26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

1 EKİM 2010 CUMA c HALUK IŞIK 3 Angaryadan rutine... Yemek yapıyorlar, evlerini derleyip toplayıp temizliyorlar, pazarmarket alış verişlerini yapıyorlar iki arada bir derede; sonra siyaset için koşuyorlar sokaklara... Kadınlar, yemek yapmakla ütü yapmak arasında bir yerde politika yapıyorlar. ASUMAN ABACIOĞLU Ülkemiz, yakında yapılacak bir seçimin atmosferine girdi bile. Referandumda nasıl kadınlar ev ev dolaşıp siyasi partilerin neden Evet ya da Hayır dediklerine dair bilgi verdilerse, genel seçim öncesinde yine kadınlar çıkacak sokaklara. Siyasi partilerin seçim başarılarının ardında kadınların olduğu söylenir ya; onlara çok iş düşecek yine. Birileri, siyasi çalışmalar için CHP’de “gönüllülük esastır’’ demiş. Bu, aslında sanırım diğer partiler içinde de özellikle kadınlar için böyle. dolaşırken karşılaştıkları olaylar arasında öncelikle köpekleri bertaraf ettiklerini gördüm; sonra referandum konusuna gelinceye kadar bir sürü sorundan dertli sokak sakinlerinin onlardan hesap sorduklarını. Yani referandum konusuna bile gelemiyorlardı başka dertleri dinlemekten. Oysa kendileri o sorunların muhatabı bile değillerdi ve çözüm üreterek karar verecek olanlar başkalarıydı. Bir sürü adamın, getirtilip oturtuluyorlardı üst sıralara. Kimse onlara görüşlerini sormuyordu adayınız kimdir diye. İşte İzmir’de kadınlar en çok buna kızıyorlardı. Yıllar önce İzmir’de Kader’in (Kadın Adayları Destekleme Derneği) kurulma aşamasında, daha çok kadının politikaya atılması, TBMM’ye seçilmesi amacını güdüyordu. Bunu yapmak için de kadın seçmenleri, listelerinde kadın adaylara daha çok yer veren partileri desteklemeye yönelik harekete geçirmeyi planlıyordu. Bu amacını ne kadar gerçekleştirebildiğini bilemiyorum. Ancak Kader’in, kadın seçmenleri kendi gösterdikleri partiye oy atmaya nasıl ikna edecekleri konusunda gerçekçi bir stratejisi yoktu. Oysa bunun çok belirgin yöntemleri olabilirdi; kadınların ilgisini çekmenin yolu, onların gündelik yakıcı sorunlarına el atmakla mümkündü. Bunlar; çocuklarını güvenle bırakabilecekleri ücretsiz kreş veya yuva açmak; onları gelir elde edebilecekleri bir meslek sahibi kılmak; ücretsiz hukuki ve psikolojik danışmanlık sağlamak; dayak yediklerinde sığınabilecekleri bir sığınma evi kurmak; sağlık sorunlarına çözüm bulmak; yetişkin çocukları için iş olanağı yaratmak. Kısacası onları koca veya baba evi köleliği arasında seçim yapmaya mahkum eden bir hayatın zincirlerini kırabilecek projeleri üretmek. Onlara bunun için bir umut ışığı yakmak. Benim kadınları etkilemek isteyen siyasi partilere önerim, bu konularda onlara çözüm getirebilecekleri projeler oluşturmaları. Bakın o zaman kadınlar nasıl koştururlar gönüllü olarak sokaklarda. Üstelik milletvekilliği, belediye başkanlığı ya da başkaca bir makam beklemeden. PATİKA Orkinos Çiftliklerinizi İstemiyoruz Balık çiftliklerini ilk kez, yıllar önce Karaburun’a giderken görmüştüm. İnsanoğlunun doğaya karşı üçkağıtlarından, kurnazlıklarından biriydi. Denizin ortasında, ağlardan oluşmuş havuzlarda balık yetiştiriyorlardı. Deniz, zaten balıkların özgürlük alanı değil miydi? İşte masmavi oradaydı ve canlıları, kendilerine özgü hayat alanlarını yaratıp, doğanın dengesi içinde yaşıyor ve insanoğlunun besin zincirindeki yerlerini alıyorlardı. Çok mu çocuksu anlatıyorum ilk izlenimlerimi? Ama doğru olan, tam da buydu. Sonra işin başka ve önemli ayrıntılarını öğrenecektim. Doğal olanın içine oturtulmuş çiftlikler, salt acımasız bir hapisane paradoksu yaratmıyordu, balıklar için. Dar bir alanda yüz binlerce balık, bir an önce büyüsünler ve bir an önce satılsınlar diye, gıda yüklemesiyle karşı karşıyaydılar. Nasıl gıdalar verildiğini bilmiyorum. Ama ağlar, dubalar, onları deniz dibine sabitleyen düzenekler ve en önemlisi balık dışkıları, atık çöplüğü yaratıyordu. Bu durum kuşkusuz, tüm dengeleri alt üst eden vahim bir çevre kirliliği demekti. Verdikleri zarar kuşkusuz bu kadar değildir. Uzatmayalım, ötesini uzmanlar yazıp çizip duruyor. Okumalı, bilgilenmeli ve “Balık Çiftliklerini İstemiyoruz” sözünün ne anlama geldiğini öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz. Şimdi de ülkenin ilk Sakin Kenti (Cittaslow), tarihin ve doğanın bize en güzel miraslarından biri olan Seferihisar’ımızın Sığacık kıyılarına, “Orkinos Balık Çiftlikleri” kurmak istiyorlar. Hedef kitle, orkinoslara düşkünlükleriyle tanınan Japonlarmış. Dostlarımız, koskoca Japon denizinde orkinos yakalayamıyor olacaklar, ülkemizin girişimcileri kolları sıvamış. Seferihisar’da Belediye Başkanı Tunç Soyer, doğa gönüllüleri ve giderek yoğunlaşan halk kitlesi, “Orkinos Çiftliklerini İstemiyoruz” diyerek, direniyor. Geçen hafta yine kitlesel bir eylem yaptılar. Yaşananları, verdikleri hukuk mücadelesini anlattılar ve en önemli adalet makamına seslendiler; vicdan ve etik... Kimileri yine kızabilir, olsun, orada “İzmirli olmanın” doğaya ve insana saygı erdemini, bir daha gördüm, onur duydum. Başta Büyükşehir Başkanı Aziz Kocaoğlu olmak üzere, belediye başkanları oradaydı. Kültür ve sanat insanları oradaydı. Yediden yetmişe, Seferihisarlılar oradaydı. Bu ülkenin bir insanı olarak, teşekkürler hepsine. Bırakın bu hırsı. Doğayı, tarihi, denizleri, insanları rahat bırakın. Kıyılarımızın burnunun dibinden uzaklaşın. Bırakın istihdam yaratacağız, ihracat girdisi sağlayacağız, Türkiyeyi sektör liginde şampiyon yapacağız demeyi. Ne yapacaksınız o kadar parayı? Hangi para, bu güzelim ülkenin güzelliklerini geri getirebilir? Bakın ne diyor kızılderili atasözü: “Son ağaç kesildiğinde, son akarsu kirlendiğinde ve son balık öldüğünde, o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız!” Şimdi çağrımız sanatçılarımızadır. Dağlardan denizlere, ormanlardan akarsulara, tarihiyle doğasıyla bu kadar hırpalanan, tehdit edilen bir ülkenin sanatçıları olarak, haydi yeni sanat mevsiminde bunları oynayın, çekin, çizin, boyayın, yontun, besteleyin. Bu sizin kentinize, ülkenize, dünyaya ve insanlığa karşı görevinizdir. Belki o zaman hepimiz bir daha anımsayacağız; en güzel sanat, yaşama sanatıdır. Bu vahşiliğe sanat karşı koymazsa, sanatçı direnmezse; kimden cesaret alacağız, bilincimizi kim tazeleyecek, duruşumuza kim çeki düzen verecek? Nazım Hikmet söyledi işte; “Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan...” Siz ne ekleyeceksiniz? siyasi partilerde karar verici, yönetici konumlardan ziyade rutin işlere koşturuluyorlar. Kadının siyaset yapması böyle oluyor ne yazık ki ülkemizde. Tümüyle gönüllülük esası üzerinde, hiçbir beklentiye sahip olmadan, kadınlar kapı kapı dolaşıyor ve yine kadınları iknaya çalışıyorlar parti politikaları doğrultusunda. Bunu yaparken de, evlerinden çıkmadan önce evin rutin angarya işlerini tamamlamaları gerekiyor. Yani yemek yapıyorlar, evlerini derleyip toplayıp temizliyorlar, pazarmarket alış verişlerini yapıyorlar iki arada bir derede; sonra siyaset yapmaya koşuyorlar sokaklara. Akşam eve dönmeden önce çocuklarını alıyorlar okuldan; yorgun argın geldiklerinde ise sofra hazırlıyorlar; gece geç vakit herkes yattıktan, bulaşıklar yıkanıp ortalık toplandıktan sonra ütülerini yapıyorlar, ertesi güne kalmasın diye. İşte kadınlar böyle politika yapıyorlar; yemek pişirmekle ütü yapmak arasında bir yerde. Referandum çalışması öncesinde kadınların sorumlu oldukları sokakları K API KAPI... Gözlemlediğim kadarıyla kadınlar genellikle adamdı bunlar, tacizleriyle uğraşmak zorunda kalmışlardı yine de. Kadınlar siyaset yaparken bunları göze alıyorlar işte. ADINLARI KIZDIRAN GERÇEK... Her seçim öncesinde bu kadar koşturuyor, yoruluyor, yeri geldiğinde cebinden para harcıyorlardı ama sonra seçim öncesinde partinin üst düzeyindeki erkeklerin hazırladığı listelere, İzmir’den seçilmesi kesin olsun diye mesela Ankaralı birileri K halukisik@gmail.com C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear