29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

3 NİSAN 2009 CUMA 5 D E N İ Z C İ Şimdi nereden süt alacağız? ASUMAN ABACIOĞLU Denizde Kriz ÜNAL BENLİALPER Ekonomik kriz denizde de kendisini hissettiriyor. Yeterli sermaye birikimine sahip olmayan sektör kuruluşları, fırtınalar esen bu piyasada, “gemisini kurtaran kaptan” örneğinde olduğu gibi, ayakta kalabilmenin zorlu mücadelesini verirken ağır bedeller ödüyor. Dünya denizcilik sektöründe yıldızı parlayan konteyner gemilerinin Türkiye'deki kredi muslukları bankalar tarafından kesiliyor. Ardından da tam kapasite ile çalışmaya devam eden serbest bölgelerdeki gemi inşa sanayindeki üretim durma noktasına geliyor. Ekonomik krizin faturası, denizcilik sektöründe ister karada, isterse denizde olsun, çok ağır oluyor. Hiç kimse önünü göremiyor ve sektörde büyük panik yaşanıyor. Taşıma navlunlarını zamanında ödeyemeyen ve bu nedenle de konşimentolarına (taşıma senedi) sahip olamayan kuruluşlar mallarını depolardan çekemiyorlar. Sadece İzmit Körfezi'nde 300'ün üzerinde ticari gemi açıkta bomboş durumda demirlemiş yük bekliyor. Daha ekonomik krizin başında iken tersanelerden işçi çıkarmalar başladı ve sonradan bunların sayısı giderek arttı. Böylesine ağır ekonomik krizlere hazırlıklı olmayan denizcilik sektörümüz, gerçek anlamda zor bir sınav sürecinden geçiyor. Ekonomik depremden sonra ortaya çıkacak hasarın görüntüsü, sektör için büyük bir ders olacaktır. Ama iktidar partisinin ilgili bakanları halen etkisini sürdüren bu krize karşı alınacak önlemler konusunda gerçekçi ve samimi davranmıyorlar. Gemi inşa sektöründe iş kayıpları nedeniyle, piyasalarda sosyoekonomik boyutlarıyla ciddi bir panik yaşanıyor. Güçlü ekonomik altyapı oluşmadığından krizin boyutları daha geniş alanlarda da hissediliyor. Deniz taşımacılığı büyük bir çöküntü içinde kıvranıyor, aldığı derin yaraları sarmakla uğraşıyor. İşte birlik ve beraberliğe tam gereksinim duyulduğu zaman. Risk yönetiminin uygulanıp, gerçeklerle yüzleşmenin ve acı reçeteleri katlanmanın geldiği an. ''Denizci ulus'' kimliğinin her yönüyle sorgulanıp, ulusal itibarının korunacağı zor ve tehlikeli bir ekonomik süreçten geçiyoruz. ''denizcilik kültürü'' kavramının toplumumuzda ne kadar benimsendiğinin ve kabul gördüğünün gerçeği ile hesaplaşmasının yapılacağı bir ortam. Krize karşı verilen sosyal ve ekonomik direnişin sonuçlarının getireceği kazanımların ve yıkımların değerlendirmesinin yapılacağı ve önemli derslerin alınacağı bir bunalım tablosu. Gemi inşa sektöründe zirvelerde dolaşırken, daha krizin başında iken tepe taklak gelmenin nedenlerini çok iyi belirleyip değerlendirilmesinin doğru yapılması gerekir. Olabilecek bütün ekonomik krizler karşısında denizcilik sektörümüzün daha sağlam, güçlü ve dirençli olması için ileriye dönük daha geniş kapsamlı stratejik planlar oluşturmalıyız. Eğer yeniden yapılanma sürecine girmeyip aynı kafayla yolumuza devam edersek gemilerimizi daha denize indirmeden batırırız. Yoğurdumuzu kendimiz yapmaya kalksak, doğal sütü nereden bulacağız? Nereden taze sebze meyve alabileceğiz? Doğal bir şey bırakmadık ki... “Artık yoğurdumuzu da kendimiz yapalım” diye konuştuk arkadaşlarla. Ama süt alabileceğimiz en yakındaki küçük çiftlik alanına apartman yapılacakmış. Öyle ya, imar planındaki değişiklikle köye dört kat izni verildi; tam da seçim sürecinde inşaatlar patlak verdi her tarafta. Bahçeler, çiftlikler apartmana dönüşüyor. Nereden süt alacağız şimdi? Nereden taze sebze meyve bulacağız? Artık ne çiftlik kaldı ne de tarla. Bir tek seralar var sebze üreten. Oysa herkes doğal olana koşuyor bugünlerde; pazarlarda satıcılar bağırıyor “Organik bunlar, hormonsuz, ilaçsız” diye. Organik olduğunu nereden bileceğiz? Gidip eğri büğrü salatalıkları, kurtlu elma ları alıyoruz; hem de daha çok para ödeyerek. Ancak artık doğal diye bir şeyin kalmadığını görmüyoruz. Biz insanoğlu, çoktandır doğadan koptuk. Doğayla olan dolaysız ilişkimizi yüzlerce yıl önce bitirdik. Şimdilerde doğayı topyekun yok etmekle meşgulüz. Bir tek içgüdülerimiz kaldı bize ama onların çağrısını da duymazdan geliyoruz. Kendi doğal yetilerimizi kaybettik. Kendi yarattığımız sistemin evcil hayvanlarıyız artık. Hafta sonları “doğaya” koşuyoruz; deniz kenarlarına, kırlık yerlere. Birazcık yeşil bulduğumuzda hemen mangal yakıyoruz. Sonra çöpümüzü orada bırakıp dönüyoruz evimize; betondan evlerimize. Uzaktan seviyoruz doğayı; manzaralı bir evimiz olsun istiyoruz mesela. Bu yetiyor bize. Yeryüzündeki binlerce hayvan ve bitki türünü yok ettik; ormanları “uygarlığa” kurban verdik. Toprağı, suyu, havayı kirlettik böcek ilaçlarıyla, sanayi atıklarıyla. Bir de hala “organik” olan ürünü almaya çalışıyoruz. Organik ürün yetiştirmek için kirlenmemiş toprak bile kalmadı oysa. Hem organik ve doğal olanı istiyor hem de utanmadan kolay zengin olmanın düşlerini kuru yoruz. Yeşil alanları ranta çevirmek, mandalin bahçelerine gökdelen dikmek istiyoruz. Fokları öldürüyoruz, derilerini yüzüyoruz canlı canlı; balinaları denizi kana bulayarak parçalıyoruz. Biz yapmasak da onlar intihar ediyorlar yunuslarla birlikte. Dişleri için filleri, boynuzları için gergedanları öldürüyoruz. Daha çok et ve yumurta vermeleri için hayvanları daracık kafeslere kapatıp türlü işkencelere tabi tutuyoruz. Oysa bütün bunlara karşın açlığı önleyemiyoruz yine de. “Bugün 600 milyon insan yatağa aç girecek” deniyor haberlerde. İnsanoğlu kendi türünü bile acımasızca yoksulluğa mahkum ediyor; diğer yandan silahlar için büyük paralar harcıyor. Matrix filminde sanal dünyadaki ajan Smith, Morpheus’un terini iğrenerek silerken, insanoğlunu virüse benzetiyor; insanoğlunun bir kanser gibi, yerleştiği yerde hızla çoğaldığını ve orayı yaşanmaz hale getirip yok ettiğini söylüyor. Keanu Reeves’in rol aldığı Dünyanın Durduğu An filminde ise uzaylı adam dünyalıya, tüm bitki ve hayvan türlerinin kurtulması için insanoğlunun yok olması gerektiğini söylüyor. Sonra bütün teknolojik ilerlemelerden vazgeçilmesi koşuluyla insanoğluna ikinci bir şans veriyor. Kendi yarattığımız hastalıkların pençesinde kıvranıyoruz. Bu hastalıklardan kaçınmak için doğal, hormonsuz ve ilaç bulaşmamış gıdalar arıyoruz. Doğal diye bir şey bırakmadığımızı görmüyoruz. Özgürlükten uzak, sıkış tepiş hayatımızda, çaresiz bunalımlar içinde kahroluyoruz. Biz ikinci bir şansı hak ediyor muyuz? [email protected] C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear