Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam yal yolları üzerine odaklanılması. Genomik, proteomik, hücre biyolojisi, görüntüleme ve biyomühendislik bilim dallarındaki gelişmelerden yararlanılarak sürdürülen bu yeni yaklaşım, hem araştırma süresinin azalmasına hem de deney yapılacak hasta sayısında indirim yapılmasına zemin hazırlıyor. Böylece proteinlerin önemi vurgulanmış oluyor. Dr.Elbi bu bağlamda hastaya yönelik tedavi yaklaşımının da kısa süre içinde uygulanabileceği görüşünde. Elbi bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor: “Bütün hastalara, tümörün tipine ve hastalığın aşamasına göre aynı tedavi uygulanıyor. Örneğin göğüs kanseri teşhisi konulmuş, menopoz öncesi, hastalığı ikinci aşamada olan bütün hastalar hemen hemen aynı tedaviden geçer. Fakat, aynı organda başlayan ve mikroskop altında aynı görünen kanser, aslında genetik ve biyolojik açıdan hastadan hastaya göre çok farklı olup, tedaviye de farklı cevap vermekte. Son 10 yıl içinde moleküler onkoloji, biyomühendislik, proteomik gibi bilim dallarındaki araştırmalar aynı kanserin her hastada farklı olan alt türlerinin teşhisi, sınıflandırılması, tedavisinde modern tıbba yol göstermeye başladı. Bir İnsanın, o insan olabilmesinde okulunun da katkıda bulunabiliyor oluşu ne büyük bir olanaktır. Okullar, çağımızda, bitirip yaşama atıldığımızda, yalnızca belli sürelerde, o da kimi sınıf arkadaşlarımızın koşuşturmalarıyla, giderek zor anımsadığımız kurumlar olarak kalıyor. Diplomasıyla iş bulma, işimizde yükselme olanağını bulabilirsek, çevremizde etkili olmak için, övüyoruz onu; böyle bir yarar kaynağı değilse okulumuz, ustaca saklıyoruz onu, zaman zaman utanarak. Bozkıra Düşmüş Bir Tohum Olarak Okulum Şimdi müze olan o beni çok etkileyen binasında kaydımı yaptırmak için gittiğim güneşli bir sonbahar öğlesini anımsıyorum. Mimarlık binasının büyüsü, bana: “Buralarda, yaşayıp öğreneceğin, öğrenip yaşayacağın yıllar var. Bana aç gözlerini, beni oku” der gibiydi. İstanbul’da için için yanan acemi bir delikanlı olarak, okula nasıl ulaşacağımı bilemediğim için, Bahçeli’ye giden bir otobüse kendimi zor atmış, oradan da o zaman (1965) tek tük aracın geçtiği Eskişehir yolundan okula kadar yürümüştüm. Bozkırın sararmış otlarının kokusu başımı döndürmüş, güz güneşi altında hızlı yürüyüşüm, alnımdaki boncuk boncuk terlerle, uçsuz bucaksız bir serüvene dönüşmüştü sanki. Birkaç bina, orada burada barakalar, gizemli bir bozkır yelinin içinden görünüvermişti: Böyle bir okul görüntüsüne hiç alışık değildim. Okul dediğin, kentin göbeğinde, çarşı pazar içinde, yoğun bir trafik gürültüsüyle kaplı olurdu. Okul dediğin, yaşını başını almış yapılardan, gün görmüş bahçelerden oluşurdu. Issızlığının, tenhâlığının ardında ne gizli olabilirdi bu okulda? Muhakkak bir şeyler gizli olmalıydı: Sadeliğin, yalınlığın bendeki işâreti buydu: Bu alçakgönüllü farklılığının ardında derinlik gizliydi. Onu gerek öğrenciliğimde gerekse hocalığımda aradım, birazını da buldum. Hâlâ arıyorum. Aramayanlar için de üzülmekten öte elimden bir şey gelmiyor. Bozkıra düşmüş bir tohum. Atanlar niçin atmış bu tohumu, bu yaşam kucaklayan görmüş geçirmiş bilge toprağa? Niçin atıldığı sorusu aklıma gelmedi hiç. Orada dünya dili olmaya yüz tutmuş, ana dilimden farklı bir dil konuşulması da, o tohumdan giderek büyümeye başlayan fidanı gördükçe hiç de kaygılandırmadı beni. Bozkırın dondurucu soğuğunda karlarla kaplı bozkıra gecenin yarısında yurttaki penceremden baktığımda, uçsuz bucaksız bir okyanus karanlığında, aydınlık, sıcak bir gemiden yıldızları seyrettiğimi düşünürdüm: Derslerimin çetinliği içinde, yapayalnız olduğumu derinliğine duyduğum okulumun gemisinde, dünyaya, evrene doğru açıldığımı duyardım. Bozkıra düşmüş tohumu, gencecik fidanken yaşadım. Kemal Kurdaş’ın çok emeği geçti fidanın büyümesinde. Biz öğrenciler, o zamanlar anlayamadık bu emeği; bir çok hocamızı, okul çalışanını anlayamadığımız gibi. Okulla gelişirse insan, okulla birlikte geliştirebilirse yüreğindeki fidanı, geç de olsa okulunun anlamını kavrayabiliyor. Okulunuz matematikten mühendisliğe, edebiyattan tarihe insan bilgisinin en gizli hücrelerine sızmış çepeçevre bilgiyi taşıyor hakîkate; geceleri yeni yeni serpilmeye başlayan çam fidanlarının arasından ılık toprağa uzanıp yıldızlara bakıyorsunuz, sonra yarım bıraktığınız bir kitabı, bir ev ödevini, bir araştırmayı tamamlamaya odanıza gidiyorsunuz. Yıldızlardan kitaba: İşte okul bu! Kitaptan yıldızlara, ODTÜ’m benim, tenhâ köşelerinde tiril tiril titreyen sevgilimi öptüğüm. Neden okuldu, okulum? Keşfe olanak sağlıyordu: Giderek büyüyen kütüphanesi, yeni yeni orataya çıkan binâları, konularında bilgilerini heyecan ateşiyle sindirmiş genç hocalar. Bir öğrenme pınarı, cıvıl cıvıl bir bahçe, yaşamı kavramaya çabalayan gençler: Yalnız derslerle değil, yaşam bilgisiyle. Devrim özlemiyle geceleri sabahlara kadar yanan ateşler, söylenen şarkılar, türküler. Kendini arayan Türkiye, bir yanıyla okulumuzdaydı. O heyecan, laboratuarlardan, sınıflardan, kütüphaneden taşıp, dünyayı dönüştürme tutkusu olarak biçimleniyordu. Çok erken, çok hazırlıksız, çok çocukça ama o denli saygıdeğerdi. Dünyanın değiştirilebileceğine inanan, o coşkuyla arayan, araştıran insanlarını unutmamalı bu okul. Yılmış, bıkmış, biran önce köşe dönmeyi düşünen ortama uydukça kazanmayı düşünen bugünün genç kafalarını düşündükçe, evreni kavrayıp, dünyayı değiştirmeye çabalayan o günün gençlerinin yaşamı bana daha anlamlı geliyor. Okulum, çoğul düşünmeyi, değişik görmeyi öğretti. Elbette tarihinde baskıların, zorbalığın, kavgaların, çatışmaların olduğu dönemler vardı. Ama o, hep bu dönemlerden ders alarak geçmeyi bildi. Şimdi, gemi sık sık günlük yaşamın kaygılarına düşüp, teknoparklarda demir atıyorsa da, zaman zaman heyecanını yitiriyor gibi olup, yıldızlara bakmayı unutuyorsa da; büyük düşünen, büyük projeleri olan, uygulamalı çalışmaların yanında kuramsal kaygılarla yapılan araştırmaların da ardına düştüğünde, gemi bilgi okyanusunda hakîkat kıtasına olan yolculuğunda fazla bir gecikmeye uğramayacaktır. KANSER TEDAVİSİNDEKİ SON DURUM Moleküler kanser genetiği alanında yapılan araştırmaların kanserle mücadelede modern tıbba başka hangi aşamalarda yararı oluyor? Dr. Elbi bu soruyu da söyle yanıtlıyor: “İnsanlarda yaklaşık 25.000 gen var. Bu genlerin 350’sinin değişik kanser türlerinin gelişmesinde rol oynadığı bulundu. Kanser geni adı verilen bu genlerin normal işlevleri dışındaki görevlerinin kansere neden olduğu tespit edildi. Kanser genlerinin dizilimlerindeki değişiklikler (mutasyonlar) bu görev değişikliklerine yol açıyor. Genlerdeki bu değişiklikler adım adım oluyor ve zamanla birikiyor. O nedenle kanserin görülme sıklığı da yaş ilerledikçe artıyor. Dolayısıyla kanser üzerinde yapılan bilimsel araştırmaların devamının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. 2006 yılında ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün başlattığı İnsan Kanser Genomu Projesi tamamlandığında başlıca kanser türlerinde genler düzeyinde mevcut olan tüm değişiklikler bulunmuş olacak.” Dr. Elbi bu araştırmaların başarılı olması için çok büyük miktarlarda fon oluşturulmasının gerekli olduğunu, aksi takdirde kanser gibi komplike bir hastalığın kısa zamanda tedavisinin bulunmasının mümkün olmayacağını söylüyor. Bunun için bilimsel araştırmaların devamı, daha fazla sayıda kişinin bilimle uğraşması, vatandaşların kanser konusunda eğitilmesi ve bu çabaların devlet ve özel sektör tarafından finanse edilmesinin gerekliliğine inanıyor. Tayfun Akgül CBT 1101/11 25 Nisan 2008