25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Pelin Özer’den “Atlasın Bir Ucunda” ‘Şair, yazdığına ikna olma sürecinde en ağır işçi’ Pelin Özer’in yeni şiir kitabı “Atlasın Bir Ucunda” okur karşısına çıktı. Okuru, atlasın bir ucunda, belki yakındaki bir adada, hep doğadan geçerek şiirle karşılaşan bir dağardan yansıyanlarla buluşturuyor. Kısa süre önce, Almanya’da, Barbara ve Hüseyin Yurtdas’ın çevirisiyle daha önce dergilerde yayımlanmış ama kitaplaşmamış AlmancaTürkçe şiirlerinden oluşan, “Uzay ÇiçeğiWeltallblume” adlı bir seçme şiirler kitabı da bulunan Özer’in “Latife Tekin Kitabı” da yakında yeniden yayımlanacak. Özer’le “Atlasın Bir Ucunda” adlı kitabını konuştuk. r Gamze AKDEMİR rınma, soyutlanma duyguları... En ince seslere, frekanslara, öze kulak kesilme dizelerce... İnsanı duyumsar ve çözümlerken el önce doğaya uzatılmış. Zarifçe referans kılınıyor kıssadan hisseler. Bu yazışı, sezişi anlatır mısın? Arınmak için dünya dışı bir adresi de olması lazım insanın, soyutlanmayı bu nedenle mecbur kılıyor. Bu kavramların mucize gerçekleştirecek kudretleri var bir yandan. Çünkü bir an geliyor, içeridekiyle dışarıdakinin; var olanla olmayanın bütünleştiği bir yere odaklanıyor zihin. Oraya doğru uzayıp gidiyor. O uzayıp gidişin sonunda, bir yerde, belki atlasın bir ucunda, belki yakındaki bir adada, hep doğadan geçerek şiirle karşılaşıyor. Bu büyülü anda, şiir kendini tane tane yazdırırken, neye dönüşeceğinin bilgisini de içinde saklıyormuş gibi geliyor bana. “Ağır ağır”... Nasıl bir yakın plan, nasıl bir çıkış noktası yapıtta? Fotoğraflar: Kaan SAĞANAK Kader ile hukuku nasıl şiirinin? Acıyı, acılı yazmıyor; erinci göklere çıkartarak abartıyla gölgelemiyorsun. Başa gelenle, gelmekte ve gelecek olanla baş edişi, irade sınamalarının sendeki dışavuruşunu açar mısın? Acıyı da sevinci de doğumu da ölümü de coşkuyla hakkını vererek kabul etmek, yaşamak lâzım. Yalnızlıkta ağlamak, solmak yerine, o yalnızlığın topraklarında bir gezgin gibi merakla, ilgiyle, iştahla gezmeli. Pek çok duygu misafir bizde. Bolluk, varsıllık başköşeye buyur edilirken yoksulluğu, yalnızlığı, yoksunluğu kapıdan geri çevirmek, onların armağanlarından mahrum kalmak anlamına gelir. Önemli olan, olumlu ya da olumsuz, fark etmez, insanın içinde bulunduğu halle başa çıkabilmesi ve bir çeşit irade sınavından alnının akıyla geçmesi. İsyan ederken, başkaldırırken, vazgeçerken, güçsüz düştüğünde bile hep olumlu yaklaşıp, üreterek. Kader ne büyük sözcük, anlamaya çalışırken pek çok şiir yazdırır insana. Kader fikri bende atıl bir bekleyişten, olumsuz bir güce boyun eğişten, bir ilahi buyruktan ziyade hak ediş ve ödül gibi, sonunda hep yüz güldüren görüntülerle yan yana. A Çok temel. Bu uzun şiire başlarken bana notayı o verdi. Gözlerimin önünde neredeyse cisimleşen bir hayalin ipini ele geçirdim sanki sayesinde. Nasıl oluyor da içinde sabrı, bekleyişi, umudu, tevekkülü aynı anda barındırıyor, hareketin donup kalmışlığa yaklaştığı bir yerde, o kaymaya çok müsait zeminde sapasağlam durup bütün bunların üstesinden nasıl oluyor da hiç ses bile çıkarmazmış gibi geliyor? Hâlâ bunlar üzerine düşündürmeye devam ettiğine göre “ağır ağır” hep işlemeye devam ediyor. An tespitleri ve mekân ötesi zamanlararasılık... Şiirinin içsel geçişlerinde hayli önemli. Bizi mekânın ötesine taşıyan en büyük imkânlar “an”ların içinde saklı. Onların takibi de içsel geçişlere olanak sağlıyor. An’lar müthiş bir uzam yaratma gücüne sahip aynı zamanda. Yazarken yoğun olarak bir an’a odaklanan kişi uzayıp giden, mekânı aşan coğrafyaların resmini yapıyormuş gibi. Tuvallere, kâğıtlara, taşlara, duvarlara sığmayacak bir resmi tamamlamak böylece mümkün hale geliyor. Zamanla rarası yolculuksa, böylesi odaklanmaların sonucu belki ve benim için zaman tüneli fikrinden daha heyecan verici. “KADER NE BÜYÜK BİR SÖZCÜK!” Kafası ve ruhu karışık veya müphem bir şiir dünyası değil sözün konusu. Kendini çözümlemiş, adımlamış bir şiir. Zarif ve bir o kadar da dobra bir dil ayrıca. Dili kuruşunu elbet şairi açmalı en çok. Çok teşekkür ederim. Şiir dilinin kuruluşu üzerine düşünürken insan kendi doğumunun bile öncesine inmek ihtiyacı duyuyor. Bu dilin, bir sesle, edayla daha epey başlangıçta kendini belli ettiğini görüp, duyup hayret ediyorum. Şiir kendini ortaya sererken kulak kesilen kişi, önce deşifre etmeye çalışır gibi ham malzeme üzerinde çalışıyor, ardından o ilk doğuşa ihanet etmeden yazmakta olduğu şiiri geliştirerek ve bir bakıma kendini aşan, onda saklı sırları, kendi sırlarını çözmeye çalışarak hem derinine inerek hem uzaktan bakarak yalınlaştırarak bir biçim veriyor ona, sağlam bir yuva kurmaya çalışıyor. Yazdığına ikna olma sürecinde en ağır işçi o, aynı zamanda da, eğer o ilk doğuşu rahat ettirebildiğine ikna olduysa, yazdığını tamamladığında en hafiflemiş kişi. Bu kitap, dört parçadan oluşan bir uzun şiir. Bugüne dek yazdığım en uzun şiir ama bölünerek okunabilecek bütünlük adaları var içinde. Bir çeşit ruh atlası olmasını hayal ettiğim için belki, daha önce yazıp tamamladığım şiirlerden farklı “Yalnızlıkta ağlamak, solmak yeriyönde bir kurgusu, yapısı ne, o yalnızlığın topraklarında bir gezgin gibi merakla, ilgiyle, iştaholdu ve tamamlandığında la gezmeli” diyor Pelin Özer. bana öncekilerden farklı bir hafiflik hissettirdi. 1 “İNSAN DERDİNE SAHİP ÇIKMALI” Dert, düş, sevgi ve aşk nasıl kavruluyor ve tazeleniyor yazarken? Dert denilen şey aslında hep şifasıyla birlikte gelir, ama her zaman fark edemiyoruz o ilacın, çarenin varlığını. Belki görüşü bulandıran onca karmaşa yüzünden. Dert, bir sıçrama tahtası olabilir ve yepyeni olanaklara yol açar. İnsan, derdine sahip çıkmalı, onu hoş tutmalı hatta. Bunu bana gösteren hep yazı oldu, bir bakıma “dert”, başa gelmiş ve yazıya, şiire konu edilmiş, yazarak çaresi aranan bir şey değil de bizzat onu oluşturan malzemelerden, hammaddelerden biri gibi çalıştı bende ve benimle eşzamanlı. Sevgi her zaman mevcut, nefes aldıkça sürecektir; aşk da öyle ama onun yokluğundan dolayı dertlendiğimizde kendimizi ona kapadığımızı duyurmuş oluyoruz aslında. Böyle hallerde aşk, söylemde daha vurgulu belirebiliyor. Şiir yazdırmak için mi saklanıyordu acaba? Bu da onun için bir var oluş, dile geliş olsa gerek. Hep sevgi dolu, aşk içinde yaşamayı başarmak önemli olan, hep yeniden doğurup, işleyip parlatarak, saklandığında onların peşinde koşarak, gerekirse icat ederek… Düşse, o benim için zaten gerçekliğin çadırında, kira vermeden yaşıyor. Son soruda annelik nasıl işlendi kalemine? Bebeğinin yüreği şiire nasıl değdi? Kitaplar yazdırır bu soru! İnsan kendi bebekliğini, konuşmazyürümez halini bölük pörçük de olsa hatırlayamıyor. Bizden gizlenmiş bu büyük sırra, bambaşka biçimde de olsa kendi çocuğuyla yaklaşma fırsatı buluyormuş meğer. Ama sadece büyümekte olan yavrusunu izlemek de değil, kendi hayatına paralel bir başka hayat daha bulmuş gibi. Hem kendisinin hem bebeğinin dünyasını bir arada yaşadığı, iki kat dünyevi bir hayatın içine düşerken, çehresi değişen her sözcüğü de hevesle takip ediyor. Sözlük değişiyor bir bakıma, bazı metaforların ete kemiğe bürünmüş olduğunu gördüğüm de oluyor. İdil, iki yaşında ve aramıza katıldığından bu yana beni zenginleştiriyor. n [email protected] Atlasın Bir Ucunda/ Pelin Özer/ Alef Yayınevi/ 56 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 1 3 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1298 O C A K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle