Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ZEHRA NEŞE KAVAK Bir has armara Üniversitesi Tıp Fakültesi yazan ışıklı tabelanın altındaki kapıdan girince yemyeşil ve kırmızı çiçeklerle bezeli bir bahçe karşılıyor sizi. Çiçeklerin arasında ilerlerleyip hastaneye ulaşıyorsunuz. Farkhlık hemen çarpıyor gözünüze. Pırıl pırıl bir giriş salonu, danışma bankosunun güleryüzlü görevlileri, yer ve duvar kaplamalarının renk uyumu... Diğer hastanelerin insanı ürküten halleri, yani kaybolma, bulmak için birinden yardım isteme, yardım istenen kişinin azarlan yok burada. Kimse de "Yassah hemşehrim" deyip önünüzü kesmiyor. Servislerde de hijyen ve rahatlığa büyük özen gösteriliyor. Her serviste hastaların okuması için kitap, dergi ve gazetelerin bulunduğu yayın kutusu var. Çocuk servisi önünde oturma grubu, masalar, sandalyeler, çaykahve otomatı, televizyon ile gerçek bir ev havası yaratılmış. Amaç, çocukları hastalıklarının ortasında biraz olsun neşelendirebilmek. M Birinci katta, şaşırtıcı, ama gerçek, bir sanat galerisi var. Resim, seramik ve heykellerin hasta ve yakınlarını hastanenin hüzünlü ortamından uzaklaştıracağı öngörülmüş. Hayır, burası Türkiye'nin en ünlü özel hastanelerinden biri değil, döner sermaye ve bütçeden pay alan bir üniversite hastanesi. "Kendi kaynağını kendin yarat" anlayışıyla iş yapan bir yöneticinin sayesinde yaşanan bu dönüşüm pek de kolay olmamış. Merak edenler için işte başarının öyküsü: PEKİ, KABUL EDİYORUM... Zehra Neşe Kavak genç yaşında mesleki kariyerinin zirvesine ulaşmış, 37 yaşında kadın doğum alanında profesör olmuş. Cüppesini giymesinin üzerinden birhafta geçmeden Marmara Üniversitesi Hastanesi'nin münhal olan başhekimlik görevini üstlenmesi istenmiş. Görevi kabul etmesi halinde üniversite hastanelerinde ilk kadın başhekim unvanını alacağını bilse de devasa kurum, gözünü korkutmuş. Fakültenin o zamanki dekanı Prof.Dr. Kerem Berkman, ikna yeteneğini sonuna kadar kullanmış ve Kavak'ın ağzından "Peki kabul ediyorum" sözünü almış. Omuzlarına aldığı yükün ağırlığını hastaneyi ilk ziyaretinde fark ediyor Kavak. Bir hastanede olması gerekenlerin olmaması gerekenlere yenik düştüğü bir ortamda görev yapmanın kolay olmadığını da anladığı o ilk günü bir korku filmi izlemiş gibi anlatıyor: "Bahçe duvarları yoktu, hastane direkt sokağa açılıyordu. Sokağın kalabalığıyla hastanenin kalabalığı iç içe geçmişti. So ğuk kış gününde, bekleme salonu ve kafeterya olmadığı için insanlar kapı önünde bekleşiyorlardı. Çok iyi anımsıyorum, ana kapı girişinde paspas yerine bir battaniye vardı. Yerler kayıyor, herkes düşme tehlikesi atlatıyor, içeri öyle giriliyordu. Hasta kabul servisi felaketti. Insanlar oradan oraya koşturuyor, muhatap bulamıyordu. Servisler daha beterdi. Pencere pervazları çürüktü, sular içeriye akıyor, hasta yatakları ıslanıyordu. Tuvaletler pislik içindeydi. Vazgeçtim bunlardan, hasta yataklarının başında en elzem olan oksijen tertibatı yoktu. Düşünebiliyor musunuz, hasta ameliyattan çıkıyor oksijen verilmesi lazım, görevliler birbirine bağırıyor 'oksijen tertibatı' getir. Tüp ta bilmem nereden getirilecek..." Bu manzarayı görünce "Ben bu hastanede nasıl başhekimlik yapacağım" diye sormuş kendine Kavak. Ama yanıtını vermekte zorlanmamış: "Burada bütün gün oturup imza atarak da başhekimlik yapabilirdim. Kim ne diyebilirdi bana? Hiçbir şey. Hastanenin önünde yine insanlar ıslanabilirdi, girerken kayıp kolunu kırabilirdi. Serviste pislik içinde yatabilirlerdi. Ama öyle yapmadık. Bugün Amerikan Hastanesi ya da Internatıonal Hospital'de ne varsa bizim hastanemizde de mevcut..." Genç başhekim, işe hastanenin girişine el atmakla başlıyor. Önce bahçe du varları yapılıyor. Sadece girişe değil koridorlara da paspaslar döşeniyor. Bahçe çiçeklerle donatılıyor. Sıra servislere geliyor. ilk olarak hasta yataklarının başına oksijen tertibatı taktırmak için kolları sıvıyor Neşe Kavak. Bu iş için bağış bulunuyor ama gereken izin bir türlü alınamıyor. Bu yöneticilikteki ilk göz yaşlarına da yol açıyor, izni alamadığı için hüngür hüngür ağlıyor. Çareyi tehditte buluyor. tzin "Eğer vermezseniz oksijen tertibatı olmadığı için Sağkk Bakanlığı hastanemizi kapatacak" tehdidiyle alınıyor ve bütün hasta yataklarının başına oksijen tertibatı bağlanıyor. döner sermayesinden ne de devlet bütçesinden ayrüan paylarla yapılıyor Neredeyse tamamı bağışlarla gerçekleştiriliyor, borçlar kapatılıyor, hatta hastane kara geçiyor. "Kaynağı çok zorlukla buldum" diyor Kavak, "Bu kalitede inşaatı devlet bütçesinden yapamazsınız zaten. Bunlar hep bağışla gerçekleşti. Üç sene inşaatların başında bekledim. Toz toprak arasında kaldım. Semiha Büyüköğüt ile ablası Sabiha Türkay'a teşekkür ediyorum. tki buçuk servisimizi onlar yaptırdılar. Ben hastanenin yardım derneğınin başkanıydım, onlar da bizim iki faal üye. Göreve başlarken kafama koyduğum her şeyi yaptırdım..." Kavak'ın gece gündüz bütün servisleri dolaşması başhekimlik görevine dahil, biliyor ki, başhekim her an, her yeri dolaşır korkusuyla her yer, her zaman pırıl pırıl ve tertemiz. "Benim yaptığımı özel sektörde yapsan yüceltirler, madalyalar takarlardı" diyor biraz kırgın, "Devlet sektöründe ayak oyunları, çelmeler, kıskançlıklarla uğraşmak zorundasınız". Anlaşılan Kavak'ın yaptıklarından hoşnut olmayanlar var. Konuşurken sık sık "Türkiye'de hiçbir başan cezasız kalmaz" diye tekrarlaması kazandığı başarının hazzını yaşayamadığını gösteriyor. "Bu sitem dolu sözler neden ve kime" diye sorulduğunda isim vermeden göndermeler yapıyor: BAĞIŞLAR OLMASA! Bütün pencereler sökülüp yapılıyor. Yataklar değiştiriliyor. Bütün servisler yeniden tefriş ediliyor. Yeniden düzenlenen ameliyathane ve yoğun bakım ünitesi önünde bekleyenler için bekleme odaları ve kafeteryalar yapılıyor. Çocuk servisi önünde "Çocuk Köyü" inşa ediliyor. Kadın Doğum Servisi, baştan aşağı yenileniyor ve bu servis ISO 2001 ödülüne layık görülüyor. Ingiltere'deki eğitimi sırasında hastane içindeki sanat galerilerin hasta ve hasta yakınları üzerindeki olumlu etkisine tanık olan Başhekim Kavak, bunu Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne taşıyor. Bütün bu iyileştirmeler ne hastanenin "Kimseden teşekkür beklemiyorum. Hastalar ve hasta yakuıları teşekkür ediyor ya, yeter. Çünkü Türkiye'de teşekkür beklemeyeceksin. Genç yöneticilere sesleniyorum yaptığınız iyi işler için sakın teşekkür ve taltif beklemeyin. Bakın Türkiye'nin ilk genel cerrahı, padişahın doktoru, başhekimlik ve belediye başkanlığı yapmış olan Cemil Topuzlu anılarında ne diyor: 'Türkiye'de yöneticilik yapmaya aday gençlere bir tavsiyem var; sakın ha yaptığı hizmetler karşılığında teşekkür beklemesinler. Sadece yapsınlar ve unutsunlar.' Ben şimdi Topuzlu'nun sözlerine bir ekleme yapıyorim; "Türkiye'de yaptığı hizmetlerden dolayı bırak teşekkür almayı, cezalandırıJmadıldarı için şükretsinler. Çünkü Türkiye'de hiç bir hizmet cezasız kalmaz." "Sizi cezalandırmak mı istiyorlar" diye sorunca, yine sitemkâr bir yanıt veriyor: "Beni cezalandırmaya kalkışmadılar. Çünkü hiçbir açığım yok. Olsaydı çoktan cezalandırılmıştım. Yöneticiler değil, ama halk teşekkür etmesini biliyor." Yöneticilerinden takdir almadığı için kırgın olduğu belli. Bir de onun için "fazla otoriter" türünden yakınmalara içerliyor ve soruyor: "Eğer otoriter olmasaydım Türkiye gibi adam sendeci bir toplumda bu kadar işi gerçekleştirmek mümkün müydü?" • Zehra Neşe Kavak... I , Biri anne, diğeri el kızı... E rkek evladı yetiştirmek çok kritik bir duygudur. Hep iki arada bir derede kaldım oğlumu büyütürken. Bir kadın olarak, eş olarak beklentilerim, hoşuma giden duygular neyse onu vermeye çalıştım oğlunıa. Kız çocuklarını büyütürken böyle bir handikap yoktur. Zaten hassastır, anaçtır, korumacıdır toplumsal yetiştirme tarzının eksi olduğu kadar, daha fazlasıyla artı yanlarını üstünde taşır. Ama erkek çocuk büyütmek, hele de ataerkil toplumda çok zordur. Erkek evlat hep "Paşa Oğlum"dur anne için. El bebek gül bebek büyütülür. Korumacılık yapılır, yönetilir, hatta idare edilir, aslında bu yüzden her erkek ne kadar istemiyorum dese de ilerde eşi ve kız arkadaşı tarafından yönetilip idare edilmek ister çaktırmadan. Çaktırmadan çünkü o erkektir. Erkek çocukla mutfağa girilip kekler, kurabiye hamurları yoğrulmaz, çocuk luğunda sırf erkek olduğu için bunları yapmadığından, büyüdüğünde de sevgilisine özenli sürpriz sofralar hazırlayamaz. Erkek çocuklar toplamaz odalarını, oyuncaklarını, büyüdüklerinde bu yüzden her banyodan çıktıklarında aynalar, yerler temizlenmek ister. Katı olması gerektiği dikte edilir ona, söyleyemez belli edemez ne kadar sevdiğini, zayıflık zanneder bunu. Hatta "belli olmuyor mu", "söylemem mi lazım" gibi komik cümleler kurar büyüdüğünde. Her işi anne yaptığı için evde, bilemez büyüdüğünde sofradan kalkınca tabağını toplamayı. Annesi her dakika yanındadır. Kaprislidir çeker, bağırır çeker, küser çeker, "istiyorum" der ikiletmez. Aynı şeyi elin kızına yapmaya kalkışır. El kızı çekmez anne gibi. Bu sefer kalakalır. "Neoluyor?", "Şimdi bu niye farklı davrandı?" diye sorar, anlayamaz. Çünkü yoktur ki böyle bir model kafasında, istekleri, arzulan, kaprisleri hep hoş görülmüştür. Anne, erkek çocuğu ile beraber kırlara gitse bile çiçek toplamaz, o da ileride sevdiği kadın için toplayamaz çiçek, doğal olarak. Anneoğul alışverişe çıkılsa bile, anne hiç sormaz oğluna "Bu kazak bana uydu mu çocuğum, iyi duruyor mu üstümde?" diye, çünkü oğlan çocuğunun kafası böyle şeylerle meşgul edilmemelidir. O yüzden anlam veremez kız arkadaşıyla vitrin bakmaya, hatta onun fikrine ihtiyaç duyulabileceği aklının ucundan bile geçmez. Bütün bu duygularla erkek evladı yetiştirmek çok zordur, çünkü siz oğlunuz ileride bunları yapmasın diye yetiştirmeye çalışırken, biri gelir "bakalım kıymeti bilinecek mi?" deyip, içinize yanlış mı yapıyorum tohumunu atıverir. Bu arada sizin gibi olmayan anneler devam eder, hatta hızını alamaz daha da ileri gider, "Paşa Oğlu"na uygun bir kız arar. Kız mülayim olmalıdır, oğulcuğunun bir dediğini iki etmemelidir. Her dediğini yapmalı, peşinden sürekli toplamalı, moralsiz oldüğunda taklalar atmalı, kendi duygularını unutmalı, her daim ona en güzel yemekleri hazırlamalıdır. Çünkü çok iyi bilir "paşa oğlunun" huyunu, ne de olsa onu elleriyle bu hale kendisi getirmiştir. Bu yüzden anlayamaz erkekler kadınları. Onu büyüten kadınla, birlikte olduğu kadını aynı sanır. Oysa biri annedir, diğeri el kızı1 • aylin@kotilsarigul.com