28 Mart 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sevinç Çokum'dan "Kırmalı Etekler” Bu kaçıncı tufan? r Funda ÖZSOY ERDOĞAN evinç Çokum’un son romanı Kırmalı Etekler, adının da işaret ettiği üzere kadını merkeze alıyor. Çokum’un yıllardır eserlerini takip eden okurların da fark edeceği gibi (özellikle onun Hevenk adı altında topladığı, çocukluğunun İstanbul’unu anlattığı deneme kitabını okuyanlar) yer yer otobiyografik özellikler de taşıyan bu roman, iki koldan ilerliyor: Yazar olan bir kadının, Çise’nin, edebiyat dünyasında kabul görmek, kalıcı olmak için mücadele edişi ve popüler kültür yanlısı medyanın onun yazar kimliğini görmezden gelişi karşısında duyduğu hayal kırıklıkları romanın ana izleğini oluşturur. Romanın fonunda ise yazarın geçmişinden bugüne, hayatında yer alan ve onda derin izler bırakan kadın portreleri var: annesi, teyzeleri, komşu ablalar ve teyzeler, kayınvalideler, okul arkadaşları, aile dostları... Özellikle Çise’nin çoğunu çocukluk yıllarından tanıdığı bu hanımların şahsında; Şetaret Hanım’ın, Peyman Teyze’nin, Muazzez Hanım’ın, Bedia Muvahhit’e benzeyen Hediye Hanım’ın ve diğer hanımların konuşmalarında mahalle kültürünün incelikleri öyle güçlü S Sevinç Çokum’un kaleme aldığı “Kırmalı Etekler” bir karşı çıkış romanı. Kabullenmişliğe karşı şüpheler ve itirazlar, etiketlenme ve dışlanmaların biçimlendirdiği anlayışlarla yüzleşme ve insanı biçimlendiren ezici kuralların hicvedilişi, burjuva ahlakının ironik bir dille eleştirisi. Birey olarak varoluş savaşı veren bir kadın yazarın gerçek hayatla zihinsel dünyası arasındaki düşsel yolculuk. Roman, her çağda var olan kirlilikler içinde yaşayabilmiş aşk ve dostlukların anlatımı. Sevinç Çokum kitabı otobiyografik özellikler de taşıyor. verilmiş ki karşılıklı diyalogların doğal akışı içinde özellikle Şetaret Hanım’ın sık sık kullandığı, bir kısmını da yerine göre kendisinin uydurduğu atasözleri, bir anlamda toplumun açıklarını da biraz ironik, biraz hicvederek ortaya koyması açısından da dikkat çekiyor. KOCANIN TAHAKKÜMÜ Üç yıldır yazamayan, yazarlığında bir duraklama dönemi yaşayan 58 yaşındaki Çise’nin içsel çatışmaları, yaşamı özel kılan değerlere ve yazmaya olan inancını yitirişi sırasında kadınlık hallerine de farklı boyutlarda göndermeler yapılıyor romanda. Eş olan kadın, yazar kadın, ev kadınlığı, entelektüel bir aydın kimliğini taşıyan kadın... Çalışma hayatının monotonluğunda duygusal açıdan otomatikleşen kadın halleri Çise’nin roman içinde geçmişe gidişleri, şimdiki zamana dönüşleri sırasında verilir. Ancak romanın sadece tek bir kişinin, Çise’nin, bakış açısıyla ilerlemesinin monotonluğa yol açma riski de göz ardı edilmemiş. İşte yazar, Çise’nin bakış açısıyla roman ilerlerken üçüncü tekil anlatımı kullandığı sırada, okura hissettirmeden, sözü doğrudan romanın kahramanı Çise’ye vererek bu monotonluğu kırmayı başarabilmiş. Böylece Çise’nin geçmişe dönüşleri sırasında eski mahalle kültürü, bu kültürün önemli bir parçası olan kadınların dünyası ele alınırken, bir taraftan da Çise’nin yazarlık serüveninde yol alışını seyrederiz. İlk evliliği sırasında yazar kimliğini kabul ettirmek için mücadele eder. Seksenli yılların başıdır. Ülke kabuk değiştiriyordur. Her devrin bir ruhu vardır aslında. Seksenli yıllara geniş yelpazeden bakıldığında tüketimin öne çıktığı hayat anlayışından siyasi konjonktüre kadar bu kabuk değiştiriş hayli sancılı olmuştur: “Hayatımız değişiyordu, tüketime alıştırılıyorduk, atıp yenisini almaya… Tüketimi, tükettikçe var olabileceğimizi, tükenen şeyi atmamızı öğretiyorlardı” (s. 112). Çise’nin ilk eşi Cenk ve o yıllarda aile dostları olarak gidip geldikleri karı koca tıp doktoru Dalkıran ailesi bu ruhu en iyi yansıtan tipler. Adeta dünyayı tüketmek için gelmiş, kendi sahip olduklarına başkalarının olmayışından asla rahatsızlık duymayan, her devrin adamı olma yete neğinde insanlar. Yazarlık bu kişiler için boş iştir zaten. Çise’ninki de oyalanmak için bir uğraştır onlara göre. Özellikle kocasına ve onun ailesine yazmanın bir var olma biçimi olabileceğini kabul etmesi imkânsız. Söz konusu olan kadınsa kadının bir entelektüel olarak var oluşunu öncelikle kocasına kabul ettirmesi gerekiyor. Yazdıkları bile suya sabuna dokunmayan, iffetli bir eş olarak aile ilişkilerine leke sürmeyecek şeyler olmalı. Yani yazarken bile erkeğin, kocanın tahakkümünü kaleminin üzerinde hissediyor. Bir kadın yazarın kalemine erkeğin tahakkümü ile bir ev kadınına kocasının tahakkümü arasında paralellikler de kurulur böylece. Çise’nin hayatındaki geri dönüşlerde Mücella teyzesinin yaşadıklarının, kocasının her türlü psikolojik ve fiziksel şiddetine maruz kalışının aktarıldığı sahnelerle, Çise’nin ilk eşi Cenk’in yazdıklarına karışması sırasında hissettikleri aynı köşeye sıkışmışlık, tükenmişlik, sevginin yitimi, aynı öğrenilmiş çaresizlik: “Biz neysek oyuz, diyemezdim, o kadar toy, hatta yüreksiz, hatta sert ve güçlü rüzgârlarda dengesi bozulup yere düşen” (s. 328). “Kimse bana hangi renkleri seveceğimi, hangi tatlardan hoşlanacağımı anlatmasındı. Beni bir makine addedip her parçamı değiştirebileceğini sanmasındı”(s. 329). Bütün bunlar, geçmişi hatırlayışlar ve şimdiyi yaşayışlar sırasındaki bilinçaltına, altbenine yerleşenlerin ona hissettirdikleri, vesveseler, saplantılar, zihnindeki kurtçuğun zamanla gelişip biçimlenmesiyle, sığınma arzusuyla belki zihninin oluşturduğu Gröfrey, karanlıklardan çıkıp gelir. Zaman zaman Gröfrey’in “Ölric” gibi ortaya çıkışı ve Çise’yle konuşması, Çise’nin de bir “tutunamayan” olduğunun göstergesi midir? VAR OLMA MÜCADELESİ Mekân olarak EdirneKaraağaç ve İstanbul arasındaki gidiş gelişlerle Çise’nin geçmişe gidiş ve şimdiye gelişleri arasında ilişkinlik kurulurken romanın hemen her bölümünde karşımıza çıkan “Nuh Tufanı” ile bu ilişkinlik pekiştirilmeye çalışılmış. Nuh Peygamber’in dışlanışı, kendiyle yaşadığı çatışma ve sonunda tufanın kopuşu, bir nevi hayatın kendisi ile örtüştürülüyor. Hayatın içinde de inişler çıkışlar vardır, bu esnada var olma mücadelesi verilir Nuh Peygamber gibi. Neticede hayatın kendisi devam eder her şeye rağmen. Çise’nin yazar olma mücadelesi, siyahlar veya kırmızılar diye etiketlenmek ve yazarlığının da bu etiketle altının çizilmesi, popüler kültüre yenilen edebiyatın hicvedilişi “tufan” imgesiyle anlatılır okura: “Bu kaçıncı tufan? Dünyaya gelişimizden ölene değin, sınavlar, ayrılıklar, ölümler, çocuklarımızın hayatı, savaşlar, acımasızlıklar… Yaşadığımız büyük acılardan doğruluşumuz, bir dağ kıyısına varma telaşımız ve beklediğimiz bir dal, bir yaprak ya da kanat sesi, hepsi tufandan sonrası” (s. 338). Kırmalı Etekler, usta bir yazarın kaleminden çıkmasının ötesinde, kadını her yönden kuşatan eril tahakküme işaret etmesi ve özellikle günümüzde kadının birey olma mücadelesine edebiyatla destek olması açısından da dikkatle okunması gereken bir roman. n Kırmalı Etekler/ Sevinç Çokum/ Kapı Yayınları/ 342 s. K İ T A P S A Y I 1298 S A Y F A 6 n 1 O C A K 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle