Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPOKiAj
3 0 Y I L S O N R A 2 7 YIS
29MAYIS 1990
S. l P H / K I H A M A A
fEm.Kur.Alb.Eski MBh üyosi)
tiarekâtın yönetimi Harb Okulu}
ndan değil bütün garnizonlarla irtibatı olan sıkıyönetim binasından yapılacaktı
Parola inkılap,hedef karargâh— 10 —
Saat tam 3.15'te Haxb Okulu'n-
dan en son ayrılan ekip bendim.
flarb Okulu son sııuf öğrencisi 3
'teğmenle bir cipe bindim. Jandar-
\na okulu bölgesindeki jandarma
dlayının nöbetçi subaylarımn ya-
riına giderek, onları oyalamakla
görevlendirikn Kur. Alb. Necati
Kumruoğlu da bizim arabaya bin-
di. Yedek subay okulu yönûnde
b/Uıya doğru hareket ettik. Sıkı-
jSnetime arka tarafından yakla-
şâcaktık. Üç Harb Okulu öğren-
cisi arkada, ben ve Kumruoğlu
önde oturuyorduk. Çevrede derin
Mr sessizlik vardı. Binalann dışın-
daki ve yollardaki ışıklardan baş-
ka her taraf karanlıktı. Yedek su-
bay okulunun yanından kıvrılarak
ana yola, asfalta çıktık. Bir an dü-
şünuyordum: Şu anda yedek su-
bay okulu içinde herkes uykusun-
d]a, mışıl mışıl uyuyor. Ya Harb
Okulu (!) Kaynayan bir yanardağ.
Asfaltta Geneikurmay'a doğru
hızla gidiyoruz. Jandarma bölge-
sine aynlan yol kavşağında Alb.
Kumruoğlu inıyor, birkaç yüz
metreyi yuruyerek gidecek. Genel-
kurmay binasırun 200-metre geri-
sindeki çıkış kapısı önünde cipten
iniyoruz. Harb Okulu öğrencileri
çevremde benden 5 metre ayrıla-
rak •bcni korumaya alıyorlar. Çı-
kış kapısı önünde sıra düzeninde
iki topluluk var. Kitnler olduğu
karanlıkta sezilemiyor. Daha düz-
gun sıra düzeninde duranın Bnb.
Fazıl Akkoyunlu'nun birliği oldu-
ğunu duşünerek yanaşıyorum. Bir
subay tekmil veriyor. Ona sor-
dum:
"Binbaşı Akkoyunlu nerede?"
"Milli Savunma Bakanlıgı ve
Genelkurmay binalannda nobet-
çi subaylannı degiştiriyor."
: Biraz canım sıkılıyor. Içirnden:
' "Bu gorevi başkasına yaptırmah
vq birtigin başında kalmalıydı" dı-
yorum. Karşıda duran ve subay ol-
döklarını anladığım hepsı silahlı
2Î-3O kişıhk diğer topluluğa yak-
laşıyorum. Yuzlerine yakından
bakarak önlerinden geçiyorum.
Genç subaylar, çoğunu tanıyamı-
yorum. Bir tanesi birden öne atı-
larak:
"Karaman yarbayım" deyip
boynuma sartlıyor Kur. Bnb. Ha-
san Lslu. Onu "Benimle gel" di-
yerek yanıma aldım. Tam o sıra-
da Fazıl Akkoyunlu'nun sesi du-
yuldu. 5-6 kişiyi önune katmış:
"Çabak ynıüyiin
-
dıyerek bize
doğru geliyorlar. Değiştirdiği nö-
betçi subaylannı sılahtan arındır-
mış getiriyor. Bir tanesi yuksek
sesle karşı koyuyordu. Silahını ge-
ri istiyordu. "Ben de sizdeninT di-
yor. Bu subayı tanıdım. Erkân şu-
besine bitişik odada levazım şube-
sinde çalışan Yzb. Ceraal. Silahı-
ru verdirerek onu da yanıma alı-
yorum. Fazıl Akkoyunlu'nun bir-
liğinden de 6 er alarak, 250 metre
ötedeki sıkıyönetim karargâhına
arkasından yöneliyoruz. Fazıl Ak-
koyunlu, birliğine bazı direktifler
verdikten sonra arkamızdan yeti-
şerek bize katıldı. 13 kişiyiz. Ben,
Bnb. Fazıl Akkoyunlu, Kur. Bnb.
Hasan Uslu, Yzb. Cemal, Harb
Okulu öğrencisi 3 teğmen ve 6 er,
avcı hattında yayıldık.
Bugün Deniz Kuyvetleri Komu-
tanlığı binasımn bulunduğu ve o
zaman boş bir arsa olan araziden
koşar adımlarla geçerek sıkıyöne-
tim karargâhına arkadan yanaş-
tık. Binanın yan tarafında ve bi-
raz gerisinde büyük bir çadırın
içinde 30-40 kadar er yatıyordu.
Harbiyehlerden birini ve bir eri ça-
Yarbayı kucakladım. Öptüm.
Kendimi de ona öptürdüm. Diğer
nöbetçi subayları da etkisizleştir-
mek için yanından ayrıhrken ba-
şına bir Harbiyeh diktım:
"Yarbay ım 10 dakika şu telefo-
na dokunmak vok" dedikten son-
ra, yaıbayı tekrar optum ve bir da-
ha kendimi de öpturdum. Harbi-
yeliye de "Yarbay tdefona dokun-
mayacak, doknnursa ihtarsız ateş
edeceksin" emrini verdim.
Bitişikteki odaya yöneldim.
Orada da dun akşam sıkryönetim-
den aynhrken kendisine ustü ka-
palı haber verdiğim Kurmay Bin-
bası Remzi Kalayooğlu yatıyordu.
lu'ndan sınıf arkadaşım imış. Aynı
işlemleri ona da yaptık.
Kurmay Bnb. Hasan Usln'yu sı-
kıyönetimde, aldırdığımız tertip-
lerın başında sorumlu kışi olarak
bıraktım. Fazıl Akkoyunlu ve ben
suratle ayrıldık. Saat 3.35'ti. Bina
dışında kontak anahtan üzerinde
bırakılan araçlardan birine bine-
rek asfalttan Harb Okulu'na yö-
neldik. Beni bırakacak, kendisi
birliğinin başına dönecekti.
Harb Okulu-Dikmen yol kavşa-
ğma geldiğimizde, artık alacaka-
ranlık başlıyordu. Yol ayrımının
100 metre ilerisinde, yolun iki ta-
rafmda birerli kolda tertiplenmiş
doğru sessizce akmaya başladı.
Yolun ortası boş bırakılmıştı. Bu-
radan araçlara bindirilmiş olarak
Harb Okulu II. Taburu suratle
ülus bölgesinegidecekti. Böylelik-
le Bakanhklar-Kızılay bolgesi ile
Ulus bölgesine aynı anda vanla-
eaktı. Harb Okulu önune geldi-
ğimde, General Madanoğlu başta,
komutanlık harekât karargâhı
Atatürk heykelinin önünde ayak-
ta bekliyordu. Geriden tank oku-
lu bölgesinden tank ve araçların
motor sesleri yükseliyordu. Şafak
sökmek uzereydi. Bir an başımı
Çankaya'ya doğru çevirdim. îçim-
de acı bir burukluk hissediyor-
koyunca, sıkıyönetime gıdilmesi-
ne karar verildi. Arkası açık bir pi-
kap otosuna bindik. Sıkıyönetim
karargâhına hareket edildi.
Derin bir sessizlik içerisinde ha-
rekât başlamıştı. Gorevliler, yay-
dan boşalmış bırer ok gıbi plan-
lanmış hedeflerine koşturuyorlar-
dı. Harb Okulu'ndan uzaklaşır-
ken arkada kalan Ataturk'ün hey-
keline bakıyordum. Bana sanki,
yaptıklarımızı süzuyorrnuş gibi
geldı.
İhtılal korautanlığı karargâhım
taşıyan araç bir iki dakika sonra
sıkıyönetim binasına yaklaştığı sı-
rada Ankara'da ılk silah sesleri
netime yerleştirdiğim Kur. Bnb.
Hasan Uslu'nun içerden, önden
binaya yaklaşan Sezai O'kan'a si-
lahını çevirip, "Dur yaklaşma,
parola" diye bağırdığı duyuldu.
Tam o sırada, ben de binanın ar-
kasından dolaşnuş, kapıya yakla-
şıyordum. "Ne yapıjorsun?" diye
bağırdım. Hasan Uslu, silahıru in-
dirdi. Heyecandan titriyor ve ağ-
lıyordu. Heyecan ve yanılgı az kal-
sın bir felakete sebep olacaktı. Bız
içeriye girdiğimizde arkamızdan
Kurmay Alb. Emin Alplekin'in
ateş altında yatıp kalkarak, bına-
ya yaklaşmakta olduğunu pence-
reden izledik. Karşıhklı ateş 5 da-
Y.
Ankara'da hareketli saaller yaşanırken İstanbul'da durum sakindi. 28 mayıs sabahı ordu denetimine geçmiş valilik binasından Cağaloğlu yokuşunun görunuşıi.
.eni Meclis
binasımn karşısında
Emniyet Genel
Müdürlüğü'nün
zemin katından ateş
açılmıştı. Meclis'in
çıkış kapısı
hizasında bulunan
Harbiyeliler, Meclis
duvarının gerisinde
siperlenerek karşı
yaylım ateşine
başladılar. İçinde
bulunduğumuz
araçla sıkıyönetim
binasımn Önüne
kadar gitmek
olanaksızlaştı.
Arabadanatladık.
Binanın arkasına
dolaşıp bir hamlede
içeriye sıçramak
gereİcti. Ateş
altında heyecan
doruk
nQktasındaydı.
dınn başına nöbetçi koyduk. Ça-
dırdan dışarıya kimse çıkanlma-
yacaktı. Sonra binanın yanından
dolaşarak birden ana kapının
önüne çıktık. Kapıdaki 2 nobet-
çiye "kjpırdama (!)" diyerek silah-
larını aldık. Bina içinde, koridor-
da sol tarafa kıvrılarak nöbetçi
amirinin odasına daldık. Personel
Yarbay Muzaffer, nöbetçi amiriy-
di. Uyandırdım. Kalktı ve hırsla
bağırdı:
"Ne var yahu ne oluyor!"
"Kaik yarbayım. thtilal oldu.
SUahh Ku>^ederttlkedeidare>i ek
aldı. Şimdi sıra sıkıvonetime gel-
di."
Uyandırdık. Gülerek yatağından
kalktı. Aynı işlemleri ona da uy-
gulayarak başına bir Harbiyeii
diktik. "10 dakika telefonlara
dokunalmayacak" dedikten son-
ra ayrıhrken şunları konuştuk:
"Sana haber vermiştim Remzi,
beni neden beklemedin?"
"Gece saat 24.00'e kadar bek-
ledim. Umudumu kestim. Sonra
yatüm."
"Sana kim dedi, saat 24.00'ten
evvel ihtilal yapılır."
Üçuncu odadaki nöbetçi suba-
yı Bnb. Cevat, bu patırtıdan uyan-
mıştı. Neşeliydi ve güluyordu.
Sonradan oğrendim ki Harb Oku-
Harb Okulu 1. Taburu'nun kolba-
şına yaklaşırken durdurulduk.
— Parola?
— İnkılap.
Ve geçtik. Kolbaşındaki en kı-
demli subaya şunları söyledim:
— Binbaşım, sıkıyonelira ta-
raamdır. Birekiple ele geçirilmiş-
tir. Baslannda Bnb. Hasan Uslu
var. Oraya kadar rnarş raarş üe gi-
din, tam gıivence için, bir takım-
la sıkıyönetim karargâhım koru-
ma altına alın. Arkadaki çadırda
sıkıyönetim karargâhının erleri
henuz uyuyor.
Harb Okulu'nun 1. taburu as-
faltın iki tarafından bakanlıklara
dum. Kafamdan şu geçiyordu:
"Acaba Osman Koksal şimdi ne
japıyor?"
Gece yapılan planlamada kabul
edilmeyen onenmı General Mada-
noğlu'na jinelemeye başladım.
Harekâtın yönetimi Harb
Okulu'ndan değil, butun garnizon
bırlıklerı ıle her turlu irtibatı bu-
lunan, sıkıyönetim karargâhından
yapılmalıydı. General Madanoğ-
lu, harekâtın yönetimini Harb
Okulu'ndan yapmak istiyordu. Sı-
kıyönetim karargâhına gitmekte
isteksizdı. Önerimi ısrarla yineli-
yordum. Başta Sezai O'kan, diğer
arkadaşlar da benden yana tavır
duyuluyordu. Yeni Meclis binası-
mn karşısında Emniyet Genel Mu-
dürlüiü'nun zemin kaündan ateş
açılmıştı. Meclis'in batıdaki çıkış
kapısı hizasında bulunan Harbi-
yeliler, Meclis duvarlannın geri-
sinde siperlenerek karşı yaylım
ateşine başladılar. içinde bulun-
duğumuz araçla sıkıyönetim bina-
sımn önune kadar gitmek olanak-
sızlaştı. Arabadan atladık, bina-
nın arkasından dolaşıp giriş kapı-
sına daha yakın bir yere yanaşa-
rak, bir hamlede içeriye sıçramak
gerekti. Ateş altında heyecan, do-
ruk noktasındaydı.
Birden daha önce benim sıkıyö-
kika kadar surdu. önce karşıdan
açılan ateşin hızı kesıldı. Yavaşla-
,dı ve durdu. Harbiyeliler suratle
siperlerinden îleriye fırladılar.
Saat 3.55. Sıkıyönetim karargâ-
hında komutanm maroken kol-
tuklu odasına yerleştik. Telefon-
lara sarıldık. Ilk olarak Sezai O-
kan, cebındeki notu çıkardı. Çan-
kaya'da Muhafız Alay Komutam
1
na hitaben, akşam Osman Köksal
ve Samı Kuçuk ile birlikte hazır-
ladıkları ültımatom mesajı Muha-
fız Alayı'nın nöbetçi amirine o tok
sesiyle tane tane yazdırdı. L'yarı-
nın sonu, "Kardeş kanı akmasın.
45 dakika süre tanıyornz, leslim
İ K T İ D A R D A N I D A lkM T? T\J "T* r D F C ERCİ'MENT YA VUZALP
ITİ Hl 1 1 J J Hl I \ ll« O (Özei Kolem Miktorüf
Askerya da sivil, liderler bir süre sonra objektifliklerini yitiriyorlardı
Kişilik değiştirten iktidar— 17 —
Herkes ne olacağını bilmeden
otururken sonuna kadar açılmış
radyoda devamh marşlar çalıyor-
dıi Etrafı, süngülu Harb Okulu
oğrencileriyle dolu idi. Öğleye
doğru bizleri aşağıdaki yemekha-
neye goturduler. Yemekte görevli
bir subay zannederim biraz da
alaycı bir tonla "Beyler, kusiıra
bajkmayin. Aceleye geldiği için siz-
lene layık bir yemek haztrlayama-
dık" dedi.
Yemekte haşlanmış patates.
peynir, ekmek gbi şeyler vardı.
Aieleye gelmese hazırlık da yap-
mış olsalar, ne olacağını bilmeyen
ve merak ve endişe içinde bekleş-
mekte olan kimselerin bir şey yi-
yecek hali zaten yoktu. Yemekha-
neden tekrar ılk geürilmiş olduğu-
muz gazinoya dönuldü. Herkes ta-
burelerdekı yerlenne oturdu ve
marşlann eşliğinde tekrar bekle-
yise geçildi. Bir saat kadar geç-
tikten sonra görevlilerde bir ha-
reket görüldü ve biraz sonra ar-
kasında bazı subaylarla General
Cemal Madanoğlu salona girdi.
Salondakilere hitaben "Bejler, biz
sizleri buraya sırf şahsi guvenliği-
niz için aldık. Bu bakımdan gu-
venlik bakımından endişesi olma-
yanlar evlerine donebilirler" dedi.
Bunun üzerine birçok kişi paşanın
etrafını sardı; paşa, gerçekten gu-
venlik bakımından riskli birkaç
kişi dışında epeyi kimseyı salıver-
di. En başta da ben, Recai Ergu-
der, Celal Karasapan ve Ahmet
Salih Korur'u bıraktı. Hatta vası-
ta olmadığı ıçın bizi evlenmize
kendi makam arabası ile gönder-
di. Fakat daha sonra öğrendik kı
ben, Erguder ve Karasapan dışın-
da salıverilenlerin hepsi tekrar
toplanmış.
Eve dondukten sonra sokağa
çıkma yasağımn kalkmasını bek-
ledim. Yasak kalktıktan sonra dı-
şişleri genel sekreterliği gorevinı
.enderes'le
Tarsus'a gittiğimizde,
bir adamın elinde
bıçak, oğlunu kurban
etmeye kalktığını
dehşetle izlemiştik.
Onu "Fatih", "Büyük
mimar" olarak
selamlayan çok kişileri
görmüştük. İhtilalden
önce askerlere en
azından sempatileri
olmadığını bildiğimiz
birçok kişinin
içtenlikten uzak
övgüler
yağdırmalannın, genç
subaylardan
bazılannm
kendilerinde Atatürk
dehası görmeye
başlamalarında büyük
payı olduğu da bir
vakıadır.
Adnan Menderes, Harb Okulu'nu bitirenleri teftiş ederken...
sıirdürmekte ve daha sonra dışiş-
leri bakanı olacak olan rahmetli
Selim Sarper'i telefonla aradım.
Telefona özel kalem muduıu
(Hayrettin Sumer) yerine bir yüz-
başı çıktı. tsminden yuzbaşının
vaktiyle kısa bir süre Menderes-
in enıir subaylığında buiunduktan
sonra çıkardığı bazı olaylar dola-
yısıyla oradan uzaklaştırılmış bi-
risi olduğunu anladım.
Beni tanıdı \e ısrarla halen ne-
rede bulunduğumu, adresimi, te-
lefon numaramı istedi. Bunları
herhalde benim aranmakta oldu-
ğumu zannederek almıştı. Istedi-
ğı bılgıyı verdim. Siz bulunduğu-
nuz yerden aynlmayın dedi ve te-
lefonu kapadı. Biraz sonra beni
tekrar aradı ve kaçak olmadığınıı
herhalde anladığı için bu sefer hal
hatır sordu ve Selim Sarper'ın beni
bekledığinı söyledi.
SarperMn yardımı
Daha sonra bu yuzbaşının ıh-
tilal olunca birdenbire faal oldu-
ğu, kendisine Selim Sarper'i bu-
lup getirılmesı gorevi verildığinde,
herhalde tutuklauacak diye, Sar-
per'i bir cıple ite kaka getırdiğini
gazeteler yazdılar.
Sarper beni çok iyi karışladı ve
"Zor bir gun geçirdin, hemen git,
>anna kadar dinlen ve yann gel
bakanlıktaki gorevine başla" de-
di. Ben zaten maaşımı dışişlerin-
den alıyordum ve ozel kalem mu-
durluğunün kadrosu daha yüksek
olmasına rağmen, ileride bakan-
lığa dönuşumde yasal bir guçluk
çıkmaması için ıhtıyaten bakanlık
kadrosunda ve Başbakanhk'taki
gorevimin kadro derecesine naza-
ran daha duşuk olan kendi dere-
cemde kalmayı uygun gonnuştum.
Nitekim hjçbır formaliteye ge-
rek olmadan bakanlığımda gore-
\e başladım. Tabii, bu şekilde ih-
tiyatlı davranırken aklımdan hıç
bir zaman bakanlığıma bu şartlar-
la döneceğim geçmemışti. Bakan-
lıktaki eski derecem şube mudur-
luğune tekabul ediyordu. Rahmet-
li Sarper bana dönuşumde genel
mudur yardımcıhğı gorevi vermek
istedi. Teşekkur ederek şube mu-
durluğunde kalmak istediğımı
söyledim. Israr etmedi. İhtilalden
sonra benim herhangi bir sıkıntı
ile karşılaşmamam ıçın rahmetli
Sarper içten çaba harcadı. Bu il-
gisinı daima minnetle anı>qrum.
Harb Okulu'ndan serbest bıra-
kıldıktan sonra şehre inmek ıçın
okulun bahçesınde beklerken Ma-
danoğlu Paşa yanında bazı subay-
lar olduğu halde bulunduğumuz
yere doğru geldi. Subaylardan bi-
rı paşamn başından çıkardığı şap-
kasını, taşımak uzere istedi, ver-
medi. Aynı subay biraz sonra "Pa-
şam çok yoruldunuz, uykusuzsu-
nuz biraz istirahat edin" dedi. Ona
da babacan bir şekilde cevap ver-
di. Bu subayın çızdıği kişilik, si-
vilinde, askerinde ve her turlu ık-
tidarda maalesef aşina bir kişilik,
iktidarların daha ilk gunler^nde
bile ortaya çıkıyor, kendini en ger-
çekçi bir şekilde değerlendiren li-
derleri bile belirli bir süre sonra et-
ki altında bırakabiliyor ve liderlere
hem kendilerini, hem olaylan ob-
jektif bir şekilde değerlendirmek
yeteneklerini yavaş yavaş kaybet-
tiriyordu.
Menderes'le Tarsus'a gittiğimiz-
de, kalabahkta bir kişinin, elinde
bıçak, oğlunu kurban etmeye
kalktığını dehşetle gözlemiştik.
Anadolu gezilerinde, onunde diz
çokup ovgu dolu nutuklar soyle-
yen, şiirler okuyan, onu "Fatih",
"Buyuk mimar" diye selamlayan
çok kişileri gormuştük. İhtilalden
once, askerlere en azından sempa-
tileri olmadığını bildiğimiz birçok
kimsenın, içtenlikten uzak övgü-
ler yağdırmalannın, genç subay-
lardan bazılannm, kendilennde
Atatürk dehasını görmeye başla-
malannda buyuk payı olduğu da
bir vakıadır.
Inonu'nun cumhurbaşkanlığı
donemınde \e demokratik süreç
başladıktan sonra, "Ben Cumhu-
riyet Halk Partisi'nin valisiyim"
demekte hiç bir beis görmediğıne
bızzat tanık olduğum bir eskı va-
linin, Inonu'nun ikıncı başbakan-
lığı doneminde, ona karşı hareket
hazırlayan genç subaylarla gızlice
işbirliği yaptığı da şimdi bir sır de-
ğildir. Acaba siyası tarihimizde za-
man zaman geçirdığimiz buyuk sı-
kıntıların vebalıni sadece lıderie-
rın hata ve gafletlerinde gormek
sağlıklı bir değerlendirme midir?
Bunlara ilave olarak daha başka
faktorler de yok mudur? Bunun
üzerinde biraz daha etraflıca dur-
mak herhalde yararlı olur zan-
nederim.
Yann 27 Mayıs'a
neden geldik?
olun" diye bitiyordu.
O sırada ateş sesleri ile uyanan
her taraftan, sıkıyönetime telefon-
lar yağıyordu. Sezai O'kan'ın me-
sajı yazdırması bitene kadar, bizi
bu krıtik anda uğraştırmasın di-
yerek telefonlara yanıt vermiyor-
duk, açıp kapatıyorduk. Ondan
sonra da sıkıyönetim diye açılan
telefonlara:
"Burası Titrk SflahJı Kuvveüe-
ri Başkomutanlıgı" yanıtını veri-
yorduk. Böylelikle sıkıyönetime
rahatlıkla başvurmak alışkanlığın-
da olan iktidar çevrelerinın kafa-
lanna dank ettiriyorduk. O zaman
telefonu hemen kapatıyorlardı.
Biz de telefonlan kendi amacımız
için kullanmak fırsatı buluyorduk.
Bu turde açılan bir telefonda,
konuşmacıyı sesinden tanıdım.
Konuşmacı Milli Savunma Ba-
kanlığı Musteşan Org. Salih Coş-
kun'du. Kendısı son yıllarda
DP'ye coşkunlukla bağlanmıştı.
Eşı de o sırada DP milletvekiÛy-
di. Aramızdakı konuşma şöyle
geçti. O, tiz bir sesle konuşuyor-
du:
— Alo, alo, alo..
— Buyurun, nereyi aradınız,
kımsiniz?
— Ben müsteşanm.
— Hangi müsteşar?
— Orgeneral.. Orası sıkıyöne-
tim değil mi? Sen kimsin?
— Hayır. Sfkıyönetim değil.
Ben kim olduğumu söyleyemem.
Burası Türk Silahlı Kuvvetleri
Başkomutanlıgı.
— O ne demek?
— Bu demektır ki, TUrk Silah-
lı Kuvvetleri bütün Türkiye'de yö-
netimi ele aldı. Burası da onun
Başkotnutanlık Karargâhı'dır.
Konuşmacı telefonu kapattı.
Durumun ağırhğım derhal anla-
dı. Çünkü biliyordu ki Silahlı
Kuvvetler Başkomutanlıgı gibi bir
makam savaş sırasında kuruluyor-
du. Barış donemınde böyle bir
makam yoktu.
Telefon rehberini açarak Org.
Salih Coşkun'un telefonunu bul-
dum. Bu kez ben ona telefon açı-
yordum. Heyecanlı bir tonla da
sesleniyordum:
— Alo, alo aloö.
— Buyurun.
— Sayın Orgeneralim, ben Ad-
nan (Milli Savunma Bakanı Emir
Subayı Kur. Yb. Adnan Çelikoğ-
lu) Vekil be> nerede? Bulamıyo-
rum.
— Ben de bulamıyonım.
— Sıkıyönetimi aradınız mı?
— Aradım. Telefonda bir ser-
sen çıktı. Burası Türk Silahlı Kuv-
vetleri Başkomutanlığı'dır dedi.
Bu kez telefonu ben kapadım.
Gulmemek için kendimi zor tut-
tum. Bu ılk dakıkalarda telefon-.
lan çok ciddi ilişkiler için kulla-
nıyorduk. Dalga geçmenin zama-
nı değildi. Karargâh arkadaşlan-
mın yuzlerindeki ciddilik biraz
azaldı. Acuner ve Kaplan, belirli
belirsiz gülümsüyorlardı. Fakat
Sezai O'kan kızıyordu. "Bırek Ka-
raman, şakanın sırası mı?" diyor-
du.
tlk 45 dakika içensinde Anka-
ra'da bulunan bütun bırlikler ıh-
tilal karargâhının emir ve komu-
tası altına alınmış tüm hedefler ele
geçırilmişti. Ancak, ele geçirilen
Ankara Radyosu henüz çalıştın-
lamamıştı. Bir de Çankaya dire-
niyordu.
İstanbul'da hiç ateş açılmamış-
tı. Fakat Ankara'da Bakanhk böl-
gesinde ilk başlatılan ateşten sonra
sureleri çok kısa da olsa jandar-
ma bırliklerı bölgesinde PTT ve
Radyoevi önlerinde karşıhklı ateş
açılmış, çarpışmalar olmuş, birkaç
yaralanmamn dışında Harb Oku-
lu öğrencisi Teğmen Ali thsan Kal-
maz şehit olmuştu. Bu ateşler yü-
zunden herkes sabahın erken sa-
atlerinde yatağından fırlamış,
pencerelerden çevrede olup biten-
leri izliyor, telefonlaşıyorlardı.
Harekât planlamasında görev
alan merkez komıtesi uyeleri işle-
ri bıttikçe ihtilal karargâhına ge-
liyor, buradaki çalışmalara ayak
üstü toplantılara katılıyorlardı. Bu
yuzden ihtilal karargâhı, maroken
koltuklu komutan odasıru bırak-
mış, daha geniş bir salona geçmiş-
tı. Erat yemek masalannı andıran,
buyükçe uzun bir örtüsüz masa-
nın etrafında kimimiz sualara, ta-
burelere oturmuş, kimimiz ayak-
ta, toplanan haberleri değerlendi-
riyor, ortaya çıkan durumlar için
ani kararlar alıvorduk. İçlerinde
yüzbaşı ve binbaşıların da bulun-
duğu merkez komitesi üyelerinin
toplandıkları bu salonun ve diğer
dış kapılann önünde, ellerinde
makineli tabancalı albaylar büyuk
bir vakar ve ciddiyet içerisinde ko^
1
ruma nöbeti tutuyorlardı. Salon-
dan ya da binadan dışarı çıktığı-
nızda buyuk rütbeli subayların
gorev istedikleri oluyordu. Sonra-
dan Adalet Partisi'nden milletve-
kılı olan bir generalin: "Karaman
yarbayım Jjana da bir görev verin"
demesini her zaman hatırladım.
tstanbul Radyosu 4.30'da yayı-
na başlamıştı. Marşlar arasında
bir bildiri sık sık okunuyordu. An-
kara Radyosu ele geçmiş, fakat
Etimesgut vericisi çalıştınlamıyor-
du. Böylelikle Türkiye düzeyinde
guçlü bir yayın yapılamıyordu.
Sivıl-asker teknik elemanlar Eti-
mesgut'a sevk edildi.
Ankara Radyosu 6.30'a doğru
ancak yayına başladı.
Yann: Çaakaya ve
Bavar dlrenlyor