Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
20 AĞUSTOS 2010 CUMA cEGE P ATİKA HALUK IŞIK 3 Tiyatro Buluşmalarında Bir Ezberbozan... İnsan, kendini bir sanat yapıtı haline getirebilir mi? Evet, bu konuda iddialı sanatçılar olduğunu biliyoruz. Bedenini tual haline getiren, performansını kendi üzerine kuran, yapıtlarında hep kendinden yola çıkan birçok ad sayabiliriz. Peki, bir insan kendini bütün bunlarla birlikte ve bunların dışında nasıl “sanat yapıtı” haline getirebilir? Bunu, Seferihisar’da düzenlenen 4. Türkiye Tiyatro Buluşmaları’nda bir daha gördüm, tanık oldum, tanıştım. Şimdi iyi arkadaşlarımdan biridir. Geçen haftaki Patika’da anlatacağım demiştim, anımsarsınız. İşte bu yazının ana konusu o olacak; tiyatro oyuncusu Esmeray. Bir zamanların, ünlü “Gel Teskere...” şarkısını söyleyen şarkıcısı Esmeray değil elbette. Gerçek kimliğini bulmadan önceki adı Mehmet’miş. Kars’lı. İstanbul’da yaşıyor. Birçok işten sonra, nicedir midye satarak, dahası yazdığı oyunları sahneleyerek, pek yabancısı olduğumuz (yabancısı olduğumuz?) bir kimlik ve duruşla, “ben de varım” diyor, herkese ve herşeye rağmen, bilinci ve örgütlülüğüyle ayakta kalmaya çabalıyor. Doğrusu ya, bunu da herşeyden önce, çok sağlam ve ödünsüz bir dünya görüşüyle yerine getiriyor. Esmeray, bir travesti. Onu, yazdığı, yönettiği ve oynadığı “Cadının Bohçası”nda izledim. Sığacık Kalesi'nde, gıpta edilecek bir izleyici kalabalığıyla birlikte, her sahne geçişinde olduğu gibi, oyun sonunda da ayakta alkışlayarak. Diksiyonu, iyi bir eğitimi zorunlu kılıyordu. Beden kullanımı açısından, oldukça sorunluydu. Oyunu, dramaturgi açısından elden geçmeliydi ve daha birçok şey... O zaman Esmeray’ı bu denli anlatmamın gerekçesi ne olabilir? Çünkü bir sanatçının yapması gerekeni yapıyor, kanıtlıyordu; ezberleri parçalamak, sanat sayesinde hayata yeniden bakmamızı sağlamak, sokağa çıktığımızda içimizde bir şeylerin değiştiğini, dışımızda birçok şeyin değişmesi gerektiğini hissettirmekten ibaretti yaptığı. Biliyorum, siz “Esmeray, bir travesti” tümcesinde kaldınız. İtiraf edin, aklınıza gelen nedir? Gazetelerde, ekranlarda yolunu bularak “eşiği” atlayıp, halkımız tarafından kabul görenler, onları çılgın gibi alkışlayanlar mı? Yoksa, iki günde bir, bir yerlerde öldürüldüğünü, öldürenlerin “erkek erkek” dolaştığını ve bu ülkenin çoğunluğunun, öldürenleri aferinlerle ödüllendirdiğini mi? Yoksa, bu nasıl bir işbirliğidir ki, cinsel tercihini “sömürü malzemesine” dönüştürenleri, onlarla sözümona “dalga” geçerek, aşağılayarak, ama kuşkusuz onlarla berbat ortaklıklar kurarak, karşılıklı rant oluşturan kemirgenleri mi? Söylenecek ve yüzleşilecek çok şey var, şimdilik bu kadarıyla yetinelim. Esmeray, kendi hayatından yola çıkarak, ama asla çirkinleştirmeden, çirkinleşmesine izin vermeden, sanatını bir hesaplaşma aynası olarak bize sundu. Zaten sanatın asıl işi de buydu. İzlemenizi isterdim. Duyarlı bir sanat emekçisinin, cinsel tercih lanetlemelerinden Kürt sorununa, ayrımcılıktan insan olarak varolma savaşımının encamına, şiddet kültüründen vandallığa, yoksulluktan aşka, nasıl bir ülke fotoğrafı çektiğini görmenizi isterdim. Bu kadarla da değil, onun Tiyatro Buluşmalarındaki söyleşisini dinlemenizi isterdim. Bir ezberbozucuydu ve hepimizin böyle yiğit ve onurlu insanlara ihtiyacımız var. Hala “travesti”de kalmış gibisiniz, değil mi? Benim, bin yıllık koşullanmışlıkla, hala sormama şaşırıyorsunuz, değil mi? Esmeray’dan, “hayır”ın erdemine dair bir boyut edindim. Cümlesine, bir de bu açıdan, elbette HAYIR! halukisik@gmail.com PARANOYA HAYAT KURTARABİLİR! ASUMAN ABACIOĞLU 17 Ağustos 1999’da sabaha karşı saat 03.00 sıralarında İstanbul’da deprem olurken İzmir’in Bostanlı semtindeki bir evde beşik gibi sallanarak uyandığımızda, facianın boyutlarını henüz bilmiyorduk. Sabah olayın korkunçluğu ortaya çıktığında, en kısa zamanda deprem açısından güvenli bir zeminde tek katlı bir eve taşınma kararı aldık. Bu kararımızı gerçekleştirdiğimizde bu kez İzmir’de meydana gelen, büyüklüğü 6’ya yakın bir depremde o şiddette sarsılmayı hiç beklemiyorduk. Ne de olsa kayalık ve sağlam bir zemin üzerindeydik. Biz bu kadar şiddetle sarsılıyorsak, muhallebi gibi bir zemin üzerinde yapılan yüksek binalar kim bilir ne haldeydiler. Sarsıntının o derece şiddetli olmasının nedeni kısa zamanda anlaşıldı. Biz yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş ve bir fay yumağının ortasına düşmüştük. O zaman anladık ki İzmir’de depremden kaçılabilecek bir yer yoktu; depremle birlikte yaşamak zorundaydık. Seferihisar’daki depremden sonra insanlar aylarca çadırlarda uyudular. O günlerde oynak bir fay hattının üzerinde yaşamanın iyi ve kötü taraflarını tecrübe ediyorduk. hattının üzerinde yaşamanın iyi ve kötü taraflarını tecrübe ediyorduk. İyi tarafı; depremin önce sesini duyuyorduk. Bu da bize kendimizi dışarı atmak için zaman sağlıyordu. Kötü tarafı ise, bu seslerin çok kısa aralıklarla devam etmesiydi. Bir ara, neredeyse hiç durmuyorlardı. Bu sesleri tarif etmek pek kolay değil; yerin altından koskocaman bir tren geçiyormuş gibi denebilir. Ses, önce uzaktan gelmeye başlıyor ve sonra birbirine sürtünen katmanların yarattığı enerji, yuvarlanarak büyüyen kartopu gibi genişleyerek ve yankılanarak yaklaşıyordu. Tam altınıza geldiğinde ev önce hafifçe kıpırdanıyor, çatırdıyor, siz bu işin sonunun nereye kadar gideceğini endişeyle beklerken ya hızlı bir sarsıntı başlıyor ya da titreşimin ardından sessizlikle karşılaşıyordunuz. Yer kabuğuna yakın olmanın depremi böyle yakından izlemek gibi sonuçları oluyor işte. Sürekli bir felaket durumunda yaşamak gibi bir şey bu. SORULAR SORMAK Bu işin kötü taraflarından biri de, kulağınızın sürekli kirişte olması. Her sesi, her titreşimi depremin homurtusuna benzetmek insanda bir paranoya yaratabiliyor. Ama burası İzmir ve deprem kaçınılmaz. Paranoya ile yaşamak zorundasınız. Eviniz yeterince sağlam mı? Çocuğunuzun gittiği okul depreme dayanıklı mı? Zemininiz ne halde? İşyeriniz kaç şiddetinde bir depreme dayanabilir? Deprem sırasında ne yapmalısınız? O kargaşa sırasında yakınlarınıza nasıl ulaşacaksınız; bir planınız var mı? Deprem çantanız kolay ulaşılabilir bir yerde hazırda duruyor mu? Bu soruları kendinize sormayalı ne kadar zaman oldu? Çok mu? Öyleyse sormaya başlayın. Çünkü paranoya, hayatınızı kurtarabilir… FAY YANILGISI İzmir’in de en az İstanbul kadar büyük şiddette bir depremin tehdidi altında olduğu uzmanlarca açıklandığında, “İzmir’de faylar kısa olduğu için sık sık sarsılırız ancak büyük bir deprem olmaz’’ yanılgısının da sonu gelmiş oldu. Hele kısa bile olsa kırılan bir fayın yakınındaysanız, zemin ne kadar sağlam olursa olsun depremin şiddeti oldukça etkileyici düzeyde meydana geliyor. Bunu, SeferihisarYelki fay hattının üzerinde yaşayan biri olarak kesin bir şekilde söyleyebilirim. Seferihisar’da apartmanlar çatlayıp balkonlar yerinden ayrıldığında Yelki’de herhangi bir hasarın meydana gelmemesi, büyük olasılıkla yapıların tek ya da iki katlı olmasından kaynaklanıyordu. Zeminin daha sağlam olması da hasarı önlemişti. Ancak Seferihisar için bunu söylemek pek mümkün görünmüyordu. Buralarda üst üste meydana gelen depremler zeminin ve yapıların yüksekliğinin önemini ortaya koyuyordu. Sağlamlığı şüphe uyandıran yapıların hasar görmemesi ancak böyle açıklanabilirdi. Seferihisar’da depremden sonra insanlar aylarca çadırlarda uyudular. Sarsıntıların artçı mı yoksa öncü mü olduğunun pek belli olmadığı o günlerde, oynak bir fay MARMARİS YEREL RADYODA TÜRKÇE EZAN MEHMET EMİN BERBER MARMARİS Marmaris’te yayın yapan Park FM Radyosu, iftar vaktini Saadettin Kaynak tarafından Saba makamında okunan Türkçe ezanla haber veriyor. Radyonun Genel Yayın Yönetmeni Necdet Demiray, amaçlarını, “Bizim radyoculuk anlayışımız çağdaş ve evrensel bir radyoculuk anlayışıdır” sözleriyle özetliyor. Ramazanın ilk gününden itibaren “Marmaris için iftar vaktini bildiriyoruz” anonsunu yaptıktan sonra Saadettin Kaynak’ın taş plağa okuduğu Türkçe ezanı dinleyenlerine duyurduklarını söyleyen Demiray, “Radyoculuk yalnızca müzik yayını yapmak değil, aynı zamanda toplumu bilgilendirmek, toplum değerlerinin en iyi ve en çağdaş yönlerini sunmaktır. Anayasamızda ibadet etme özgürlüğü vardır” diyor. URLA YAREN’DEN ATATÜRK BÜSTÜ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Urla Belediyesi ve Yaren Vakfı işbirliğiyle yaptırılan Atatürk büstü törenle açıldı. Belediye Başkanı M. Selçuk Karaosmanoğlu, “Bu güne kadar pek çok açılış gerçekleştirdim ancak Atatürk büstünü açmaktan ayrı bir mutluluk ve onur duymaktayım. Atatürk ve kurduğu cumhuriyete yönelik tehditlerin arttığı bu günlerde bu büstün açılışı bizler için ayrı bir anlam taşımaktadır’’ dedi. Yaren Vakfı adına konuşan Melek Çakus da, “Atatürk gibi bir lider başka hiçbir yerde yok. Benzer çabalarımız sürecek’’ diye konuştu. KALBİNİZİ KORUYUN ÇELENK VE ÖZEL GÜN KALP VAKFI Tel: (212) 212 07 07 ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ C M Y B C MY B TÜRK BAĞIŞLARINIZ İÇİN