Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19 KASIM 2010 CUMA c HALUK IŞIK 3 Tarihin kalbine doğru... İstanbul’dan grupların akın akın geldiği Kula’yı ziyaret etmek, yaşamınıza özel anlar katabilir ASUMAN ABACIOĞLU Küçük bir bahçede deniz kenarında veya ağaç altında öğleden sonraya sarkan törensel kahvaltılar öyle bir alışkanlık yaratmıştır ki İzmirliler’de, yeni yerler keşfetmenin heyecanını yaşamayı hep erteleriz. Dokuz günlük bayram tatilinde paket turlarla yurt dışına gidememiş, bayramın ilk günlerinde “kurbanını kesmiş” demiyorum ama eş dost ziyaretini tamamlamış ve hala geriye kalmış birkaç günlük tatili olanlara bir önerim var; İzmir çevresinde günübirlik gidilebilecek bir seyahate ne dersiniz? Bu güzel havada eve kapanıp televizyon karşısında zamanı tüketmek ve başkalarının hayatının seyircisi olmak istemiyorsanız atlayın arabanıza 1.52 saatlik bir sürüşle örneğin Manisa’nın Kula ilçesine ulaşabilirsiniz. Tarihi ve doğal güzellikleri bir arada bulabileceğiniz Kula’yı ziyaret etmek yaşamınıza özel anlar katacak. Bu seyahati yapmakta biraz acele etmenizde fayda var; çünkü yaklaşık 3 bin tarihi yapının bulunduğu Kula’da bu evlerden yarına ne kadarının kalacağı belirsiz. larından avluları dikizliyoruz; her yerde çiçekler, sarmaşıklar; kadınlar iş yapıyor. Çocuklar sokaklarda oyun oynuyorlar; fotoğraf makinesini çevirdiğinizde hemen poz veriyorlar. Sonra profesyonel bir eda ile “Sokaklarda öylesine dolaşmayın; size rehberlik yapalım” diyorlar. “Hayır”ı cevap olarak kabul etmiyorlar. İyi ki de kabul etmiyorlar; bize Ruhban Okulu’nun kalıntılarını, kiliseleri ve müzeleri gösteriyorlar ve daha bir sürü eski söylence anlatıyorlar bilmiş bilmiş. Restore edilmiş örnek bir Türk Evi’ni geziyoruz; burada müzelerin ücretsiz olduğunu biliyor musunuz? PATİKA Biraz da Sen Ağla... 10 yıl önce, bu ülkenin yürekli, samimi ve üretken bir sanatçısı, daha 43 yaşındayken ve ülkesinden uzakta öldü. Arkasında 18 albüm, yüzlerce beste ve milyonlarca dinleyici bıraktı. Arkasında bıraktıkları bu kadar değildir elbette. Bir de bizi, biz bize bıraktı. Güzel bir tanımlama ile Ahmet Kaya, bu ülke için bir “karakter analizcisi”dir. Sağlığında ona (hepimize) yapılanlar ve söylenenler ile ölümünün üstünden 10 yıl geçtikten sonra yükselen ağlak sızlanmalar arasında; utanç, yalan, ikiyüzlülük, alçaklık gibi kavramlar, yeniden tanımlanmaktadır. Yalnızca “sazı ve sözü” olan, ikisinin de kendince ustası olan, ikisinin de önünde, yanında ve arkasında dimdik duran, üreten bir insanı, daha 43’ünde öldüren bir zihniyete ev sahipliği yapmak bu ülkeye hiç yakışmamıştır. Son zamanlarda şu ya da bu niyetlerle dillendirilen “masumiyet müzeleri” kurulacak ya da “nefret suçları” tanımlanıp, gereği yapılacaksa, “Ahmet Kaya gerçeği” kuşkusuz en önemli başlangıçlardan biri olarak durmaktadır. Bugünkü düşünsel, sanatsal, kültürel ahvalimiz, Nazım Hikmet’ten Sabahattin Ali’ye, Nesimi’den Ruhi Su’ya sayısız değere yapılanlar sayesindedir. Ahmet Kaya özelinde, ahvalimizin 10. yılı, hepimize kutlu olsun! On, yirmi, yüz, bin... Kişilikli, olgun, çağdaş, uygar ülkeler için, yılların ve sayıların önemi yoktur. “Toplumsal hafıza”, o ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirler ve o ülkeler işte bu yüzden sürekli düzey sıçraması yapar. Buna gösterdikleri tahammüldür, o ülkeleri demokrasi tarihinde seçkin yere kavuşturan. Onların da Ahmet Kaya’ları, Ruhi Su’ları olmuştur kuşkusuz. Onların tarihlerinde de ayıplar, utançlar, insansızlıklar vardır. Ama bunları unutmazlar, unutturmazlar. Özür dileme erdemi gösterirken, aslında kendilerini onurlandırdıklarını bilirler. O yüzden o ülkelere gittiğinizde, her köşebaşında heykellerini görür, adlarının nasıl yaşadığına yaşatıldığına tanık olur, ülkenizi düşünürken hüzünlerden hüzün beğenirsiniz. Söz gelimi, en sert, en yüksek sesli muhalif kimliğine ve sistemi hallaç pamuğu gibi atan duruşuna rağmen, ondan en çok “çekenlerin”, neden “Fransa Sartre’dır!” dediklerini anlamanın ve anlatmanın mümkün olmadığı ülkenizi düşünürsünüz. O korkunç geceyi, öncesini ve sonrasını anımsıyor musunuz? Hani meşhur ve meşum “Magazin Gazetecileri Ödül Töreni” gecesinden söz ediyorum. “Kürtçe şarkı yapmak ve dillendirme koşullarını bulmak istiyorum” diyen bir sanatçıyı linç etmeye kalkanlardan, sözüm ona sanatçı, gazeteci kılıklılardan söz ediyorum. 12 Eylül faşizmine övgüler YIKILMADAN... Kale duvarları içinde yer almaları nedeniyle birbirlerine yakın inşa edildikleri düşünülen Kula Evleri, pembe, sarı, mavi ve yeşil renklerde boyanmış. Tam bir renk cümbüşü. Avrupa Birliği’nden sağlanan fonlarla restorasyon başlamış ancak tescilli üç bin Kula Evi bulunuyor. Bu evlere çivi çakmak bile yasak; insanda ayakta zor duruyorlar izlenimi bırakıyorlar. Hala içlerinde yaşayanlar var; perdeleri o kadar geride duruyor ki, duvarların kalınlığını böyle anlayabiliyorsunuz. Eski evlerin çıkmalarında yer yer delikler açılmış; evin yapımında kullanılan ahşap malzemeler görünüyor; evlerin bazı katları kullanılamaz durumda. Bu yüzden diyorum acele edin; bir süre sonra yıkılabilirler; çünkü dokunsanız yıkılacak gibi görünüyorlar. Sokaklarda dolaşmaktan bıkmasanız da Kula’dan 16 kilometre ötedeki peri bacalarını görmeniz tavsiye olunur. Kapadokya’ya kadar gitmenize gerek yok; kendinizi doğal bir güzelliğin ortasında buluyorsunuz. Akşamüstü güneş ışınlarının bu kayalıklarda oluşturduğu renkleri izlemek doyumsuz oluyor. Osmanlı yaşam tarzını canlı olarak göstermek için çocuklarınızı Kula’ya getirin. Burnumuzun dibinde bir tarih yatıyor; fazla da gecikmeyin. ERTELENEN HEYECANLAR Eminim ki Kula’daki tarihi evlerle ilgili bir yerlerde bir şeyler okumuş ancak şimdiye kadar bu evleri görme fırsatı bulamamışsınızdır. Kula nerelerdedir, nasıl gidilir ve ne kadar uzaklıktadır? Araştırıp bulmak yerine her zaman gittiğimiz Urla, Foça, Çeşme gibi yerlere gitmek kolayımıza gelir. Küçük bir bahçede deniz kenarında veya ağaç altında öğleden sonraya sarkan törensel kahvaltılar öyle bir alışkanlık yaratmıştır ki İzmirliler’de, yeni yerler keşfetmenin heyecanını yaşamayı hep erteleriz. Oysa hemen yanı başımızda, yaklaşık 1.5 saat uzaklıktadır ama nedense İstanbul’dan Kula’ya hafta sonları gruplar akın eder de, biz İzmir’den bir türlü Kula’ya gitmeyi gerçekleştiremeyiz. İzmirAnkara karayolunun üze T escilli 3 bin evi barındıran ve tarihi dokusu özenle korunan Kula, üzerlerindeki rehaveti atarak yeni yerler keşfetmek isteyen konuklarını bekliyor. rinde yer alan Kula, İzmir’e 140 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Yol üstünde Salihli’deki Sard harabelerini görme şansınız da var. Kula’ya girip aracınızı kentin değişik yerlerinde tam gün boyunca sadece 2 liraya park edebiliyorsunuz. Tarihi evlerin nerede olduğunu anlamaya çalışırken dikkat edin; aracınızı önüne park ettiğiniz cami, sekiz yüz yıllık olabilir. Burada her yerden tarih fışkırıyor. Kula’nın halkı oldukça yardım sever; bir şey sorduğunuzda hemen “Buyurun çay içelim” diyorlar. Herkes, Kula’yı gezmeye nereden başlamamız gerektiği sorumuza aynı yönü parmaklarıyla işaret ederek yanıtlıyor; “Buradan gidin ama diğer yanda restore edilen yapıyı görmeyi de ihmal etmeyin”. Siz en iyisi kendinizi dar ve kıvrımlı sokaklara vurun; yol sizi tarihin kalbine doğru götürüyor. Daracık kıvrımlı sokaklarda karşılıklı olarak sıralanan eski ahşap yapılar, 18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde hemen her bölgede Türk Evleri olarak bilinen tipik evlerden oluşuyor. Kula evleri, genellikle iki katlı ahşap yapılar; üst katları sokağa doğru çıkıntılı; kiremitle örtülü çatılar bir saçak ile bitiyor. Çoğunda bahçe duvarlarının çevrelediği avlu bulunuyor. Aralık bahçe kapı BU YILA KADAR BİNDE 53 OLAN ORAN BİNDE 22’YE GERİLEDİ Organ bağışında kan kaybı yakalandığı organ bağışlarında, şimdilerde neredeyse yarı yarıya bir düşüş yaşanıyor. HİCRAN ÖZDAMAR Ege Bölgesi’nin organ naklinde öncü olduğu ancak ülke genelinde organ bağışında bulunan yurttaşların sayısında düşüş yaşandığına dikkat çekildi. 20042010 yılları arasında binde 53 oranındaki bağışların binde 22’ye düştüğü vurgulandı. 2004 ile 2010 arasında belli bir istikrarın düzerek, o çölleşmenin pıtrakları gibi ortada dolaşarak, vahşi bir şovenizmin ve gericiliğin bayraktarlığını utanmazca yaparak, hepimizin hayatına ellerini, dillerini, pespayeliklerini “sanat” adına, “gazetecilik” adına sokanlardan söz ediyorum. Şimdi botokslu, hormonlu kılıkları ve yalan dökülen dilleriyle, orada burada Kürtçe şarkılar söylüyorlar. Düzmece haberlerle hedef gösteren, mahkemelerde sürünmesine, ülkesini terketmesine ve acılar içinde ölmesine neden olanlar, şimdi bize şarap ve yemek tarifleri arasında, ”demokrasi”, “insan hakları” dersleri veriyorlar. Onun hayatından ve şarkılarından pasajlar döktürüp, bize ne kadar “özgürlükçü” olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. İnsanın kalbi ağrıyor. Ahmet Kaya, bunları görmenin ve dillendirmenin bedelini ödedi. Haydi, şimdi “Biraz da sen ağla...” halukisik@gmail.com TRANSFER SIKINTISI EÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serhat Bor, fakültelerinin organ naklinde merkez konumunda bulunduğunu, Türkiye’de bu operasyonları yapan bir çok ekibin kendilerinden gittiğini söyledi. Organ bağışında artış yerine azalma yaşandığına dikkat çeken Bor, “2004 2010 yılları arasında binde 53 oranındaki bağış rakamları bugünlerde binde 22’ye düştü. Sağlık Bakanlığı’nın yönetmenliklerinden kaynaklanan sorunlar yaşadık. Beyin ölümünün nasıl belirleneceği yönündeki sorunlar giderilmeye başlandı. Acil serviste yaşadığımız hasta yoğunluğu nedeniyle beyin ölümü gerçekleşen hastaları hızlı transfer etmekte zorluk yaşıyoruz. Yeni bir acil servis yapılanmasına giNakil olan ya da organ bekleyen hastalar, geçen günlerde EÜ Tıp Fakültesi Organ Nakli Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde buluşmuştu. diyoruz. Ekonomik anlamda kamu hastanelerinde ekipleri tutmak zor. Bazı arkadaşlarımız haklı olarak hastanemizden başka kurumlara gidebiliyor. Bu alanda çalışan arkadaşlarımızın ekonomik anlamda teşvik edilmesi gerekir” diye konuştu. EÜ Tıp Fakültesi Organ Nakli Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Rasih Yılmaz da 1970’li yıllarda Türkiye’de organ naklinin başladığını, Prof. Dr. Mehmet Haberal’in bu konuda öncülük yaptığına dikkat çekerek, “Ege Üniversite si’nde 1987 yılında ilk böbrek nakli gerçekleştirildi. Bugüne dek bin 500 ile 2 bin arasında böbrek nakli yapıldı. Avrupa’nın en önemli organ nakil merkezlerinde biri haline geldik. Karaciğer naklinde duraksama yaşıyoruz ancak yeni bir ekiple çalışmalara başlayacağız” dedi. Üniversite bünyesinde pankreas, akciğer, kalp, ince bağırsak nakillerinin yapıldığını anımsatan Yılmaz, Türkiye’de bir milyonda üç kişinin bağışta bulunduğunu, bu sayının çok yetersiz kaldığını vurguladı. C M Y B C MY B