Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 PAZARIN PENCERESİNDEN 5 HAZİRAN 2005 / SAYI1002 Kalabalığın Bilgeliği Selçuk Erez tina üstünden Selanik'e uçarken yanıma aldığım kitabı bir yerde unutunca Atina'da önüme ilk çıkan kitabevine d'aldım ve topu topu iki raflık Ingilizce kitaplardan birini edinip yolda okumaya koyuldum. Evden getirdiğimi iyi ki yitirmişim ve bu yenisini iyi ki edinmişim! Şimdi bu kitabın, bu yıl okuduklarımın en ilginci olduğuna inanmaktayım: James Surowiecki'nin "The Wisdom of Crowds"ı (yani Kalabalığın Bilgeliği) (Abacus Yayınevi, 2005). Girişjnde, iinlü bilim adamı Galton'un 1906'da bir hayvan panayırında yaptıklarını anlatıyor. Galton, toplumları doğru yönetmek içiıı gereken niieliklerin ancak bir avuç insanda bulunabileceğine inanıyor. Ona göre toplulııklar, çoğu aptal ve kafasız insanlardan olıışıır ve bu neılenle yapılması gereken bunların, iyi yetişrniş seçkin kimseler taralından yöııetilmelerini sağlamaktan ibarettir. Galton, bu panayıra aslında bu düşiincesini destekleyecek ipuçları bulmak için gitmiştir. Orada düzenlenen yarışmalardan biri, "Öküzlerin ağırlığını tahnıin etme yarışf'dır: Ortada iri yarı bir öküz durmakta, gelen geçen, bu hayvan kesildikten sonra elde edilecek et miktarını tahmin ctmeye çalışmaktadır. En doğru tahmin edene ödül verilecektir. O gün yaklaşık 800 kişi tahminde bulunmuş. Bir bölümü, kasap ve çiftçiymiş; ancak, hayvan yctiştirilmcsiyle, kesimiyle ilgili olmayanlar da tahmin de bulunmuşlar: Galton, panayırda böyle yarışanları, A Damak zevkimiz runa... Esra Açıkgöz F elsefeci Peter Singer, Türkiye Hayvan Hakları Platformu'nun misafiri olarak Türkiye'deydi. Gerçi kendinden önce kitabı, "Hayvan Özgürleşmesi" gelmiş, Ayrıntı Yayınları'ndan çıkmıştı. Okuduğumda beslenme alışkanlığımı kökten değiştiren felsefeci ile, kitabı ve hayvan hakları konusunda konuştuk. Ancak zaman dar ve Singer yorgundu... yoksulluğa kadar pek çok konuda çalışmalar yapıyor, kitaplar yazıyor. En çok yankı uyandıran kitabı ise "Hayvan Özgürleşmesi". Geçen günlerde İstanbul'a gelen Singer, "Dikkate almamız gereken nokta, şefkat" diyor. Sizi Dünya Felsefe Kongresi'nden ve Hayvan Özgürleşmesi kitabtndan tanıyoruz. Bunun dışında yazmış olduğunuz pek çok kitap var, "Danvinist Bir Sol", "Şirket Savaşçıları"... Ama bir de sizden dinlesek, Peter Singer kim ve felsefe onun için ne anlam ifade ediyor? Sadece etik ve felsefe alanıyla ilgilenen birkişiyim.Builgiminnedeniise, 16. ve 17. yy.'da düşünce sistemleri yeni yeni gelişirPeter Slnger, felsefeci. ken, filizlenirken bende bıraktığı etki. Küreselleşmeden Özellikle de hayvan etiğine çok fazla önem veriyorum ve ilgi duyuyorum. Çünkü bu insavaşa, özelleştirmeden sanların ilgilenmediği, uğraşmadığı bir konu. Evet, pek çok hayvansever ya da vejetaryen var, ancak çoğu bu konuya felsefı açıdan yaklaştnaya ihtiyaç duymuyor. Siz neden bunu bir felsefi zetnine oturtma ihtiyacı duydunuz? Kendi çıkarımız için hayvanları kötüye kullanmak gibi bir hakkımız olamaz, bunun gerekçesi de olamaz. Bu yüzden "Neden hayvanları öldiirme, onların haklarını elinden alma hakkımız olduğunu düşünüyoruz?" sorusuna yanıt aramaya başladım. Soruyu, bazı felsefecilerin ve din adamlarının bu konuya olan yaklaşımlarını çürüterek yanıdamaya çalıştım. Ulaştığım sonuç da, kitabımda, yani "Hayvanların Özgürleşmesi"nde var. Pek çok muhalifin hayvan haklarıyla ilgili söylemi ve düşüncesi, "Dünyada açlık, savaş ve daha pek çok sorun varken, neden hayvan haklarıyla ilgilenelim" şeklinde... Evet, ama hayvan haklarıyla ilgili yapılacak çalışmalar, diğer çalışmaları etkilemek zorunda değil. Mesela, et yemeyi bırakmamız, diğer konularla ilgilenmemizi nasıl etkileyebilir? Sonuçta ben de sadece hayvan haklarıyla ilgilenmiyorum. Küresel fakirlik konusunda da çalışmalarım var. Burada dikkate almamız gereken nokta, şefkat. Hayvan Özgürleşmesi'nin ilk baskısı 1975 yılında yazıltnış. Kitapta da dönemin mücadelelerine; Kadın ve Siyah özgürleşmelerine sık sık atıfta bulunuyorsunuz. Peki bu üç konuyu oturttuğunuz ortak nokta neresi? Evet, kitabımda bu konulara da atıfta bulundum. O dönemin önemli konularıydı bunlar. O zamandan beri pek çok gelişme oldu bu konularda. Bu üç örnekte de, liderliği ve hakları elinde tutan bazı dominant kişiler var. Kadın özgürleşrnesinde hakları elinde tutanlar erkekler, siyah özgürleşmesinde ise beyazlar. Hayvan özgürleşmesinde daha zor bir durum söz konusu, çünkü burada tüm insanların içinde olduğu bir çıkar ilişkisi bulunuyor. Bu da durumu daha da zorlaştırıyor tabii. TÜR AYRIMCILIĞI.. Zaten kitabınızda sık sık bahsettiğiniz diğer bir kavram da, türcülük... Evet, hayvanlara uygulananların nedeni bu, yani türcülük. Aslında bu ırkçılık gibi bir anlayış. Kendi çıkarlarımız için hayvanları kullanıyoruz. Oysa eğer bir etik anlayışımız varsa, bunu diğer insan dışı hayvanlara da uygulayabiliriz. Onların da hayatı yaşamaya ve zarar görmemeye hakkı var. îşte bizim bu durumu göz ardı etmemiz, tür aynmcıhğı... Kendi türünün dışındakilere iyi davranmamak. Bizim türümüzden olmamaları, onları köle yapma ve onlara her is tediğimizi yapabilme hakkını vermez. Bunun erkeklerin kadınlardan güçlü, Almanların diğer ırklardan üstün olduklarını iddia etmekten ne farkı var? Hak söyleminden kaçınıyorsunuz. Neden? Felsefi açıdan hak kavramını bir temele oturtmak çok zor. Hak kavramı daha çok yasal ve hukuksal bir kavram. Biz burada etiği temel olarak alırsak, hak kavramı ancak bir çatı oluşturabilir. Kitabınızda savunduğunuz ve pek çok insanın kafasını karıştıran başka bir nokta da, hayvanlara yaşam hakkını savunurken, bunu engellilere ve bebeklere sağlanan yaşam hakkıyla karşılaştırmanız. Evet, etik açıdan tepkiler aldım. Yine de bu kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçeklik. Bir bebeğin ya da zihinsel özürlü bir kişinin bir şempazeden daha fazla düşünme yeteneğine sahip olduğunu kimse iddia edemez. Eğer bir hayvana yaşama hakkı vermememizin nedeni, onun konuşamaması ise, aynı durum bebekler için de geçerli ya da bizden daha az zeki oldukları için onları öldürmeye hakkımız olduğunu düşünüyorsak, bazı hayvanların, özürlülerden daha zeki olduğunu unutmamalıyız. Sadece damak zevkimiz için onların hayatına son veriyoruz. # seçimlerde oy verdikleri konuda bilgisi kıt insanlara benzetirmiş. Anıacı da bunların ne kadar isabetsiz ve yanlüj kararlar vererek sonucu nasıl saptırdıklarını ortaya koymakınış. Ydiisjnanın düzenleyicilerinden, talıminlerin tek tek yazıldığı kâğıtları alıp incelemiş: Tahminlerin ortalaması, bu hayvanın 1.197 pound olacağını ifade ederkcn hayvan kesilip tartılınca gerçekte 1.198 pound olduğu anlaşılmış. Buna çok şaşıran Galton, bir bilim dergisinde yazdığı yazıda, "Bu sonuç, kalabalıkların oylarıyla vanlan sonuçlara güvenilmesi gerektiği anlaşılıyor" demiş. Kitabın yazarı, bu örneğe ve daha birçok olguya dayanarak "Doğru koşullarda kalabalıklar, aralarında yer alan en bilgili ve en akıllı kimselerin varacaklarından daha doğru sonuçlara varırlar!" diyor. Yazara göre, kalabalıklar, bu nedenle sıra dışı akıllıların güdümüne muhtaç değillerdir: Doğru karar vcrmc dersleri almamışsak bile, zaman zaman oylarımızı, duygularımızın etkisiyle veriyorsak bile, bir araya geldiğimizde oylanmızla "doğruya en yakın sonuç"a varılmasına katkıda bulunmaktayız. Öyleyse, halimize bakıp, bizi bu duruma, bilgisi kıt, kimi cahil halkın verdiği oyların getirdiğini ileri sürebilir miyiz? Ağlanası durumunıuz, yoksa halkın değil de "Dediğim dedik!" diycn, kendilerinkinden farklı di'ışünceleri dinlemeyen, eleştiriye tahamıııülsüz parti liderlcrinin cahilliklerinden mi kaynaklanmaktadır? Yayınevlerindcn birinin bu kitabı çevirtnıcsıni dilerim: Surovviecki'nin kitabını okuyunca asıl bilgisiz ve cahillerin, ses çıkaranları, eleştiri de bulunanları partilerinden attıran liderler olduğunu daha iyi kavrıyor ınsan! • Migreninizin nedeni belki de dişiniz Nilüfer Zengin eş yüz bin küometre uzunluğunda istemsiz sinir sistemimiz olduğunu duyunca, nöral terapiyi merak etmemek imkânsız hale geliyor... Doç. Dr. Mehmet Gürsel'i dinleyelim... Sizi tanıyalım... Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'ni bitirdim. Ortodonti doçenti oldum. 1979 yılında Isviçre'ye gittim, 1982 yıhnda tesadüfen tamamlayıcı tıpla tanıştım ve bu alanda eğitime başladım. Tamamlayıcı tıp nedir? Aslında ifadenin orijinali alternatif tamamlayıcı tıp. Ama alternatif kelimesi ülkede o kadar farklı kuilanıldı ki, üniversite başta olmak üzere çoğu kişi karşı çıktı. Hakhlar da... Çünkü alternatif deyince sanki tıbbın karşıtı bir şey ortaya konuyormuş gibi görünüyor. Tıp tıptır, insan bedeni insan bedenidir. Alternatif kelimesini mecburen kaldırdık. Tamamlayıcı tıp hiçbir zaman katı tıbbı reddetmez, hepimiz hekimiz. Bizim çok yakın dostlarımız cerrahlardır. Bir kitleyi hokus pokusla yok edemezsiniz çünkü. Batı'da, 1996'da Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından kabul edildi. Biz de, Hüseyin Nazlıkulu'yla beraber bu sene başında üç dernek kurduk: Bilimsel Akupunktur Derneği, Bilimsel Nöral Terapi ve Regülasyon Derneği ve Bilimsel Tamamlayıcı Tıp Derneği. Bilimsel Nöral Terapi Derneği Avrupa Nöral Terapi Derneği tarafından kabul gördü. Bu dernekte, Avrupa bazında, iki yıl süren eğitim veriyoruz. B Doç. Dr. Mehmet Gürsel, "alternatif" değil, "tamamlayıcı" tıp demeyi yeğliyor. Nöral terapi uygulayan Gürsel, "Bizi ilaç sektörü hiç sevmez" diyor... Neden? Nöral terapi nedir? Nöral terapi, adı üstünde insanın sinir sistemiyle ilgili bir tedavi yöntemi. Insan bedeninde iki türlü sinir sistemi var: îstemli ve otonom sinir sistemleri. Bu sinirler her saniyede 100.000 iletişim kurar aralarında. 30.000 biyokimyasal reaksiyon bitirir. Herhangi bir nedenle bedenin bir yerinde oluşan şok, ameliyat, kesi, diş çekimi veya negatif psikolojik dürtüler sinir sistemi üstünde bozucu odaklar yaratır, ama aktif hale gelmezler. Başka bir nedenle bu odaklar uyarur, bozucu alan hale gelir, iletişimi keser. Beden işlevini yerine getiremez, birtakım fizik bulgularla bize sinyal verir, "bende bir sorun var" der. îşte bu sistemin regülasyon yöntemine nöral terapi diyoruz. Katı tıp bu dengesizliklere "hastahk" diyor. Acaba tamamlayıcı tıp en çok diş hekimliğiyle mi akraba? Tedavi edilemeyen vakaların önemli bir kısmı başboyun çevresinden, özellikle dişçeneyüz kompleksinden gelir. Bu yüzden, diş hekiminin bu işe el atması gerekiyor. Bu demek değil ki her şey ağızdan geçer. Bir dönem akupunktur çok revaçtaydı, sonra unutuldu. Kimilerimiz için bu yöntemler "yeni dalgalar" olarak algılanıyor olabilir mi? Ülkemizde akupunktur tam olarak kullanılmıyor, yeni yeni başladı. însanlar akupunkturu estetik amaçlı ve sigara bırakmak için kullandı. Akupunkturun asıl işi, vücudu dengelemek, enerji akımını düzenlemektir. Akupunkturun bir dönem kaos yaşamasına neden olan da uygulayıcıları. Kişisel pratiğinizde aldığıntz çok çarpıcı sonuçlar var mı? Söz etmeye değer... Bu yıldan bahsedelim. Yarı Türk yarı Italyan bir hasta 18 Ocak'ta müracaat etti. Üzüm salkımı türü migren olduğu söylenmiş. Italya'da ve burada birkaç nöroloğa başvurmuş ama sonuç alamamış. 11 seans sonra yani 1 nisan itibarıyla hiçbir şeyi kalmadı. Kimyasal ticaretini ucundan kıyısından kırpabilir yani tamamlayıcı tıp... Engeller çıkar mı karşınıza? Ilaç sektörü bizi hiç sevmez. 86'da Fransa'da homeopati uygulaması yaparken Hoffman La Roche peşimize adam takmıştı. Ne kadar homeopati kullanıyoruz, ne kadar kimyasal kullanıyoruz diye kontrol ediyorlardı. Bizden çıkan her hastayı sorguluyorlardı. •