20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DÜNYAHflVflDıSUfl Acrvauriti 'Taksim' kitabı, bir 'HanLî şarkısı ÇELİK GÜLERSOY • umhuriyet Dergi, benden, kültür çevrlerimizde biraz iigi uyandırmış olan "Taksim" kıtabımın öyküsünü yazmamı istedi. Yani, eserin kendisine konu olarak aldığı Taksim Meydam'mn hikâyesinden başka, bu kitabın kendisinin hikâyesi. Fikir ilginç. Ama itiraf edeyim ki, bu kitabın kendisinin öyle fazla uzun bir hikâyesi yok. Daha fazla, bu eserimin yer almakta olduğu öbür bütun yayınlarım arasında ele alındığı zaman, ancak anlam kazanacak bir hikâyesi olabilir. En başta, bunun bir özetini yazayım. Taksim, iflas etmiş olan bir "şehir etüdleri" dizisinin, sıra dışı ve son bir melodisidir. lşin hikâyesi iseşöyle: 1970'li yılların başında, aklıma bir fikir saplandı: Doğduğum değil de, içinde büyumüş olduğum bu şehrin, topoğrafik bir sırayla, semt semt tarihini yazmak. Bunu, geriye doğru mumkıin olduğu kadar gidilebilecek bir zaman parçası içerısinde, yani eldeki resim malzemesinin elverdiği oranda görüntuleyerek, cilt cilt yayımlamak. Beni bu tutkuya düşüren nedenler; bir değil, birkaç taneydi... önce İstanbul, 3 imparatorluğa başkentlik etmış olan bu belde, sisternatik olarak hiç yazılmamıştı. Ozellikle onun son 500 yılının keyfini çıkarmış olan Osmanlı, bütürı gılzelliklerini, yılın dört mevsimi, dört dörtluk yaşamış, fakat eline kalemi alma zahmetine hiç katlanmamıştı. Bende de, burada itiraf edeyim" H i ç yapılmamış olan şeyleri yapmak" gibı, ^^^. ^^P^^J ^j ^H ^m ^ K 1 ^m I ^M * ^B ^M ^M ^M ^1 ^^ ^B ^ ^ ğ ^A M ^ ^ L ^ ^ ^ ^BH^r ^^^^ ihtiras demeyeyim, de, bir eğilim, bir heves, çocukluğumdan beri hep içimde yaşamış ve o yüzden butun yaşamım boyunca sağlığımı zorlamış durmuştur. Kendi nefsimde o tutkunun moral bakımından bir muhasebesini yaptığımda, toplumumuzda ozellikle son dönemlerde, daha da yaygın ve egemen bir hale gelen köklu ve geleneksel "servet şehvet şöhrei kudret" dörtlüsüne yönelik ihtiraslar yanında, bendekı platonik tutkunun toplum açısından çok sakıncalı bir rahatsızlık olmadığı sonucuna vararak, yolurna devam kararı vermış olduğumu da ekleyeyim. Bâkir bir ormana ılk kez giren kişi olmanın verdiği zevk gibi bir duyguydu bu... Istanbul'da "yapmak" eylemlerinin yanında, bu "yazmak" tutkum, bu yüzden aklıma iyice yerleşmişti. Beni yüreklendiren bir başka unsur, gezilerimde Batı kentlerinde bu yöndeki yayınların bolluğunu ve çeşıtliliğini gözlemleyişim olmaktaydı. Unlü Batı kentlerinin herhangi birinde, diyelim Venedik'te, Frankfurt'da, hangi kitap mO'lann Taksim Meydam'nda "Venüs" Sineması aşk filmleri oynatırdı. 1920'lerin sonunda Taksim Meydam'mn Ayaıpasa köşesi. Bu şehrin, Batı kentlerindeki gibi, bir şehir çekirdeği, bir "orta yeri" yoktu. Hele eski İstanbul, az nufusu ve dağınık semtleriyle, tane araları epeyce mesafelı bir inci ya da kehribar tespihe benziyordu. Orhan Veli, "tstanbul'un orta yeri sinema" demişti, ama bunun nerede olduğunu betırtmemişti. Ben Galata Köpriisii'nün, şehrin iki belli başlı yakasını bağlayan bu papyon kravatın, İstanbul için bir "orta yer" sayılabileceğine hükmettim. Bu iki kıyı arasında, tarih boyunca düşünulmuş ve gerçekleştirılmiş olan bağlantıların, Karaköy Meydanı ve rıhtımıyla beraber, ilk hikâyesini yapıp, bir album halinde yayımladım. Kitabın içinde yabancı diller de tam metin halinde verilmekteydi. Sağolsun Cumhuriyet, o zaman bu kitaptan uzun uzun bahsetti. Ama hayret, haftalar, aylar geçiyor, fakat kitap 10 tane bile satmıyordu. Bunun üstüne, bir çocuk tutup, ona bir de tahtadan açılır kapanır tezgâh yaptırarak, köprü başına yerleştirdim. Çocuğa hem iyi bir ücret verdim, hem de teşvik için satıştan prim usulü koydum. Bundan yüreklenen iyi niyetli delikanlı, 10 gün süreyle köpru kaldırımı üzerinde, bağırdı durdu: "Köprünün kitabı çıktı, köpninun kitabı çıktı..." Kitabın fiyatı 50 TL. Bugunkü karşıhğı ile 2000 TL. kadar bir şey. Galata Köprüsü'nü 10 gün içinde, sanırım birkaç milyon kişi geçmiş olur. Bu süre içerisinde, köprünün kitabı 1 adet sattı. Bu safdil vatandaşı sordum. Yaşlı bir avukat. Durup içini karıştırmış sonra, "Ver bakalım evlat 1 tane, içinde bizim donem resimleri var" demiş. 1970'ler başında, 4O'lı yaşlarımı yaşamaya başlamıştım ve bunun bir sonucu olarak da, bütün enerjimi ve iyimserliğimi sürdüruyordum. O yüzden, 1973'te yeni bir deneyıme giriştim: "Galata" kitabı Istanbul'da basılmıştı ve kalitesi, gönlümün arzu ettiği düzeyde değildi. Içimdeki susmayan kuş, bana bir Batı kentinde, onların cilt, kâğıt ve mürekkep kalitesiyle, lstanbul'un dört başı mamur bir al çıya girsem, müşterinin, yani okuyucınun önune ilk açılan s>ergı, soyut ve genel felsefe ve edebiyat gibi bölümlerden once, o kentin tarih içindeki macerasını anlatan, birbirinden guzel, birbirinden alımlı ve ilginç kitaplar ve albümler kısmı oluyordu. Onlarda bu kadar zevk, beceri ve bereketle kotarılan bir aş, bizde neden pişirilmesindi? lstanbul'un birçoğu sıradan, hatta basmakalıp kentler olan bu Batı yerleşimlerine göre, çok daha zengin ve ozellikle çok daha "dramatik" bir hikâyesi yok muydu? Bu hikâyeyi, kuru anlatımlar yerine, resimleıle destekleyerek okuyucuya sunmak, içinde yaşadığımız çağların bir yayın politikasıydı. Nitekim bütün resmi ve özel arşivlerden başka, benim elimde bile, 30 yılda zengin bir görsel malzeme koleksiyonu oluşmuştu. Bu öğelere güvenerek, 1970'ler başından bu yana, birkaç kere, "İstanbul'un resimlerle hikâyesi" yayımlarına giriştim. Resimli öyküler dizisine, lstanbul'un neresinden başlayacağımı uzun uzun düşündüm. 18 Mtydanı ftamvaylı Taksim veortada, röfüj.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle