11 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT 2013 PAZAR 6 HABERLER TCY ve CMY’nin mimarlarından Prof. Dr. Adem Sözüer yargının tutuklama kriterlerini eleştirdi ‘Hukuku zehirlediler’ u Yapılan tüm yasal düzenlemelere karşın tutuklamanın ‘yola getirmek’ ve ‘uslandırmak’ amacıyla kullanımının sürdüğünü belirten Prof. Sözüer, tutuklamaların yüzde 99’unun hukuksuz olduğunu söyledi. Sözüer, yargıdaki ağır işleyiş nedeniyle ortaya çıkan uzun tutukluluk sürelerinin, tutuklanan kişilerin kendilerini savunmasına da engel olduğunu belirtti. TÜREY KÖSE ‘Mağdur olanlar somut sonuç görmek istiyor’ Misyoner hukukçular: Hukukçular, hukukun üstünlüğü ve adaletten ziyade belirli bir misyonu sağlamak üzere yetiştirilmiştir. Özellikle darbe rejimlerinde, hem eğitim öğretim, hem de yargı ve barolarda bu misyon, hukukçuların zihniyetinin biçimlenmesine neden olmuştur. Nesilden nesile aktarılan ve döneme göre değişen bu misyoner anlayışın trajik izlerini bugün de görmekteyiz. Bu devam ettiği sürece HSYK veya başka bir kuruluşun yapısını değiştirmek, sorunların çözümü için yeterli olmayacaktır. Yürütme, yargıya müdahale etmemeli, ancak yargı da siyaseti yönlendirme çabasına girmemelidir. Kuvvetler ayrılığı, gerçek anlamıyla hayata geçirilmelidir. Açılan davaların yüzde 20’sinden fazlasının beraatle sonuçlanıyor olması, iddianamelerin iyi bir denetlemeden geçirilmeden kabul edildiğini göstermektedir. Temyiz incelemesindeki bozma oranının yüksek olması, davaların zamanaşımına uğramasının çok olması gibi hallerin varlığı da, bir sorunun var olduğu anlamına gelmektedir. Sözde değil, özde çözüm: Yeni bir anayasa gerekli. Toplumdaki cepheleşmeleri azaltan siyasi girişimlerle güven ortamı güçlendirilmelidir. Başbakan’ın tutuklukla ilgili son açıklamalarının önemli olduğu belirtilmelidir. Ancak mağduriyet hisseden insanlar, somut sonuçlar görmek istiyor. İnsanlara özeleştiri yapabilecekleri bir ortam sağlanmalıdır. Fakat bu ortam, bir cezaevi olmamalıdır. ANKARA Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası’nın mimarlarından, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer “Tutuklamaların yüzde 99’unun hukuksuz olduğunu” vurgularken “basmakalıp ifadeler gerekçe sayılmaz. Kişi, aleyhine delillerin ne olduğunu bilmiyorsa formalite yargılama olur” dedi. Prof. Dr. Adem Sözüer, yeni TCY ve CMY hazırlanırken TBMM Adalet Komisyonu’nda danışmanlık yapmıştı. Sözüer, bugün geldiğimiz noktada ise “Bir öğrencim var. Bir gün hastaneye tedavi olmaya giderken, bir gösteriye denk geliyor. Kendi ifadesiyle gösteriye katılmıyor, velev ki katılsın. Orada yakalanıp tutuklanıyor. Bu çocuk dava açılıp derdini anlatana kadar bir sene geçecek. Her gece bu öğrencimi düşünüyorum” diye yakınan bir “hoca”. Sözüer’e “Nerede yanlış yaptınız” diye sorduk. Uzun tutukluluk süreleri ve yargılamalarla ilgili sorularımıza şu yanıtları verdi: Tutuklama gereksiz: Osmanlı’dan beri tutuklama, zap tiye mantığıyla uygulandı. Suç şüphesi altındaki kişileri, “yola getirmek”, “uslandırmak” amacıyla da tutuklama yapılıyordu. Halbuki tutuklama, ne bir asayiş tedbiri, ne de bir cezadır. Bu uygulamaya son vermek için evrensel standartlara ve AİHS’ye uygun kanunlar yapıldı. Ancak şu an ki sonuç, hüsran maalesef. Öldürme, yaralama gibi somut bir fiille veya böyle bir fiille azmettirmeyle doğrudan ilişkilendiril meksizin, örgüt üyesi diye kişiler hakkında tutuklama kararı verilmesi, orantısızdır. Çünkü tutuklamaya alternatif adli kontrol imkânı da bulunmaktadır. Buna rağmen tutuklama, gereksizdir ve haksızdır. Yüzde 99’u hukuksuz: Üçüncü yargı paketinde tutuklama kararlarına gerekçe yazılsın diye düzenleme yapıldı. Neden? Çünkü gerekçe yazılmıyormuş. Hukuki anlamda gerekçe yazıl maması demek, o kararın hukuka aykırı olması demektir. Basmakalıp ifadeler, gerekçe sayılmaz. Somut olgulara dayalı bir gerekçelendirme yapılmalıdır. Diğer bir sorun ise, özellikle gizlilik kararı bulunan dosyalarda verilen tutuklama kararlarında kendisini göstermektedir. Bu kararlar, AİHS’de de yer alan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırılık teşkil etmektedir. Hakkında tutuklama kararı verilen kişi, tutuklama kararına dayanak olan delillere ulaşma imkânından yoksun tutuluyor. Kişi, aleyhine olan delillerin neler olduğunu bilmiyorsa bu tutuklama yargılaması, sadece formalite icabı yapılmış bir yargılama gibi olmaktadır. Dava 10 yıl sürer mi?: CMK tasarısının alt komisyonda hazırlanan şeklinde, ağır ceza mahkemeleri bakımından öngörülen azami tutukluluk süresi 2 yıl olarak belirlenmişti. Bu 2 yıllık süre, 1 yıl daha uzatılabilir şeklinde bir öneride bulunduk. O dönemlerde eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri mensupları, Yargıtay ve kolluk, tutuklama süreleri uzun tutulsun şeklinde etkin lobi faaliyetleri yaptılar. Başarılı da oldular. Bunlar, o dönem komisyonda görev yapan akademisyenlerin tamamı tarafından eleştirildi. Eleştirilerimize karşılık, “halen süren terör davalarında 10 yıldan beridir tutuklu olan kişiler var, süre sınırlanırsa serbest kalırlar” denildi ve Hizbullah örneği verildi. Bu eleştiri, elbette haklı yanlar içerebilir. Ancak asıl sorulması gereken, nasıl olur da bir dava 10 yıldır bitirilemez sorusudur. Türkiye’de kolluğun ve devletin resmi belgelerinde uzun yıllar terör grubu olarak “Aşırı sol, aşırı sağ, irtica ve bölücülük” diye bir tasnif yapılmıştır. Siyasetçi, gazeteci ve akademisyenler başta olmak üzere, toplumun önemli bir bölümü bu tasnife göre hesaba çekilmiştir. Terörle Mücadele Kanunu, değişiklikler yapılmadan önce, bu tasnifi esas alan bir tanım içermekteydi. Bunlar, belirsiz ve torba tanımlardı. Bir hukuk devletinde, torba tanım olmaz! Güçlü devletler, zamana göre, ülkeye göre sürekli değişen ve adına terör denen bir “öcü” göstererek siyasi amaçlar güdüyorlar. Hukukta, irticacı, bölücü, darbeci şeklinde öcüler yoktur. BM Güvenlik Konseyi Yaptırımlar Komitesi’nin terörü finanse edenlerin listesindeki hemen herkes Müslümandır. Böyle belirsiz ve kötüye kullanmaya müsait kavramların ceza hukuku alanına girmemesi gerekirdi. Ama girdi ve ceza hukukunun tüm güvencelerini, reformlarını zehirledi ve zayıflattı. Doldurboşalt: Son bir kanunla 15 bin kişi erken tahliye oldu deniliyor. Bu tür dolaylı aflar, sistemi ve reformları dejenere etmektedir. Sık değişikliklerle ceza adalet sistemi, yine “piyango” düzenine geçirilmektedir. Doldurboşalt hastalığından bir türlü kurtulamamaktayız. Siz, adli kontrol ile binlerce tutukluyu serbest bırakma imkânına sahipken bunu yapmıyorsunuz, ama suçlu olduğu kesinleşmiş ve cezası infaz edilen kişileri serbest bırakıyorsunuz. İlkeye dayanmayan bu tür mevzuat değişiklikleri sadece hukuka güveni zedeler. Hukuk zehirlendi: Erdoğan Sessiz Çığlık’a da Geldi mi? Gözüm başbakanı dün Beşiktaş’ta annelerin, çocukların, eşlerin ve adaletsizliğe karşı seslerini yükseltenlerin katıldığı “Sessiz Çığlık” mitinginde aradı! Önceki gün Ergin Saygun’un can kızı Ece’yi arayıp geçmiş olsun dileklerini ilettiğini öğrendikten sonra, acaba başbakan hastaneye de gider mi, diye yaptığımız esprinin gerçekleştiğini gördük! Tabii aynı gün hem hastane hem Sessiz Çığlık zor olurdu!!! Umarım uzun zamandır ortaklık ettiği Silivri savcıları, başbakan hakkında, terör örgütüne yataklık, gizli üyelik, destekçilik, örgütü kamuoyunda haklı göstermek vb gibi, icat edilebilecek bin bir suçtan birine sokarak soruşturma açmaz. Vallahi bunu yapsalar zerre kadar şaşırmam! Çünkü o savcılar, o yargıçlar “çok tutarlı” insanlar, cehenneme gidecek kadar inançlılar; bu nedenle bir soruşturma açsalar RTE bunu çoktan hak etti bile derim, ortaklığa bu kadar büyük ihanet cezasız kalmamalı!!! HHH Başbakan’ın başına taş mı düştü, demeyeceğim. Dün miting alanında çok dinlediğim “iyi poliskötü polis” gibi, hiç de siyasi yönü olmayan düşüncelerle de ilişkim yok. Başbakan Balyoz ve Ergenekon davalarının hukuk ve uyduruk suç rezilliğini gördü, içerideki subaylarımızın “temiz” olduklarına inandı, dışarıdaki ailelerinin çığlıklarına dayanamadı ve hidayete erdi merhamete geldi de demeyeceğim. Komik olur! Çünkü bu tür büyük siyasi iktidar oyunlarında ve hesaplarında vicdan, merhamet, korku vb’nin yeri olmadığını da biliyorum. Özellikle başbakan ve hedefleri söz konusu olduğunda! Bugünün işaretlerini son biriki aylık yazılarımda zaten belirtiyordum. RTE yeni bir siyasi döneme giriyor. Hayatının en büyük meydan okumasına hazırlanıyor. Bu yeni dönemin adı, başkanlık anayasasını bu millete kabul ettirmek ve bugüne kadar çağdaş tarihin görebileceği, Atatürk’te bile olmayan en büyük yetkilerle ülkenin tek egemeni olmak. Böyle bir hedef koyarsanız, bundan önceki etaplarda çoktan aştığınız ve amacınıza ulaştığınız konulara artık takılıp kalmazsınız. Bitirilmiş süreçlerin size ayak bağı olmaması gerekir. Ayağınızdaki Silivri’nin kalın zincirleri ile böylesine büyük bir siyasi hedef yarışına çıkamazsınız.. Bu çok temel bir siyaset kuralıdır. O zincirleri bir şekilde kıracak veya iyice hafifleteceksiniz ki sahnede yeni rolünüzü tam oynayasınız. HHH Başbakan bunun işaretlerini bir süredir veriyordu. Silivri’deki yargılamalara ilişkin “şikâyetlerini” son iki haftada çok sık dile getirir oldu! Ergin Saygun Paşa’nın kızı Ece’yi telefonla araması ve arkasından hastane ziyareti aslında başbakanın yeni süreci başlatmak için geç bile kaldığını söyleyebiliriz çünkü zamanı daraldı.. Derken bu davaların baş yardakçılarından Toronto bülbülü SkyTürk’te Ergenekon bir projeydi, diyerek şakıdı (Bravo Skytürk). Acaba başbakanın işareti ile mi konuştu? Ama bu itirafı yapma zamanının geldiğini görecek kadar akıllı davrandı! Yıllardır bunu yazıp çizenlere yapılan eziyeti düşünün! İçimizdeki açık Zekeriya Özcülerin eziyetini de katıyorum buna (halimiz ortada), hele bu, en büyük alçaklıklardan biriydi: Ergenekoncular, darbeciler, askerseverler... Alçaklık, her yerde ve her kademede, medyanın dört bir tarafında sardı sarmaladı bizleri ve bütün ülkeyi. Ama bir avuç yiğit direndi, işte gerçek sonunda dile getiriliyor: Ergenekon bir projeydi... Projenin sonu ve RTE “darbecileri” ziyaret ediyor! Ergenekon, Balyoz... Bunlar bitmiş “projeler”dir.. Yani amaçları, hedefleri açısından çoktan tamamlanmışlardır. Ordu vesayeti çoktan sona erdirilmiş, devlet tamamen tasarımlanmış yani bunların hepsi aşılmış... Silivri tutsakları, bunun acısını çekiyor. İşte RTE Ergin Saygun ile yeni dönemin en güçlü işaretini veriyor. HHH Yeni dönem ne demek? a) Başkanlık anayasası ile yepyeni bir kişisel siyaset tarihine giriş. Bu RTE’nin uzun nefesli, uzun süredir adım adım izlediği en büyük projesidir. b) Bunun yanında ve yeni anayasa ile birlikte, Kürt meselesinde benimsediği çözüm... Bu iki konu, Ergenekon ve Balyoz’u bile aşan projelerdir. Kaldı ki, Ergenekon/ Balyoz, siyasi amaçları açısından tamamlanmış projeler ise o halde ayak bağı neden olsunlar? Tersine, Silivri konusunu bir şekilde “hallederek”, Apo ile giriştiği ve şiddetli yansımaları/tepkileri olacak olan ortaklıkta/ittifakta, Silivri büyük dramını hafifletmek, kendisini de hafifletecektir. Başbakanın bu yeni süreçte en büyük müttefiki Apo/PKK/BDP’dir. Başkanlık anayasasında “Türk kimliği”ni dışarıda bırakması, Saygun ziyaretini de zorunlu kılıyor! Önümüzde, muhtemel anayasa referandumuna kadar yaklaşık 7 aylık süre bulunuyor. Yargıtay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin, henüz gücünün doruğunda olan ve büyük bir tek adamlık/başkanlık yarışına giren RTE’nin baskılarından arınmış olabileceğini hiç düşünmeyin. (Bazılarında cemaat ağırlığı olsa bile!) Ne olursa olsun, “Ergenekon/ Balyoz” gibi aşağılık ve sahtekâr bir dönemin bir şekilde sona ermesini arzu etmeyecek kimse yoktur.. Bu köşe Silivri’de adaletsizliğin bir şekilde ve uzun sürmeden sonlandırılabileceği konusunda iyimserliği hiçbir zaman elden bırakmadı: Açılsın zindanların kapısı, bütün mağdurlar, bütün tutsaklara özgürlük... Bunu istiyoruz. Sessiz Çığlık eyleminde, içerideki güzide subayların mücadeleci eşlerini, ailelerini kucaklıyorum. Bu alçakça iftirayı sürdürenleri biliyoruz. Bu ülke onların da yakasına yapışacaktır. Başkanlık anayasasına da hayır diyecektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle