Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
24 TEMMUZ 2005 / SAYI 1009 Üç kuşak daha buradayım! Özlem Altunok 1. sayfanın devanıı Zaten kitap sizden parça parça izlerle başlıyor. Çocukluğa, yaşa, zamana, ölüme güzelleme gibi... Böyle bir kitaba böyle bir başlangıç yapmaktan daha doğru ne olabilir ki... Bir şairin, 50 yıl önce terk ettiği yere dönerek benim 50 parçama, gezegenime gelmesiyle başlıyor kitap. Oradan çocukluğumun en önemli izlerinden birı olan bir tren yolculuğuna bağlanıyor. Bir yandan da Mardin'den yavaş yavaş "Kadından Kentler", "Eldivenler" gibi hikâyelerle Istanbul'a geliyoruz. Sonra bir ara verip kent ozanı Murathan'dan 15 şarkılıkbirkonserveriyorum. Kitabın giriş ve çıkış kapıları, roman ve deneme ve ikisi de şiir üstüne. Kitabın tam ortasında ise kitabı açıklayan bir yazı var. Tüm bımların art arda dizilmesinirı getırdiğı bir tını, akış, duygu bütünlüğü var. Bu kadar parça parça, farklı alanlarda ve çok yazan biri için hatırlamak ne demek? Hatırlamak, bazen engel, bazen yol aldıran bir şey. Kendinizi yapmanıza, geçmişi anlamlandırmanıza yaradığı gibi, geleceğinizin teminatı da olabiliyor. Nasıl hatırladığınız önemli. Şu sıralar meslekı anılarımı yazıyorum, kitabın adı hazır: "Ben Böyle Hatırlıyorum". Çiinku herkes başka türlü hatırlar. Çoğu kez algılama rarklılıklarından, kimi zaman suçluluktan, yüzleşmekten, sorumluluktan kaçmaktan ötürü başka türlü hatırlarız. Başka türlü hatırlarken de samimiyizdır. Bu benim uzak durduğum bir şey. Kendimde marazi bulduğum bir özelliğim gerçeklik duygumdur. Ne pahasına olursa olsun gerçeği, hep gerçeğı istemişımdir. Hakikati güçlü bir yazar olduysam bu, gerçek takıntımdan ötürüdür. Böyle bakınca, hatıra bende şimdiki zaman mutsuzluğu değil, yaşadıklarımı tartma bilgisidir. lyi bir yazar geçmişten, şimdiden ve gelecekten iyi bir şekilde geniş zaman yapmayı bilen kişidir. tabındaki "Sağ" şiiri de ölmeme müsaade etmez. Elbette bunlan söylerken narsisizmle akıl ilişkisi kurmadığımı sanmayın. Doğası gereği sanatçı zaten narsistir ama narsizmini, yani o vahşi hayvanını evcilleştirmediği zaman kendine düşman olacağını bilerek taşımalıdır. Bir de her narsıst kendini seviyor zannetmeyin. Örneğin bakıyorum da, ben hep yaralı narsistlere âşık olmuşum. Şimdiyse yaralı narsist gördüğümde kaçıyorum. Çünkü kendine âşık olup kendini sevmeyen insanlardır onlar. DİRİ VEZİNDE Etrafında dönüp durduğunuz, sizin her zaman temel beslenme alanınız olan çocukIuk, 50. yaştan nasıl görüniiyor? "Paranın Cinleri"ne kardeş gelecek bir kitap, "Harita Metod Defteri" karşılayacak aslında bu sorunun cevabını. Kendimde şunu fark ettim: Diri ve zinde olmayı hep önemsedim, ama ne 50 yaşında olmaya, ne de genç kalmaya çalışmışım. Adını sonradan koydum ama ben galiba yaşsız olmayı amaçlamışım. Bunu da ancak yüklerimden kurtulmayı, zamanın üzerinden gülümsemeyi, içimi korumayı deneyerek yapmışım. Bu da kelimeleri sevmek, onlardan hayat yapmak... HAYATIN ANLAMI NE? Çok kitaplı bir yazarsınız, üstüne üstlük şimdi diğerlerinin yanı sıra "50 Parça"lık yeni işlerinizden de haberdar olduk. Hep aynı dirilikte ve heyecanla devam edebiliyor tnusunuz? Sanki bu halime inanamıyormuş gibi soruyorsunuz. Aslında ben de buna zaman zaman inanamıyorum. Bu sorunun yanıtı, "niye bu işi yapıyorum"a kadar gider. Şöyle anlatayım. . Kimi genç ve ümitsiz arkadaşların sık sorduğu bir sorudur "Hayatın bir anlamı var mı?" sorusu. Ben bu sorudan erken yaşta vazgeçtim. Geldiğim nokta şu: Hayatın bir anlamı var ya da yok. Önemli olan benim hayata nasıl anlamlar kattığım, bulduğum... Sonuçta bu son kitap da dahil olmak Peki, okurunuzla nasıl bir ilişkiniz var? Okura karşı kışkırtıcı olmaktan bahsediyorsunuz. Kışkırtabiliyor musunuz? Ben herhangı bir siyasi partı, dınsel cemaat, entelektüel ittifak biriminin güdümünde yaşayıp boy atmadım. Iktıdar kavramıyla hep mesafelı oldum. Bulunduğum yere tek tabanca gelmiş, birkaç kişiden biriyim. Nasıl mı geldim?Biz çocukluğunu, gençliğini 12 Mart ve 12 Eylül'de yaşamış bir kuşağız. Üniversitedeyken Halkın Kurtuluşu fraksiyonu içinde bulunmuştum, kalbim ve ruhum hala Deniz Gezmiş'in kardeşidir. Kımse bilmese de o bilıyordur. Daha sonra ne kadar uzağında dursam da edebiyat dünyasında pek çok şeye tanık oldum, okurumu yıllarla oluşturdum. Arkamda pek kimse de yoktu. Kendimden bir kahraman miti yaratmaya çalışmıyorum bu sözlerle, bunlar seçimlerimdi. Ama yok olabilecek kadar yalnız bir varoluşu seçtim. O kadar yok olmayı göze alınca var oluyorsunuz zaten. Bir kere çok yazıyorsanız ve sevilmiyorsanız, sizi önce okur yıkar. Okur benden bıkmadığı gibi, en eski şiir kitaplarım bile her yıl baskı tekrarlıyor. Ayrıca bir tane kötü kitap yazsam ne olur? Böyle bir lüksüm olamaz mı? Neden bütün bu edebiyat ürünleriyle bir kitle ımha sılahı ilişkisi kuruyoruz, niye onları sadece bir kitap gibi göremiyoruz? Kitap, birinin size 10 yıl sonra da temas Mardin, şiir, tren, zaman, deniz, ölüm, aşk, sayfalar... Bunlar Murathan Mungan'm ' "50 Parça" kitabında uçuşan sözlerden. O, bu kez yaşı kadar parçalı kitabıyla, geçmişini sırtlayıp geleceğe uzanıyor. Kendisini sevmeyenleri de hesaba katarak meydan okuyor. • "Goyiklor Lanetler"i yazmış adamım ya da "Metarden sonra şiiri bıraksam ne olur ki? • Hayatın bir anlamı var ya da yok. Önemli olan benim hayata nasıl anlamlar kattığım.... • Yok olabilecek kadar yalnız bir var oluşu seçtim. O kadar yok olmayı göze alınca var oluyorsunuz zaten. • Bunca zaman sonra bir tane kötü kitap yazsam ne olur? Böyle bir lüksüm olamaz mı? 50 yaş hakkında hep olumlu şeyler söylüyorsunuz. 50 yaşın insanı katılaştıran, körleştiren yanları yok mu? Olmaz olur mu... Bir kere organlarımızın usul usul ölüşü var. Kırışıklıkları insanın hiçbir şey olmamış gibi kabul etmesi kolay değil, ama kabul ederken taşımayı bilmek önemli. Insan çok dayanıklı bir canlı. Insan tabiatla zıtlaşarak değil, öğrendikçe, yenilendikçe genç ve diri kalır. üzere, tüm yaptıklarım yalnızlığın oyuncakları. Hep söylerım; sözcükler içimızdeki mesafeyi dilimizle kapatmak içindir, ama ben kaç parça olursam olayım, ne kadar sevilirsem, okunursam okunayım, boş sayfa karşısındaki yalnızlığıma kelimeler yetmiyor. edebilmesi ihtimalidir. Çünkü her okuyan gözün arkasında bir hayat vardır, sizin önceden bilmediğıniz bir hayat. Bu nedenle kitap açık olduğu kadar kapalıdır da. Kendi parmaklarının zamanı benim sayfalarıma yetmeyenlere ne yapabilirim ki? EDEBİYATIN DNA'SI... Çok yazdığınızın söylenmesinin sebeplerinden biri de böyle bir yazar türüne pek alışık olmayışımız mı acaba? Nedense, dünyayı kategorize etmeden anlayamıyoruz. Etikedeyemediklerimizi ya yok sayıyor ya da onlarda bir arıza arıyoruz. Yazarlar niye birbirine benzesin ki? Bu zaten edebiyatın DNA'sına uygun değil. Çok yazan birinde, eğer bir kalite noksanı ya da konfeksiyon usulü bir tekrar varsa, bu kötüdür. Ama bir yandan da her yazar kendine seçtiği temaların, varoluş sıkıntısının etrafında döner. Yoksa "Bir önceki romanımda köyden kente göçü işlemiştim, dur şimdi de medya kirliliğını ele alayım" gibi sıparişler, yenilenmek demek değıldir ki. Her türlü iktidara aday olup beceremeyince de kendini "tutunamayan" kategorisine dahil etmekle çekirdeğindeki muhalifliği kaybetmemek aynı şey değil. Bu gibi trendy etiketlerin altında toplumsal ikıyüzlülüğün yansıması olan ucuz bir kurnazlık yatıyor. KİMLİKLERİM VE BEN Biraz önce bahsettiğiniz açıklığı, bütün kimliklerinizle var olmayı bir lüks olarak değerlendiriyorsunuz. Bu durumun size kaybettirdikleri olmadı mı? Bütün ilişkilerimde doğrudanım. Bu bir kere zaman kazandırır. Farklı kesimlerden okurlarım var. Bazıları iki çocuk babası, heteroseksüel ve beyaz bir Türk olmamı tercih edebiürlerdi, ama doğrudan olmam onların bana ulaşmasını engellemiyor. Bu anlamda kendimi Türkiye'ye benzetiyorum. 25 yıl içerisinde hiçbir şeyimi saklamadan, ama mahremimi koruyarak, bütün gücümle muhalif kimlığımı koruduğuma ınanıyorum. Ancak yazarlığımı da tüm bu kımliklerın üzerine ınşa etmedim. Eğer sanatçı varoluşunuzu kimliklerinize endekslersenız o kımlik mücadelelerinin seyreldiği noktalarda siz de ortadan kalkarsınız. Inançlarımızın sömürüye dönüşmemesi gerekiyor Politik kimliğinizle aktif süreçler yaşadığınızı, siyasi ütopyalarınızın olduğunu bili YARALI NARSİSTLER Peki, fikren? Katılaştığımız yerler var tabii. Eskisi kadar için acısın, canın yansın istemiyorsun. Örneğin bazen bana " önyargılısın" derler. Ben de "o önyargıları 40 yılda biriktirdim" derim. Hayatın öğrettiklerini yok saymak mümkün mü? Bir de yaşla beraber akıl daha çok devreye giriyor. Bu nedenle risk alma, yanlış yapma korkularını iyi denetlemek gerekiyor, fazla denetim insanın bitmesine yol açabilir. Ama Türkiye'nin benimle daha üç kuşak işi var. Kimse acele etmesin, daha buradayım. Bu güven mi, inanç mı? Okunmazsanız ne hissedersiniz? Ben "Geyikler Lanetler"i yazmış adamım. "Metal"i yazdıktan sonra artık şiiri bıraksam ne olur ki? Mesela "Eteğimdeki Taşlar" ki yoruz. Bugün daha mı durgunsunuz, kendinizi nereye koyuyorsunuz? Biraz yorgunum. Kımse 25 sene boyunca aynı lafları etmekten hoşlanmaz. Ortada uzatmalı gerçekler var; 1978'dedevlet tiyatroları özel kültür sanat kurumlan olarak işlerlik kazanmalı, diyordum, bugün de. Ama hâlâ değişen bir şey yok Yeni laflar ancak alınan yollardan sonra söylenir. Bunun adı umutsuzluk mu? Yorgunluğumu açıkladım, umutsuzluğumu değil. Bizde demokrasi olacaksa bana olsun gibi bir toplumsal ikiyüzlülük var. Kimliksel ahlaklar oluşturulurken kişisel ahlaklar oluşturulmuyor. Türkiye, kendi sosyolojisiyle yüzleşmemiş bir ülke. Böyle bakınca inançlarım, ütopyalarım, fantezilerim sadece beni bağlıyor. Dünya ciddi bir siyasi krizin eşiğinde, büyük anlatılar çöktii, postmodernizm çağı başladı deniyor... Böyle bir çağda aydın olmakla, 70'lerde aydın olmak aynı şey değil. İçinde yaşadığımız zaman ile bütün zamanlar arasındaki denklemi daha sakin gözden geçırmemiz, sınırlarımızı bılmemiz lazım. Ömrümüz nasıl bizim için sürekli bir varoluş bilincı oluşturuyorsa bu durum da öyle bir bilinç oluşturmalı. Bir de neden Türkiye'de ınsanlar sık sık ne kadar muhalif, solcu kaldıklarının imtihanını vermeye çağrılıyorlar, anlamıyorum. Bu bir süreç. Durun daha yeni başladık.#