Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
24 ARALIK 2010 CUMA cEGE P A TİK A HALUK IŞIK 3 Boşuna Söylenmediler... “Har içinde açan gonca güle minnet eylemem” diye türküye duracaksan, “Arabi Farisi dile minnet eylemem” demeyi de göze alacaksın. Yok öyle, nakarattan duygu tırtıklamak. Nesimi, sen terennüm teşebbüslerine giriş de, alemlerin parlak çocuğu olasın diye yazıp söylemedi o türküyü. Ahmet Aslan söyler, çünkü aranızda bir “yürek paralar” hayat kadar fark vardır. “Kaşlarım arasına domdom kurşunu değdi” diye saza eşlik etmeye niyetlenirken, bileceksin Mahzuni’nin o türküyü gencecik bir devrimci için yazdığını. Göbek atmaya kalkışmaktan utanacak, “Kimi türkülerin, boyumuzu aşan hikayeleri vardır” diyeceksin. Önce kendine... “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın...” Breh breh, şehla ela gözlünü düşünürken söylüyorsan, Ümit Yaşar Oğuzcan’dan yola çıkacak, Münir Nurettin Selçuk’ta duracaksın. Nefesin yetmezse, efendi gibi dinleyeceksin söyleyenden, söyleyebilenden. “Burası Muştur” demeyeceksin. Bileceksin, kundurasını fırlatsa dünyayı susturur bir yiğit, yüz yıla yakındır, upuzun yatmaktadır “Huş”ta. Gürül gürül bir sesten, “Bu bir kılıç balığının öyküsü, yazılmasa da olurdu” diye başlayan bir senfoni dinliyorsan, Ruhi Su onu niye söylemiş, söylemiş de Ruhi Su’ya neler yapılmış, bilmemek olur mu? Suavi anlatmıştı, adamın biri, sarhoş artığı peçetelerle “Vites Yalısı” olarak “lütven” istemiş “Bitez Yalısı”nı. Sonrasını denk düşerse, Suavi’ye sor, anlatsın. Yani zordur, kimbilir nelere malolmuş şarkılara türkülere kardeş kesilmek. İnanmıyorsan, bir vitrin malzemesi olarak kullanıyorsan, “Beni burada arama anne...” diye başlayan şiirleri söylemeye kalkmayacaksın. Üstünden başından akar sözcükler, kimseyi inandıramazsın. “O mahur beste çalar, müjganla ben ağlaşırız” diye söze başlayacaksan, bir Mayıs sabahının beyazında, ipe çekilen üç delikanlıyı anacaksın önce. “Mendilimde kan sesleri” sana bir memleketi hissettirmiyorsa tepeden tırnağa, hiç bulaşmayacaksın. “Dört nala gelip uzak Asyadan” demenin bir hakediş bedeli olduğunu bileceksin. Yani zordur, kimbilir nelere malolmuş şiirlere, deyişlere, ozanlara yakışmaya ve kendine yakıştırmaya kalkışmak. İşte, 12 Aralık'ı 13 Aralık'a bağlayan gece, bu yıl da geldi geçti. Bir ay kadar önce kürsüden gözler ıslak, sesler titrek biçimde ananlar, idam edildiği günün yıldönümünde Erdal Eren’den söz bile etmediler. Beklediğimiz için değil, bir samimiyet kalibresi adına belirtiyoruz. E öyleyse, ne oldu bizim Nevzat Çelik’in“Şafak Türküsü”sünden pasajlar okumaya? Ortalık, şiirlerden, türkülerden, şarkılardan geçilmiyor. Sanırsın “Hayatı Yücelten Şiirler Müzesi” açılmış. Sanırsın, “Şarkıların Tanıklığında Bir Ülkenin Belleği Müzesi” kurulmuş. Her sokağın başına, şairlerin, bestecilerin heykelleri dikildi; okullara, meydanlara adları kondu, bir ülke vicdan ve ahlak sınavını başarıp, hepsinden özür diledi de, bizim mi haberimiz yok? Buyurun, ortalık “Hade” türküsü işgalinde. Nedeni, popüler bir “ayaküstü konuşma ve güldürme sanatçısı”nın, bir filmde onu seslendirmesidir. Şimdi desek ki, Kazım Koyuncu’yu bilir misiniz? Karadenizin o asi çocuğu, bu inanılmaz türküyü, yıllar önce okumuştu, farkında mısınız? Bizim Kazım Koyuncu’muz, o türküleri, dertlerle, itirazlarla, umutlarla yoğurarak söylemişti, desek... Bu toz duman arasında, bizi işiten olur mu? Ucuzluk ölümcüldür, çünkü işe, herşeyi kirletmek ve sıradanlaştırmakla başlar. YENİ ‘İSTEMEZÜKÇÜLER’ GELİYOR ASUMAN ABACIOĞLU Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğrencileri, ilkokul öğrencilerine “kentlilik bilinci” aşılıyor; onlara İzmir’in kültürel değerlerini anlatıyor, kenti sevdirmeye çalışıyorlar. Karşıyaka’da Alibey Hamamı, Açıkhava Müzesi, Latife Hanım Köşkü’nü, kentin diğer yerlerindeki Agora, Kadifekale, Kızlarağası Hanı, tarihi camileri, çarşıları, heykelleri tanıtıyorlar. Bu çok güzel bir proje; gerçekleştirenleri kutlamak gerekiyor. Başta kültürel varlıkların korunması konusu olmak üzere birçok yönden açıklarımızı kapatmaya çalışıyor. Öncelikle, boş zamanların değerlendirilmesinde “alış veriş merkezlerinde oyuncak hediyeli hamburger yemek, bilgisayar oyunları oynamak, alışveriş yapmak ve sinemaya gitmek’’ dışında başka yol yöntem bilmeyen çocuklar için yeni ufuklar açıyor. Onlarda müzeleri, antik kent kalıntılarını, tarihi çarşıları dolaşma isteği uyandırması kuvvetle muhtemel. Belki böylece tarihi eserleri yerle bir ederek gökdelen dikmeyi “çağdaşlaşma ve gelişme sağlamak’’ olarak nitelendiren ve herkese bu görüşü empoze etmeye çalışan rant düşkünlerine itiraz etme yönünde bir potansiyel geliştirebilirler. Üniversite öğrencileriyle çocukları bir araya getirmek, birbirinden çok uzak yerlerdeymiş gibi görünen bu iki kesimi buluşturmak çok anlamlı. Bu iki genç ve enerjik grup arasında, görevi çocuklara ders kitaplarındaki müfredatla sınırlı bilgiyi vermek olan bıkkın öğretmenlere kıyasla Ü sanat tarihi öğrencileri, sosyal sorumluluk projesi çerçevesinde ilkokul öğrencilerine kenti tanıtıyor, onlara kentlilik bilinci aşılıyor. projede gönüllü olarak görev alan gençler nedeniyle çok daha verimli bir iletişim oluşabilir. Üniversiteye girebilmek, o büyük yarışta bir milyon adayın önüne geçebilmek için sosyal hayatını bir yana bırakan, üniversiteye girdikten sonra da gelecek kaygısı yüzünden bunalıma girme ihtimali yüksek olan gençlere, bu proje, emek ve zaman harcayarak geleceği değiştirme fırsatı veriyor, küçük çocukların hayatında fark yaratma olanağı sağlıyor; yaşamlarına anlam kazandırıyor. İlköğretim çağındaki öğrenciler için de, kendileriyle ilgilenildiğini, zaman ayrıldığını, onlara bir şeyler öğretebilmek için çaba gösterildiğini görmek, onlara değer verildiğini hissetmek, eğitim açısından büyük önem taşıyor olsa gerek. Diğer yandan bu çocuklar, bilmedikleri, tanımadıkları, önemli olduğunu anlamadıkları tarihi ve kültürel eserlerle tanışıyorlar; üzerinde yaşadıkları bu toprakların zenginliğini öğreniyorlar. Beş bin yıllık geçmişe sahip olmakla övünülen İzmir’e tarihi perspektiften bakıyorlar; belki de hayatlarında ilk kez bunun ne anlama geldiğinin ayrımına varıyorlar. Kuru kuru E ya ders kitaplarında anlatılan zevksiz tarih derslerinden sonra ete kemiğe bürünen bir “tarihi geçmiş’’ duygusuyla karşılaşıyorlar. Bence onlara bunu en iyi üniversiteli gençler anlatır. Belki böylece onlar tarihi eserlere “taş parçaları’’ diyenlere, doğal değerler için “çalı çırpı’’ nitelemesinde bulunanlara karşı çıkacaklar. Gelecekte, “Turizm yapamıyoruz Çeşme Yarımadası’nı yapılaşmaya sonuna kadar açalım’’ ya da “İzmir’i viyadüklerle gökdelenlerle donatalım’’ diyen, Allianoi kentini kumların altına gömen zihniyete hesap sorabilecek bir altyapıya sahip olacaklar. O zaman gelecekte daha fazla “istemezükçü’’ler yetişecek, buradan uyarıyorum. Dilerim sanat tarihi öğrencileri, bu ilköğretim öğrencilerini salonlardan çıkarıp müzelere, antik kalıntılara, örneğin Agora’ya ve Kadifekale’ye de götürürler. Onlara Büyük İskender’in bir ağacın altında uykuya dalıp gördüğü rüya üzerine İzmir’i oraya kurmaya karar vermesini içeren söylenceleri anlatırlar. Bayraklı’da, yapılaşmanın arasında sıkışıp kalmış binlerce yıllık ilk İzmirliler’in yaşadığı yerleri gösterirler. Ne yazık ki gecekonduların altında kalmış olan İzmir’in antik stadyumunu, ya da Tantalos’un mezarını gösteremeyecekler; çünkü onlar artık yoklar. Belki bundan sonra elimizde kalan, sahip olduğumuz son kültürel ve doğal değerler için mücadele edecek yeni bir nesil ortaya çıkar. Umarım onlar yetişene kadar bizde emanet olarak bulunan bu değerleri kendilerine iade edecek kadar koruyabiliriz. Fotoğraf: SERDAR AĞIR halukisik@gmail.com C M Y B C MY B