18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 EYLÜL 1985 HABERLERİN DEVAMI CUMHURİYET/13 Halefoğhı ABD \ahudi lobisine çiçek (Baştarafı 1. Sayfada) Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ise, Bakan olduktan sonra kendisine ilk kez yöneltilen talebi olumlu karşıladı ve Türkiye'nin Israil ile ih'şkilerini yumuşatmak yolunda önemli bir adım atmış oldu. Bu noktada Israil'in girişiminiri zamanlaması üzerinde durmak gerekiyor. Israil'in geçen yıl geri çevrileceğini kestirerek herhangi bir girişimde bulunmamışken bu yıl cesaretlenmesinin altında ne yatıyor? Bir başka soru da şu olabilir: "îsrail'in tutumunda ve Ortadogu'da degisen nedir ki, Tiırk Bakanı göriişme talebini kabul etraekle, Türkiye'nin Ortadoğu politikası bskımından herhangi bir sakınca görmemektedir?" Halefoğlu'na yakan kaynaklara bakılırsa, Türk tarafınının Israil'in talebini olumlu bulmasının nedeni, "Tiirkiye'nin Ortadogu politikasındaki bir değişiklikten degil, bilakis Ortadogu'daki koşulların degişmiş olmasından" kaynaklanıyor. Üst düzeyde bir Türk diplomatına göre, "geçen yıllar içinde Arap ülkelerinin lsrail'e bakışları büyük bir değişimden geçti, artık Araplar da Israil'in varlığını kabul ediyorlar." Bu mantıktan yola çıkınca Araplann tutumu yumuşayınca Türkiye'nin Israil'le temas etmemesi için neden kalmıyor. Kral Hüseyin, 'Sovyet kartı' île ABDlde (Baştarafı 1. Sayfada) yetkilisi ile Ortadoğu konusunda görüştüğümüz izİenimini verecek. "Bu durumda" diyoruz, "lsrail şu sırada barışa hiç teşne degil. Dolayısıyla, Majeste Kral'm 'Banş için son fırsat' diye tanımladığı ÜrdünFilistin girişiminin başanlı sonuç verecegini nasıl umuyorsunuz?" Ürdünlü bakan "Umudumuz tsraU'de degil" karşılığını veriyor. "Amacımız süper devletlerin banşa ilişkin sorumluluklannı yüklenmelerini sağlamak." Dr. Tahir Kenan, söyleşimiz boyiınca süper devletlerden birinden, ABD'den sürekli yakındı. Ürdün'ün ABD'nin Ortadoğu politikasından duyuduğu sıkıntıları dile getirdi. ABD'den yakınırken Ingiltere'yi övdü. Sözü Bayan Thatcher'in hafta sonunda Âkabe'de yaptığı ve Ortadoğu sorununun yakın tarihinde çok önemli bir diplomatik gelişme olarak değerlendirilen konuşmasına getirdi. Ve "Bayan Thatcher barış sürecinin sadece ağır yıiriımesinden ka>j>ılanmakla kalmayarak bunu hizlandıncı bir katkıda bulundu. ABD'nin ikinci aşama olarak tasarladığı adımı birdenbire atıverdi." dedi. Ürdünlü Bakan Dr. Kenan, ABD'den yakınırken, "Süper devletlerden beklenen hayati bir sorunla karşılaştıkları zaman ne yapacaklannı bilememeieri değildir" sözleriyle Amman'ın sıkıntılarını vurguladı. Kendisine Ürdün Kralı Huseyin'in son banş girişimini Ortadoğu'da barış için son fırsat olarak nitelediğini hatırlattık. Ve sorduk: "Kral Huseyin'in önümüzdeki gunlerde VVashington'da yapacağı temaslardan da ABD'nin tutumu nedeniyle bir sonuç çıkmadıgını varsayalım. Son fırsat kaçtı. Ne olur?" İşte yanıtı: "Aşınhgın artması (More Extremizm) FKÖ Filistin siyasi arenasında ılımlı çizgiyi temsil ediyor. Bu ılımlı çizgi netice alamazsa FKÖ gözden düşer. Bölgeye fundemantalizm (tslam radikalizraini kastediyor) ve aşınlık egemen olur. Barış girişiminin çöküşü aşınlıga eşit olacaktır." Bugün 50. yaş gününü idrak eden Kral Hüseyin "son fırsatın kaçmaması için" ABD'de. Ürdün Kralı da bu fırsatın kaçmasıyla aşırılığın egemen olacağından korkuyor ki "banş için son fırsat" sözcüklerini sürekli vurguluyor. Ürdün'de TV ve radyoda ve basında bir numarah baber Kral Hüseyin'in Amerikan Newsweek dergisine verdiği demeç. Kral, besbelli, bu demeciyle önümüzdeki pazartesi ABD Başkanı Reagan ile VVashington'da yapacağı görüşmeden önce Amerikan yönetimine mesaj göndermiş oluyor. Kral Huseyin'in yann BM Genel Kunılu'nda, New York'ta yapacağı konuşma da merakla bekleniyor. Ürdünlü yetkililer henüz içeriği bilinmeyen ama kestirilebilen konuşmadan "tarihi bir konuşma olacak" diye söz ediyorlar. Kral Hüseyin "Ortadoğu'da barışa her zamankinden daha yakın bulunulduğunu" şu esaslara bağlıyor: 1 Filistinliler, yani FKÖ barışa hazır. 2 Israil'de barıştan yana olanlarla diğer düşüncede olanlar arasında bir tartışma ortamı mevcut. 3 ABD ile Sovyetler Birliği çok yakmda uluslararası barış kapısını aralamak için bir araya gelecekler. Ürdün Kralı Ortadoğu'da toplu barışa ulaşmak için izlenmesi gereken ve taviz vermeye yanaşmadığı prosedörü de şöyle sıralıyor: 1 ABD, içinde FKÖ mensuplarırun yer alacağı bir ÜrdünFilistin heyetiyle masaya oturacak. 2 Bundan sonra FKÖ, BM Güvenlik Konseyi'nin 1967 tarihli 242 ve 1973 tarihli 338 sayılı karar tasarılannı kabul ettiğini ilan edecek. Buna bağlı olarak ABD de Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını kabul ettiğini belirtecek. 3 Bu aşamalar geçildikten sonra BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin (içlerinde Sov^tler Birüği'nin de) gözetimi altında Ortadoğu sorununa taraf olan tüm partileri, (FKÖ dahil) bir uluslararası konferans toplanacak ve kapsamlı banş anlaşmasına ulaşılacak. ABD'nin öngördüğü aşamalar ise farklı. ABD öncelikle FKÖ'nün Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarını kabul ettiğini ilan etmesini FKÖ'yü tanımak için ön şart olarak ileri sürüyor. Ayrıca uluslararası konferanstan çok, ÜrdünFilistin ortak heyetini tsrail'le doğrudan görüşmelere oturtmak eğiliminde, yani ABD ikinci bir Camp David yaratmak peşinde. Kral Hüseyin, "Niçin bu tür bir göriişmeye karşısınız" sorusuna şu karşılığı veriyor, "Kiminle ikili görüşme? İsrail FKO'yü tanıyor mı? Ortadoğu'da sorunun bir numarah tarafı olan Filistinlikrle görüşmeden banş nasıl bulunur. Filistinlilerin tek meşru temsilcisi ise FKÖ'dur. Onlar olmadan da ben asla ikili göriişmeye otunnam." Ortadaki manzara, eğer ABD önümüzdeki günlerde Washington'da yoğunlaşacak Ürdün diplomatik taarruzu karşısında "geri basrnazsa" Amman ile VVashington arasında ciddi ihtilafların doğacağını gösteriyor. Bir ihtimal, ABD'nin Ürdün'e askeri yardımının Kongre'de bloke edilmesi, yani bu konuda Ürdün'ün ABD'den Türkiye'nin şikâyetlerine benzer şikâyetleri var. Ancak, Ürdün bu konuda daha kıvrak gözüküyor. Kral Hüseyin, "ABD vonetiminin yvrdım teklifi Kongre'de engellenirse, bu, askeri yardım için ABD'nin kapısını son kez çalmak olacaktır. Ürdün, silahlanmak için ' başka kavnaklar bulur. Zaten şu sırada Ürdün Genelkurmay Başkanı Sovyetler Birligi'nde bulunuyor. Aynca bazı Avrupa ülkeleriyle bu konuda bağlantımız var" diyor. Anlaşılan ABD ile ilişkilerin bozulması ihtimaline karşı, Kral Hüseyin Sovyetler Birliği kartını elinde tutuyor. Tıpkı Suriye ile yakınlaşma kapısının aralık tutulması gibi.Kısacası, Ürdün kaygan Ortadoğu zemininde bir ipte değil, iki ipte de oynayabileceğini hesaphyor. BM'NİN tKİ KARARI BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararı (22 Kasım 1967). Karar o zaman Güvenlik Konseyinde Ingiliz temsilcisi olan Lord Caradon tarafından kaleme alınmıştı. Karar Israil'in 1%7 haziran savaşından önceki sınırlanna çekilmesi çağrısında bulunurken bölgedeki bütün devletlerin güvenli ve tamnmış sınırlar içinde yaşamasını kabul ediyor. Metin, tsrail'in resmen tanınması anlamına geldiği için ABD tarafından desteklenirken Arap ülkeleri bunu kabul etmiyor. Kararın Filistinlilerle ilgili olan bölümünde ise sorundan mülteci sorunu olarak söz ediliyor. Bu nedenle de Filistinliler kararı kabul etmiyor. BM Güvenlik Konseyi'nin 338 sayılı karan (Ekim 1973). Bu karar 6 Ekim Ramazan Savaşı'nın hemen sonrasında kabul edildi. 242 sayılı kararı teyid ediyor. Ancak bir nüans, Filistin sorunundan mültçci sorunu olarak söz etmiyor. UGUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) GOZLEM Halefoğlu New York'taki ikiti temasları sırasında F.Alman Dışişleri Bakanı Genscher ile de görüştü. (Fotoğraf: AP) şüphe götiirrneven bir kredisi var." Türkiye'nin Ortadoğu sorununa bakış açısının Arap ülkelerince açık ve net bir şekilde bilindiğini de vurgulayan bu yetkili, aynca Halefoğlu'nun Izak Şamir'e, Türkiye'nin Ortadoğu sorununun çözümünü nasıl gördüğünü "sözünü esirgemeden anlatacağını" belirtti ve bu sözleriyle Türkiye'nin Israil karşısındaki eleştirel tutumunu koruyacağını ifade etti. gidermeyi hedefliyor. özellikle Usler anlaşmasına ilişkin pazarLğın başladığı bir sırada Türkiye'nin lsrail karşısındaki katı tutumunu yumusatmasının Amerikan yönetimince de olumlu karşılanacağı kuşkusuz. Çünkü Washington, çok uzun bir süreden beri Türkiye'nin katı tutumundan şikâyetçi oluyordu ve en azından karşılıklı temasların başlatılması konusunda Ankara'yı ikna etmeye çalışıyordu. BM Genel Kurulu nedeniyle New York'a gelen Dışişleri Bakanı Vahit Halefoglu, dün yedi ülkenin dışişleri bakanlarıyla birer görüşme yaptı. Halefoglu; fngiliz, Batı Alman ve Hollanda Dışişleri Bakanlan ile görüşmesinde özellikle Türkiye Avrupa ilişkilerinin normalleştirilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin düzelmesi için elinden geleni yaptığını belirtirken, Avrupa'nm bir parçası olduğunu bildirdi. RADtKALLERtN TEPKtSt NE OLACAK? Halefoğlu'nun kararı, ilk bakışta Türkiye'nin Ortadoğu'daTürk diplomatlarırun getirdiki ılımlı ülkelerle radikaller ara ği gerekçeler ne olursa olsun, sında önemli bir tercih yaptığı Halefoğlu'nun adımı, aslında nı gösteriyor. Çünkü Halefoğ Ankara'da bir süredir gözlenen lu'nun Izak Şamir ile görüşme Amerikan Kongresi'ndeki Yahusinin, aralarında Suriye ve ""di lobisini kazanma eğiliminin Libya'run da bulunduğu radikal somutlaştığıru gösteriyor. AnkaArap ülkelerinin tepkisini çekera.lsrail Dışişleri Bakanı ile göceğini aslında Türk tarafı da kes rüşmekte uzun yıllardan sonra tiriyor. O zaman Halefoğlu'nun ilk kez sakınca görmezken, YaŞamir'le görüşmesi, Türkiye'nin hudi lobisine "çiçek atıyor" ve ılımlı Arap ülkeleri ile radikal Amerikan yardımiannın KongAraplar karşısında korumaya re'de görüşülmesi sırasında karözen gösterdiği denge politikasışılaştığı sıkıntılan büyük ölçüde nı zorlamayacak mı? Bir soru yöneltildiğinde Türk diplomatik çevreleri "radikaller zaten ÜrdünFKÖ planına da (Baştarafı 1. Sayfada) karşılar" demekle yetiniyorlar. rek, bu olayda Türk mahkemeAçıkça söylenmemekle birlikte bazı radikal Arap ülkelerinin yö lerinin yetkisiz olduğunu öne sürdü. Anlaşmazlığm büyümesi neltebilecekleri eleştirilerin Türk üzerine iki ülke Uluslararası tarafınca "Uluslararası bütün Adalel Divanı 'na gitmeye karar sorunlar üzerinde görüş birliği verdi. La Haye Adaiet Divanı 'içinde olmamız şart değil, örnenda Türkiye'yi tamnmış hukuk ğin siz de Kıbns sonınunda profesöru ve siyaset adamı MahRumların yanında yer mut Esat Bozkurt temsil etti. ahyorsunuz" yarutıyla karşılanmaya çalışılacağı tahmin edilebiUzun süren dava, sonunda lir. Türkiye lehine sonuçlandı. Ancak mahkemenin karar vermesi Türk diplomatik çevreleri, atıkolay olmadı. Yargıçların oylalacak adırrun Türkiye'nin Arap n eşit biçimde bölünmüştü. Bu ülkeleriyle ilişkilerine zarar getirdurumda Adaiet Divanı 'nın Başmeyeceği görüşündeler. Halekanı olan yargıcın oyu, sonucu foğlu'na yakın bir kaynağa gösaptadı ve karar Türkiye lehine re, "Çünkü Türkiye'nin bugün çıktı. Arap ülkeleriyle ilişkilerinde La Haye'de LotusBozkurı davası genç Türkiye Cumhuriyeti için siyasal açıdan da çok anlamlı olan bir davadır. ü'zur süredir kapitilasyonlara alışmış olan Batılı büyük devletlerin Türk yetkililerinin otoritesini kabul etmek istemedikleri ve eski alışkanlıklarının getirdiği rahatlığın devam edeceğini sandıklan ortaya çıkmıştı. Ancak genç Türkiye Cumhuriyeti haklarını uiuslararası alanda kararlılık ve başan ile savunabilecek güçte ve yetenekte olduğunu LotusBozkurt dayasında dünyaya kanıtlamıştı. Bir işçi büyük aptestini tutamazsa İşSendika Servisi İşverenler işçilerin "büyük aptesf'i ile de yakından ügilenmeye başladılar. Teksifin örgütlü olduğu İstanbul'daki bir işyerinde sendika baştemsilcisi günde 3 kez "ihtiyaç giderme ve dinlenme molası" verilmesine karşın "büyük apteste çıkma saatlerini iş saatlerine inhisar ettirerek mesaiden günde 30 dakika aldığı" gerekçesiyle SSK Hastanesine sevkedildi. lşverenin vizite kâğıdı ekinde hastaneye gönderdiği yazıda "sağlıklı ve yetişkin" insanın bu gereksinmesini "günde bir kez" gidermesinin doğal olduğu hatırlatılarak işçinin sağlığından endişe duyulduğu belirtildi. Ayrıca işçinin muayenesi sonucunda "temaruzi bir durum (yalandaıı hastalanma) varitse" sonucun işyerine bildirilmesi de istendi. Topkapı Maltepe'de kurulu Moteks Konfeksiyon Sanayii ve Ticaret A.Ş!de Teksif işyeri baştemsilcisi Şükrii Akman ile işyeri yöneticileri arasında "büyük apteste çıkma" konusunda ilginç bir tartışma başladı. İdare Müdürü Oklay Gülenç'in verdiği bilgilere göre işyerinde, 10.3010.45, 12.4513.30 ve 16.0016.15 saatleri arasında ihtiyaç giderme ve dinlenme molaları verilmesine karşın Akman'ın "Büyük apteste çıkma saatlerini periyodik olarak sabahtan ve öğleden sonra günde iki defa iş saatlerine inhisar ettirerek 15'er daldkadan günde 30 dakika mesaiden almakta ve iş gücünü zafiyete uğratmakta olduğu" saptandı. Her gün yarım saatlik aksatmaların sonuçta "büyük bir meblağa" ulaşacağını belirleyen işyeri yöneticileri konuyu Akman'la görüştüler. Ancak Akman, "Ben büyük apteste her gün bu saatlerde çıkarım. Fizyolojik yapım bu" diyerek "durumunu molalara göre ayarlama uyarısım" geri çevirdi. Işyeri yöneticileri uygulamayı aynen sürdürmesi üzerine 23 eylül tarihli bir yazı ile Samatya'daki SSK tstanbul Hastanesi Baştabipliği'ne başvurarak \izite kâğıdı ile gönderdikleri Akman'ın muayenesini istediler. Yazıda Akman'ın durumu anlatılarak şöyle denildi: "Sağlıklı ve her yetişkin insanın günde bu ihtiyacını bir defa gidermesi tabii iken, bu işçinin yukarıda açıklanan durumda bulunması sağlığı açısından yönetimi endişeye düşürmektedir. Muyanesiyle, gerekli tedavisinin yapılmasım, temaruzi bir durum varitse neticenin müduriyetimize bildirilmesini saygıyla arz ederiz." Muyane sonucunun kendilerine iletildiğini ve Akman'ın tamamen sağlıklı olduğunun hastane raporu ile anlaşıldığmı belirten ayrılmıştır; yeni gelen bakanın masasına konan dosyada da olay ile ilgili bilgiler kazınmıştır. Fransa Başbakanı, olaydaki sorumluluğu açıkça üstlenmek zorunda kalmıştır. Fransız İstihbarat Örgütü "SDECE"nin ünlü ajanlanndan Victor Mertz, 1968 yılında Amerika'ya uyuşturucu madde sokarken yakalanmıştı. Mertz, İkinci Dünya Savaşı'nda kahramanhklan ile ün yapmış; 1961 yılında da General De Gaulle'ü yapılan suikasttan kurtarmıştı. Aynı örgüt elemanlarından Roger Delouette de 1971 yılında Amerika'da uyuşturucu madde kaçakçılığı yaparken suçüstü yakalanmıştı. Operasyon bu iki kilit ajan ile bitmedi. Kısa adı SAC olarak bilinen "Service d'Action Civique" elemanlarından Serge Constant ve daha önce de Ange Simonpieri de uyuşturucu madde kaçakçılığı nedeniyle yakalandı. Constant, Fransa eski Devlet Başkanlarından Giscard D'Estaing'in seçim kampanyalarını yönetenlerden biriydi. Yakalanan ilk ajan Mertz, Achille Cechini adlı bir kaçakçı ile çalışmaktaydı. Cechini, Dominik Venturi adlı Mafya babasının emrinde çalışmaktaydı. Venturi'nin yakın dostu ve avukatı da Marsilya Belediye Başkanı ve bir süre Mitterrand'ın İçişleri Bakanlığı'na getirdiği Gaston Deffere'yöi. Andre Labay ve Antoine Biondi ve Lascorz da uyuşturucu kaçakçılığına karışan "SAC" adlı örgüt üyeleriydi. halya'da son zamanlarda buna benzer olaylar yaşandı. Trento Sorgu Yargıcı Carlo Palermo, İtalyan Gizli istihbarat Şefi Giuseppe Santovito'yu uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı suçlarından sorguya çekti. General bir süre sonra öldü. Yardımcısı General Mussumici, üç ay önce, dört yardımcısı ile birlikte italyan Mafyası ile işbirligi yapmak ve terör olayları ile ilgili suç kanıtlarını değiştirmek suçundan mahkum oldu. İşin ilginç yani, bu grubun avukatlığını üstlenen D'lvidio'nun aynı zamanda Ağca'nın da avukatı olması; Ağca'nın itiraflarının bu görevlilerce alınmasıydı. , Türkiye'ye yönelik silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığının en önemli adamlarından biri olan Henry Arsianyan'm Amerikan Federal Narkotik Büro Örgütü "Drug Enforcement Administration " ajanı olduğu İtalyan Parlamentosu'nda belgeleri ile açıklanmıştı. Yurt dışındaki ülkücülerin Federal Alman İstihbarat Örgütü Dr. Kannapin ile kurdukları ilişki bu ülkücülerin kendi imzalan ile kanıtlanmıştır. Bunlarm belgelerini daha önce yayımlamıştık. Roma'da ifade veren ÜGD Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı da Alman istihbaratı ile kurdukları ilişkiyi anlatmaktadır. Papa suikastında kullanılan silahı satan Avusturyalı silah kaçakçısı Hortz Grillmayer'm de Federal Almanya istihbarat elemanı olduğu ileri sürülmektedir. Grillmayer'in Viyana'daki duruşması bu nedenle gizli olarak yapılmaktadır. İki eski CIA görevlisi Frank Terpil ve Edward Wilson da silah kaçakçılığmın son zamanlardaki önemli adlarıdır. Terpil, bir televizyon programında, Türkiye'de Murat Bayrak adlı eski pariamenter ve işadamına silah sattığını açıklamıştı. İstihbarat örgütleri görevlilerinin ne zaman devlet adına, ne zaman siyasal ve ideolojik gruplar adına ve ne zaman da kendi adlarına hareket ettikleri belli değildir. Belli olmadığı için birçok olay da ister istemez karanlıkta kalmaktadır Fransız Askeri Haberalma Örgütü'nün, dolayısıyla Fransız hükümetinin düştüğü durum, hükümetlerce yeterince denetlenemeyen bu kuruluşların nasıl "devlet içinde devlet" olacaklarını kanıtlayıcı bir örnektır. Kendisine bağlı haberalma örgütünü yönetemeyen bir hükümet, zamanla, farkında olmadan, bu haberalma örgütünce yönetilir. Dumlupınar (Baştarafı 1. Sayfada) olay sırasında köprü üzerinde bulunan 5 kişi kurtanlabildi. Çarpışmadan sonra derhal sulara gömülen Dumlupınar'ın ön kısmı parçalanmış, sadece arka bölumlerdeki 22 er ve subay hayatta kalmışlardı. Bunlarla kaza gecesinin ertesi günü öğleden sonraya kadar telefonla görüşmek mütnkün olmuş ancak ondan sonra görüşme olanakları kesilmişti. Dumlupınar mürettebatının son sözleri ise ailelerine veda etmek olmuştu. Denizaltının battığı yerde yana yatmış olması ve fırtına ile şiddetli akıntı kurtarma işlemlerinin sonuçsuz kalmasında önemli rol oynamışlardı. Dumlupınar'a çarparak batmasınayol açan İsveç gemisinin kaptanı Oscar Lorantson ise Türk makamları tarafından tutuklandı. Ancak kaptan daha sonra açılan davanın bitimine kadar Çanakkale'de gemisinde kalmak koşulu ile serbest bırakıldı. Davaya bakan mahkeme her iki gemide de suç gördü ve Dumlupınar'ın komutanı ile Naboland'ın kaptanı cezalandırıldı. Ben uçağı (Baştarafı 1. Sayfada) tulan ve sınavda başansız sayılan bir grup sözlü sınavda kendileri ile adeta alay edildiğini öne sürdüler. Sakat hizmetli kadro için sınava giren ve sakatlık oranı yüzde 60 olan evli ve 3 çocuklu Mehmet Zengin yazılıda 75 puan aldığını, sözlüde kendisine "Bulunduğun eve uçak girerse ne yaparsın" gibi anlamsız sonı yöneltildiğini belirterek şöyle konuştu: "Sözlü sınavda bizimle adeta alay etliler. Bana sorulan, bulunduğun eve uçak girerse ne yaparsın sorusuna bende şu cevabı verdim: "Pencereden, kapıdan girecek uçağı ben dilim dilim keser yerim." Bunun üzerine imtihan komisyonundaki görevliler "Bu nasıl cevap, bizle dalga mı geçiyorsun?" deyince ben tekrar "Ben kapıdan pencereden girecek olan uçağı dilim dilim keser yerim" dedim." Kendilerine komik sorular sorulduğunu öne süren diğer bazı yurttaşlar, Mehmet Güler, Ömer Sanbaş, Vahap Kılıç, Halil Vingöz, Refik Erken, Garip Özgür, Giinay Tuşçı, Şevket Köse, Ali Seydi Karabıyık, Ahmet Baysal, Mehmet Tarar ve Ali Keklik, kendilerine sorulan bazı sorulardan şu örnekleri verdiler: "Horoz bir günde kaç yumurta yapar?" Havada uçan kuş nasıl öter? Uçak evinizin kapısından girerse ne yaparsınız? Ceketinizin kaç düğmesi var? Cebinizdeki mendil kaç katlıdır?" Yazılı sınavları başarmalarına karşın sözlüde başarısız sayılanlar, sözlü sınav komisyonundaki görevlilerin çoğunun Elazığlı olmalan nedeniyle sınava katılmış olan Elazığlı adaylann çoğunun başarılı sayıldıklarını da öne sürdüler. Şikâyetçi adaylar valilikten sınav ile ilgili soruşturma açılmasını istediler. İdare Müdürü Gulenç, "Bu işçiyi hastaneye sevketmemiz basit bir tedbirdir. İdareyi böyle bir tedbir almaya kendisi itmiştir. Kendisine yanlış hareket ettiğini ve bunun hastane raporu ile de ortaya çıktıgını ihtar ettik. Aynı şekilde davranırsa İş Kanunu'nun 17. maddesindeki işi yavaşlatma eyletni kapsamında değerlendirileceğini hatırlattık. Şimdi tetkik safhasındayız. Bu sabah da eskisi gibi büyük abteste çıkmıştır. Peşine düşüp adım adım izlememiz söz konusu değil, ama eski uygulamayı aynen sürdürürse kanuni tedbirler alacdğız" şeklinde konuştu. Teksif Topkapı Şubesi yöneticileri ise "Zaruri ihtiyacı olan işçi ister 5 defa büyük apteste çıkar, ister 3 defa. Bunu hastane raporu ile sınırlamak olası değildir. İşyerindeki temsilci arkadaşları loplantıya çagırdık bu konuyu görüşeceğiz" dediler. Songar'a yanıt Sayın Songar, Size sürekli olarak şu soruyu soruyorum: 6.10.1980 günü 1538 sayılı raporunuzda, Tevhide İpar'da (Zaman hakkında bilgisiyanlış, dolayısıyla zaman oriantasyonu bozuk bulundu. Tesbit hafızası bozuk, eski hatıralara ait hafıza melekesinde de yer yer boşluklara rastlanmıştır.) diyorsunuz. Oysa, altında sizin de imzanız bulunan Adli Tip Gözlem İhtisas Dairesi raporu nda aynı hasta sağlam bulunmaktadır. Birinci rapor 1980, ikinci rapor da 1983 tarihıni taşımaktadır. Bu iki raporda çelişki var mı, yok mu? Öğrenmek istediğim bu. Bu gibi hastalıklar, bu yaşta, zamanla ilerler mı, yoksa geriler mi? Bu soruma hiç yanıt vermiyorsunuz. İlk yanıtınızda "asıl sorulması gereken soru, Ali İpar'ın öteki raporları hangi yoldan temin ettiği sualidir" demiş ve "Ali Ipafın annesini birtakım hekimlere götürerek kendi şahsi imkân ve teşebbusleri ile rapor" aldığını belirtmiştiniz. Konuyu ortaya atan yazımda, Tevhide ipar hakkında rapor veren Türk hekimlerinin adlarını vermiştim. İlk yanıtınızda bu raporları veren hekimleri de kapşayan bir ifade biçimi kullandınız, ben bu ifade biçiminin suç öğeleri taşıdığını yazınca şimdi "yurt dışından da bazı raporlar olduğunu" belirterek ilk ifadenizi geri ahyorsunuz. Bu gibi yazıları kaleme alırken özenli davranın. Eğer amacınız gerçekten "yurt dışından" alman raporları veren hekimleri eleştirmek ise bunu açıkça yazabilirdiniz. Ben, yazımda bu raporları veren Türk hekimlerinin adlarını veriyorum, siz de "Annesini birtakım hekimlere götürerek" diye bir ifade kullanıyorsunuz. Amacınız yalnızca yurt dışından alınan raporları eleştırme ise bunu açıkça belirterek yazabilirdiniz. Türkçenize, televizyon açıkoturumları yönetecek kadar güveniyorsunuz da bu yanıtı verirken niçin "yurt dışından alman raporları" diye açık bir ifade kullanmıyorsunuz? Olmadı. Bu yanıtınız çok zayıf kaldı. Kaldı ki, Sayın Songar, sizin sonradan sapasağlam bulduğunuz Tevhide İpar için bir resmi kuruluş, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Sağlık Kurulu, 21 Temmuz 1981 tarihinde "dementiel araz" saptıyor. Bu rapor, özel nitelikte değildir. Resmidir. Öyleyse, bu rapor için de bir açıklama getirmek gerekecektir. Aynı hasta için iki resmi kuruluş, niçin bu kadar değişik rapor veriyor? Bu merakım henüz giderilmiş değildir. Tevhide İpar'da önce bazı hastalık bulguiarı saptıyor, sonra aynı hastayı sapasağlam buluyorsunuz, arada, bir başka resmi rapor da aynı hastada hastalık bulguiarı saptıyor. Nasıl oluyor bu? Bunların "hukuki" değil "tıbbi" sonuçlannı merak ediyorum. Bu raporların hukuksal sonuçları ile pek ilgilenmeyin, siz hekimsiniz, raporunuzu verirsiniz, iş orada biter. Hukuksal sonuçlar, uyuşmazlığa taraf olan kişileri ilgilendirir. Verilen raporların hukuksal değerde olup olmadıklarının tartışılması sizin yetkileriniz arasında değildir. Konumuz yalnızca aynı hasta konusundaki verilmiş çelişik raporlardır. O kadar! Siz, lütfen, işin bu kadarı ile ilgilenin. Adli Tıp Yasası'nın 23'üncü maddesi, Adli Tıp Genel Kurul kararlannın kesin nitelikte olduğunu, ancak kanıtlann yine de yargıçlarca serbestçe değerlendirileceğini yazmaktadır. Yasayı yeniden okumanızı asıl ben size salık veririm. Sayın Songar; "Tıpta teşhislerde farklılık ve çelişkiler her zaman olabilir" diyorsunuz da şu laiklik konusunda "farklı görüsler" olabileceğini hiç düşünmüyorsunuz. Televizyonda nöroloji alanında bir açıkoturum düzenlense ve bu oturuma, bu alanda uzmanlığı bulunan kişiler değil de aynı görüşü savunan ve uzman olmayan kişiler konuşturulursa siz ne düşünürdünüz? TFfT Yönetim Kurulu'nda üye olmanız, size laiklik konusunda tek bir görüşün savunulduğu açıkoturumları düzenlemek ve bu oturumları yönetmek yetkisini vermez. TRT Yasası'nı da lütfen bir kez daha okuyun. Derin saygılanm ve laiklik konusunda bitmeyen kaygılanmla. (Baştarafı 3. Sayfada) yarışında ne denli geriyse, o denli kendi insanı yokluktan kıvranırken yabancı için ucuzluk cenneti olur. Böyle bir ülkenin herhangi bir sorumlu yöneticisi için yapılacak ilk şey bu utanç verici durumdan kurtulmak için elinden geleni ardına koymamaktır. Ama bugünkü iktidar olaya böyle bakmıyor. O, Türkiye'nin yabancıya ucuz, Türk'e pahalı olmasıyla övünüyor ve bu durumu bir erdemmiş gibi dünyaya ilan ediyor. Koşun! diyor koşun! Türkiye size ucuzöur.Siz bakmayın Türkiye'nin Türk'e pahalı olmasına. Kendi insanına öncelik, kendi insanına kolaylık tanımamayı salt ekonomik bir tutum, ekonomik bunalımın neden olduğu bir zorunluk da sanmayın. Bugün işbaşında olan ıktidarın, kendi insanına öncelik ilkesini hiç mi hiç sevmediği her alandaki uygulamayla ortaya çıkıyor. Yeni Polis Vazife ve Selahiyet Yasası'ndan sonra polislerin turistlere "hoşgörülü" davranmalan için kulakları bükülmüş amirleri tarafından. Ama aynı polis, Ankara'da Orman Çiftliği'nde bir büfe önünde bira içen Türk doktorları derdest edip karakola götürebilmektedir. Kısacası günümüz Türkiye'sinde her şey ters çevrilmiştir. Bugün Türkiye Pierre için ucuz, Kaya için pahalıdır. Bugün Türkiye'de otorite, Recep'e karşı acımasız, Rogers'e karşı yumuşak başlıdır. Oysa Türkiye Pierre'den önce, Kaya için ucuz olmalıdır. Oysa Türkiye'de otorite Recep'e zart zurt edip, Rogers'a "Nasıl isterseniz öyle olsun" diyeceği yerde, Recep'e karşı daha anlayışlı, Rogers'e karşı daha kararlı olmalıdır. Türk insanına pahalıya ödetilen "yabancı için ucuzluk" istemiyoruz. Çok şey mi istiyoruz dersiniz? DÜZELTME: 20 eylül tarihli "Pis Savaş" yazımızda bir virgül düşmesi yüzünden YeşilBarış örgütünün yandaş ve sempatizan sayısı 13 milyon olarak çıkmış. Aslı 1,3 milyon olarak düzeltir, özür dilerim. S. L Ucuzluk (Baştarafı 1. Sayfada) Livaneli'nin Atina Orfeas tiyatrosundaki konserleri sırasmda, Theodorakis ile Livaneli'nin Türk ve Yunan müziklerinin benzerliği üzerine konuşmalanyla birlikte ortaya çıkmış ve daha sonra çalışmalar sürmuştü. 23 eyiul gunü Atina"da biraraya" gelen Theodorakis ve Livaneli yeni plak projesini açıkladılar ve aynı günün akşamı Theodorakis'in evinde bu plak için hazırladıklan parçaları banda kaydettiler. Bu çalışma bandında parçalar Theodorakis'in piyanosu ve sesi eşliğinde gerçekleşti. Plağın kayıt çalışnıaları ekim ayında başlayacak. fstanbul ve Atina'daki studyolarda gerçekleştirilecek olan plakta hem Türk hem Yunan muzisyenlerine yer verilecek. Koro ve vokallerin de kullanılacağı plak, aralık 1985'te yayınlanacak. Livaneli plak için, "Theodorakis için de benim için de yeni bir muzik anlayışı ortaya çıkaracak. Çünkü Thcodorakis'in yazdığı parçalar eski bestelerine oranla daha lirik" diyor. Bu arada Theodorakis'in de Türkiye'ye geleceği oğrenildi. Tarihi kesin olmamakla birlikte Theodorakis'in bugeziyi plağın satışa çıkacağı gunlerde yapması bekleniyor. • Nul'us aızddiıımı kaybeı;ın Hüküııısuzdur. CL'MA BA > RAM Lîvanelî ve (Baştarafı 1. Sayfada) ntiş olmamakla birlikte genel ılkeler olarak şunları söyleyebilirim. Olay Türk sularında cereyan etmiştir. Bu nedenle davaya bakmaya yetkili Türk mahkemeleridir. Bu sonucu önleyici bir uluslararası sö'zleşme Türkiye ile SSCB arasında mevcut değildir. Olaya uygulanacak olan Türk Ticaret Kanunu'nun 822. maddesi ve çarpmayla ilgili 1216 ve devamı hükümleridir. Ticaret Kanunu 'nun 822. maddesine göre çarpma ve kurtarma ve yardıma ilişkin Türk Ticaret Kanunu 'nun hükümleri, bu maddenin 2. bendine göre bir kamu hizmetine tahsis edilen devlet gemileriyle, donanmaya bağlı harp gemilerine ve yardım gemilerine dahi uygulanır. 822. maddeden bu yetkiyi alarak 1216. maddeye göre bu çarpma hükümlerini işletmek ve buna göre tazminat istemek hakkı vardır. " Prof. Teldl MÜNİH, (a.a.) Avusturya Televizyonu'nun ikinci programı "ORF" tarafından önceki akşam düzenlenen ve yaklaşık 2.5 saat süren bir açıkoturumda sözde Ermeni soykırımı tartışıldı. Türkiye'den özel olarakaçık oturum için çağrılan yazar Mümtaz Soysal ile Paris'te Ermeni teröristlerin saldınsında yaralanan Türkiye'nin eski Basın Ateşesi Selçuk Bakkalbaşı Ermeni iddialarını çürüttüler. Bakkalbaşı 198O'de Paris'te Ermeni teröristlerin saldınlanna nasıl hedef olduğunu özetledikten sonra, "Nedir bu nefret? Ne i iddiaları çurutüldu reden kaynaklanıyor? Saldınya uğradığımda bunun bir kaza olduğunu düşünmüştüm. Ancak olaydan sonra ögrendiklerim beni son derece üzdü" dedi. Yazar Mümtaz Soysal ise 11. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Türk ve Ermeni toplumlan arasında hiçbir düşmanlığın olmadığını belirttiği konuşmasında şunları belirtti: "Önemli olan iki toplum arasında 800 yıl süren ve birdenbire kaybolan dostluk köprülerini yeniden kurmanın yollannı aramaktır. Banş içinde tekrar bu dostluğu kazanabiliriz." Prof. Aybay (Baştarafı 1. Sayfada) denizcilerimizin şehit olmasına yol açan bu üzücü olayın hukuksal yönünün son derece karmaşık olduğunu belirtmek zorundayım. Çünkü bu olayda uygulanmasıdüşünülen birbiriyle çelişkili birçok iç hukuk ve uluslararası hukuk kuralı vardır. sine yerel devletin hukukuna saygı gösterilmesi gerekir. tlk iç hukuk belgesi olan Türk Ceza Kanunu ilke olarak Türkiye'de suç işleyen kişinin Türk kanunlarına göre cezalandınlmasım öngörmüştür. Türk Ticaret Kanunu ise ticari ve ticari olmayan gemi aynnunı yapmıştır. Ama ticaret kanunun kimi hükümleriUluslararası hukukun geleneksel nin bu arada çatma ile ilgili hüilkelerine göre yabancı bir dev kümlerin donanmaya mensup letin bayrağını taşıyan bir savaş gemüere de uygulanacağı ticaret gemisi o devletin egemenliğini kanununda belirtilmiştir. Fakat temsil ettiği için yerel devletin bu hükümlerin yabancı donanyargı yetkisine tabi değildir. Bu ma gemilerine uygulanabileceği açıdan yabancı savaş gemilerinin tartışılabilir. durumu ile elçilik binalan araBu sorunlar gerçekten içinden sında benzerlik kuran yazarlar çıkılması çok zor hukuk sorunvardır. Örneğin, gemi komuta larıdır. İhtilafm yargılama yerinının izni olmadan yerel güven ne diplomatik yollardan haüi dalik kuvvetleri yabancı savaş ge ha uygun olacaktır. Benzer duınisine giremez. Ama yine ulus rumlarda rastlanan uygulama da lararası hukuk gereğince yargı genellikle budur. Dileğimiz Sovyetkisine tabi olmamak demek, yet hükümetinin kendi gemisinin yerel devletin hukukuna aykırı kusurunu kabul ederek uygun davranışlarda bulunmak özgür tazminat ödemeye hazır olduğulüğü anlamına gelmez. Tam ter nu bildu ınesidir.'' Düzeltme Önceki günkü "Bir Önemli Karar" başlıklı yazıda, "askeri" sözcüğü, bir dizgi yanlışı sonucu, yargıtay sözcüğünün önünden kayıp, karar sözcüğünün önüne gelmiş, böylece "askeri karar" diye basılmıştır. Çağdaş tekniğin bu azizliği nedeniyle okurlarımdan özür dilerim. Doğru tümce şöyle olacaktı: Askeri Yargıtay Dördüncü Dairesi, MSP yöneticileri ile ilgili kararını verdi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle