam ve gazetenin okuyucularının etrafında kurgulanmış. Ünlü, İstanbul’daki Rum cemaatinin bugün ne yaptığını, nasıl yaşadığını bir gazete aracılığıyla anlatırken insanları, bu topraklarda kök salmış insanların, buranın bir parçası olduğuna tanıklığa çağırıyor. S SİMAVNALI BEDREDDİN Nurdan Arca’nın üç yıllık bir çalışma sonucunda, yaklaşık 120 saatlik bir malzemeden çıkardığı 52 dakikalık filminin adı “Simavnalı Bedreddin”. Arca, Nâzım Hikmet’ten öğrendiğimiz Şeyh Bedreddin’i, 30’lardan beri süren kafa karışıklığını gidermek için gündeme getiriyor. Bunun için de Bedreddin’i felsefesiyle ele alıyor, hatta bugün hâlâ Trakya’da yaşayan Bedreddinilerin izine ulaşılıyor. Filmin danışmanı Osmanlı tarihçisi Cemal Kafadar; filmin duygusal tonunu ise Nâzım Hikmet’in şiirleri tayin ediyor. Savaş Bölgesinde Gülümsemek. Nurdan Arca. Jive Semti. Mustafa Ünlü. Sarmısak ve Karpuzlar. Bütün bunlar festivalin bu yılki programına nasıl mahkum oluruz. İşte şimdi kendimizi bu noktadan yansıdı, ne kadar belirleyici oldu? sıyırma sürecindeyiz. Savaş Güvenze: Alanını genişletti ve büyüttü. Bu N. Arca: Festivalin diğer bölümleri arasında ise değişim içinde G. Amerika’dan Ortadoğu’ya, “Evden Uzakta”, “Dünya Hali Ahvali”, “Portreler”, Avrupa’dan Asya’ya pek çok filme yer verdik. Şu anda “Bir Bölge: Bengal”, “İki Ülke: Finlandiya ve Polonya” bu festival, Doğu Avrupa ve Asya’nın, Selanik hariç, en da var. Ayrıca “Zaman Parçası”, “Simavnalı ciddi ve kayda değer belgesel festivali. Bedreddin” ve “Benim Babam Bir M. Taylan: Festivalin ana teması Türktü” belgesellerinin de dünya “Ortadoğu”. Dünyada son yaşananlar, prömiyeri yapılacak. Gösterimler Ortadoğu’nun işgali, savaş, festivalin dışında paneller ve bir de masterclass kaçınılmaz olarak temasını da belirledi. olacak. “Belgeselde kurgu” konulu Diğer taraftan gelişen Filistin, Lübnan masterclass’ın konuğu ünlü yönetmen sineması, başlı başına bir ekol olan İran Sam Pollard olacak. sineması önemli şeyleri işaret ediyor. S. Güvenze: Festivalleri ayakta tutan Bizim de dahil olduğumuz bölge şey sponsor, oysa biz şimdiye kadar insanları, artık kendi derdimizi Kültür Bakanlığı dışında ciddi bir Melek Taylan. kendimiz anlatmak yoluna gidiyor. destek bulamadık. Artık geleneksel Yakın zamana kadar Ortadoğu, hep hale gelmiş bu festivale sağlam bir Batı’nın diliyle, gözüyle anlatılan bir sponsor bulmak istiyoruz. Şu anda bölgeydi ve sorunlar gerçek teşvik amaçlı, bütün gösterileri ücretsiz boyutlarıyla ele alınmıyordu. Şimdi gösteriyoruz. Oysa belgeseller, büyük Ortadoğu, kendini anlatıyor. Bu, bizim emek içerir ve bilgi verir. Bilgi ve adımıza, genç belgeselciler adına da emekse kolay elde edilen şeyler önemli bir gelişme, çünkü sinema dili olmamalı. İstanbulluların festivalin ancak insanın kendi yaşadıklarının kıymetini bilmesini ve festivale içinden çıkacak bir dildir, yoksa hep katılmasını umuyoruz. (Bilgi için: Savaş Güvenze. ithal edilmiş dillerle iş yapmaya (0212) 249 2317 / www.bsb.org.tr Ümmi Gülsüm’ü ne öldürdü? Melek Taylan Gazetelerde 21 Eylül günü yayımlanan haberin başlığı aynen şöyle: “14’ünde tecavüzcüsüyle evlendirildi, 15’inde hayatına son verdi”. Haberin yanında yer alan fotoğrafta okul önlüğü giymiş, sarışın dünya güzeli bir yüz, masum, temiz, şaşkın objektife bakıyor, Ümmi Gülsüm Öztürk. Olay Malatya’da yaşanıyor, Eylül 2006’da. Haberi okumaya devam ediyorum: “Ümmi Gülsüm Öztürk, 14 yaşındayken pazarcılık yapan 17 yaşındaki A. T. tarafından kaçırıldı ve tecavüze uğradı.Aileler araya girince sorun adliye yerine imamın önünde çözüldü. Küçük kız A.T.’yle imam nikâhı kıyılarak evlendirildi, ama şiddet bitmedi. Eşinden sürekli dayak yiyen Ümmi Gülsüm üç ay önce bir kız bebek doğurdu.Yine bir dayak sonrası eşi tarafından baba evine bırakıldı. Kızının sürekli şiddet görmesine ve terk edilmesine dayanamayan baba Şerafettin Öztürk, karakola giderek şikâyette bulundu. Gözaltına alınan A.T. ‘reşit olmayan kızla ilişkiye girmek’ suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yaşadığı olaylara dayanamayan Ümmi Gülsüm Öztürk ise babasına ait kurusıkıdan bozma tabancayla başına ateş ederek hayatına son verdi.” Ümmi, gazetedeki fotoğrafından gözlerimin içine bakıyor. Sesini hiç duymadım, tınısını bilmiyorum, ama adını aldığı, Arap dünyasının gelmiş geçmiş en büyük sesi olarak kabul edilen Ümmi Gülsüm’ün sesini çok iyi tanıyorum. Yanık, acılı, güçlü bir ses. On beşinde, sesini kimseye duyuramadan bu dünyadan çekip giden Ümmi, adaşının sesini duymuş muydu? Kim olduğunu biliyor muydu? Ona bu adı verenler kızlarının Ümmi Gülsüm gibi şakıyarak ünlü bir şarkıcı mı olmasını hayal etmişlerdi? Yoksa bütün bunları ben mi hayal ediyorum? On dört yaşında anne olan ve on beş yaşında intihar eden Ümmi... Evlilik ve annelik, her kadın için en kutsanmış iki değer... Ailenin beraberliği, bütünlüğü, kutsallığı üzerine kurulan düzenimiz bu değerleri savunuyor. Kızlar bir gün evlenmek ve anne olmak üzere yetiştiriliyor. Her kızın hayalini süsleyen beyaz gelinlikler, iffet, saflık, temizliği simgeliyor. Evlilik, mutluluğa atılan adım... Düğünlerde takılan altınlar ve paralarla ölçülen mutluluklar... Her şey gibi, namus ve iffetin de parasal karşılığı var. Para, kirlenen namusları bir anda temizleyen güçlü bir deterjan gibi. İz bile kalmıyor, pırıl pırıl tertemiz namuslar satın alınıyor. Öztürk ailesi, büyük bir olasılıkla, tecavüze uğrayan kızlarının namusunu satın alacak maddi güce sahip değildi. On yedi yaşında tecavüzcü delikanlı, içgüdülerini dizginlemeyi bilmeyen, büyük bir olasılıkla babası tarafından sıkça dövülen, şiddeti yaşayan ve tanıyan, şefkati ise bilmeyen ve yaşamayan biri. Ona öğretilen, kadını aşağılamak ve zorla sahip olmak, onun için erkeklik bu. O, erkekliğini kanıtlamış olarak oturuyor pazarlık masasına. Zorla sahip olunan Ümmi’nin ise hiçbir şansı yok. Ona artık kimse sahip çıkamaz; kirlenmiş, değerini yitirmiş, ikinci el pazarına düşmüş bir mal! Aileler, aralarında konuşup anlaşıyorlar. Ümmi’ye ve tecavüzcüye fikirleri sorulmuyor. Mesele ortadaki pisliği temizlemek. Para olmadığına göre tek çözüm evlilik. Kutsal aile kurularak pislikler temizlenecek, imam nikâhı, tecavüzcüyü aklayarak, evinin erkeği yapacak. İkinci el pazarda ucuza giden Ümmi, defolu mal olarak her türlü aşağılanmaya ve hakarete hazırlıklı olmak zorunda. Çocukluktan genç kızlığa yeni adım atmış Ümmi, karnındaki bebeği ile birlikte on yedi yaşındaki tecüvüzcüsüne teslim ediliyor. Nikâhta keramet olması beklenirken, tecavüzcü bu kez de dayağa başlıyor. Dövmekle de kalmıyor, “defolu mal”ı babaevine iade ediyor. Tam bu noktada baba, kızının başına gelenlere dayanamayıp, damadını karakola şikâyet ediyor ve birdenbire ortada bir “suç” olduğu anlaşılıyor. Ümmi’nin reşit olmadığı, reşit olmayan kızı alıkoyanın da suç işlediği! Suç işleneli en az bir yıl olmuş olmalı, çünkü ortada yeni doğmuş bir bebek var. Babaevine sığınan ve tecavüzcü,dayakçı eşinden kurtulan Ümmi ise kurtulmanın sevincinden olsa gerek, intihar ediyor! Tecavüze uğradı, tecavüzcüsüyle evlendirildi, dayak yedi, çocuğu oldu, sokağa atıldı... Ümmi Gülsüm Öztürk, intihar ettiğinde sadece 15 yaşındaydı... Adını aldığı Ümmi Gülsüm’ü hiç dinleyebildi mi dersiniz? Peki, “namus” ve “iffet”in de parasal karşılığı olduğunu unuttunuz mu? Haberin devamı şöyle: “Yedi kardeşin en büyüğü olan Ümmi Gülsüm’ün cenazesi dün ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Malatya Şehir Mezarlığı’nda ailesi tarafından sessiz sedasız toprağa verildi.” Kasetçalardan yükselen Ümmi Gülsüm’ün güçlü sesi, beni alıp uzaklara götürüyor. Arapça sözlü müziği dinlerken, aradan cılız, ürkek bir ses duyuyorum: “ben öldüm ve işte burada yatıyorum, ruhum ve gövdem birbirinden ayrılmış... mezarımın başında dualar okudular ve üzerime toprak döktüler, ve ben burada mezarın karanlığında bir başımayım, burada ne acı var, ne de mutluluk, ne güneş ne de ay, sadece bana eşlik eden kara toprak mezarımın başında duranlar, sakın benim kaderime bakıp da başınızı sallamayın bir zamanlar ben de sizin gibiydim, günün birinde siz de benim gibi olacaksınız...” Biz birbirimizi affetsek bile, kara toprak hiçbirimizi affetmeyecek! Batmanlı kızlar, Ümmi ve diğerleri için yürüdüler...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear