23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

c 29 HAZİRAN 2012 CUMA EGE KONUK 3 RIDVAN SÜTÇÜOĞLU Huysuz İzmirliler! ‘Kimse kusura bakmasın; biraz huysuzluk edeceğiz; İzmirlilerin alışkanlığı böyle. Bu kentin can damarları kurumadan, havası suyu tükenmeden, içinde yaşanmaz hale gelmeden önce öyle olmak gerekiyor.’ ASUMAN ABACIOĞLU Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, son zamanlarda çok sık geldiği İzmir’de, hükümetin İzmir ile ilgili projelerine yönelik görüş bildiren sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarını kastederek, “İzmirlilerin huyunu değiştirmesinde yarar var’’ şeklinde bir yorumda bulundu. Sayın Bakan bu sözlerle sanırım İzmirlileri bir nevi huysuz olarak tanımlıyor. Bu tanımlamaya idare mahkemelerinin hakimlerini de katmak lazım; çünkü sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarının açtıkları davalarda oldukça yüksek oranlarda bu projelerin aleyhine kararlar veriyorlar. Hatta Danıştay daireleri hakimleri bile huysuzluk ediyor diyebiliriz bu durumda. Baksanıza termik santralları, AVM’leri, aşırı yapılaşma getiren turizm çevre planlarını engelleyici kararlar alıp duruyorlar. İzmirlilerin huyu kurusun ama toplumun hakkını ve hukukunu korumak gibi bir alışkanlıkları var işte. Bazı gazeteciler köşe yazılarında “Niye bu imar planları en baştan konuşulmuyor, tartışılmıyor da sonradan mahkemeye verilip davalar açılıyor?’’ diye yakınıyorlar. Yıllardır bu olayları izliyor olmasanız güzel bir soru sormuş zannedersiniz. Sanki yatırımlar ile ilgili kararlar alınırken en başından itibaren uzmanlara görüşleri soruluyor, sorulsa da dikkate alınıyormuş gibi. “Bu kente hiçbir yatırım yapılmasın mı yani?’’ sözleri ise, neresinden tutup da cevap vereceğinizi bilemeyeceğiniz kadar abes bir tutumu yansıtıyor. Bu, o kadar sığ bir soru ki karşı karşıya kalındığında insanın nutku tutuluyor. Onlara nasıl anlatmalı bilmem ki; hani biraz fazla yağmur yağınca ortalığı seller götürüyor, insanlar sel sularına kapılıp yaşamlarını yitiriyorlar ya; hani Japonya’da olsa hiçbir binanın yıkılmayacağı şiddetteki depremlerde binlerce kişi enkaz altında kalıyor, evlerini kaybediyor aylarca çadırlarda soğuktan titreşiyor, ısınabilmek için yaktıkları sobadan kaynaklanan yangınlarda ölüyorlar ya; hani tarım alanlarımız Türkçemiz... “yardım’’ sözcüğü olsun. Bu sözcüğe, ne yaparsanız yapın, addan eylem yapan ek getiremezsiniz. Dil, onun da çaresini bulmuş ve bu durumlarda “yardımcı eylem’’i yedeklemiş: etmek ve olmak. Temel olan iki tane yardımcı eylem. Yeni bir sözcük yaratmak için bu iki sözcüğü görevlendirmiş. Başka yardımcı eylemler de var; ancak onların görevi burada anılamaz. Örnek, gidedur, geliver, bakakoy… “Yardım’’ sözcüğünden eylem türetemedik; o zaman yardımcı eylem devreye girecek ve “yardım etmek’’ sözü oluşturulacak; “adam olmak, söz etmek’’ gibi. Peki, “hasta’’ sözcüğünden eylem türetebiliyor muyum? Evet: hastalanmak. Bu iş oldu ama, “yardım’’ sözcüğünden “yardımlama’’ olmadı. Şimdi gelelim son sözlerimize: “Hasta oldum.’’ demek yanlış değildir; ancak “gereksiz bir kullanım’’dır ve “Türkçeyi tanımamak’’tır. Yardım etmek, hasta olmak, rica etmek, bunlar hep doğrudur; ancak yardımcı eylem gerekli mi gereksiz mi onu da unutmayacağız! Bunlarla birlikte kavramlar yerlerine doğru otursun diye bir iki kullanımı da söylemek gerekiyor. Ya “evlilik yapmak’’a ne dersiniz? Ya “duş almak’’ ne oluyor? Bu kullanımların gerekliliğini, gereksizliğini bırakın bunlar doğru değildir; kökten yanlış kullanımlardır, Türkçeye saygısız kullanımlardır. Söylemiştik: Sözcük türetecektik. Sözcük türetemezsek yardımcı eylemden yardım istenecekti. “Evlenmek’’diyebiliyorsanız, “yıkanmak’’ diyebiliyorsanız ne işiniz var “evlilik yapmak’’ , “duş almak’’ gibi dilimizin ne yapısına ne de doğallığına uyan yanlış kullanımlarda! ABES... küçülüyor ve kendi kendine yeter bir ülke konumundan her türlü gıdayı ithal etmek zorunda kalan bir ülke konumuna geliyoruz ya; hani trafik içinden çıkılmaz bir hale geliyor, altyapı yeterli olmuyor, elektrik ve su kesintileri hayatı çekilmez kılıyor, akarsularımız, tarım alanlarımız kirleniyor, kış aylarında hava kirliliğinden soluk alamaz oluyoruz ya; hani ormanlarımız azalıyor, denizlerimiz kirleniyor, balık türleri yok oluyor, hani bütün tarihi, kültürel ve doğal alanlarımız tahrip oluyor ya; yaz aylarında yüksek yapıların arasına meltem işlemediğinden kent içinde sıcaktan bunalıp kaçacak yer arıyoruz ya; işte bu yüzden güzel kardeşim, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, hukukçular her yeni yatırımı sorguluyorlar, gerekirse eleştiriyorlar ve engellemeye çalışıyorlar. İşte bu yüzden uzmanlar, bilim insanları yatırımlar ile ilgili çarşaf çarşaf raporlar hazırlıyorlar, karşı çıkışlarının bilimsel gerekçelerini açıklıyorlar; “muhallebi gibi zeminin içine kürdan batırır gibi binalar yapmayalım’’ diyorlar. Aliağa’ya bu termik santralları yaparsanız tarımı yok edersiniz; bölgeyi bir ölüm vadisi haline getirirsiniz diyorlar. Asit yağmurlarına dikkat çekiyorlar. Alsancak Stadı’na AVM yaparsanız bir deprem sırasında kaçacak açık alan kalmayacak diyorlar. Konak Tüneli’nin zemin etüdü yapılmadı, depremde çökebilir; ayrıca kent içine araçla girişi artırarak trafiği kilitleyecek diye uyarıyorlar. Efemçukuru’ndaki altın madeni İzmir’in gelecekteki en önemli içme suyu potansiyelini kirletecek diyorlar. İdare mahkemelerinin ve Danıştay’ın saygıdeğer hakimleri de kendi ülkemizin anayasasına, yasalarına, yönetmeliklerine, altına imza attığımız uluslararası sözleşmelere aykırı yatırımların durdurulmasına karar veriyorlar. Ne yapacaklar yani, “A bu çok güzel bir yatırım; aşırı bir yapılaşma, çevre kirliliği ve deprem riski taşıyor ama gelişmenin önünde durmamak lazım. Huysuzluk etmeyelim’’ deyip izin mi vermeleri gerekiyor? İLKELER... Kim bilir hangi çıkar bağlantılarınız yüzünden siz istiyorsunuz diye toplum sağlığını, yasaları, hukuk devleti ilkelerini çöpe mi atsınlar yani? Binlerce insanın enkaz altında hayatını kaybettiği deprem sonrasında yanlış yapılaşmanın sorumlularını arayanlar, “Bu binalar niye denetlenmedi, niye uzmanlar inceleme yapmadılar, zemin etüdü yapılmış mıydı?’’ diye feryat edenler, niye yatırımlar henüz başlama aşamasındayken bu soruları sormazlar; soranları da “istemezükçü’’ diye eleştirirler? Gelişme diye nitelendirdikleri şeyin önünü tıkamamak adına mı? Felaketler olduktan sonra hesap sormak daha mı kolay geliyor bazılarımıza? “İzmir’e hiç mi yatırım yapılmasın canım?’’ diyenler olumsuzluklar yaşandıktan sonra en çok bağıranlar ve ahkam kesenler mi olacak, göreceğiz. Bu yüzden kimse kusura bakmasın; biraz huysuzluk edeceğiz; İzmirlilerin alışkanlığı böyle. Bu kentin can damarları kurumadan, havası suyu tükenmeden, içinde yaşanmaz hale gelmeden önce öyle olmak gerekiyor. SORU: “Hasta oldum.’’ , “Hastalandım.’’ bu iki kullanım da yaygın; acaba hangisini kullanmamız doğrudur? Dilde “bire bir eşleme’’ kuralı geçerlidir. Bu şu demektir: Bir kavrama birden çok ad konduğunda “anlaşma’’ sağlamak zorlaşacaktır. Dilin temel işlevi de anlaşmaksa öncelikli olarak buna uymak zorundayız. Her kavrama, her nesneye bir ad konacaktır; birden çok ad konamaz. Nasıl ki bir kişinin bir adı varsa, her nesnenin de bir adı olacaktır. Gizli örgüt üyesinin bir gerçek adı, bir de kod adı vardır. Neden? Kendi arkadaşları dışındakiler tanımasınlar, anlamasınlar, diye! Demek ki anlaşılırlığın koşuluna, “bire bir eşleme’’ denir. Peki, “hasta ol”, “hastalan” bunlardan birini kullanacağız da hangisi doğru? Şimdi onu açıklayalım: Dilimizde yeni bir sözcük yapmanın çeşitli yolları vardır: Sözcük türetmek, sözcük birleştirmek, derleme sözcük aramak, çok eski kaynaklarda kalmış sözcükleri canlandırmak... Benim bildiğim başka bir yol yok! Bu yollardan da en kolay ve yapılabilir olanı birincisidir; bu olmazsa ikinci yol denenir. Aklınıza “radyo, televizyon, römork, merdiven…’’ sözcükleri gelebilir. Bunlar ve benzeri sözcükler, dilimize başka dillerden geçmiş ve sonra da halkımız bunları kendi söyleyişlerine uydurmuşlardır. Bunlar, yapılmış yeni sözcükler değildir. Kafanızı karıştırmasın. Gelelim konumuza. Bir sözcük türetecekseniz, önce köke ya da gövdeye hangi eki getireceğiz; onu bulacağız. Türeteceğimiz sözcük addan türetilecek bir eylemse işimiz çok zor. Neden? Dilimizde addan eylem yapan ek çok az da ondan. Diyelim ki türeteceğimiz sözcük Suda Dikili modeli DİKİLİ (Cumhuriyet) Su Hakkı Kampanyası tarafından Dikili'de, “Sosyal politikalar kapsamında alternatif su hizmetleri” başlıklı bir günlük atölye çalışması gerçekleştirildi. “Mevcut su yönetiminin hukuksal zemini”, “Su hizmetlerinde olumlu (alternatif) uygulamalar ve karşılaşılan güçlükler” ile “Su yönetiminde yeni arayışlar, öneriler” konuları, üç oturumda tartışıldı. Toplantıya, CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, Urla Belediye Başkanı Mehmet Selçuk Karaosmanoğlu, Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, Avukat Arif Ali Cangı, SODEV Başkanı Erol Kızılelma ve çok sayıda konuk katıldı. Onur, “10 metreküpe kadar sudan ücret alınmasın” sloganlı Dikili modelinin diğer belediyelere de örnek olması gerektiğini vurguladı. KARABURUN ECO HOTEL Sıcak bir aile ortamında GÜNEŞ DENİZ DAMAK keyfi…. Dalgaların ve martıların huzur verici sesleri eşliğinde güneşlenmek…İyot kokusunu ciğerlerinizde hissederek denizin tadını çıkarmak İSTİYORSANIZ… Sizleri, doğanın tüm güzelliklerinin cömertçe sergilendiği İzmir Karaburun Eco Hotel’e BEKLİYORUZ…. Cumhuriyet okurlarına %10 özel indirim fırsatı... ÇELENK VE ÖZEL GÜN BAĞIŞLARINIZ İÇİN ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ www.karaburunecohotel.com Tel : 0232 731 38 4445 Gsm: 0 506 740 18 50 Op.Dr. Salih SADIK Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı 0 232 463 27 22 / 0 232 422 66 55 www.salihsadik.com.tr C MY B İzmir, İstanbul, Ankara’daki satış noktalarımızda ve Türkiye’nin her yerinden havale ile siparişlerinizde %30 kitap.cumhuriyeti.com.tr indirim Tam Gün Muayene C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear