01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

21 OCAK 2011 CUMA c PAT KA HALUK IŞIK 3 Kanat çırpan kelebekler gibi... ‘Mustafa Balbay ve diğer gazetecilere destek için İzmir’den Silivri’nin yolunu tutan yaklaşık 600 kişi, ayağa kalkıp sessizce kollarını sallıyordu...’ ASUMAN ABACIOĞLU Ergenekon davasında iki yılı aşkın bir süredir tutuklu olarak yargılanan gazeteci Mustafa Balbay’ın 17 Ocak’ta gerçekleştirilen duruşması, tarihe geçecek nitelikte unutulmayacak görüntülerle hafızalarımıza kazındı. Keşke olanak olsaydı da bu duruşmada yaşananları fotoğraf karelerinde dondurup saklayabilseydik. Orada yaşananları belgesellerde, kitaplarda yayınlayıp, hukuk fakültelerinde, gazetecilik okullarında öğrencilere ders olarak okutabilir; televizyonlarda milyonlarca insana “Bakın, bir zamanlar Türkiye’de böyle şeyler yaşandı’’ diyebilirdik. O görüntüleri belki bir kağıt ya da film üzerinde koruyamayacağız ama üzerinden yıllar geçse de o anda orada olanların zihinlerinden asla silinmeyecekler. Sadece Balbay’ı sevenler değil, orada görevli hakimler, savcılar, jandarmalar, gazeteciler de yaşananları unutamayacaklar. O duruşmanın bu şekilde gerçekleşmesinde Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun çabalarının büyük bir önemi vardı; özellikle de İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu ve diğer çalışanlarının. Onların organizasyonuyla İzmir’den 10 otobüs 16 Ocak 2011 Pazar gecesi Silivri’ye doğru yola çıktı. Yaklaşık 10 saatlik bir yolculuğun ardından en erken oraya ulaşan yüzlerce kişiden oluşan İzmirli grup, erkenden Silivri Cezaevi’nin kapılarına yığıldı. Dondurucu soğukta önce bahçe kapısında giriş kartları için beklediler sonra da içeriye girebilmek için teker yecan dolu yüzlerinden neler hissettiklerini tam olarak kimse bilemez ama salondaki tüm sevenleri onlara sevgilerini haykırmak, onlara dokunabilmek için inanılmaz bir istek içinde ellerini onlara doğru uzatıyorlardı. Ancak duruşma salonunda ayağa kalkmak, alkışlamak ve konuşmak yasaktı. Bu yüzden jandarma ayağa kalkıp alkışlama girişiminde bulunanlara müdahale ederek salondan çıkarma uyarısı yaptı. Onlar için 600 kişilik bir salona hakim olabilmek ne kadar zordu? İnsanlar uyarıları dinlediler; çünkü dışarı çıkarılmaktan ya da Balbay’ın dışarı çıkarılmasından korktular. Heyecanlarına ket vurmaya çalıştılar. Özkan ve Balbay, karşılarındaki 600 kişiye kollarını havaya kaldırıp yumruklarını sıkarak orada bulundukları için teşekkür ettiler; ama asıl salonu dolduran o 600 kişinin sevgilerini tek bir söz söylemeden nasıl dile getirdiklerini görmek her şeye değerdi. Ayağa kalkıp sessizce kollarını salladılar; gözlerinden yaşlar akıyordu. Dakikalar boyunca böyle yaptılar; bir arkadaşımın deyimiyle kanat çırpan kelebekler gibi kollarını aşağı yukarı sallıyorlardı ve salonda çıt çıkmıyordu. Okul arkadaşları, gazeteci arkadaşları, onu sadece yazılarından, konuşmalarından tanıyanlar hepsi onu sevdiklerini sessizce dile getirdiler. Görülmeye değer bir tabloydu; Atilla Sertel’in dediği gibi herkese nasip olmayacak bir sevgi seli... Keşke o anları kaydedip tüm dünyaya gösterebilseydik. Ama işte sadece tarif etmeye çalışıyoruz, elimizden geldiğince. Sönmeyen Ocaklar Kıvırcık Ali derlerdi, türküsünde “Ben tükendim gül tükendi, yol tükendi ben tükendim” derdi, kendince bir bakışı, bize değen onca sözü vardı. Siz onun türkülerini, iki kadeh üç kelam arası, kimbilir kimden dinler, sonra aynen sürdürürdünüz hayatı... İşte bu sevgili kardeş, ömrünün henüz kırkikindisinde gidiverdi. Şimdi biz bir lokmanın derdindeyken, Ali’nin deyişiyle, malı hamuduyla götürenler, bu kepazeliği yüzlerine vuracak bir çocuktan daha kurtulmanın rahatlığını yaşayabilir. Sanıyorlar... Boğazlarında bırakmak, boynumuzun borcu olsun! “Şeref ekmek bulamazken, şerefsiz bulur” derdi. O ekmeği söküp alıp çocuklarımıza yedirmek, ahdimiz olsun! Bize bir Ocak düştü, yanması için abilerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz gerekti. Ah ki Ocak, telaş kıyamet tütüyor hala... Necati Cumalı’yı andık 10. kez. Konuştukça, anlattıkça, dinledikçe, gördük ki, Urla’nın sokaklarında, hayatın ortasında öylece durmaktadır. Bu ülkenin öyküsünde, şiirinde, tiyatrosunda, sinemasında, her daim genç olarak yaşamaktadır. Anma etkinliklerinde, hemşerisi olmanın, düşüncelerini paylaşmanın, hayata aynı yerden bakmanın gereği ve sorumluluğu olarak; keşke daha yoğun, daha kalabalık katılımlar görebilseydik. Necati Cumalı gibi değerler, zaten kalabalıktır. Anlamamız gereken, böylesi buluşmalara katılmadıkça, yalnızlığımızın çoğalacağını bilmektir. 15 Ocak’ta Nazım Hikmet, 109 yaşına girdi. İzmir, yine yaptı yapacağını. Kentin her yerinde Nazım şiirleri okundu, aralarında kardeşinizin yazdığı “Hasret” de olmak üzere, adına yazılmış oyunlar sahnelendi, saz dile geldi, söz çağıldadı. “Şair Baba”nın büyük hatırası, “İzmir duruşuyla” paylaşıldı. Hep söylerim, gerçekten de bir insan hayata, bir hayat insana bu kadar mı yakışır? Bunun en güzel yanıtı, kuşkusuz Nazım Hikmet’tir. Peki, ona nasıl yakışılır? Bu soruya en anlamlı karşılıklardan birini, Başkan Aziz Kocaoğlu verdi; “Nazım Hikmet, bu toprakların insanlık bahçesine armağan ettiği en güzel çiçeklerden biridir...” O çiçek, barışın, emeğin, yurtseverliğin yakasında dolaşıyor. “Şair Baba”yı anlamak, algılamak ve ağzımızda eğreti durmamasını sağlamak, işte bunu bilmekten geçer. Hatırlatalım. Geçenlerde İstanbul’a gittim. Taksim Meydanı'ndaki otelin önünden geçerken, içim titredi. Yine bir ocak gününde, Onat Kutlar’ımızı orada koparmışlardı bizden. Ben karmakarışık yürürken, İzmir’de, bu kentin en hoş renklerinden Hanife Çetiner, toprağa veriliyordu. Ocak can sıkıcıydı. Nazım’ın dediğince, “Kafam ikinci bir adamdı yanımda” demlerinde yaşıyorsanız, insan unutmayı bir türlü hatırlayamıyordu... 24 Ocak yine geldi dayandı işte kapımıza. Uğur Mumcu’nun, Hrant Dink’in, Metin Göktepe’nin ve nicesinin kişiliğinde, “Gidenlerimiz”i anacağız. Daha kalabalık, daha kararlı ve daha dik durma günleridir. Unutmayalım ki, “Sen gelmezsen bir eksiğiz!” Hüzünle öfke, bıkkınlıkla umut birbirine karışıyor böylesi yazılarda. Hayat da böyle bir şey değil midir zaten? Gelin, ocak ateşlerinden biz umut devşirelim. Söz gelimi, İzmirli aydın ve sanatçıların, son zamanlarda sanata ve sanatçıya karşı yükselen vandalizme “Dur!” çağrısına kulak verelim. Hayat bizimse, onu temize çekecek ve ancak bir kere yaşayacağımız şu dünyayı, çocuklarımıza yakışır biçimde bırakacak duruş ve eylemlere ihtiyacımız var. Öyle ya, biz değilsek kim, şimdi değilse ne zaman? zmir’den yola çıkan 10 otobüs dolusu gazeteci, yaklaşık 2 yıldır demir parmaklıklar ardındaki meslektaşları için oradaydı. Silivri’deki ‘çıkarma’ görülmeye değerdi. teker tarama cihazlarından geçmek üzere izdiham yarattılar. Çantalar ve üst baş arandıktan sonra da duruşma salonlarının kapısına yığıldılar. Üç aşamalı giriş sürecinin ardından herkes salonda kendisine bir yer bulma telaşıyla içeriye koşturdu. Ancak, saat 9 sıralarında tamamlanan bu sürecin duruşma başlayana kadar iki saatlik bir bekleyişle daha da uzayacağı anlaşıldı. Kimse yakınmadı, yerinden kıpırdamadı. İki yıldır özgürlüğü elinden alınmış olan Balbay’ın yaşadıklarına kıyasla bunların kimse için hiçbir önemi yoktu. Herkes sabırla bekle meye hazırdı; duruşma saatini akşama kadar uzatsalar bile orada olacaklardı. Hiç bu kadar kararlı bir kalabalık görmemiştim daha önce. Duruşmayı daha önce izleyenlerin anlatımına göre ilk kez böylesine hınca hınç dolan salonda yaklaşık 600 kişi vardı. İstanbul’dan gelenler İzmirliler’in doldurduğu salona girememişler, büyük bir kalabalık da dışarıda oluşmuştu. Nihayet beklenen an geldi; herkes nefesini tuttu. Önce kolları havada Tuncay Özkan girdi salona ardından Mustafa Balbay; onların kocaman açılmış gözlerinden, şaşkınlık ve he KONUK TACETTİN BAYIR / CHP İzmir İl Başkanı Referandumun ‘Evet’çileri... şündüğü, yazdığı için kimseyi öldürmediği halde Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibi insanları içerde tutup, suçlu muamelesi yapacaksın. Bu ülkede düşünmek suç, düşünceyi eyleme geçirerek birilerini öldürmek suç değil!.. Bu nasıl bir adalet anlayışı?.. Bu nasıl bir mekanizma?.. Bu nasıl bir yürütme?.. Seçimlerden aldığı cesaretin üzerine, referandumda da istediğini alan hükümet, bu yetkisini olağan üstü kullanmakta, kendi amaç ve ilkeleri doğrultusunda gözü kara yol almaktadır. Referandumun keskin evetçi solcuları, umarım yaptıkları hatanın farkına varmışlardır. Uyan artık ey halkım uyan... Cumhuriyet değerlerini birer birer sistemli biçimde yok edenler, yargı bağımsızlığını, ordunun müdahale gücünü, üniversitelerin öğretim üyelerini, birer birer hizaya getirerek cumhuriyete son darbeyi vurma, yok etme hesaplarını hayata geçirirlerken... Uyan ey halkım uyan, gör bu gerçekleri, ülke üzerine bir kara bulut gibi çöken bu olayları. Anlat çevrene, eşine, dostuna anlat ki, cumhuriyet karşıtlarının ilk seçimlerde başımızdan çekip gitmeleri için... Çalış ey halkım çalış... Çalış ki, sen görmesen de gelecek nesiller, evlatların karanlıkta büyümesinler! Farkında mısınız, hapishaneler boşaltılıyor!.. Ne için?.. Adalet sistemimizin ne kadar çöktüğünün, çökertildiğinin net belirtisi değil midir? Yeni uygulamaya göre muhakemesi 10 yıl içinde tamamlanmamış kişileri 10 yıldan fazla tutamazsın... Vay efendim eskiden böyle bir süre de yokmuş, demokrasinin gereği olarak böyle bir karar alınmış. Ne demokrasi anlayışı ama! Onlarca insanı katliam yapar gibi katledeceksin, bir biçimde dosyanda bir evrak eksikliğinden dolayı 10 yılı dolduracaksın, sonra beraat edecek, salıverileceksin. Eli kanlı bu katilleri halkın arasına katıvereceksin. İşte hükümetin adalet anlayışı... Diğer taraftan sadece dü Tabiatı Korumama Tasarısı HASAN TOPAL Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı, dikkatle ve duyarlılıkla incelenmesi gereken bir düzenleme olup, ülkemiz doğal değerlerinin geri dönülemez şekilde yok edilmesine yol açabilecek bir kanun olma potansiyelini içermektedir. Tasarının gerekçe metninde her ne kadar, AB müktesebatına uyum esası belirtilmişse de gerçekte AB mevzuatının ve uluslararası sözleşmelerin “koruma” kavramına ilişkin etkin tavrının tasarıya hiç yansımadığı söylenebilir. Öncelikle tasarıya hakim olan genel anlayış doğal değerleri “koruma” kavramı yerine “kullanma” kavramını öne çıkaran, küresel sermayenin doğal alanları yatırım alanı haline getirmeye engel olarak gördüğü kısıtları ortadan kaldırmaya, aşmaya yönelik bir hazırlık metni olduğu ortaya çıkmaktadır. Kültürel değerle doğal değeri birbirini tamamlayan, güçlendiren bir bakış açısı yerine ayrıştıran ve farklı kamusal yararlar yükleyerek koruma kültürünü zayıflatan bir anlayış ortaya konmaktadır. Diğer yandan, tasarının adında “koruma” kavramı yer alıyor olsa da tasarı metninde oluşturulması hedeflenen “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu” ve “Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Kurulu”nun adlarında “koruma” tanımı yer almamaktadır. Bir başka ifadeyle bu kurullar tabiatı ve biyolojik çeşitliliği korumakla ilgili ve görevli kurullar değildir denebilir. Bu kurulların özerk yapıları bulunmamakta, idari sistemin bağlı bir organı olarak tanımlanmaktadır. Tasarı, koruma alanlarının etkin olarak korunabilmesini sağlayacak caydırıcı denetim araçları öngörmemektedir. Örneğin aykırı davrananlara ilişkin etkin cezai yaptırımlar yer almamaktadır. Tasarının adına, amaç ve ifadelerine bakıldığında halen yürürlükte olan düzenlemeleri güçlendiren, boşlukları kapatan, koruma alanındaki sorunları gideren bir tavır beklenirken, tam aksine var olan doğal koruma alanlarını “doğal sit alanlarını” tamamen ortadan kaldıran, bu alanların var olan doğal sit statülerine son veren ve çok sınırlı bir bölümü için yeniden değerlendirme öneren tutumuyla çok tehlikeli bir süreci başlatacaktır. Tasarının geçici 1 ve 2. maddesi ile bugüne kadar tescil ve ilan edilmiş bütün doğal sitlerin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Orman alanlarında ve orman rejimine tabi alanlarda, özel çevre koruma bölgelerinin de, milli parklarda, sulak alanlarda, doğal sit tescil kararlarının ve statülerinin ortadan kalkması, doğal sit alanlarının yaklaşık tamamına yakınının iptal edilmesi anlamını taşımaktadır. Mevcut doğal sit alanlarının yaklaşık olarak tamamına yakın bölümü bu sayılan alanlarda yer almaktadır. Tasarıyla getirilen ve gözden kaçırılmaması gereken tehlike, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun Orman Kanunu’ndan ve diğer kanunlardan daha etkin koruma getiren hükümlerinin orman, milli parklar, sulak alanlar vb alanlarda ortadan kaldırılması ile, sayılan bu alanların yatırımlara ve kullanımlara açılması amacıdır. Geçici maddelerle büyük oranda sit statülerinin kaldırılmasıyla yalnız özel mülkiyete konu alanlardaki doğal sitlerin yeniden değerlendirileceği hükmü getirilerek tabiat ve ekosistemin, peyzajın bütünlüğü göz ardı edilmektedir. Tasarı ile “Ekolojik Etki Değerlendirmesi” adı altında henüz yönetmeliği ve nasıl işleyeceği belirli olmayan bir süreç getirilmektedir. Bu yaklaşımla da bugüne kadar ÇED yönetmelik ve mevzuatına göre çevrede yaratacağı sorunlar nedeniyle uygun görülmeyen faaliyetler için, kolaylaştırıcı bir süreç öngörülmektedir, ÇED işlevsiz kılınmaktadır. Tasarının genel mantığının koruma kavramını değil, kullanma kavramını esas alarak düzenlediği sonucunu ortaya koymaktadır. Gerek tanımlar gerekse geçici maddeler ve gerekse öngörülen kurullar için getirilen tanımlar bu anlayışı ve sonucu ortaya çıkarmaktadır. Tasarının ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin amaçlarına tam olarak uygun olduğu söylenemez. Bu haliyle, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca düzenlenen “Kentleşme Şurası” kararlarına ve şura kararları kapsamında hazırlanmış olan “Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planına” da aykırıdır. Ayrıca Anadolu’nun sahip olduğu endemik bitki ve hayvan türlerinin sayısının bütün kıta Avrupasından daha çok olduğu dikkate alındığında bu tasarıyla bu zenginliğin de büyük tehlike altına gireceği açıktır. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı geri çekilerek, doğal sit alanlarının ve eko sistemlerin korunmasını sağlayacak, uluslararası sözleşmelerin kavram ve mantığına uygun, aklı ve bilimi esas alan katılımcı bir anlayışla ve koruma alanında özerk kurumlar öngören bir yaklaşımla, doğal değerlerin ve ortamların korunmasını etkin olarak sağlayacak yeni bir yasal düzenlemenin gündeme getirilmesi hedeflenmelidir. [email protected] C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear