Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
11 HAZİRAN 2010 CUMA cEGE P A TİK A HALUK IŞIK 3 Durum ya da Dürüm Kaç kez yazdım, daha kaç kez yazarım bilmem; bize umutsuzluk yakışmaz. Umut bize hayatın ve sanatın, insanlığın varolduğu günden bugüne biriktirip bıraktığı, bir büyük mirastır. Bu miras, bilimden, sanattan, felsefeden, aydınlanmadan, çağdaşlıktan, direniş kavgalarından ve onların yiğit önderlerinden, adsız kahramanlarından emanettir. Umutsuzluğa kapılanlarımız varsa, biraz tarih okuması yapmalıdır. Rivayetlerden, masallardan, menkıbelerden, olur olmaz yerde söz arasına sıkıştırılan atasözlerinden, şiir parçalarından söz etmiyoruz. “Okuma” sözcüğü, o nedenle bilinçli olarak kullanılmıştır. Evet, bize umutsuzluk yakışmaz. Bunun için güncelin dışına çıkmak, olaylara, olgulara ve kişilere, iki adım geriye çekilerek bakmak gerekir. İşte o zaman, halk yardakçısının (popülist), laf ebesi ya canbazının (demagog), aslında ne demek istediği, ne yapmaya çalıştığı daha iyi görünür. Çünkü böylelerinin, günü ve gündemi değiştirmekten, en ucuz, en yavan, en sıradan tümceler kullanıp, “kitle ruhuna” yapışmaktan başka bildikleri hiçbir şey yoktur. Sanırlar... E, inanmıyorsanız, tarihe bakınız. Bugünlerde “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı”nı okumalıyız. Olup biteni, oldurup bitirmeye çalışanları algılamamıza yardım edecektir. Yanında “Dinle Küçük Adamı” da ihmal etmemeliyiz. Her iki yapıtın yazarı Wilhelm Reich’i okurken, büyük olasılıkla, “Aa, adam bizi anlatıyor!” diyeceğiz. Ben aynı duyguya, mesleğim adına, Peter Brook’un “Boş Alan”ını okurken kapılıp; özellikle “Ölü Tiyatro” bölümünü okuyunca, “Adam herhalde, tebdili kıyafetle bizim ülkenin tiyatro coğrafyasında dolaşıp yazdı bunları” demiştim. Çünkü akıl tutulması, cehalet ve kuruma ya da “kurum tutma” evrenseldir. Özneleri değişse de, tezahürleri değişmez. Konu dağılmaya başladı. Biz halk yardakçılarından, laf ebeleri ya da canbazlarından söz ediyorduk, değil mi? Suratlarındaki boyayı gözümüze sürüp, hayatı, sanatı, olup biteni doğru görmemizi ve algılamamızı engellemeye yeltenenlere karşı en iyi yöntem, işe doğru sorularla başlamak ve ısrar etmektir. Verdikleri ya da veremedikleri yanıtlar, umudumuzu diriltecek ve bulunduğumuz noktayı gösterip, yapmamız gerekenleri anımsatacaktır. Bugün... Otuz maden işçisi “güzel öldü” diyebildiler, ikisinin naaşı hala bulunamadı. Engelli bir çocuk, cinci hoca “tedavisinde” öldü, hoca serbest bırakıldı. Bir çocuğun kafası, okul kapısına sıkıştı, öldü. Bir yerlerde, üç kadın aynı gün kendini astı, öldü. Gazze’ye “yardım”a gittiler, dokuzu öldü. Depremde onlarca insan öldürülmüştü, şimdi fay hattına imar izni çıktı... Öf, sıkıldım! Kaç ölüm, kaç soru, kaç loşluk, kaç boşluk? Kaç günü ve gündemi değiştiren çılgınlık, kaç yalnızca “izlemekle yetinmek” geçiştirebilir bu soruları? Bakın, yoldaşım, dramaturgum Mustafa Balbay, bu yazıyı okuduğunuzda 463 gündür içerdedir! Bu ülkenin yurttaşı olarak soruyorum, suçu ne, kanıtları ne, tutukluğunun artık cezaya dönüşmeye başlamasının gerekçeleri ne? Hepsi önyargısız sorulardır, peki yanıt ne? Asıl vehamet, yanıtsızlığa alışmaktır, kanıksamaktır. Sanat örgütleri, sivil toplum teşkilatları (ne demekse!), olması gereken adlarıyla “demokratik kitle örgütleri”nin asıl işi, bunları dillendirmek olmalıdır. Ya durumu sormayacağız, ya da önümüze dayatılanları, güncelin dürümüne sarıp yiyeceğiz... Sanıyorlar. Benzerleri tarihin dehlizlerindedir. Yalnızca ölümü kutsamışlardı, hazindir... Bırakınız bağırsınlar!.. ASUMAN ABACIOĞLU Üniversite yöneticilerinin, liseyi bitirerek artık üniversiteli olmuş öğrencilerin bilgi, görgü, beceri ve sosyal konularda görüş sahibi olma gibi alanlardaki yetersizliklerinden yakındıklarında, özellikle vurguladıkları bir başka eksiklik daha vardır; ifade yetersizliği. Bir toplumun en dinamik ve en muhalif olması beklenen kesimi olan 1718 yaş grubu gençliğin, kendisini ifade etmede büyük güçlükler yaşaması o toplumun geleceği için pek doğru bir şey olmasa gerek. İlköğretim okullarından başlayarak lisede de geçerli olan eğitim sistemimiz çocukları ve gençleri sınavlara boğarak başka alanlarda kişisel ve sosyal becerilerini geliştirecek zaman ve olanak tanımıyor. Buna çocuğa görüşlerini açıkça dile getirme fırsatı tanımayan aile içi geleneksel eğitim tarzını da eklediğinizde toplumumuzda konuşan insan yetişmesinin ne kadar zor olduğunu anlayabilirsiniz. Tabii burada toplumun üzerine bir kabus gibi çöken 12 Eylül darbesinin özgürlükçü kesimler üzerinde yarattığı, etkisi hala devam eden daraltıcı ve kısıtlayıcı baskı ortamını da anımsatmak gerekiyor. Gençlerin konuşamamasından bu kadar yakınılırken, konuşabi ERKESİN DÜŞÜNCESİNİ SÖYLEME HAKKI, YASAL GÜVENCE ALTINDADIR. ÜSTELİK BU HAK, YALNIZCA ‘HOŞA GİDEN’ DÜŞÜNCELER İÇİN DEĞİL, HEPSİ İÇİN GEÇERLİDİR... lenlerin de biraz seslerini yükselttiklerinde polis tarafından ağzı kapatılarak karga tulumba yerlerde sürüklenmesine, bu gerçeğin değişmesini isteyenlerce itiraz ediliyor. Çünkü aslında sadece eleştirmek yetmiyor, buna itiraz edilmesi de gerekiyor. Avukat Noyan Özkan, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal’a gönderdiği dilekçede “Toplantı ve gösterilerde, doğrudan barışçı protesto eylemlerinde güvenlik güçlerinin evrensel ve Anayasal özgürlüklere uyum sağlamasını ve özellikle bağıran yurttaşların ağızlarının kapatılmaması”nı istiyor. Yani kısaca, konuşmayan bu toplum içinde konuşabilme, görüş ve düşüncelerini dile getirebilme cesareti bulan, söyleyecek bir sözü olanların engellenmemesi gerektiğini dile getiriyor. Çünkü zaten bunu başarabilen kişi sayısı fazla değil. Çevresinde olup bitenlerle ilgili bilgisi olmayan, yeterince kitap okumayan, bir dilekçe yazmada bile problem yaşayan, bilgisi ve görüşü olsa dahi bunu söze dökmede sıkıntıları olan, problemlerini konuşarak çözmekten ziyade kavga etmeyi, saldırmayı ve kaba kuvvet uygulamayı tercih eden bir toplumda konuşmaya çalışanlara biraz saygı gösterilmesini beklemek yanlış olmasa gerek. Avukat Özkan, dilekçesinde, düşüncelerini açıklamak ve devlet yetkililerini protesto etmek isteyen duyarlı yurttaşlara sıklıkla polis, özel güvenlik veya jandarma şiddeti uygulandığını, hatta bu tip müdahalelerin adeta bir devlet geleneği haline geldiğini vurguluyor. Örnek olarak, bir üniversite salonunda sözlü protesto eylemi yapan bir öğrencinin anında gözaltına alınmasını, ağzının kapatılmasını ve tekme tokat salon dışına çıkarılmasını gösteriyor. Bunca yasa, uluslararası sözleşme, genelge, yönerge ve eğitim çalışmalarına karşın güvenlik güçlerinin hala eski kötü alışkanlıklarını devam ettirmesine karşı çıkıyor. “Bunca yoksulluk, işsizlik, ayrımcılık ve siyasal baskı altında olan yurttaşların ağızlarının kapatılmasına hayır. Bırakınız bağırsınlar’’ diyor. Oysa başta Birleşmiş Milletler insan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere, Türkiye’nin imzaladığı birçok uluslararası sözleşme herkese söz söyleme özgürlüğü H veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25. maddesi, “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz’’ der. 26 maddede de “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” demektedir. Üstelik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, bir kararında işaret ettiği gibi bu hak sadece “hoşa giden’’ düşünceler için değil “Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden’’ görüşler için de geçerlidir. Bu hakkının var olduğu en küçük yaştan itibaren toplumun tüm bireylerine, aileleri ve öğretmenleri tarafından, üniversite çağında da üniversite yöneticileri tarafından anlatılmalıdır. Avukat Özkan’ın dilekçesinde söylediği gibi söz konusu evrensel ve anayasal ilkeler, tüm mülki idare amirlerine ve güvenlik güçlerine öğretilmeli ve uygulanması titizlikle denetlenmelidir. halukisik@gmail.com C M Y B C MY B