23 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Bilim Etiği ZümrüttenAkişler Sibel Kekilli'nin anımsattıkları Bilirkişi düzeni sorgulanıyor Prof Dr. Hasan Yazıcı, 16 Mart tarihinde, Istanbul Tabip Odası ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, eski YÖK Başkanı Prof.Dr.lhsan Doğramacı tarafından kendi aleyhine açılan ve 3 yıldtr devam eden manevi tazminat davası konusunda hukuksal kaygılarını dile getirdi. Prof. Yazıcı, mahkeme dosyalarına dayalı açıklamalarında, bilirkişi kurullarının seçiminde ve ilgili resmi evrakta usulsüzlük yapıidığını ileri siirdü. rof. Dr. thsan Doğramacı ta rafından Prof. Dr. Hasan Yazıcı aleyhine açılan manevi tazminat davasında, Ankara 11. Asliye hukuk Mahkemesi Prof. Dr. Hasan Yazıcı'yı 10 mil Yazıcı, Gençay Gürsoy ve Kadlr yar TL. manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Dava 2000 yılında Milliyet Gazetesi'nde Prof. Dr. Hasan Yazıcı'nın "Önce Doğramacı'yı Kınanıak Lazım" başlıklı bir yazısı nedeniyle açılmıştı. Yazıcı, söz konusu yazısında, ülkemizde yaygın olarak görülen intihal (aşırma) olaylarıyla en etkili mücadele yönteminin, her şeyden önce aşırmayı yapanların kamuoyu önünde özür dilemeleri olduğunu savunuyordu. AMCelalŞengör P Erdin, toplantıda Oysa ilk baskıda Dr.Spock'un adının geçmesinin salt kitaptakı konuların dizisi yönünden yapılan bir gönderme olduğu belirtiliyordu. Ayrıca ilk baskıdaki kitap düzeni hakkındaki açıklama, mahkemeye delil olarak sunulan diğer baskı larda yine vardı, ancak bu açıklamalarda Dr.Spock'un adı ortadan kalkmıştı. Daha da vahimi. bilirkişi kurumlarının 1952 yılında geçen bir olayın günümüz etik değerleriyle incelenemeyeceği görüşünü savunmalarıydı. haftaki yazımda Sibel Kekilli Hanımefendi'ye karşı Türk ve Alman basınında başlatılan iğrenç kampanyanın nedenlerini irdelerken, yer darlığı nedeniyle kültürel nedenlere pek girerm* miştim. Bugün bu konuyu ele almak istiyorum. Sibel Hanım'a yönelen okların bir nedeni de kendisinin porno filmlerde oynayarak cinsel ilişkiyi zevk haline getirmiş olması ve bunun reklSmını yapmasıdır. Bu neredeyse biitün dinlerce günahtır. Bu günahın temelinde ise geçen haftaki yazımda bahsettiğim biyolojik nedenler yanında, "öbiir dünyacı" bir görüş de yatmaktadır. Özellikle bugün dünyaya egemen olan üç büyük semSvi din, Iran'da MÖ 1000 civarında yaşadığı artık genelde kabul edilen Zerdüşt'ün ortaya çıkardığı dinden iki öğeyi tevarüs eimişlerdir: 1) Şeytan, 2) Cehennem. llksel günah fikri, dünyayı insanın günahlarından arınmak için bir sınav sahası haline sokmakta, sözümona tanrının imajında yaratılmış olan insanın bu sınav sahasında yaptığı kötülükleri açıklayabilmek için de bir "antitanrıya", yani şeytana kuramsal bir ihtiyaç hasıl olmaktadır. Sınavın ödulu insanın ilk başta içinde yaratıldığı cennete dönüş, cezası ise cehennenıin ebedl ateşidir. Tabiî "her şeye kaadir' ve "iyi' tanrının insanın günahlarına niçin engel olmadığı veya şeytanın insanla, kedinin lareyle oynamasına benzer şekilde oynamasına niçin izin verdiği, inançlı ilâhiyatçıları yüzyıllardır utandıran sorular olmaya devam etmektedirler. Bu sınav aianına insan kendi suçu nedeniyle düşmuştur. Tanrı, cennette insana herşeyi mübah kılmıştı; tek bir şey hariç! İnsan bilgi ağacının meyvasından yemiyecek, yani bilgi sahibi olmayacaktı. Ancak yılan kılığına giren Şeytan önce Havva'yı kandırdı, o da Adem i kandırınca, bilgi ağacının meyvasını yediler, yani bilgi edindiler (bu nedenle ilk kez çıplaklıklarından utanarak incir yapraklarıyla örtündüler) ve buna çok kızan tanrı onları cennetten kovdu. Üç büyük semâvi dinin (ve onlardan ö'nceki daha pek çok dinin) gb'rüşüne göre, insanın maksadı, kaybolan cennetiyakalamaktır. İnsanın sınav için atıldığı bu dünya geçicidir. Amaç bu dünyada sınavı geçip gene cennete dönmek, hurilere tekrar kavuşmaktır. Bu nedenle insan bu dünyada yaşarken bir suçlu gibi davranmalı, her türlü zevk ve setâdan uzak durarak kurtuluş günu için çalışmalıdır, yani ibadet etmeli ve ilgili işlerle uğraşmalıdır. Bu dünyadan zevk almaya kalkmak tanrının verdiği cezayı naksetmeye teşebbüs olacağından (ve herhalde şeytanın dürtüsüne uymak anlamına geleceğinden) günahtır. Bu nedenle cinsel ilişki tanrının kullannı arttırmak için mümkün olan en gizli (ve zevksiz) şekilde geçiştirilmeli fakat zinhar bir keyif vasıtası yapılmamalıdır. Bu görüşlerin egmen olduğu Ortaçağ Avrupasındaki sefSlet ve dehşet insanlık tarihinin kuşkusuz en kara safhalarından birini oluşturur. A vrupa 'dan o zaman çok daha aydınlık olmasına rağmen, IslSm'da da bu tür fikirlerin egemenlinini buluyoruz. Bunlara karşı çok ciddi itirazlar da yükselmişti: Büyük matematikçi ve astronom Ömer Hayyâm: "Diyorlar ki cennetler ve huriler o ' ^ k , Orda şarap, bal, şeker, neler, neler olacak, 0 halde biz şaraba, sevgiliye tapalım: En sonunda orda da böyle şeyler olacak" diyerek ilâhiyatçılarla dalga geçiyor, "Dünyada günah işlemeyen kim, söyle! Şayet biri varsa, ne biçim? Söyle! Benden kötü iş, senden onun karşılığı; Farkın ne senin benden, a Rabbim, söyle!" rubâısiyle de "her şeye kaadir" (omnıpotent) ve "iyi" tanrı fikrinin tutarsızlığını anlatıyordu. Birer sosyal öğreti olarak dinler de gelenekler ve töreler gibi akılcı eleştiriye açık olmak zorundadır (Basra Kelâmcıları daha IslSm'ın ilk yüzyıllarında bu fikirdeydiler). Vazedildikleri zamanın ve vâzedenlerin bilgi düzeyi ile sınırlı olan dinleri günümüz bilgisinin egemen olduğu dünyada uygulamaya kalkmanın sonuçları Afganistan'da, Iran'da ve 11 Eylül olaylarında çok çarpıcı örnekler bulmuştur. Sibel Kekilli'ye saldıran veya bu saldırıları kullanan kafalar, insanlığın karanlık çağlannda doğmuş ve kafalarda donarak günümüze kadar gelmiş ilkel ve tutarsız fikirlerin sahipleridir. Sanatçı Sibel Kekilli'ye saldırmakla binlerce yıllık büyük bir sanat eseri bir Budha heykelini 'günahtır" diye havaya uçurmak arasında hiçbir farkyoktur. Birini yapan diğerinin suç ortağıdır. Cennete her şey milbah! BİLİM DÜNYASINDAN DESTEK Toplantıya aralarında TÜBA üyelerinin de bulunduğu çok sayıda bilim insanı katıldı. Yazıcı'nın açıklamasının ardından söz alan konuşmacılar akademik çalışmalarda intihal olayına sıklıkla rastlandığına ve boylesine önemli bir bilımsel ayıbın yaptırımının olmadığına dikkat çektiler. Bu bağlamda, Prof. Erdin Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu nıın "Laparoskopik Cerrahi" isimli kitabını örnek gösterdı. Bir hukukçu olarak olayı değerlendıren Prof.Dr.Aydın Aybay, intıhalin bir etik meselesi olarak değıl. hırsızlık olarak ele alınması gerektiğini söyledi ve intıhalin aslında "Bir beyin ürünunün çalınınası"ndan başka bir şey olmadığını öne sürdü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Semih Gemalmaz ise intıhalin üniversite dışına taşan bir olgu olduğuna ışaret ederek, yalnızca bilimsel eserlerle sınırlandırılmasının yanlışlığıııa değindi. Toplantıda söz alan konuşmacıların ortak görüşü şöyle özetlenebilir: Akademik etik konusunun olumsuz ve ilkesiz davranışlar sonucıı büyük yaralar aldığı ve yıpratıldığı şu gunlerde, bu ilkesizliğe karşı çıkan medeni cesaret sahibi bilim insanlarının yalnız bırakılnıaması gerekir. Reyhan Oksay Prof. Dr. Yazıcı, 16 Mart tarihinde İstanbul Tabip Odasında, Üniversite Oğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Kadir Erdin ve İstanbul Tabip odası Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy ile birlikte düzenlediği basın toplantısında başlıca iki konuya dikkat çekti. Öncelikle, yargı düzeniniıı ve bilirkişi kurumunun gerçek bir örnekte nasıl aksadığına değinen Prof. Yazıcı, ikinci olarak söz konusu davanın salt bir "DoğramacıYazıcı'ya karşı'davası olmadığını, "akademik etik" sorununun tekrar tartışmaya açılmasını sağlayan önemli bir gelişme olduğunu belirtti. BİLİRKİŞİ 'YANLI' Konuşmasında, dava ile ilgili bilirkişilerin atanmalarında ve raporlarında çok sayıda özensizlik ve yanlışlıklar olduğunu belgelerle açıklayan Yazıcı, birçok hukukçunun bu durumu "adeta kanıksamış bir tavırla olağan karşılamalarını" da korkutucu bulduğunu söyledi. Yazıcı'nın üzerinde durduğu en önemli konu bilirkişi kurumunun olaya "yanlı' olarak yaklaşmasıydı. Sözgelimi, Prof. Doğramacı'nın kitabının 1952'deki ilk baskısında Dr. Spock'a gönderme yaptığını ileri süren bilirkişi, ortada intihal olgusunun olmadığına karar vermişti. ömer Hayyam ne diyor? rinin ise "negatif enerjiyle" yiiklü olmaları gerekirdi ki fizikçi bu mümkün değil dıyor. 0 halde kara delik lıiçbir zaman kritik rotasyon hızını aşamaz. İşte bu şekilde "sağlıklı" gerçek ve "hastalıklı" kurgu dünyası arasındaki engele ulaşmış Dyson. Bununla birlikte fizikte zaman yolculuğunu engelleyen koruyucu duvarı sadece özel bir durum için tasarlayabilmiştir. Mesela Pössel bu araştırma konusunda biraz kuşkulu. Çünkü mekansal açıdan sınırlı zaman makinelerinin negatif enerjiye ihtiyaç duyabilecekleri zaten uzun bir süredir biliniyordu. Bu düşünce kuantum fiziğiyle hesaplanabiliyorsa da hiç kimse bu konuda somut bir şey tahmin edemiyordu. Dyson'un çalışması negatif enerjının varlığmı çürütmekte. Fakat negatif enerjinin fızik kurallarına aykırı olduğu dolayısıyla da zaman makinesinin üretilemeyeceğini söyleme olanağına fizikçiler daha önceleri de sahipti diyor Pössel. Bilim adamı yine de zaman yolculuğu senaryolarının String teorisiyle incelenmesiyle ılginç sonuçlara ulaşılabileceğine ınanıyor. Ama fiziğin zaman yolcularından kurtulması pek kolay görünmüyor. 0 halde bilim kurgu fılmlerindeki zaman hırsızları bir müddet daha varlıklarını sürdürebilirler. Türkçesi: Nilgun özbasaran Dede Christoph Drösser, Die Zeit 41/2003 888/5 27 Mart 2004
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear