Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
17 EYLÜL 2010 CUMA cEGE P ATİKA HALUK IŞIK 3 Durum, Hüzün, Düğün... AĞIRLIK ÇÖKMEDEN... ASUMAN ABACIOĞLU Bizi uzun süredir meşgul eden referandum ile dört günlük bayram tatilini geride bıraktık; artık hayatın gerçeklerine dönebiliriz. Yoksulluk yüzünden intihar eden babalar gibi, sokakta ölüsü bulunan Ulaş Mahir İnan adındaki 20’li yaşlarındaki o evsiz gibi, aile meclisi kararlarıyla işlenen namus cinayetleri gibi, ataması yapılmadığı için inşaatlarda çalışan öğretmen adayları gibi konulara… Yani aslında konuşacak çok şey var. Sıranın bunlara gelmesine memnunum. Ancak bir de göz ardı edemeyeceğimiz bir şey var; Güngör Uras, referandum sonucunu değerlendirdiği yazısında, “Demek ki iş ve aş halkımız için önemli değilmiş” diyor. Bunca yoksulluğa, işsizliğe, geçim sıkıntılarına rağmen belki de insanlar durumlarından o kadar da mutsuz değiller. Bu ülkede yaşayanların büyük bölümünün anketlerde “mutlu” çıktığını unutmayın. Kendileri de hayatlarından memnun olduğuna göre, belki de sıra asla bu konulara gelmeyecek. Ama ben her bayram tatilinde, gazeteler çarşaf çarşaf tatil ekleri vererek gezilecek yerleri tanıtırken, bazen dört bazen de hafta sonlarıyla birleşerek dokuz güne çıkan bu uzun dinlenme sürelerini çalışarak geçirmek zorunda olanları düşünürüm. Genellikle kimsenin dikkat etmediği görünmeyen insanlardır bunlar; otellerdeki garsonlar, temizlikçiler, otobüs şoförleri, mağazalardaki “satış görevlileri’’, kasiyerler, kısaca tatil süresince açık olan tüm işletmelerde çalışan görevliler. Birçoğu asgari ücretle çalışır ve iş güvencesi olmadığından bırakın tatilde çalışmaktan yakınmayı işi olduğuna şükredecek durumdadır. Bahse girerim ki hemen hepsi de yüksek okul mezunudur. Yasal haftalık çalışma sürelerini çoktan aşarlar ve bunun karşılığında fazla mesai almazlar; böyle bir şeyi düşünmek bile hayal olmuştur çünkü zamanımızda. Sendika, toplu sözleşme ve grev onun için. Neden öldüğünü çok merak ettim; neden sokakta yaşadığını ve nasıl olup da böyle bir hayata sürüklendiğini.. Bir insanı yetiştirmek ve o yaşa getirmek ne zordur; o yaşta bir gencin heba olup gitmesi ne acıdır. Belki de Ulaş, üniversite mezunuydu ve iş bulamıyordu kim bilir? Üniversite sınavına giren 1.5 milyon gençten biriydi belki; kazanıp bir üniversiteyi bitirmişti ve işsizliğin pençesindeki binlerce üniversite mezunundan biri olarak hayata tutunmaya çalışıyordu. O da bu ülkenin gerçek sorunlarından biriydi işte; ama sıra bunlara gelmiyordu bir türlü. Yine belki ülkemizde sayıları giderek artan kadın cinayetlerine gelir sıra artık. Bu konu üzerinde araştırmalar, tartışmalar yapılır; önlemlerden konuşulur. Kadını ikinci sınıf gören ve en az üç çocuk doğurması gerektiğini düşünen bir zihniyetle nasıl olacaksa bu artık? Kadının mağduriyetini sadece “başını örtememesi’’ olarak gören bir zihniyetle? Bu zihniyetin toplumu ele geçirmesiyle namus cinayetleri büyük oranlarda artış gösterirken, Anayasa’da yapılacak bir değişiklik kadını cinayetlerden, ezilmekten, ikinci sınıf vatandaş olarak hor görülmekten kurtarır mı dersiniz? Öncelikle kadınlar bu sorunları hak etmediklerinin farkına varıp direnmedikten sonra nasıl olacak bu? Çok geç olmadan bütün bu konuları konuşabilecek miyiz acaba? Bütün bunların birer sorun olduğunu unutturacak bir ağırlık çökmeden üzerimize? sözcükleri, çok uzak zamanlarda kalmış, kullanımdan kalkmış bir şeyleri çağrıştırıyor sanki kulağımızda. Sonra İstanbul’da sokakta ölüsü bulunan Ulaş Mahir İnan adlı o gence takıldı aklım; internet sayfalarında küçük bir haber olarak geçiyordu. Adı gerçekten böyle miydi bilmiyorum ancak eğer doğruysa adını koyarken ailesi kim bilir ne umutlar besliyordu Özetlersek eleştiriler şunu söylüyordu; “9 Eylül üstüne, referanduma dair birşeyler söyleyeceksin diye beklerken, sen hiçbir şey yazmadın. “Dostlarımız ilk bakışta haklı sayılabilir. Ama siz bu köşeden, 9 Eylül’e dair, yıllardır çok şey okuyorsunuz. Bu yazılardan bir bölümünün, hele “Sen İzmir dersin...” adlı şiirimin, geniş biçimde dolaşıyor olması da, onur verici. Öte yandan, referanduma dair tavrını baştan bu yana olabildiğince net biçimde ortaya koymuş, yazmak yanında birçok platformda dillendirmiş bir arkadaşınız olarak, zaten daha fazla söyleyecek bir şey de yoktu. Geçen hafta, sevindirici biçimde çok yoğun ilan vardı ve Serdar Kızık, bir kereliğine hepimiz adına yazdı. Bu gazete, hiç olmazsa özel günlerde ilan vb. ile destekleniyorsa, o anlık köşeye çekilmekte beis görmem, görülmemelidir. Durum budur, sevgili okurlar. 9 Eylül için ne yapılsa azdır. Esarete ilk kurşunu, kurtuluş uğruna son kurşunu atmış bir kentin “doğumgünü” kuşkusuz sıradan kutlanmaz, kutlanamaz. Birazcık emeği geçenlerden biri olarak söylemeliyim ki, bu yılın kutlamalarının böyle değerlendirilmemesi adına, elden gelen yapılmıştır. Bu yıl, dar zamanda birçok neden için kutlama yapıldı. Fuar, Şeker Bayramı, 9 Eylül sevinci derken, bu ülkenin birkaç ayına ve her açıdan malolmuş referandum koşuşturmaları her yanımızı sardı. “88 Yıldır Aynı Duruşla” ana temasının içi olabildiğince doldurulmaya çalışıldı. “3 Kitap 1 Kent” paneli, gerçekten müthişti. Gelememiş olabilirsiniz, ama gidin APİKAM’dan (Eski İtfaiye diyenler de var hala!) o kitaplardan edinin. “Maşatlık’tan Kurtuluşa” CD’nizi alın. Peki, Vasıf Çınar’dan Gündoğdu’ya kadar uzanan “Bir Kurtuluş Destanı” adlı sergiyi gezdiniz mi? Gezmedinizse, ne duruyorsunuz, niye çocuklarımıza gençlerimize göstermiyorsunuz? 9 Eylül’de, Cumhuriyet Meydanındaki törenlerde de, aynı tema işlendi. Gazi Ayşe, Bedia Muvahhit, Benal Nevzat (ve kadınlar, bizim kadınlarımız...) başta olmak üzere, İktisat Kongresinden ilk futbol gece maçına, ilk “İzmir Lokması”nın dökülmesinden ilk tüp bebeğimiz Ece’ye... İzmir’in ve ülkemizin “ilk”lerini andık. Tatil, bayram falan demeden, yine de İzmirlililer meydandaydı. Siz aralarında olmamışsanız, ne beis, araştırmanız ve öğrenmeniz için, her türlü olanak hazırdır. Öyle ya, bir kenti bilmeden, öğrenmeden, ruhunu ve duruşunu içselleştirmeden, söyler misiniz bir kent nasıl sevilir? Referandum bitti, sonuçları yüzdeler halinde duyuruldu. Bunlar üstüne sayfalarca yazabilirim. Sırası geldikçe tartışabiliriz, tartışacağız da. Benim şimdilik sizden isteğim, referandum sonuç yüzdelerini; ülkemizin okuryazar, alt üst gelir, gazete kitap tüketimi, barınmabeslenmegiyim ve sıralamakla bitmez ve bir ülkenin gelişmişliği adına fotoğrafı “şırrrak!” diye çeken öteki yüzdeleriyle karşılaştırmanız ve sonuçları bir de bu açıdan değerlendirmenizdir. Umutsuzluktan değil, ne münasebet! Bizi görece sayısal sonuçlar, acınası kumpanyalar –pardon kampanyalar, demogojik söylemler ikna edemez. Hatta bu durumu, bir “ara temizlik” olarak değerlendirmek gerek. Ya da, bulunduğumuz noktanın fotoğrafının rötuşsuz çekilmesi. Bir gece önce, Yıldız İlhan yoldaşımın kızı Tutku ile damadımız Faruk’un düğün yemeğindeydik. Her kadehimi, onlara ve ülkeme kaldırdım. Non Pasaran! halukisik@gmail.com C M Y B C MY B