26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Evrensel bilgiyi çeviriyle taşımak " Ahmet N. Öztürk, Payel'de yayımlanan çeviri kitaplar için şunları söylüyor: "Dünyayı tanımadan kalıcı bir ulusal kültür oluşturulamaz. Türkiye'de zaten çok az çıkan kitapların 1/7'si çeviridir. İnsanları evrenselleştirmek istiyorsak önce evrensel bilgiyi onlara ulaştırmak eerek. Çeviriye ağırlık vermemiz bundandır." ÖNER CİRAVOÛLU hmet N . ö z t ü r k Payel Yayınevi'ni '60 sonrası esen özgürlük rüzgânnın etkisinde kalarak kurmuş. Öztürk, "Dünyayı değiştirmek istiyorduk" diyor. öztürk'e öncelikle "Payel" adının nereden geldiğini soruyorum. Sayın Ahmet Öztürk, önce merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum. "Payel" adı nereden geliyor? Payel adı, bir yayınevi olarak ortaya çıkmadan yıllarca önce, Payel Fiim olarak birtakım amatör belgesel filmlerin, deneme çalışmalarının jeneriklerinde kendini gösteriyordu. Fındıkzade çevresinde küçük bir film stüdvosu kurmuştuk. Yeşilçam'ın dışında, yapacağımız filmlerle dünyayı değiştirecektik! Bu amaçfa belşesel filmler çekiyor, gazete vc dergilere film eleştirilerı yazıyor, bir yandan da konsolosluklardan ve film işletmecilerinden bulduğumuz kimsenin izlemek istemediği, bir kenarda unutulmuş kaliteli filmler oynatıyorduk gelen meraklılara. Sinemayla dolu dolu yaşadığımız günlerdi onlar. Gece yarılarına kadar stüdyodan çıkmak istemiyorduk. Ne var ki, ekonomik zorluklar gelip kapıya dayanınca, çalışmalarımızı yürütebilmek için, cep harçlıklarının dışında, yan gelirler aramaya başladık. Böylece mi kurdunuz yayıncvini? llk kitap yanılmıyorsam Zaven Biberyan'ın Yalruzlar adlı romanıydı... Ondan önce bir kitabevi fikri ortaya çıktı. Beyazıt'ta, merdivenaltı gibi bir yerde, kitabevini açtık. Klasik müzik plaklarıyla yeni çıkan kitapları, o zamanlar oldukça geniş olan yakın çevremize satıyorduk. Hiç unutmam, ta Şişli'den, Kadıköy'den Beyazıt'a kadar gelerek bizden kitap ve plak alan dostlarımız vardı. Kitabevinin işleri iyi gidince, bu kez, kitap yayımlamayı düsündük. Işte sözünü ettiğıniz Zaven Biberyan'ın Yalnıziar'ı bu yayınların ilk kıtabı olarak çıkacaktı. Arkadan Orhan Kemal, Suat Derviş gibi yazarları basmayı planlıyorduk. Fakat, ilk kitabı daha ciltçiden alamadan kitabevi de çıkmaza girdi. Yalruzlar, uzun bir süre, piyasaya dağıtılamadan, Nuruosmaniye Caddesi'ndeki Yapı İşçileri Sendikası'nın bir köşesinde beklemek zorunda kaldı. Ne yapacağımızı bilemiyorduk. Kitabevi sahip değiştirmiş, stüdyo ise kapanmak üzereydi. Koşullar bir şeyler yapmaya zorluyordu. Sokaklar, yürüyen, "Özgürlük" diye bağıran işçilerle doluydu. Sinemayı niye seçmiştik? Dünyayı değiştirmek istemiyor muyduk? Öyleyse, insanlara bilgi ulaştırarak da bir şeyler değiştirilebilirdi! Elimizde zaten basılmış bir kitap vardı. Demek kı, yayına başlamıstık bile. Öyleyse yayınevi kulUİabilirdi artık. Jenerikteki "Film" ekini kaldırarak "Payel Yayınevi"ni oluşturmuş olduk. Artık Payel adı filmlerde değil, kitap kapaklannda boygösterecekti. Yayıncılıga başladığınız yıllarda, 1960 sonrası dönemde yayın dünyası bir canlanma yaşıyordu. Yepyeni yönelişler gözleniyor, birbiri ardısıra yayınevlcri kuruluyordu. Benim hemcn anımsayabildiklerim arasında Gün, Sosyal, Uğrak, Dönem, Evren, Payel, Sol, Yön, Toplum, Bilgi, Ağaoğlu, Habora ve May var.. 27 Mayıs 1960'tan sonra, tatlı tatlı esen "özgürlük" rüzgârlarıyla birlikte, Türkiye'de bir şeyler kımıldamaya başlamıştı. Önce fikirler döküldu ortaya. Ne kadar çok fikir biriktirdiğimizin farkına varıyorduk. Sonra yasal örgütler kurulmaya başlandı arka arkaya. Daha sonra işçiler, kitleler sokaklara döküldüler. "Özgürlük" dört bir yandan harekete geçmiş gibıydi. Yayınevleri de bu ortamdan payını alacaktı elbette. Peşpcşe yayınevleri kurulmaya başladı. Payel de dahil, bu saydıklarınız ve daha bırçokları hep o dönemde kurulanhrdı. Bir kitapçı vitrininde, Marx'ın Kapital'ini ilk kez gördüğümde, ne kadar uzun süre baktığımı anımsıyorum şimdı. Düş gibi Ahmet Öztürk, Payel Yayınevi'ni 60 sonrası özgürlük rüzgânnın ürünü olarak tanımlıyor A bir şeydi onun adını taşıyan bir kitabı görmek ve rahatça kitapçıdan alabilmek. Gizli gizli okuduğumuz Nâzım'ın şiirleri şimdi vitrinlerde sergileniyordu. İşte Gorki'nin Ana'sı. Işte Lenin'in kitapları. İşte dört ciltlik dev yapıt: Durgun Akardı Don. Gece kitap oku, gündüz istediğin örgüte gir, ertesi gün de sokaklarda işçilerle birlikte yürü. Ya da bir parti toplantısına katıl. İnsanlar okuyor, düşünüyor, düşündüklerini uyguluyorlardı. "özgürlük" sokaklarda nefes alıyordu rahatça. Türkiye'nin her yanına bastığımız kitapları ulaştırıyorduk. Karşımızda gerçek bilgiye susamış okurlar vardı. Dört bir yandan kitap siparışleri geliyordu. Şimdi 25.000 lira olan kâğıdın topunu 15 lirava alıyorduk o zamanlar. PTT giderleri de şimdiki gibi yanına yaklaşılamaz ölçülerde değildi. Her yana ödemeli kitap gönderebiliyorduk. O günlerın yayıncıları, bu bilgiye, kitaba, güzel günlere hasret kalmış hareketli, coşkulu günlerin insanlarını anımsayacaklardır. Ama ne oldu sonunda? "Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştı." 12 Martjn eldivenli yumruğu bu düşsel günleri dağıtıverdi. Kitapçı vitrinlerinde, renk renk kapakların üzerinde dostça gülümseyen adlar, 12 Mart'tan sonra bir silah namlusu gibi o kitapları okuyanlara çevrilecekti. Yerli yapıt pek basmadınız bildiğim kadarıyla. Beğeni kazanan çeviri yapıtlarla sürdü... Zaven Biberyan'ın Yalnızlar'ı ile Taylan Altuğ'un Kant Estetiği'nden başka telif eser basmadık. Bu, bundan sonra da gene telif eserler bu kadar azınlıkta kalacak anlamına gelmez. Ne var ki dünya dillerinde büyük bir bilgi kaynağı vardı. Dil nedeniyle bugüne dek onlara ulaşamamıştık. Dünyayı tanımadan kalıcı bir ulusal kültür oluşturulabilir miydi? Öyleyse dünya halklarının bu kültür birikimlerini hızla kendi dilimize kazandırmalıydık. Gorki, bir kitabında, kendisini oluşturan yazarları sayar. Bundan yüz yıl önce Rusçaya çevrilmtş olan bu kitaplar o kadar çoktur ki bizde bu kitapların hâlâ yüzde onu bile çevrilmiş değildir. Türkiye'de zaten çok az çıkan kitapların ancak yedide biri çeviridir. İnsanları evrenselleştirmek istiyorsak önce evrensel bilgiyi onlara ulaştırmak gerekiyordu. Çeviriye ağırlık veriyorsak nedeni budur. Yayımladığınız çevirilerden ödül kazananlar da oldu bildiğim Kadarıyla? Bertan Onaran, Simone de Beauvoir'dan yaptığı Konuk Kız çevirisiyle, 1972 yılı Türk Dil Kurumu Çeviri ödülü'nü; Şemsa Yeğin, Maksim Gorki'den yaptığı Edebiyat Yaşamım çevirisiyle 1979 yılında Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından verjlen Hasan Ali Ediz Edebiyat Çeviri ödültTnü; Celâl Üster, George Thomson'dan yaptığı Tarih Öncesi Ege çevirisiyle 1983 yılında, Yazko Çeviri Dergisi tarafından verilen Azra Erhat Çeviri Ödülü'nü aldılar. Amado, de Beauvoir, Reich, Eisenstein, Lukacs, Fromm, Thomson... Bütün yapıtlarına uzandığınız yazarlar. Yazarı tüm kitaplarıyla benimsemek gözettiğiniz bir olgu mu? Bir yazarı, bir düşünceyı, bir akımı birkaç kitapla anlamak olası değildir. Bir yazarın bir kitabını çıkarmışsanız diğerlerini de olanaklarınız ölçüsünde yayımlanıalısınız. Sistemli, araştırıcı bir okuma için, aynı yazardan olabildiğince çok eser okumak gerekır. Bu nedenle Payel, tek tek yazarlar ve konular arasında dağılmak yerine, bir yazarın olabildiğince çok kitabını mümkünse tümünü çıkarmaktan yanadır. D S A Y F A J 5 Ahmet N Öztürk "Yayımladıgımız kıtaplardan Bertan Onaran'ın Sımone de Beauvoır'dan çevırdıği "Konuk Kız" 1972 TDK Ödulunu. $emsa Yeğın'ın Gorkı'den çevırdıği "Edebıyat Yaşamım" 1979 Hasan Alı Edız ÇevırıÖdulunu, Celal Uster'ınGeorgeThomson'dançevırdıği "TarıhOn cesı Ege"Azra Erhat Çeviri Ûdülu'nu aldı." (Fotoğraf. Yıldız Üçok) CUMHURİYET KİTAP SAYI 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear