26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Rousseau’yu sever misiniz? Rousseau tartışmalarını ilgiyle izledim. Anılarımda bıraktığım eski bir dostu, Rousseau’yu sanki yeniden, yeni bir bilinçle keşfetmiş gibi oldum. Haluk Erkut, [email protected] ousseau’nun yazıları ile ilk karşılaşmam 1960’lı yılların ikinci yarısında oldu. Lisede felsefe öğretmenimiz Pere Dubois’nın felsefe dersinde, çok sayıda düşünürün yanısıra Rousseau’yu da incelemiştik. O zamanlar benim genç ve duygusal kişiliğim Rousseau’nun görüşlerinden etkilenmeye çok açıktı. Hiç unutmam felsefe kompozisyonu sınavlarından birinde, Pere Dubois “Rousseau’yu sever misiniz?” başlıklı bir konu vermişti. Kompozisyonun son satırında sonucu şöyle bağlamıştım: “Rousseau’yu seviyorum, çünkü ben Rousseau’yum”. Sanırım o yıllarda Rousseau’nun eserlerinde kendimden fazlaca bir şeyler buldum. Ama, Pere Dubois’nın gözünde bu tartışmanın sağlıklı bir sonuç vermesi için Rousseau’nun eserlerini bilmek yetmiyordu. Rousseau’nun yaşamını bilmek, kişiliğini tanımak, yaşadığı çağı ve koşulları anlamak, çağdaşı düşünürlerin görüşleri hakkında bilgiye sahip olmak da gerekiyordu. Bu çerçevede Rousseau ile ilgili olumlu ve olumsuz çok sayıda görüşü delillendirmiş ve yorumlamaya çalışmıştık. Deyim yerinde ise Rousseau ile ilgili gerçeğin izini sürmeye çalışmıştık. Şimdi düşünüyorum da bu düşüncelerin bazılarını seçip Rousseau’yu övmek ve yüceltmek pekala mümkündü. Ama benzer şekilde bazı diğer görüşleri öne çıkarıp aynı Rousseau’yu kıyasıya eleştirmek de mümkündü. Gerçek neredeydi? Felsefe derslerimiz bize şunu öğretmişti: Eğer şu veya bu nedenle özalgımızla bir yargıya varmış isek, düşünce tarihi içinde, bunu destekleyecek J.J Rousseau kanıtları seçip bulmak hiç de zor değildi. Ama, bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmayan ve aynı zamanda bir din adamı olan felsefe öğretmenimiz, şu soruları da aklımıza yerleştirmeyi ihmal etmemişti: Önceden varılmış olan bir yargıyı güçlendiren ve gerekçelendiren düşüncelerle yetinmek ve diğer görüşleri tartışma dışına itmek ne kadar bilimseldir? Düşünceleri yargılarımıza uydurmak mı, yoksa kendi adlarına konuşmaları için onları serbest bırakmak mı daha bilimseldir? Aslında Rousseau da benzer kaygıları şöyle dile getiriyordu: “Büyük bir iyi niyetle de olsa, hangi kanıt ve tanılara göre gerçeği tanıdığımızdan güvenli olacağız? Bu denli çeşit çeşit düşünce kalabalığı arasında gerçek üzerine tam bir yargıda bulunmada elimizdeki ölçü nedir?” CBT 1340/ 18 23 Kasım 2012 Galbraiht ve Refah Toplumu Eleştirisi Sayın Bursalı Tartışmaya ve Editöre Mektup sayfalarıyla CBT’de sürdürdüğünüz çoğulcu yayın geleneğini kuvvetle destekliyorum. RussellRousseau tartışmasından erken çekildim, ama siz dosyayı açık tuttunuz. Sayın İlhami Çetin’in “Russell’a göre Rousseau” değerlendirmesi, “Her doğruda yanlışlar her yanlışta doğrular“ bulunduğu görüşünü kanıtlayan bir ders oldu. Aradığımız ve savunduğumuz gerçek(ler) tek ya da tek boyutlu değil. Büyük İslam Filozofu İmam Gazzali’nin “Akıl imana ters düşemez” yanılsaması, yüz yıl gecikmeyle de olsa İbn Rüşd tarafından bilgece tartışılıp aşılmış Osmanlı’ya değilse bile ve Batı Rönesansı’na esin kaynağı olmuştu. Bu gerekçeyle, adını sık sık duyduğumuz fakat yeterince tanımadığımız iktisatçı John Kenneth Galbraith’i yedek kulübesinden çıkarıp CBT okuyucusuna tanıtan Arş. Gör. Bülent Temel’i kişisel bir anıyla destekleyip kutlamak ve teşekkür etmek isterim. Galbraith, aşırı tüketime ve üretime dayalı ‘Dünya krizi’nin çıkmazlarını ilk kez 1958‘de yayımlanan “Refah Toplumu” uyarısında göstermeye çalışmış; ancak, savaş sonrası “Bolluk mutluluğu yaşayan” ABD’de pek etkili olamamıştı. Yazar’ın 1985’de yayımlanan ikinci “Refah Toplumu” eleştirisi ise best seller olarak dünya çapında duyuldu, ciddiye alındı. Öyle ki, 1988 Seoul Olimpiyatları’nda düzenlenen Dünya Akademik Konferansı’na onur konuğu olarak davet edilen Galbraith, Konferansa sunduğu “Dünya Köyü’nün Yeni Gerçekleri: Değişen Kapitalizm ve Sosyalizm” (1) başlıklı bildirisini, “Son yıllarda her iki sistemde açıkça görüldü ki, değişmeyen ideolojik inanç ve gerçeklere takılıp (sadık) kalmak çözüm değildir. Her iki sistem de, ekonomik hayatın gerçeklerine ve beşeri beklentilerine çözüm sağlayan ödünler vermek zorundadır. Oysa, kapitalizm de sosyalizm de, bugün uygulanan biçimleriyle, toplumsal açıdan etkili ve kabul edilebilir düzeyde çalışmıyor.”* sözleriyle açtıktan sonra, 90 kadar akademisyenin katıldığı konferansı, Sovyetler Birliği’nin 1989’da kendiliğinden dağılmasından sadece bir yıl önce, mealen, şu bilgece öngörüyle kapatmıştı: “Akademisyenler olarak, ne geçmişe bağlı kalalım, ne de çoğunluğun beğendiği (popüler) kişiler olmaya kalkalım. Gerçi görevimiz geleceğe yönelmeyi gerektiriyor; ama, umuyorum ki, tartıştığımız konuların, gelecekten çok günümüzün sorunları olduğu gerçeğini sizlerle paylaşmış bulunuyorum.“* Kaynakça Notları 1. Galbraith, J. Kenneth, “New Realities of the Global Village,” WACSO (World Academic Conference Seoul Olympiad), Cilt 6, s.2432. * Metindeki Türkçe alıntıların İngilizce asılları için bkz: B. Güvenç, “Domestication of Technology after the Global Crisis,” TİSK AKADEMİ (Türkiye İşverenler Sendikası) Dünya Krizi ÖZEL SAYISI II, Cilt 4: 2009: s.99. Bozkurt Güvenç R Ama bu tutum, bilginin özdeki niteliğini değiştirir mi? Bilgi, hoşlandıklarımızı seçip vitrinde sergileyebileceğimiz bir süs aracı mı? İstenilen şey, bilginin bizi gerçeğe doğru ilerletmesi değil mi? O zaman bildiklerimiz kadar bilmediklerimizin de var olabileceğinin bilincinde olmalıyız. Yargılarımızdan ve bilgilerimizden kuşku duyabilmeliyiz. Rousseau’nun yüzyıllar öncesinden dediği gibi “…bilmediğimiz şeyler bize bildiğimizi sandıklarımızdan çok daha az zarar verir.” Rousseau ile ilgili düşünceleri sergilerken, yargıların gerekçelendirilme biçimi de tartışmaları etkileyen önemli bir unsur. Bilginin ve bilmenin kuvvet olduğu altı yüz yıldır söylenegelir. Ama bu kuvvet bilgiyi bir hükmetme aracı yapar mı acaba? Bilgi güç gösterisi yapacağımız bir silah mıdır ? Bilgiyi silah olarak kullanmanın yaratacağı madeni sertlik, bilimsel anlayışın ipeksi yumuşaklığı ile nasıl uyuşabilecek? Açıktır ki, bulguların temelindeki bilimsel düşünce, bilimsel yaklaşımlardaki sertlikle yok edilme tehdidi altındadır. Ve bilimsel düşünce yok olduğunda sonuçların bilimselliğinin de kaybolacağını görebiliyoruz. Tam da bu nedenlerle bilimsel yaklaşım bir incelik ve zerafet işi değil mi? Farklı sosyal ortamlardan gelen ve farklı kişilikleriyle yüksek çatışma potansyeline sahip iki aydınlanmacı Rousseau ve Voltaire arasında 1755’lerde başlayıp süren mektuplaşmalar bu zerafete ne eşsiz örnekler sunarlar. Ve Rousseau, yüzyıllar öncesinden bu inceliğin gerekçesini ne kadar da yalın ifade etmiştir: “bilgi alçakgönüllüdür”. Rousseau düşünceleri en çok tartışılan, görüşleri en fazla yankı uyandıran düşünürlerden biri. Bu tartışmaların çıkış noktasının, Dijon akademisinin 1749’da sorduğu şu soru olduğu söylenebilir: “Sanat ve bilimlerdeki ilerlemeler insanları daha iyi ve daha mutlu kılmış mıdır?” İtiraflar adlı eserinde “bu ilanı okuduğum anda başka bir evren gördüm ve başka bir insan oldum” diyen Rousseau, bu soruyu hayır diye yanıtlayan bir tez ileri sürer. Yani, uygarlığın insanları baştan çıkardığını savunur ve akademinin koyduğu ödülü kazanır. Şimdi, bu soruyu bir de bugünün gerçekleriyle düşünelim. Eserleri gözümüzün önünde duran bir gerçeğin delillerini eski çağlarda aramaya gerek var mı? Günümüze yaşadıklarımıza bakalım! Bugün, 2012’de, yani 263 yıl sonra, bu soruyu evet diye yanıtlayabiliyor muyuz? Bilimler gelişti. Teknoloji akıl almaz şekilde ilerledi. İnsan konforunu arttıran ürünler her yanımızı sarmış durumda. Tüm bunlar doğru! Peki buna karşılık insanlar daha mı mutlu? Dünya daha mı huzurlu? İnsanlık daha mı erdemli? Eğer bu sorulara evet diyemiyor isek, Rousseau’nun tezinin ana fikriyle aynı çizgide buluşmuş olabilir miyiz? Ve belki o zaman doğallık, eşitlik ve özgürlük tutkunu bu düşünürün şu sözlerine de kulak verir miyiz: “Benim yaptığım bilimleri kötülemek değil, erdemli kişiler karşısında erdemi savunmak. İyi insanların dürüstlüğe verdikleri değerin, bilim insanlarının bilime verdikleri değerden daha yüce olduğunu söylemek…” Rousseau’nun düşünceleri ile tanışmamın üzerinden elli yıl geçti. Şimdi kendi kendime soruyorum: Bir insan olarak, Rousseau’yu neden sevmeyeyim ki? DELİLLERİ GÜNÜMÜZDE DE VAR Bizleri gerçeğe ulaştıracak olan bilgilerin neler olduğu kadar, nasıl kullanılabilecekleri de dikkate değer bir konu. Bir görüşü değerlendirirken ya da bir düşünceyi savunurken hırslı, kararlı, coşkulu ve tutkulu olabiliriz. Belki olmalıyız da. Rousseau’nun olduğu gibi! Hatta söylevlerimiz ve davranışlarımız süslü ve gösterişli de olabilir. Voltaire’de olduğu gibi. BİLGİLERİ NASIL KULLANMALI?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear