29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Asuman Susam’dan “Kemik İnadı” ile “Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema” Kemiğin ve belleğin anımsattıkları r Gamze AKDEMİR apıtlarınızda anımsamak, unutmak, susmak fiilleriyle yakından ilgili bir şair olduğunuz bilinir. Bu açıdan bakarsak nasıl bir kitap Kemik İnadı? Kemik İnadı bir kopuş kitabı değil benim için ama bir eşik atlayışı. İleriye doğru değil, ilksel olana doğru, pagan köklere doğru bir gidiş. Hatıra, hatırlama, unutma... bunlar ve sayamadıklarımla şiirin kadim bir bellek mekânı olduğu bilgisiyle önce kendimin sonra yok olan insanlığın en acıyan yerine kemiğine doğru bir yolculuk yapmaktı isteğim. Sesimi ararken, acının izlerini sürerek değişmek, kabuğumdan soyunmak, içe, en derine, yaraya değil yaranın gözüne bakarak kendime ilerlemek. Bizi yabancılaştıran her şeye karşı genlerimizle taşıdığımıza inandığım kadim bilgiyi hatırlamak, onun hatırasını hatırlatmak. Hepsi bu. SÜREKLİ BİR “OLMA” HALİ Şiirinizde çatışan, çelişen, kavuşan ‘ben’ kimlik sevdanın ve varoluşun izinde yola nasıl devam ediyor? Şiir benim için hiçbir zaman lirik romantik bir ‘ben’in sesleniş alanı olmadı. Şiir ona tepeden kuşbakışı baktığınızda bir dünya fikri önerir. Patikalarına çıktığınızda, ayrıntı ve yakın plan gösterdikleriyle o fikrin yapı taşlarını, fikrin şeylerle, kozmosla ilişkisinden doğan gerilimini sunar. Bu hayatın kendisinden başka bir şey değil. Şiirin benim için paradoksu biraz da bu. Hem hayata tutunmak, hayatta kalmak için hem de ondan kaçmak rüyaya sığınmak için bir araç. Nasıl ki ben hep bir ötekiyle sürekli olarak kendini yeniden yeniden kuran bir şey; şiir de öyle. O nedenle serüvenin sonunu göremiyorsun. Akışkanlığın içinde şeylerle temas halinde sürekli bir etkileşim içinde değişerek; ol’muyorsun, sürekli bir olma halisin. Bu nedenle bir fark ediş, her şeye bir dikkat kesiliş, bir temaşa halinin dışavurumu oluyor o vakit şiir. KEMİK, BİR YAŞAMA İNADI Medeniyet ayrışmasının yok ettikleriyle dibe vuran insanlık ve çok azı yüzleşilmiş ama hep unutulmuş günahlarıyla, yeni çağın ağrıları dizelerinizde yer buluyor. Kemik en çok ne için inat ediyor ya da direniyor? “Nostalgia Dela Luz”, Guzman’ın o muhteşem belgeseli kitabın adı için bana ilk ilhamı vermişti. Şili’deki kayıpların kemiklerini ıssız çölde arayan aileler ile dünyanın en büyük rasathanelerinden birinde uzayı inceleyen biliminsanlarını belgesel ıssızlığın ortasında buluşturmuştu. Orada büyük patlama sonrası oluşan ilk elementin kalsiyum olduğunu söylüyordu bir profesör. Kemiğin en etkin maddesi. Yüzyıllar geçse de kaybolmuyor2 4 E Y L Ü L 2 0 1 5 Y du kemik. Yeryüzünün hafızasıydı o. Aynı zamanda yaşamdan yana da bir inat. İşte o inatla yakınlaşmak istedim ben. O inadın beni yolculuğa çıkarmasına izin verdim. Hafıza ve hatıra kemikti artık benim için onu saklamak, hatırlamak ona hürmet etmek yaşamak inadı. ŞİİRDEKİ EN BÜYÜK DEVRİM; TEMAS! Alt üst oluşlarla ve ödetilen bedellerle nasıl bir hizada evriliyor, yüzleşiyor Kemik İnadı? Yüzleşmek, hesaplaşmak bunlar önemli kavramlar. Hele bellek çubuklarına ve sanal sayfalara depoladığımız hayatları yaşam diye yaşayıp gittiğimiz zamanlarda... Ama şiirin tek başına bir yüzleşme ve hesaplaşma alanı olduğuna inanmıyorum. Bir ajitasyon aracı olmadığına inandığım gibi. Şiir yalnızca bizim kendimizle olan mesafemizi kısaltan bir şey. O da her zaman değil. Bir epifani alanı o. Benjamin’in tarih tezlerinde sözünü ettiği işaret fişeği, bir kaplanın tüylerini tersinden okşama anı, hatta bir itaatsizlik alanı. Şiirdeki en büyük devrim onunla temas edenin kendini ve kadim bilgiyi hatırlayarak onlara doğru çıplak ve yalansız yürüyüşü olabilir. Diyorum ya insan hem bir olanak hem olasılık... Şiir benim için bunu görmenin yeri. KÖTÜRÜMLEŞEN BELLEKSİZ TOPLUM Roboski’ye, 34’lere, “Amed’i Düşünürken” adlı şiirinizden alıntılarsam “Kürtçe susulurken, Türkçe yutkunurken” susan insana, içimizdeki ve dışımızdaki susan devlete, o nisyana nasıl bir isyan ve çağrı da kitabınız? Bir toplumun belleksiz bırakılması onun en basitinden kötürümleşmesi. Şiir elbette doğrudan politik olanın çağrı ve kavga alanı değil. Şiir adalet dağıtma yeri de değil. Belki vicdanları uyandıran ve dürtükleyen bir yer. Benim için etik ve estetiğin; poetik olanın ve politiğin alanı geçirgen ve geçişli bir yer. Şiir dünyayı yorumlama biçimlerinden yalnızca biri. Yaklaştığınız konu, seçtiğiniz sözcük, yerle gök arasındaki her şeyle konuşma haliniz bunların hepsi politiktir. Şiirle politika yapamazsınız ama şiir hiçbir şey söylemezliği dahil her söylediğiyle politiktir. O nedenle politik bir çağrı alanı olmaktan ziyade her şiir bir buluşma mekânı kabul edilsin isterim. Ortaklaşalık üretemeyen ve hayata dokunamayan sanatı, şiiri kim ne etsin, öyle değil mi? DİKLENEN BİR ŞİİR, BİR İTAATSİZLİK DAVETİ! Kesinlikle. “Şarkı” adlı şirinizden bir alıntıyla devam edelim; “İçimde uluyan kurttan korkma/ kemikten ve diş izinden/ sözden kork ama...” Ve gerekirse dibe vur ama susma, sırlarla yüzleş, sırrı söyle diyen, daha yüksek sesli bir şiir diyebilir miyiz Belgesel sinemadan şiir incelemelerine birçok farklı alanda emek veren Asuman Susam, “Kemik İnadı”nda yeniden şiire dönüyor. Belleği her zaman bir yeniden anlama alanı olarak gören bir aydının kararlılığıyla kaleme aldığı kitabı çağına hayretle tanıklık eden bir insanın şiiri sürdürme kararlılığı. Bu tanıklıkla inatla kendi sözcüklerini ve sesini, kendi yaratacağı ve inanacağı anlamı arama çabası. Susam, kısa süre önce yayımlanan incelemesi “Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema”da da bellek safında ilerliyor. Belgesel sinemanın işlevine; tarih, toplum ve bellekle ilişkisi açısından yeni bir bakış sunuyor. Asuman Susam ile “Kemik İnadı” ve “Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema” adlı kitaplarını konuştuk. Kemik İnadı için? Yüksek sesli bir şiir diyemeyiz ama ona diklenmeyi yakıştırabiliriz. Verili olan her şeye karşı, bu politiğin alanına ait de olabilir aşk gibi en kişisel ve mahrem olana da, bir sınır aşımı, aşındırma ve itaatsizlik daveti olarak alınabilir belki çağrısı. Ben yazarken hiçbir şeyi amaçlamadım. Yürüdüm sadece yolumu ve Kemik İnadı çıktı. Kendime en çok yaklaştığım yer şiire de en çok yaklaştığım yer oldu. Acısı, sarsıntısı derin ve şiddetli olsa da memnunum bu yakınlıktan. HEGEMON UYUTUR! “Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema” adlı kitabınıza geçersek... İncelemenizde ilk olarak imlediğiniz gibi “Modern Batı algısının inşa ettiği neredeyse tüm yapıların yapıbozumuna uğratılmaya başlandığı” günümüzde, hem unutmalar hem de hatırlamalar çağı haline gelen zamanımızın, toplumsal belleğe ve belgesel sinemaya yol açışını irdeliyorsunuz. Ve belleğin politik bir mücadele alanına dönüştürülüşünü. Bunu anlatır mısınız? Bellek uyur ama unutmaz. Oradaki hiçbir şey kaybolmaz. Uyanışlar şimdiki zamanın gereksinimlerine göre bireyin ya da toplumun yenilenen kimlik inşa süreçlerinde genellikle ortaya çıkıyor. Burada bu uyanışın yaşanabilmesini sağlayacak pek çok parametre var kuşkusuz. Adalet arayışına dair toplumsal istek ve hazır oluşluktan ifade özgürlüğüne ve yüzleşebilmehesaplaşabilme arzusuna kadar pek çok şey hatırlamaya yönelik eylem ve verimlerimizi doğrudan etkiliyor. Bu parametrelere dair koşullar, yani ortam belgesel sinemanın bellekle ilgili çalışmalarının önünü tıkayabilir de açabilir de. Karşıt hafızaların iç içe girdiği bir toplumsallık içinde yaşıyoruz hepimiz. Resmî tarih ve ulus devlet algısının hakikat söylemiyle kolektif bilinçte ve bellekte saklananlar aynı değil. Bunların karşı karşıya gelişlerinde bu belleklerin çatışması son derece doğal. Hegemonik söylem, rıza manipülasyonlarıyla pek çok şey cebren ya da kendiliğinden uykuya yatıyor. Uyanış, bellek parçacıklarından ben kimim sorusuna bütünlüklü bir hikâye kurarak yanıt aramamızla başlıyor. Bu anlamıyla kimlik inşasından belleği ayrı düşünemeyiz. Kimliğe dair sorular, bireyin kendi hikâyesinin peşinden geriye doğru gitme arzusu unutulanların hatırlanmasını sağlıyor. İşte burada bize dayatılanla hatırlanan arasındaki farklılıklar hakikat, adalet arayışı ile şimdiki zamanı kurmak, geleceği tahayyül etmek bakımından sorma, sorgulama ve itirazlarla politik bir mücadele alanının doğmasını sağlıyor. Belgesel sinema, tüm bunları sorguladığı, açığa çıkardığı, topluma sorular bıraktığı içindir ki evet, sinema olmak kadar bir mücadele alanıdır da. HAKİKATİN PEŞİNDE Çalışma, belgesel sinemanın gerçekle ilişkisinin imgesel sinemadakinden farkını K İ T A P S A Y I 1 3 3 6 S A Y F A 1 4 n C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear