29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Celal Şengör hocaya yanıt... 14 Kasım 2008 Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’deki köşesinde Sayın Celal Şengör Hoca “Gene Kurtarıcı Aramaya Çıktık” başlığı ile ekonomik krize bağlı olarak sol kesimden yükselen “Bak Marx haklıydı! Kapitalizm çöküyor. Dünya gene Marx’a dönecek” gibi seslere karşı çıkan yazısı, daha önce yine köşesinde yazdığı “diyalektik materyalizm”e ilişkin eleştiri içeren yazılarını hatırlattı. İrfan Mukul M.Taki Yılmaz Sinop Üniversitesi, [email protected] “Neden ile sonuç aras ndaki karma adan do an yan lg dan ziyade, sonuç ile neden aras ndaki ili kinin birbirine kar t r lmas ndan daha sak ncal bir yan lg yoktur. Buna akl n çökü ü denir.” F. Nietzsche Y azının girişinde, Eğin’de hafız olarak yetişmiş, ancak on altı yaşında ailesinin hizmetine girmiş Süleyman Aydoğan’dan bahsederek, onu ömür boyu CHP’ye oy vermiş, aydın bir din adamı olmasının yanında, kurtuluşun hâlâ İslam’da olduğuna inanan biri olarak tanımlıyor. Buradan hareketle suçu belki de insanlardan başka yerde aramak gerektiğini, Avrupa’nın da refah ve mutluluğu Hıristiyanlığa tekmeyi atarak elde ettiği ve kurtulduğu sonucuna varıyor. Solcuların da aynı havada olduğunu söyleyerek, Marx’ın kuramına ait eleştirilerine başlıyor. Yine Sayın Şengör Hoca’ya göre, Marxs’ın kuramı, ayrıca bireyin davranışlarını da göz ardı eden, insanı yalnızca sosyal bir makinenin şuursuz bir parçası olarak gören bir kuramdır. Oysa insanın hiçbir değerinin (haksızlık etmeyelim kapitalizmde insanın emeği karşılığı bir değişim değeri vardır) olmadığı ve makinenin bir parçası olduğu vahşi sistem, sonuçlarından hareketle kapitalizmdir. “Marx, bugün küreselleşme olarak adlandırılan kapitalizm ve emperyalizmin şekillendirdiği Batı sisteminin acımasızlığını, vahşiliğini, zalimliğini, barbarlığını ve insanlık dışı olduğunu gözler önüne sermiştir (3).” D ER ELE T R LER Yaz ya ilk ele tirimiz, Süleyman Aydoğan gibi düşünenlere ve bu düşüncenin yanlışlığı üzerinden sola yapılan eleştirileredir. Kant aydınlanmayı, birey aklının her türlü otoritenin baskısından kurtulması, özgürleşmesi olarak tanımlar. Atatürkçü Aydınlanmada da özgürleşmenin en önemli adımı, toplumu dini dogmalardan kurtarmaktı. Böylece insanların önünde bir özgürleşme alanı açılabilecekti. Oysa, Marx “... dine inanan insanların, yaşadıkları gerçek koşullara dair bu yanılsamalarından vazgeçmelerini istemek demek; onları bu yanılsamalara mecbur kılan maddi koşulların ortadan kaldırılmasını istemek” demektir diyordu. Yani maddi hayatın bilinci belirlediğini, koşulların ancak maddi yaşamın dönüştürülmesi ile değişebileceğini, böylece dinsel yanılsamalarından kurtulmanın mümkün olabileceğini söylemektedir. Şengör’ün yanılgısı, yukarıdan aşağıya kültürel dönüşümle dinin dönüştürülebileceğidir. Yani Marx’a göre, Süleyman Aydoğan yoksulluğun tesellicisi dinin ona verdiği yanılsamalı mutlulukla hakkın rahmetine kavuşmuştur. kinci ele tirimiz; Şengör’ün “Marx’ın kuramı, on dokuzuncu yüzyılın pozitivist bilimine çakılmış, üstelik kendi dönemindeki jeoloji ve biyolojide olan muazzam atılımları anlayamamış, onlara şüphe, hatta ret hisleriyle bakmış, temel mantık kurallarını özümsememiş bir insanın eseridir” sözünedir. Oysa bu bilgi Marx’a değil, toplumu fiziğin statik kurallarıyla açıklayan ve Marksizm karşıtlığı üzerinde temellenen Batı sosyolojisinin kurucularına aittir. Mesela “SainSimon toplumu Fiziğin kurallarıyla, Auguste Comte ise toplumu ve toplumsal olayları pozitivist bir görüşle inceleyen bir bilim(1)” olarak sosyolojinin adını koymuşlardır. Yaklaşık 150 yıl önce ekonomipolitiğin eleştirisini yapan Karl Marx, bu eleştiriden hareketle pozitivizmin de eleştirisini yapmıştır. “Marx, tabiat kanunlarını fenomenler arasındaki değişmez ilinti diye tanımlayan pozitivistlere karşı diyalektik kanun anlayışını şöyle tanımlıyordu: İki fenomen arasındaki zorunlu iç bağlantı (2)” Engels, Marx’ın bu eleştirisini Doğanın Diyalektiği’nde bilimlerin tümüne yaymış ve uygulamıştır. Üçüncü ele tirimiz; Hoca, “Marx, hiçbir insanın kendisinin tüm hür yaşam imkânlarını elinden alan bir sistem içinde son raddeye kadar yaşayamayacağı, tersine yaşam güçleştiği anda bunu düzeltmenin çarelerini aramaya başlayacağı gerçeğini göz ardı etmiş, işçinin son ana kadar ezileceğini ve artık neredeyse nefes alamaz hale gelince ayaklanacağını savunmuştur. O zaman ne olacaktır? İşçi diktası dünyaya cenneti getirecektir. Bu sav da gerçekçi olamaz ve uygulandığı hiçbir yerde başarılı olamamıştır,” açıklamasınadır. Bu açıklama öncelikle tarihe sadece zamansal bakma hatasına düşüyor. Ayrıca, “terk edilen öğretilerin tekrar gündeme gelmesi ve bunun tarihsel açıdan olanaksızlığı” diyor. Böyle bir söylemi kabul etmek, tarihi olayları tek bir düz çizgiden hareket eden olaylar bütünü olarak görmek olur. Dördüncü ele tirimiz; “Darwin’in ortaya çıkışı hem Marx hem de Engels’i şoke etmiş, her ikisi de Darwin’in eserini ‘insanlığa yazılmış acı bir hicviye’ olarak nitelendirmişlerdir,” “Marx, yönlü ve katı kurallı bir evrime inanmaktadır.....” sözünedir. Marx, Darwin’in Türlerin Kökeni adlı yapıtını Malthuscu yanını eleştirel bir yaklaşımla, ama eseri övgüyle karşılamıştır. Kitabın yayınlanmasından kısa bir süre sonra, Aralık 1860’ta Engels’e şunları yazacaktı: “Kaygı ve sıkıntıyla geçen dört hafta içinde (ağır bir hastalık geçiren eşine bakıyordu) elime ne geçtiyse okudum. İçlerinde Darwin’in Doğal Ayıklanma üzerine olan kitabı da var. Kaba İngiliz üslubuyla geliştirilmiş olsa da, bu kitap, doğa tarihinde bizim görüşümüz için gerekli temeli içeriyor (4).” Böylece Marx ve Engels bu eserde, doğa biliminde, tarihteki sınıf mücadelesi için gerek duyduğu dayanağı bulmanın yanında, doğa bilimlerinin teolojiye darbe indirmesini ve böylece doğa bilimlerinin de daha kolay açıklanmasını memnuniyetle karşılamışlardır. Nedenlerden yola çıkan Marx ve Engels Manifesto’da, “kapitalizm kişisel değeri, değişim değerine; sayısız yok edilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine o insafsız özgürlüğü “ticaret özgürlüğü”ne dönüştürmüştür. Dinsel ve siyasal yanılsamalarla maskelenmiş sömürünün yerine açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koymuştur. Burjuvazinin şimdiye kadar saygı duyulan ve saygın olarak değer verilen bütün mesleklerin halelerini söküp atmış doktor, avukat, din adamı, şair, bilim adamını kendine ücretli emekçiler durumuna getirmiştir. Aile ilişkilerini salt para ilişkisine indirgemiş, kapitalizmin kendini gericilikle, o çok hayran olduğu günümüzde geri dönülen ortaçağla kendini bütünlemiştir” sonucuna varmışlardır. Acaba doğayı, toplumu, bireyi ve bilimiteknolojiyi bu kadar hoyratça kullanan kapitalizm ve onun yarattığı dünya sistemi, bir nebze de olsa Marksist eğilim taşısaydı, bugün dünya daha mı kötü olurdu? Sonuç olarak Nietzsche’nin dediği gibi sonuçlardan yola çıkıp nedenler arasındaki ilişkinin birbirine karıştırıldığı ve dolayısıyla aklın çöktüğü bir dünyada yaşıyoruz. Kaynaklar 1. Ergun. D. (1974) Sosyoloji El Kitabı, Gerçek Yayınları, İstanbul 2. Roger Garaudy.(1965) Sosyalizm ve Ahlak, Gerçek Yayınevi. İstanbul 3. Kızılçelik, S.(2005) Batı Barbarlığı. Anı Yayıncılık. Ankara 4. Karl Marx and Engels, (1943) Selected Correspondence (seçme yazışmalar), Çev. Dona Torr, sf.126. (Ayrıca bakınız Engels. F.(2000). AntiDürhing. İnter Yayınları.Ankara) Her sistemde boyun eğecek bir şey var Tahir Ceylan Bey, biz (Can ile) Aylak Bilgi köşenizde yayımlanan her yazınızı okuyup üstünde düşünüyoruz. Zevkle okuyoruz, merakla bir sonraki yazınızı bekliyoruz. Konulara farklı bakışlar getirmeniz bizi çekiyor. Diğer yandan daha önce epostalarıma verdiğiniz tepkilerden de eleştiriye, tartışmaya açık olduğunuzu anlıyorum. Bu tür tartışmaların bizi zenginleştireceğine de inandığımızdan bu epostayı yazmaya karar verdik. Klişe yazınız hakkında size sormak istediklerimizi aşağıda belirtiyorum: • Çok iyi başladığınız yazınızda takıldığımız nokta: Dikkat ve klişenin teorik olarak nasıl bağlandığını merak ediyoruz. Bunları bağlayan bilimsel bir literatür var mı? Dikkatli olup gene de klişelerle düşünen insanlar tanıyoruz. Burda anlayamadığımız noktalar var. Biraz daha bilgi verebilir misiniz, zamanınız varsa? • Bize göre Japonlar 2. Dünya Savaşı’nda boyun eğmediler, bu yüzden atom bombası atıldı üzerlerine. Japon kültüründe yer alan samuraylık ve kamikaze, bize onurlu yaşamayı ifade ediyor, boyun eğmeyi değil. Bildiğimiz kadarıyla şimdiye kadar hiç başkaları tarafından yönetilmediler. Diğer yandan kültürel değerlerin değişmesi hiç de kolay değildir, hele ki köklü Japon kültüründen bahsediyorsak. Bu konuda size katılmıyoruz. Yanlış anlamamız var mı? • Her sosyal sistemde boyun eğilecek bir şey olduğunu, sosyalizmin burokratlarına, aristokrasinin aristokratlarına, imparatorluğun padişahlarına, krallıkların krallarına boyun eğmek yerine, kapitalizmin girişimcilerine boyun eğmenin daha az zararlı bir şey olduğunu düşünebiliriz. Çünkü herkes aristokrat, kral, padişah olamaz ama girişimci olabilir... Söylemek istediklerinizden uzaklaştık mı? Necla Aytuna CBT 1133 / 14 5 Aralık 2008
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear