Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
21 KASIM 2008 CUMA 5 D E N İ Z C İ İŞKENCE KAPSAMA ALANINDA Ö Türkiye İnsan Hakları Vakfı bünyesinde işkenceye karşı savaşan Prof.Dr. Veli Lök, işkencenin yıllar sonra bile tespit edilmesini sağlayan bir yöntem geliştirmişti. Ancak, günümüzde sanki buna pek gerek kalmadı. İşkence ile öldürülen Engin Çeber’in durumunda olduğu gibi her şey oldukça açık seçik. Gözaltında iken ya da alenen gerçekleştirilen kaba dayak herkesin gözü önünde sürüyor. Bunu kanıtlamak için gelişmiş yöntemlere gerek yok. Polisler dur ihtarına uymayanları tereddüt etmeden vuruyorlar sokaklarda. Yetkililer işkencenin “münferit” olduğunu savunuyorlar, her zamanki gibi. Gerçekten işkence olaylarında artış mı var, yoksa zaten uzun süredir devam eden sistematik işkence medyanın üzerine gitmesiyle biraz daha gün ışığına mı çıktı? Basın, medya üzerine gittikçe kamuoyu bu konuya duyarlılık kazanıyor, aksi takdirde görmezden gelmeye devam ediyor. Son olarak bir cezaevinde ütüyle yapılan işkence, ihbar üzerine basına yansıdı ve cezaevinde işkence yaptığı gerekçesiyle bir grup görevlinin tutuklandığını öğrendik. Görünen o ki, son zamanlarda işkence ve Denizde Katliam!.. ÜNAL BENLİALPER Denizlerimizdeki balık stoklarının tükenişine yönelik önlemlerin alınmasında henüz toplumsal bilinçlenmenin oluşmadığı Türkiye'de, yerel yönetimler, ilgili bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, balıkçılar hatta su ürünleri tüketicileri bile bu yok oluş sürecinden sorumludurlar. Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nın gölgesinde, henüz gerçek anlamda örgütlenip, uyumlu çalışmasını sergileyemeyen bir yönetim ile idare edilen su ürünlerimizin geleceği büyük tehdit altındadır. Ne yazık ki ülkemizde su ürünleri kaynaklarımız ile ilgili ciddi planlamalar yoktur. Olanlarsa kısa vadeli, günü kurtaran ve bilimsel olmayan politikalardır. Eğer böyle olmasaydı balık çiftlikleri ile ilgili bu kadar çok sorun yaşanmaz ve sorun yıllarca sürmezdi. Öncelikle denizlerimizde avlanma, üretme, denetleme ve tüketime kadar uzanan süreçte planlamalar yapmak zorundayız. Hangi tür su ürünleri ne zaman, hangi boyutlarda ve ne kadar avlanmalıdır? Gelişigüzel yapılan programlarla ve çıkarılan yasalarla deniz stoklarımızın azalışının ve türlerin yok oluşunun önüne geçilemeyeceğini herkes bilmelidir. Denizlerimizde oluşan bu endişe verici tehdidi ve riskleri artık görmemiz gerekir. Bunun ötesinde riski takip edip onu kontrol altına almak, hatta yönetmek zorundayız. Denizlerimizdeki canlı stoklarının envanteri çıkarılmalıdır. Konuyla ilgili bilimsel nitelikte cihazlarla donatılmış tekneler yapıp araştırmalarda kullanmalıyız. Ama ne yazık ki, sular cenneti olan Türkiyemiz, bilimsel araştırma gemilerinden son derece yoksundur. Tüketicininde su ürünleri konusunda bilinçli olması gerekir. Balıkçı tezgahlarında utanılmadan sergilenen serçe parmağı büyüklüğündeki barbun balıklarını hem satın almayalım hemde satanı uyaralım. Gerekirse ilgili yerlere şikayet edelim. Bu bir vatandaşlık görevidir. Yasadışı avcılık için caydırıcı cezalar uygulanmalıdır. Tüketici kadar avlayan da bilinçlendirilmeli ve konuyla ilgili eğitim seminerleri verilmelidir. Aslında balıkçılar kendi ekmek teknelerini farkında olmadan batırmaktadırlar. Çöle dönüşen bir denizde atılan ağlar, paragatlar, oltalar ne işe yarayacak ki? Çektiğin dip ağlarıyla denizin dibini bombardımana tutacaksın, bütün yumurtaları, yavru balıkları ve barınma alanlarını yok edip bütün ekolojik dengeleri bozacaksın, dip katliamını gerçekleştirip, sonunda da çocuklarına yaşam faaliyetleri tükenmiş bir deniz armağan edeceksin. İşte bunu anlamak mümkün değil. Gerçek bir denizci, bilinçli bir balıkçı denizlerini ve onun sahip olduğu tüm canlı varlıkları korur. Yeterince ve yasal avlanma kuralları dahilinde avcılık yapar. Denizine ve ürünlerine sahip çıkar, onların gelecek nesillere bırakılması gereken en önemli bir miras olduğunu asla unutmaz, sürdürülebilir balıkçılığı benimser ve uygular. En büyük ceza ise onun kendi vicdanının sesidir. Çünkü denizini sevip korumayan, ülkesine de sahip çıkmaz. Artık ulusça bilinçlenme zamanı çoktan gelmiştir. Denizlerimiz bizim için asla vazgeçemeyeceğimiz çok değerli ulusal doğal kaynaklarımızdır. Onları koruyalım ve bugün içinde bulundukları tehlikeli süreçten kurtaralım. Denizlerimizin imdat çığlıklarına lütfen kulak verin. Denizlerimizdeki canlı yaşamın geleceğini ve su altındaki var olan ekolojik dengeleri koruyabilmemiz için akılcı, üretken, yapısal ve de dürüst ''su ürünleri politikaları'' üretmeliyiz. Kaybedecek zamanımız kalmadı. nceleri, işkence gören kişilerin siyasi kimlikleri nedeniyle biraz da bunu hak ettiklerini düşünüyorlardı. Oysa şimdi, ruhsatı yanında olmadığı için dur ihtarına uymayan bir gencin polis tarafından vurulabileceğini görüyorlar. Artık herkes kapsama alanında, işkence herkesin başına gelebilir. polisin sokakta uyguladığı şiddet olaylarında bir artış söz konusu. Kamuoyu konuya ilişkin biraz daha duyarlı, çünkü eskiden kimse bunun kendi başına gelebileceğinden endişe etmiyordu. İşkence, geçmiş yıllarda sadece siyasi kişilere uygulanan bir yöntem olarak görülüyordu. İnsanlar, işkence gören kişilerin biraz da bunu hak ettiklerini düşünüyorlardı sanki. Oysa şimdi, ruhsatı yanında olmadığı için dur ihtarına uymayan bir gencin polis tarafından vurulabileceğini görüyorlar. Yani artık güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet herkesi kapsam içine alıyor. Bu, herkesin başına gelebilir. İşkenceye karşı en etkin mücadele eden meslek grupları, hekimler ve avukatlar oldu her zaman. Uzun gözaltı süresi nedeniyle işkencenin uzun süre sonra da tespit edilebilmesi konusunda bilimsel yöntemler geliştirme çabasına girdi hekimler. İşkence görenlerin uzun vadeli psikolojik tedavisi için gönüllü olarak çalıştılar. Hukukçular da işkencenin önüne geçilebilmesi için gözaltı süresinin kısalması, sorguda avukat bulundurulması gibi yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi yönünde uğraş verdiler. İşkence iddialarının takip edilebilmesi için yasal sürecin işletilmesi konusunda mağdurlara yol gösterici oldular. AB süreci kapsamında çıkarılan yasalarla işkence bir süreliğine de olsa azalmış gibi görünüyordu. İşkencenin yeniden artmasının ardında yetkililerin cesaret verici konuşmaları mı var acaba? Mesela “Devletime ve milletime karşı gelenleri elbette vurmaktan hoşlanacağım” diyen milletvekilleri, orantısız güç kullanımını artırıyor olabilir mi? Eskiden uzun süreli gözaltılar ve tutukluların yakınlarıyla görüştürülmemesi, mahkemeye çıkarılmadan önce uzun süre bekletilmesi gibi nedenlerle işkencenin gizlenmesi ve belirtilerinin ortadan kaldırılması daha kolaydı. Bu nedenle, sintigrafi gibi işkence izlerinin belirlenmesinde daha ileri yöntemlere ihtiyaç duyuluyordu. Ancak günümüzde işkencenin üzerinin örtülmesi pek kolay olmuyor. Özellikle medya bunun üzerine gidince, yetkililer soruşturma açmak zorunda kalıyorlar. İşkence ve kötü muamele, ancak sorumluların cezalandırılmalarıyla önlenebilir. Ancak geçmişteki birçok işkence olayından biliyoruz ki, işkence sorumlularını yargılamak öyle kolay rastlanan bir durum değildir Türkiye’de. Kolay kolay yargılanmalarına izin verilmez. Verildiğinde ise devlet görevlisi olarak çalışıyor olmalarına karşın bir türlü bulunup mahkemeye çıkarılmaları sağlanamaz. Mahkemeye çıkarıldıklarında da işkence yapmaktan değil en hafif suçlardan ceza almaları için çaba gösterilir. Biz bu ülkede liseli çocukların bile duvara yazı yazdıkları için işkenceye uğradıklarını gördük. Ölüm orucuna yatan gencecik çocukların ana babalarının sessiz ama ısrarlı direnişlerine tanık olduk. Toplumun işkence gibi kanayan bir yarasını sonsuza dek ortadan kaldırmanın tek yolu kamuoyu tepkisidir. Kamuoyunun bu konudaki duyarlılığının artırılması için Prof. Dr. Veli Lök’ün dediği gibi hekimler ve hukukçular başta olmak üzere toplumun dinamik kesimlerinin güç birliği yapmaları gerekiyor. Aksi takdirde bu ayıptan kurtulamayacağız. ASUMAN ABACIOĞLU unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B