23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

30 NİSAN 2010 CUMA c P A TİK A HALUK IŞIK 3 Başkanlar kaldırıma çıksın! Yaşlı bir kadının koluna girerek veya engelli bir yurttaşla kentte dolaştıklarında, yürüyüşün hava almaktan ziyade bir eziyete dönüştüğünü onlar da görecektir. Çünkü kaldırımlar, hiç de ana caddelerdeki gibi değil... ASUMAN ABACIOĞLU İzmir, bildiğiniz gibi Türkiye’de “kadın dostu” seçilen altı kentten birisi. Bir kentin kadın dostu olmasının çok sayıdaki gerekliliklerinden biri de sokakların, parkların, durakların ve kaldırımların kadınlar tarafından güvenli, rahat ve kolay kullanılabilir olması. Diğer gereklilikleri başka bir yazı konusu olarak saklı tutarak, bir tek kaldırımlar yüzünden bile İzmir’in yeterince kadın dostu olmadığını söyleyebilirim. Bana inanmayan değerli belediye başkanlarından 80 yaşında bir kadının koluna girerek kentin kaldırımlarında yürümelerini öneririm. İşin kolayına kaçmadan; ana caddelerin “ele güne karşı göstermelik’’ olarak düzenlenmiş, çiçeklerle donatılmış geniş kaldırımlarından değil, özellikle gözden uzak ara sokaklara girmelerini isterim. Şöyle yarım saat 45 dakika kadar bu yürüyüşlerini sürdürmeye gayret etmelerini özellikle de rica ederim. Ben bunu her hafta yapıyorum, bu yüzden hem yaşlı kadınlar için hem de onlara refakat edenler için “hava almak”tan ziyade bir “eziyet’’ haline gelen bu yürüyüşlerle ilgili bir ön bilgiyi değerli belediye başkanlarına sunabilirim. Bir kere her hafta yaşadığım bu sıkıntılı süreç sırasında, sürekli olarak sökülüp yenilenen ve bazen belediyelerin tek yaptığı iş buymuş gibi bir izlenim yaratan kaldırımların tekerlekli sandalye ile dolaşmaya çıkan bir engellinin, yola devam edemeyeceği için geriye evine dönmekten başka çaresi kalmıyor. Yaşlı bir kadın ise park etmiş araçların arasından kendisine karşıdan karşıya geçebileceği bir aralık bulmak için epeyce dolaşmak zorunda kalıyor. Ara sokaklarda kaldırımlar zaten iki kişinin yan yana yürüyebileceği genişlikte oluyorlar. Bu dar kaldırımda 80 yaşında biriyle yürürken, park eden araçlar da geçişi kapattığında, arkanızda uzun bir kuyruk oluşabiliyor. Bu durumda kenara çekilip arkada birikenlere yol vermek gerekebiliyor. Bildiğiniz gibi bizim ülkemizde motorlu araçlar, yayalardan her zaman önde geliyor. Yolda geçiş hakkı araçlarındır. Kaldırımlar, zaten dar olan ara sokaklarda araba yoluna daha fazla yer bırakmak amacıyla mümkün olduğunca daraltılıyor. Bu durumda biz yayalar, daracık kaldırımlarda başka yayalarla karşılaştığımızda bile istemeden kendimizi yola atarak araç sürücülerini zor durumda bırakabiliyoruz. Yaşlı bir kadın veya bir engelli vatandaş, kendi başına güvenle, itilip kakılmadan, ezilme, düşme, ayağını kırma tehlikesi yaşamadan kaldırımlarda yürüyemiyorsa, karşıdan karşıya güvenle geçemiyorsa o kent “kadın dostu’’ olamaz. Ne o kentin yöneticileri bu ünvanı hak ederler ne de o kentin başkalarını düşünmeden araçlarını süren ve park eden sakinleri. Tulum ile Gecelik Yarın 1 Mayıs. Emeğimizle, emekten gelen gücümüzle alanlarda olacağız. Bu gücü küçük görmeye, baskıyla biçimlemeye, örgütlülüğün içini boşaltmaya kalkışanlara, çırpınmalarının beyhude olduğunu kanıtlayacağız. Bir de buradan çağrı yapalım; hayat için, emek için, insanlığın biriktirdiği tüm değerlere sahip çıkmak için, haydi meydanlara! Bu çağrı, iyi kalpliliğimizdendir, insana saygımızdandır, emeği en yüce değer gördüğümüz içindir. Bu ülkenin geleceğine, nasılsa geçecek olan bugünlere inat, yürekten inandığımızı göstermek için, meydanlarda olacağız. Yıllardır yazıp duruyoruz bunları. Bize ne hacet, insanın ve emeğin en yiğit çocuklarından biri, Nazım Hikmet söylemişti zaten. Tamamını biliyorsunuz ya da bulup okursunuz. “Hürriyet” şiirinin, güne denk düşen son bölümünü paylaşmak isterim: “Ve elbette ki sevgilim elbet / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet...” Bu yazıyı, kalbim 1977 Taksim katliamıyla kanıyor olsa da, 1 Mayıs coşkusunun keyfiyle yazmak istiyorum. Tulum dedik ya, geçenlerde bir fotoğraf ulaştırdılar. Fotoğrafta, bir tuhafiyeci vitrini ve camında bir duyuru vardı. Duyuruda aynen şu yazıyordu; “Bihter geceliği geldi!” Ne demek diye, ver elini google dedim. Gecelik ne ki, liste uzayıp gidiyor. “Bihter” diye sorun, bakın nelerle karşılacaksınız: “Bihter’in kıyafetleri... Bihter’in parfümü... Bihter’in çizmeleri... Çantası, telefonu, arabası, kolyesi...” Neler oluyor yahu demeden, bilgilendirme yatağa, pardon tavana vuruyor ; “Bihter’in sevişmesi!” Haklısınız. Bu köşede, asla magazin okumadınız, bundan sonra da okumayacaksınız. Bize çok uzak dünyalardır. Ama söz konusu Bihter, Aşkı Memnu (geçenlerde, belediye otobüsünde işittim, teyzemin biri, “Bu gece televizyonda Aşk Memnunu var” diyordu!) adlı romanın kahramanıysa, o romanı da Halid Ziya Uşaklıgil yazmış ise, durmak gerek. Şimdi bu romandan yapılan dizi, komşu ülkelere de gönderiliyormuş. Bunu, kültürel bir alışveriş olarak da yorumlayanlar var ki, bir bakıma haklı olabilirler. Örneğin Bulgaristan’da, Halid Ziya Uşaklıgil’in yapıtları çevriliyormuş, özellikle Aşkı Memnu’su kitap listelerinin başındaymış. Lütfen duralım! Bu ne menem alışveriştir; Bulgar komşularımızda kitaba koşma, memlekette gecelikle yatakla coşma... Lütfen biri bana, ikisi arasındaki trajikomik farkı anlatabilir mi? Biliyor olmalısınız, bir dizi daha var; “Hanımın Çiftliği”. Büyük romancımız Orhan Kemal’in “Vukuat Var”la başlayıp, “Kaçak”la biten roman üçlemesinin, ana eksenini oluşturur. Yazılmalarının üstünden 50 yıl geçmiştir ve bugüne dek 11–12’şer baskı yapmıştır. Ee, ne olmuş demeyin. Siz Cumhuriyetçiler pek ilgilenmezsiniz de, şu günlerde “Muzaffer Bey’i kim öldürdü?” diye bu ülkede anketler yapılıyor. Millet, birbirine girmiş durumda, o mudur, yoksa şu mudur diye. İddialar, tartışmalar... Bir Allahın kulu da kalkıp, şunu demiyor; “Yahu, işte kitapçıda duruyor, alıp okusanıza kardeşim!” Köşemizin sonuna geldik. Sözlerimizi bağlayalım. İşçi tulumundaki hürriyeti istiyorsak, dizi geceliklerinden kurtulmalıyız. Çünkü cehalet ve esaret kokuyor! Keyiflimesajlı bir yazı okudunuz efendim, saygılar... Ya da yazar, öyle sanıyor. Kafayı sıyırmadan, alın şu kumandayı elinden! Kentin kaldırımları özellikle yaşlı ve engelliler için engel çıkarıyor. neden bir türlü “üzerinde kolaylıkla yürünebilir’’ hale getirilemediğini merak ettim. Üzerinde bu kadar çok çalışılan ve para harcanan bir alan nasıl hala bu kadar çirkin olabilir bilemiyorum. Ayrıca, “kaldırım mühendisliği’’ gibi küçümseme ve hakaret içeren bir meslek tanımının nasıl ve nereden doğduğunu da bu yürüyüşler sırasında net olarak keşfettiğimi söyleyebilirim. Yaşlı bir kadının veya özürlü bir yurttaşın bırakın tek başına yürüyebilmesini, yanında kendisine yardım eden birisiyle dahi zorlukla yürüyebildiği kaldırımlar, öncelikle aşırı ve dengesiz yükseklikleri; yerlerinden oynamış taşları, kazılıp bırakılmış çukurları yüzünden sorun oluşturuyor. Elektrik direkleriyle, reklam panolarıyla, dükkanların kapı önüne koydukları tezgahlarla bölünmüş olan kaldırımlardan sık sık yola inmek, araç trafiğinden sakınarak yeniden kaldırıma çıkmak gerekiyor. Hiçbir denetime tabi tutulmadıkları için özellikle de cafe ya da lokanta olarak hizmet verenlerin kaldırıma masa ve sandalye atması neredeyse engellenemeyen bir durum. Böyle olunca da yine kaldırımda yürüyecek yer kalmıyor. Kaldırım işgallerinin bir diğer nedeni tabii ki motorlu araçlar. Kaldırımları istediğiniz kadar geniş yapın, otopark olarak kullanılmalarını engelleyemiyorsanız yayalara hiçbir yararı olmuyor. Araçların “uyarı levhalarına’’ rağmen engelliler için kaldırımda bırakılan tekerlekli sandalye geçişlerini kapattıklarını görüyoruz. Böyle bir durumda KALDIRIM MÜHENDİSLİĞİ İŞGAL... halukisik@gmail.com C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear