01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABERLER 26 HAZİRAN 1989 ULUSLARARASI ÇALIŞMA ORGUTU (ILO) GENEL KURULU'NUN ARDEVDAN CUMHURİYET/U Hükümet göz boyama çabasında Vzmanlar, "Türk hükümeti yıllardır ILO gündeminden çıkmak için harcadığı onca çaba yerine, 'Ne isteniyor?' sorusuna yanıt arasaydı, değil ağırlaşan kararların muhatabı olma, gündemden bile çıkardı" diyorlar. ŞÜKRAN KETENCİ ILO'nun haziran 1989, 76. Genel Kurulu kapsamında, bugün genel kurulda yapılacak usul oylaması ile kesinlik kazanacak Türkiye karannın, beklenenden çok ağır çıkmasının ilk şokundan sonra değişik, çelişkili yorumlara konu oluyor. Kararların nedenlerini, içeriğini, gerçek anlamıru anlaşılmaz kılan suçlaraalar, yorumlar yapılıyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalar ile kulislerdeki değerlendirmeler, siyahbeyaz kadar zıt olabiliyor. örneğin hükümet, Türk kamuoyuna yönelik olarak ILO kararlannın önerali olmadığı ve Türk hükümetini bağlamadığı vurgulamasını yaparken, ILO da söz konusu kararları önleyebilmek için hemen hemen her şeyi denedi. Ancak yapılanlar Türk hükümetinden beklenenler değildi. Aksine Türk hukümetinin saygıtüığını, güvenirliğini yitiren çabalar artı puan yerine eksi puaıılara kavnak oluşturdu. Gerçekte ILO'daki dururaunu düzeltebilmek için Türk hükümeti kadar yoğun çaba gösteren hükümetler çok az. tşveren grubunun da tam desteği ile en kalabahk ILO delege heyetlerini oluşturuyoruz, aynı zamanda en çok kulis yapan ve de tarafsız bilim adarnlan olmalan gereken profesörleri, unvanlannt da kullanarak hükümet ve işveren delegasyonlan içinde, her yıl en az 45 kişilik temsille gönderen yüzlerle ülke içinde bir tek biz vanz. ILO karar organlaruun uzmanlan şakayla kanşık, bu garip tabloyu eleştirirken, "Türkiye sayesinde kendimizi önemii adam görmeye başladık. Çok kulise gelen bir başka ülke y o k " diyorlar. Türk hükümeti, 1986 ve 1987 yıilannda yürürlükteki yasa düzeninin ILO ilkeleri ile çeliştiğini kabul eden ve bu yasalan en kısa sürede değiştireceğini vurgulayan iki Türklş, sendikal işlevini doğru durust yapınca,tepkfler,şantajlar artlı. (Fbtoğraf: Şukran Ketenci) tane "taahhüt raektubu" verdi. Türk hükümeti ilk 1986 yılında sa çıkmaz ha" tehditleri ile de bir ders almadığjnı, Türkiye'nin 1988 Genel Kumlu'ndan bir gün verdiği "taahhüt mekhıbu" ile sa leşince, pek çok sendikacı, Türk ILO'da giderek ağırlaşan bir tablo önce Resmi Gazete'de yayımlana dece ILO'dan listeye girmemeyi Iş'in ILO'da bağımsız işçi örgü ile karşılaşmasmın gerçek nedenrak yüriırluğe soktuğu, gerekçesi başararak döndü. Ondan sonra tü, sendikal işlevi varsa, yapması lerini araştırmadığını ortaya "ILO Ukelerine uyam" olan sen ki yıllarda giderek ağırlaşan ve gereken asgari görevinden korku koyuyor. dikal yasa değişiklikleri yaptı. Bu ILO uzmanlanrun bile her seferin yor. Ancak uluslararası sendikal Türklş ancak dikta yönetimlegenel kurul çallşmalanna yetişti de "siirpriz, çok ağır bir karar" kuruluşlann üyesi olarak, dünya rinin kurdurduğu sarı sendikalar rilmek üzere de ILO Anayasası dedikleri kararlara muhatap oldu. nın gözü önündeki bir tartışma gibi ILO'da, sendikal sorunlandeğişikliği, üç ILO sözleşmesi, Neden? da, demokrasinin olduğu bütün m anlatmayıp, sussa ne olur? ILO Avrupa Sosyal Şartı'nı yürürlüğe Çalışma Bakanı tmren Aykut, ülkelerin değil, sadece demokra genel kurul çalışmaJarını izleyen sokacak yasa tasanlarım hazırlasinin olmadığı birçok ülkenin sen hükümet ve işveren delegelerine, dı. Bunlarla da yetinmedi. Türk kamuoyunda TürkIş'i so dikacısının bile yaptığının dışına kamuoyuna açık söyleyemeseler rumlu tutmak için elinden geleni 1402'liklerle ilgili yasa tasansı haçıkılamıyor. Türklş, sendikal iş bile, kendi kendilerine itiraf etzırlayarak, Meclis komisyonu yapıyor. Bütün işverenler de Türk levini doğru dürüst, belki de mek üzere soruyoruz: "ILO doğkamuoyuna yönelik olarak, ILO asamasından geçirtti. genel kurullan öncesi ve sonrası Türkiye'dekinden daha başarıh rudan temas heyetleri, uzmaniık Konuştuğumuz pek çok ILO' Türkîş'li sendikacıları sendikal yapınca da tepkiler, şantajlar komisyonlan, Türkiye'deki hukuk düzenini izlemiyor, uygulanun uzman yetkilisi, bu kadar çok görevden uzak tutabilmek üzere, artıyor. olumlu adımı atan hükümetlerin hep aynı yaklaşım içindeler. ILO'nun 1989 Genel Kurulu mayı bilmiyorlar mı?", "ILO'çok sımrb olduğunu, doğal olanın "Kol kınlır yen içinde. Ülkenin çalışmaları içindeki gelişmeler, nun tüm kararlannda vurgulanan bu kadar çok olumlu adım atmış flli çıkariar. Sonuüanmızı aramız şok ağır karardan sonraki atılan sorunlar, Türkiye'nin uymakia ülkenin durumunun hafiflemesi da, Türkiye'de çözelim" bas ilk adımlar, kulislerde söylenen ynkümlü olduğu ihlaller ortadan olacağını itiraf ediyorlar. Oysa kılan, "seçim hakkınıria ilgili ya ler, hâlâ olanlardan hiç kimsenin kalkacak mı?" Turk hükümeti "ILO genel kurnilannı nasıl atlatınz?" arayışında harcadığı çabayı, "ILO benden ne istiyor?" sorusuna yanıt aramak üzere harcasa idi, ortada "ILO" diye bir rorun kalmazdı. Üyeliğinin eskiliğine, AT'ye üyelik gibi bir büyük iddiaya karşılık, Türkiye, ILO'da sendikal haklar için önemii sözleşmeleri imzalamamış olan ülkelerin en başında. Yeni bağımsızlık alan, demokrasinin "d"sini bile gerçekleştirememiş onca ülke 87 sayüı ILO sozleşmesini imzalamışken Türkiye hâlâ direnmekte. Ashnda uymakla yükümlü olduğu ILO sözleşmeleri ilkeleri, gerçek sendikal haklarda fazla önemii bir anlam da taşımıyor. Türkiye, tüm ILO ile ilgili, ILO'nun şart koştuğu yapması zorunlu düzeltmeleri de yapsa, Türkiye'ye gerçek demokratik, sendikal haklar geimiş olmayacak. Türk hükümeti bu kadar sınırlı sorunu bile çözmek yerine, ILO uzmanhk komitelerinin saptadığı düzeltmeleri yapmak, zaman kazanmaya yönelik sözünü sonradan yerine getirmediğı"taahhüt"lere, yasalarda istenen asıl düzeltmeler yerine, "makyaja" ya da son dakikada çıkanlmamış ve de uzmanlar komitelerinin "yetersiı" dediği yasa tasanlanna sığınınca, sözüne güvenilmeyen hükümet daragasım da yiyor. Sadece yıllarca yasa ve uygulamasında istenen, zorunlu düzeltmeleri yapmadığı, sözleşme ihlalleri nedeni ile değil, aynca "Uahhütlerini yerine getirmeyen hükümet" olarak, giderek ağırlaşan kararlara muhatap oluyor. KOPUGU Sıcaktan uyuyamadığım zamanlar oluyor. Pencerelerl ardına kadar acryonjm. Ama nafile. Burası yüksek arazi. Güneşin gündüzkü tesiri gece de sürüyor. Klima cıhazı yok mu? Hayır. Çalışma makamında da yatak odasında da yok. Binanın tarihi durumunun, kapısınm, penceresinin bozulmasını istemedim. Ama en basit ofislerde bile... Artık çok gec. Benden sonra gelen koydurtsun.. Çankaya'da Cumhurbaşkanlığı makamındayız. Karşımızda Cumhurbaşkanlığı forsunun önünde ve Kenan Evren yazılı bakır işlemeli masa tabelasının arkasında sakin ve tane tane konuşuyor. Gazeteci olarak değil de bir gazetenin yeni temsilcisi sıfatı ile kabul edildiğimiz için bir saate varan sohbeti aktarmak söz konusu değil. Ancak baştaki minik diyaloğu yazmamız, konunun havadansudan karakterinden. İtiraf etmeliyiz ki, "Klimayı benden sonra gelen yapsın" sözlerini duyunca çok heyecanlanıyoruz. Sahi Çankaya'njn klimasını kim yapacak? Herkes Turgut Özal'ın bu işi üstleneceği kanısında. ANAP'ta bakanlık yapmış, ancak yolu sonra ayrılmış bir eski sayın bakan İle yine bakanlık yapmış bir SHP ileri geleninin sıraladıkları gerçekler birbirinin tıpa tıp benzeri. Özal Çankaya'ya çıkmak isteyecektir. Çünkü: 1. Bu, 7 yıllık bir "Iktidar" garantisidir. 2. Sağlık bakımından bu makam çok daha uygundur. 3. ANAP'ın iktidardan düşmesi ve olası bir hesap sormaya karşı en garantili makamdır. En Uzun Yazın Eşiğinden AHMETTAN BANKO COĞUNLUK 4. Eşi bu "işl" çok istemektedir. ANAP önde geleni ile SHP üst yetkilisinin bu ortak belirlemeleri arasında görünmez iki fark var. ANAP'lı, Özal'ın Çankaya'ya çıkmayı başaracağı kanısında iken SHP'li, Özal'ın "boykof'tan korkarak bu işten vazgeçeceği inancında. Bizce bu dört maddeye bir beşinclsini de eklemek gerek. Hem ANAP'lı sessiz milletvekili çoğunluğu, hem libarel ve ittifakçı kanat ileri gelenleri özal'ı Çankaya'da görmek istiyoriar. Nedeni çok açık: Özal'dan kurtulmanın, dolayısıyta partiyi ele geçirmenin tek yolu onu Çankaya'ya çıkarmak. Bunlar kim? Tek tek isim sıralamak yerine, isimlerinin önündeki sıfatlan belirtmek daha uygun. "EsM bakan", "Eski genel merkez yöneticisi", "Eski TBMM grup yöneticisi" veya "büyük kongreden çok yüksek oy almış milletvekili." Bu sıfatlan taşıyanlar arasında Meclis tatile girdiği için seçim bölgelerine dağılanlar var. Ancak birçoğu son haftalarda her gece üçer, beşer kişilik gruplar halinde yemekli toplantılarda bir araya geliyorlar. Bunlar, aralarında "1992'ye dek milletvekllllğlm sürsün de ne olursa olsun" diye formüle edilebilecek mütevazı hedefleri olan bazı milletvekillerini pek almıyorlar. Bu tür milletvekillerinin sayısı her halükârda cumhurbaşkanı seçecek 226'nın üzerinde. Bu 226'lık banko çoğunluk ise, rejimin kilitlenmesi, 21.80'in temsilcisi olarak Çankaya'ya seçim yapmanın manevi sorumluluğu türünden konuları "entelektüel düzeyde, gayri pratik" konular olarak görüyorlar ve bu tür sorunların ANAP resmi veya gayri resmi kurmaylarının işi ve kendilerinin "icract" olduklarına inanıyorlar. Bu sıfatla "parmak kaldıracaklan" günü ve işareti bekliyorlar. ANAP'ın "gayri resmi kurmayları"nın hedefi Özal'ı kazasız belasız Çankaya'ya yükseltecek ve orada oturtacak formülü bulmak. Bu toplantılarda çeşitli formüller müzakere ediliyor. Bu formül arayışı ve müzakerelerinin ilk etabının Meclisin açılışına ve TBMM Başkanı'nın seçilmesine dek süreceği anlaşıhyor. Bu tür toplantılara katılanların üzerinde görelı bir anlaşma sağladıkları formüllerin en çarpıcısı Özal'ın Çankaya'ya çıkmasından sonra "genel başkanlık" ile "başbakanlık" makamlarının ayrılması. Bu formül "özal giderse parti bölünür" endişesine bir yanıt niteliğinde. Buna göre, ıkı makamın ayrılması olası bir bölünmenin önlenmesi ve parti içi güç dengelerinin "stablize" edilmesi için çok yararlı. Özellikle ANAP'ın liberal eğilimdeki milletvekılleri Özal'ın Köşk'e oturması halinde başbakanlığa Mesut Yılmaz'ın getirilmesi gerektiğini savunurlarken, ittifakçılar Yılmaz'ın bu koltuğu doldursa bile parti içinde yeni kırgınlıklara yol açabileceği, bu makama eğilimler üstü kalmış bir kişinin getirilmesi gerektiğini belirtiyorlar. İttifakçıların yaklaşımı hem Başbakanlığa ve genel başkanlığa "eğilimler üstü kalmış, tepki çekmeyecek bir ismln getirilmesi, buna karşılık Bakanlar Kurulu ile merkez karar ve yönetim kurulunun güçlendlrilmesl" biçiminde. Eğilimler arasmdaki denge gözetilerek yapılacak bir düzenleme ile partinin 1990 ya da 1991 'deki seçımlere kadar kazasız belasız götürülebileceği yolunda görüşler var. Bu görüşler "gemi batarsa biz de bataru" endişesi içindeki sessiz çoğunluğun peşin desteğini taşıyor. Ecevit: Seçîm sistemi adiüeşsin ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DSP Genel Başkanı Biileut Ecevit, seçim sisteminin adilleştirilmesi isteğini yineleyerek böylece SHP ve DSP oylarının Meclise iki ayrı kanaldan yansıyarak çoğunluğu oluşturabileceğini bildirdi. Bülent Ecevit, DSP Yenimahalle ilçe örgütünün düzenlediği toplantıya gönderdiği mesajda yine SHP'yi eleştirdi. SHP'nin "küçük besaplar" nedeniyle seçim sisteminin değiştirilmemesi için çaba harcadığı nı öne süren Ecevit, ulkedeki sorunlan ancak ulusal iradenin çözebileceğini, ancak yünirlükteki seçim sisteminin ulusal irade önünde kesin bir engel olduğunu bildirdi. Ecevit, daha sonra şu görüşleri savundu: Bu açık gerçege karşın Meclisteki iki muhalefel partisinin erken seçim islerken, seçim sistemi degişikligi gereğine deginmekten ısrarla kaçınmalan, bir tutarsızlık ve samimiyetsizlik örneğidir. Çunkü bugüniin seçim sisleraiyle ANAP iktidannın erken seçimi göze alamayacağı bellidir. DSP, mayıs başlannda açıkladıgı 'seçim sistemini adilleştirme projesi' ile bu konudaki somut önerilerini açıklamıştır. Fakat Mecliste grubu bulunan muhalefet partileri bu projeyi gönnezden gdmektedirkr. Emeklilikte %50oranı için iptal davası Gazeteci Varlık özmenek'in Danıştay 'da açtığı iptal davası için avukatları, ' '7001400 gösîergeler için oran yüzde 60 iken, üst göstergeler için yüzde 50 oran belirlenmesi eşitliğe aykırı" dediler. ANKARA (ANKA) Emeklilikte üst gösterge tablosundan 6.400'ün altındaki göstergeler için aylık bağlama oranını yüzde'50 olarak belirleyen 22 Temmuz 1987 tarihli Bakanlar Kurulu karan hakkında Damştay'a iptal davası açıldı. Davanın açılma gerek*En kuçOğü 3, en buyüğu 22 yaşındakı 14 çocuğuyia na,. ,.a taşınan Halil Köşker, "Demirel zamanında bir maaşımla 1 ton de çesi olarak 7001400 göstergeler mir alabiliyordum. Greve çıktjğımızda 160 bin lira maaşım vardı. Demirin tonu 550 bin liraydı. Direnmekten yanayım" diyor. (Fotoğraf: Cumhuriyet) için sigortalılara aylık bağlama oranı yüzde 60 iken, üst göstergeler için yüzde 50 oran belirlenmesinin, eşitliğe aykınhğı ile yasamn gerekçesine ve amacuıa ters düşülmesi gösterildi. 3395 sayıu yasa ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nda (SSK) yapılan değişiklikler ve 506 sayıh yasaya eklenen geçici 3'üncü maddenin l'inci fıkrası ile oluşturulan ust gösterge tablosunun tavan göstergesi olan 6.400'e uygulanacak emeklilik bağlama oranı yüzde 50 olarak belirlenmişti. Aynı maddenin 2'inci fıkrası ile de 1400'ün üstü ile 6400'Un altmda kalan göstergeler için aylık bağlama oranı ise Bakanlar Kurulu'na bırakümış ve Bakanlar Kurulu da bu oranı yüzde 50 olarak belirlemişti. 7001400 arasındaki gösterge tablosunun aylık bağlama oranı ise yüzde 60 olarak kalmıştı. Davacı gazeteci Varlık Özmenek'in avukatları Gürbüz Özaltınlı ve Hasan Şahin, kararı yürütmekle görevli Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı aleyhine açtıklan dava dilekçesinde yüzde 50 oranının eşitlik ilkesine, hukuka ve adalete aykırı olduğunu savunarak şu görüşlere yer verdiler: "506 sayılı yasa gereğince gerek gösterge tablosunda, gerekse üst gösterge tablosunda yer alan derece ve kademelerden prim ödeyen sigortalılann prim ödeme oram aynıdır. Bu oran yüzde 33.5'tir. Yalnızca yaşlılık primi göz önüne alımrsa bu oran yüzde 2O'dir. Gorüldüğü gibi sigortalının SSK'ya karşı yükümlülük oranı aynıdır. Oysa Bakanlar Kurulu kararı sonucunda, eşit oranda prim ödeyen sigortalılann emekli aylığı bağlama oranları eşit olmamaktadır." Dilekçede yasa koyucunun yalnızca 6.400 gösterge için yüzde 50 oranını alt sınır olarak benimsediği hatırlatılarak, 1400 ile 6400 arasmdaki göstergeler için Bakanlar Kurulu'nun aynı oranı koymasının yasamn amacına aykırı olduğu ileri sürüldü. Dilekçede, 3395 sayılı yasa gerekçesinde, üst gösterge tablosu getirilmesinin amacının yüksek ücret alanfarın sosyal guvenliklerini teminat altına almak ve SSK'yı cazip hale getirmek olarak belirtildiğine dikkat çekildi. Gerekçeye uygun davranmanın yolunun da yasaya göre, yüksek gelir alanlardan yüksek sigorta primi kesmek ve emekli olduklannda emeklilere yüksek gelir bağlamak olduğu, oysa Bakanlar Kurulu kararı ile getirilen düzenlemenin bu gerekçeye uygun olmadığı anjatılan dilekçede ortaya çıkan eşitsizliğe örnekler verildi. Demirçelik işçisi çadırda DÜZİÇt (Cumhuriyet) Grevdeki ts içine serilen yorgandan bozma şiltelerde kenderun DemirÇelik'in 13 yıllık işçisi Halil uyumaya başlamış. Köşker 14 çocuğuyla birlikte çadırda yaşıHalil Köşker 16 nüfusla çadırda geceleyor. menin zorluğunu, büyük çocuklannm yatmak için başka yerler aradığım, hiç olmazBir yıl önce ev kirasım da ödeyemeyecek sa yağmurdan korunmak için geri kalan duruma düşen Köşker sonunda evi boşalt 1213 nüfusun naylon çadıra sığmak zorunmak zorunda kalmış. Aç, açıkta geçirilen da olduğunu anlatıyor. günler. Sonunda kendince çözümü bulmuş. Halil'in en çok yakındığı enflasyon. PaEn küçüğü 3, en büyüğü 22 yaşındaki 14 ço halılık ve gittikçe düşen satınalma gücü Hacuğuyla naylon çadın Adana'nın Düziçi il lil'e, "Demirel hükümeti zamanında bir maçesinin Yenice Mahallesi'ne kuruvermiş. Ye aşımla bir ton demir alabiliyordum. Greve mekler açıkta yapılmaya, çocuklar tarlada çıktjğımızda 160 bin lira maaş alıyordum. oynamaya, insanlar balık istifi gibi çadınn Demirin tonu 550 bin liraydı. Yani maası Grevdekifabrikanın lSyıllık işçisi, ev kirasım ödeyemeyincesokakta kaldı Oğretmenin 21 sorunu TUNCAYÖZKAN ANKARA öğretmenler eğitim yerine, sorunlarlauğraşıyorlar. Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol'un öğretmenlerle yaptığı "dert dinleme" toplantıları sonucunda bakanlık 21 ana probiem saptadı. Bunlar arasında öğretmenlerin mali yetersizliklerinden örgütlenme haklarına kadar pek çok şey yer alıyor. Bakan Akyol, "sonınlann çöziimü için bir icra planı hazıriayacağım" açıkladı. Öğretmenler, Ankara'da yapılan toplantılar sırasmda güvensizlik içinde bulunduklannı da ifade ettiler. Geneldeekonomik, eğitsel ev, örgütlenme sorunlan üzerinde yoğunlaşan şikâyetler arasında bakanlığın saptadığı 21 ana sorun şunlar: "Oğretmenleriniçindebulunduğu mali sıkıntı ve ücret durumlarının yeniden giınün şartlarına göre düzenlenmesi, eğitim programlannın ders kitapları eğitim araç ve gereçleriyle yöntem ve tekniklerirün bilim ve teknolojideki yeniliklere uygun olarak gelıştirılmesinin sağianması, öğretmen yetiştirilmesindeki sorunların çözümlenmesi, öğrencilerin öğretmen yetiştiren kurumlara girmelerinin teşvik edilmesi, öğretmen yetiştirme sisteminin geliştirilmesi, öğretmenlerin meslekte kalmalarının sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması, oğretmenin toplumda layık olduğu itibara kavuşturulması calışmalannın sürdürüimesi, öğretmenevieri açılması, oğretmenin konut ve lojman sorununun çözumlenmesi, öğretmenlerin ek ders ücretlerinin arttınlması, eğitim personelinin mesleklerindeki yenilikleri sürekli olarak izlemelerini kolaylaştırmak ve teşvik etmek için gerekli düzenlemelerin yapılması, öğretmen eğitim , yöneticisi ve diğer eğitim personel için eğitim ve sosyal tesislerin kurulması, öğretmenlerin eğiticilik vasfının geliştirilmesi, öğretmenlerin örgütlenme sorunlarının çözümü." mın üç kaü."dedirtiyor. özellıkle İJ Eylül sonrası budanan işçi haklan yüzünden grevin artık etkili bir silah olmaktan çıktığını anlatıyordu işçi Halil: "Darbeden sonra yanm yamalak bir grev silahı verdiler elimize. E.skiden caydınalıgı vardı şimdi yok. Biz grevdeyiz para babalan demir ithal ederek kasalannı dolduruyorlar. Grevin bitmesini isterler mi? Demirin tonu vardı bir milyona. Ama yine de direnmekten yanayım." 25 yıllık eşi Güllü ise grevin sonunu, eşinin maaşı artınca sığınacak sıcacık bir yuva bulacaklan umuduyla bekliyor. DELEGE Mİ, ÜYE Mİ? Ancak ortada bir de kongre sorunu var. Başbakan Özal'ın cumhurbaşkanı adayı olması halinde, parti tüzügü uyarınca olağanüstü kongrenin toplanarak genel başkanlığa seçim yapması gerek. Teşkilat düzeyinde büyük etkinliği bulunan ittifakçılar, bu kongrenin "delege" ağırlıklı toplanması gerektiğini savunurlarken liberaller. kongrenin "üyeler" bazında toplanmasını istiyoriar. Başbakan Turgut Özal da yerel seçimlerden hemen sonra üye kayıtlarının yeniden gözden geçirılmesini istemiş, bu amaçla imza karşılığı partinin bütün üyelerine resimli kimlik kartları dağıtılması için bir çalışma başlatmıştı. Özal, üye kayıtlarının eylül ayına kadar yenilenmesi gerektiğini, ANAP yöneticileri önüne bir hedef olarak çıkardı. Özal'ın siyasi danışmanlığını üstlenen eski Devtet Bakanı Adnan Kahveci, bu doğrultuda bir taslak hazırlarken, liberal Doğancan Akyürek, üye kayıtlarının yenilenmesini ve kongrede tüm üyelerin kimlik kartları ile oy kuilanması gerektiğini savunuyor. Akyürek, eski delegelerle toplanacak bir kongrenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, partinin genel merkez yapısında yine ittifakçıların ağırlığını koruyacağını dile getiriyor. İttifakçılar ise kongrenin tüzükte yer aldığı biçimde eski yöntemle delege ağırlıklı olarak toplanması gerektiğini savunuyorlar. Mehmet Keçeciler, ittifakçılar olarak parti içindeki durumlarını şöyle anlatıyor: Kardeşim, adamlann (liberaller) her kongrede sırtını mindere yapıştınyoruz. Hakem (Özal) saymıyor. Kaldınp tekrar yere çarpıyoruz. Hakem yine hakkımızı tanımıyor. Keçeciler her kongrede liberalleri yenmekten yorgun düştüklerini arkadaşlarına anlatıyor. Ama mücadeleyi bırakmaya da hiç mi hiç niyetli olmadığını belirtiyor. Çünkü dostu, düşmanı herkes kabul ediyor ki, Keçeciler, Ozal'a ve liberallere rağmen parti tabanında en güçlü, en sağlam desteğe sahip ANAP'lı poljtikacıların başında yer alıyor. Özal, yerel seçim yenilgisinden sonra düştüğü Çankaya yolunda kendisine liberalleri yoldaş seçmiş durumda. Evet, parti içinde Özal'ın Çankaya'ya çıkmasını engelleyecek kimse yok. (Sayıları 35'i ancak bulacak ilkeli liberaller dışında kalan ANAP'iıların sayısı cumhurbaşkanını seçmeye yeterli). Bu sayı ise Özal'ı Çankaya'ya götürecek rakam. Özetle ANAP'ta kanatlar Ozal'a rağmen partide söz sahibi olamayacaklannı bunca deneyim sonunda anlamış durumdalar. Bunun için tek yolu iki taraf da Özal'ın Çankaya'ya çıkması olarak görüyor. Özal Çankaya'ya çıkacak. Boşluğu biz dolduracağız. Bu hesaba karşı Özal'ın da başka bir hesabı olduğu ve boşluğu doldurma işinı bizzat kendisinin hazırlayacağı kesin. Bu hazırlıkta ANAP teşkilatının liberalleştirilmesi temel hedef. Trabzon ve Aydın illeri ile birlikte 22 ilin feshinin düşünülmesi bunun en belirgin göstergesi. Ancak Özal'ın iki ilin feshi ile yetinmesi ışlerin öyle kolayca yürümeyeceğini sergiliyor. Eylüle 9, Ekime 1415 hafta var. Bu dönemin en belirgin özelliğı, belirsizlik. Bu belirsizlikten Meclis içi muhalefete düşen yüzde 50 küsurun temsilcisi olarak "erken seçim" koşullarını yaratmak ve yüzde 20 küsurun egemenliğine son vermek. 1989 yazı, demokrasi tarihimizin en uzun yazı olacak. Bu yazın sonunda Çankaya Köşkü'nün klima cihazlarını taktıracak kişi belll olacak. İZMİR ANAP içinde yer lar dağılmadan ekonomik çöalan kanatlatın toplantıları sürü zümler getirilebıleceğini fazla yof. Bu toplaniıların amacı, "par iyimser buluyoruz. ti nereye gidiyor"dan öte, cum TÛSİAD Başkanı Cem Boyhurbaşkanlığı seçimi ve erken ner'in bu sözlerini Egeli sanayiseçim konusunda ne gibi bir ci ve işadamları aylarca önce yöntem belirleneceği yolunda. gündeme getirmişlerdi. Ancak Sanayici ve işadamları da ken hükümet bu sözlere kulak asmadi aralarında toplanıp tartışıyor. mıştı. Böylece ilişkiler kopma Genel hava, seçim ekonomisinin noktasına gelmişti. Bir başka degündeme gelmesi. Böyle bir du yişle Başbakan Özal, Egeli sarum, onları bir hayli tedirgin edi nayici ve işadamlannı gözden çıyor. Sorunların çığ gibi büyüdü karmıştı. Cem Boyner, Egeli sanayici ğü ve bugune değin bir önlem alınmadığı görüşü ağır basıyor. ve işadamlarının eleştirilerini yiTÜSİAD Başkanı Cem Boy neleyince, Özal "ikna yöntemi"ner'in önce çıkış yapması, Baş ni kullanmaya gerek gördü. Böybakan Özal'ı dinledikten sonra lece TÜSİAD Başkanı hemen arbirden çark edip yumuşaması dından şu açıklamayı yaptı: Güven Bunalımı IZMlB'den MIKMET ÇETIMKATA "İnancımız kalmadı" görüşünü getirip ekliyor: Alınan ekonomik kararlara kimsenin güveni kalmamıştır. Herkes enflasyonun düşeceğine inanırsa ona göre hesabını kitabını yapar. Ancak güven ortamı yerlesmemiştir. Kaypak zeminde kimse hareket etmek istemiyor. Önce siyasi istikrarın sağlanması gerekir. Vatandaş ekonomiyi bizden de hükümetten de iyi biliyor. Şinasi Ertan, gelecekten kuşku duyduklarını da belirterek, "Başbakana inanmak isteriz" sözünü kullandıktan sonra görüşlerini sıralıyor: Sanayi uzun sürelere yöne Özal, TÖSİAD Başkanı Boyner'e güvence veriyor: "Erken seçim yok, alın stze güven ortamı..." Egeli sanayici ve işadamları ise sesteniyor: "Bu ekonomi erken seçim içindir. Kaygan zeminde duramayız. Vatandaş bizden ve hükümetten daha iyi biiiyor ekonomiyi..." Ne derler bunun adına? Sanırız guven bunalımı... Egeli sanayici ve işadamlannı kuşkusuz düşündürmeye başladı. Işte Egeli sanayici ve işadamlarının bu noktada kafaları allak bullak oldu. Haklı olarak da şu soruyu sormaya başladılar: Neler oluyor, bunu bir açıklasalar? Cem Boyner, hükümete yönelik sert eleştiriler getirirken şöyle diyordu: Çok cazip uluslararası ekonomik ortama rağmen 1980 sonrasının en ciddi krizi yaşanıyor. Siyasi meseleler çözümlenmeden, hükümetin güven ortamı oluşturarak, görevi sürdürüp sürdürmeyeceği konusunda bulut Moral bulduk, güven aldık, erken seçimin olmayacağını anladık!.. Egeli sanayici ve işadamları, TÜSİAD Başkanı Cem Boyner'in bu geriye dönüşüne pek akıl erdiremiyorlar. Seçim ekonomisinin işlemeye başladığını açık açık vurguluyorlar. O halde bu işte bir bıt yeniği var. Hesap kitap ortada... TÜSİAD'ın toplantısına katılan hem Boyner hem de Başbakan Özal'ı dınteyen TOBB Sanayi Konseyi Başkanı Şinasi Ertan, "Bıze sözle güven değil, istikrarla güven gerekiyor" diyor. EBSO Başkanı Ersin Faralyalı İse lik yatırımlarla oluşur. Ancak bir ay sonrası, hatta bir hafta, bir gün sonrasını göremezse ne yatırım yapar, ne de genişlemeye çalışır. Önce istikrar ister, güven ister... Sözü ikinci kez Ersin Faralyalı alıyor. Faralyalı, "güven " sözcüğünün belki "bunalım" sözcüğüyle eş anlamlı olduğunu vurgulamak istiyor. Öyle ya, ülkemizde güven ve bunalım hep birbirinin yerini arıyor sürekli. Enflasyon hızına orantılı kur değişikliği yoksa, bütçe açıksa, dış ödemeler dengesi açık veriyorsa, enflasyon çok büyükse, o ekonomi iyi değil demektır. Sanayici ve işadamlanndan hem Başbakan Ozal'a hem de TÜSİAD Başkanı Cem Boyner'e bir soru var: Bankalarda bulunan döviz tevdiat hesapları 11 milyar doları buldu mu? Elbet bu sorunun yanıt "evet" olduğuna göre, savlarını sürdürüyor Egeli sanayici ve işadamları: Bankalarda bulunan döviz tevdiat hesapları 11 milyar doları bulmuştur. Ancak son günlerde 400 milyon dolar bir azalma vardır. Sayın Özal bu döviz rezervlerine, 'bunlar benim dövizim' gözüyle bakmaktadır. Bize göre bunlar kısa vadeli borçlardır. Döviz açısından, enflasyon trendi açısından onümüzdeki günleri iyi görmüyoruz. Gelişmeler bizi nereye götürur bilmiyoruz. Rehavete kapılmış gibiyiz. Rehavete kapılmamalıyız. Güven ortamı kalmamıştır. Ekonomideki kaypak zeminde daha ne kadar ayakta durabiliriz bilemiyoruz. Başta belirttığımız gibi ANAP içindeki kanatlar cumhurbaşkanlığı ve erken seçim için formül arayışı içindeler. Başbakan Özal ise TÜSİAD Başkanı Boyner'e güvence veriyor: Erken seçim yok, alın size güven ortamı... Egeli sanayici ve işadamları ise sesleniyor: Bu ekonomi erken seçim içindir. Kaygan zeminde duramayız. Vatandaş bizden ve hükümetten daha iyi biiiyor ekonomiyi... Ne derler bunun adına? Sanırız güven bunalımı...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle