24 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

rum?.. Bir gazetede fabrika işçisi gibi. Güneşli, tkitelli ekseninde bir işçi. Ama bakıyorum şiirime tkitelli, Güneşli girmiş. Cumhuriyet'in şürini yalnız ben yazdım sanıyorum, gazetenin yani... "tkinci Baskı" adlı şiir kitabıın bu gazetenin şiiridir, ki orada anlattığım çıraklar şimdi usta olarak çalışıyorlar hâlâ, hem de Cumhuriyet'te... Bir de şunu söylemek istiyorum. Ben bir şiir yazdım mı onu çoğaltmak istemiyorum. Şimdi katnpana şiirinin bir başka versiyonunu yazmak benim için çok kolay. Adamı Urfa'dan değil de Tunceli'den getirirsin ama mesele o değil. Şiirin versiyonunu bulmak, şiirini değiştirmek. Nasü yolu ve yolculuğu değiştiriyorsan şiiri de değiştirmek. Şiir de bir menzil çünkü... "Çırak Aranıyor"u yazarken Zeytinburnu bir gecekondu semtiydi. Şimdi gökdelenler kuruluyor o gecekondular üzerine. Ve o zamanın yoksulları şimdi arsa zengini. Gelelim Güneşli, Altınşehir, Ikitelli'ye. Buralar da eski Zeytinburnu gibi. On yıl Cağaloğlu'na kapalı kalmışız. Şimdi oralarda gczerkcn bir şaşkınlık içindeymişim gibi geliyor. Sanki bütün bir Anadolu gelip yatağıyla, yorganıyla, tencere tavasıyla o tuğla yığınlarını bir gecede oturtmuşlar oraya. Bir büyük şehir. Bir ucus Gebze'yle Izmit'e dayanmış, bir ucu Tekirdağ eteklerinde... Demin yanlışlık dedim. Benim bir şiirim vardı "Değişen Nedir Güvercinleri..." Bu uzun bir şiir olacakti, belki beş bin mısra. Beyazıt Mcydanı'ndan bir güvercin kalkıyor, Kapalıçarşı'ya konuyordu ve orayı anlatıyordu, daha sonra bu güvercin Eyüp'e gidiyordu, Eyüp'te bir işçi ailesin anlatıyordu, bir başka gün Beykoz sırtlarındaki Mahmutbey köyüne gidiyordu, ki bütün yaşamı ve görünüşüyle bir Karadeniz köyü gibiydi on yıl ö'nce gördüğümde, o köyü anlatıyordu. Böylece istanbul'un bir büyük şiir haritasını çizmiş olacaktım. Ama tam o sıra askere gittim ve kitap YAZKO'da basıldı. Bende bütün bu duygular öldü ve şiir orada kaldı. Bir daha elim varmadı yazmaya... Bundan sonra da bir daha y azılmaz sanırtm. I Ier kitaba da ben bir yolculuk gibi bakıyorum. Her kitap dcğişik olsun, anlattığıy1a değişik olsun, biçimiyle değişik olsun. Ama her yolculuk da insanın istediği gibi olmuyorki... Haksız da degll Durbas. Çay molası verecektikya. Ayasofya'mn önündeki çay bahçesinde oturacakyer arıyoruz birlikte, Ama bosuna. Bir çay içimlik ilisebileceğimiz tek bir masa yok; sandalye de. Artık insanın kendi olanaklartyla yürumesinin bile güç olduğu bu kentle siırtn ve şaırın nerde ve nasıl durabileceğ/nisoruyorum ona. Şiirin ve şairin bir yerde durması mümkün mü? Hayat duruyor mu bir yerde? Ama Yerebatan Sarayı çocukluğumdan beri burada duruyor ıste. Kapıdan içert girsek taribin labirentlerinde dolasmak ijten bile değil. A ma Durbas 'ın şiirinde yasanmakta olan an önde oldug"undan, hemen onumuzden geçen turist dolu otobüsün muavim beni daha çok tlgılendirtyor. Ne dersın diyorum ona. Sen onların duyarltğtm yansıtmaya hep "ozen"gosterdın. Bu yuzden arabesk saır bıC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 8 8 le dediler sana. Sözgelimt su muavin; enaz5 diti }aktr saktr değilse bile taktr taktr konustuğunaemintm. Turizm pallaması muavin duyarlığında bir değisime neden oldu mu sence? "Çaylar Şirketten" şiir kitabım filme alınacak. Yapımcı ile konuşuyoruz. Şiirde bir muavin var. Şoför, Sındırgı'ya geldi mi, önündeki lambayı yakıp söndürüyor, yani muavinle bu ışık sayesinde konuşuyorlar. Yapımcı bu olmaz dedi, şimdi hoparlör var. Şimdi benim anlattığım zaman değişmiş. 20 yıl öncesinin, on yıl öncesinin otobüsleri nerede, şoförleri nerede. Izmir'egiden bir "Sağlam" Turizm vardı, onun da bir şoförü "Yıldırım Kemal": Saniye sektirmezdi. Mola on dakikaysa, on dakika sonra direksiyona geçerdi. Yolcu isterse kalsın. Ben derdi, Bursa'da farları yaktım mı, Eskişehir valisinin makam odasını görürüm. Şimdi Sultanahmet'te de muavin var, Urfa'da "Cesur Turizm"de çalışan muavin de... önemli olan sen nasıl bakıyorsun onlara. Bu, scnin şiirine nasıl yansıyor? Ben bunların şiirini yazarken, hayatında minibüse binmemişler bana arabesk dedi. Çünkü Bakırköy, Zeytinburnu minibüslerinde arabesk çalıyordu. Ben de onların içindeydim. Aksaray'da Saray mı ne bir sinema vardı. Orhan Gencebay'ın ilk filmi oynuyordu. Bütün minibüslerçalışmadıo gün. Aksaray minibüsten geçilmedi. Bütün şoförler, muavinlerogünsinemadaydı. Hemde parmak kalınlığındacuvaralarıyla. Hem beş dil bilen muavinin niye şiiri de yazdmasın. Cağaloğfu Yokusu'nun basındayız artık. lki adım sonra, Varlık dergisinin kapısında ayrtlacak yolumuz. Kemal özer'in anlatttğı bir olayı ammsatryorum ona. Oltu tasının sıirtnt yazmakıçın, Oltu'ya kadargittiğint, geçtiğiyerterden özer'e kartlar gönderdiğinı. Bir gülümsemeyle karsılıyor benı. Ama bırseyler soylemesinide istiyorum: " Yazmak için migidersın daha çok, yoksa gitttğın ıçın miyazarsın?" Biraz önce Oltu'dan söz ettim. Erzurum'a bu şiiri yazmak için gittim, ama gidip de yazamadığım yerler de oldu. Erzurum benim doğum yerim. Çocukluktan kalma resimlerle yaşıyor bende. Orada akrabalarım var. Ve ben otuz yıl var ki onları görmemişim. Bir şubat günü, kulaklan çınlasın Ahmet Celal'le Haydarpaşa'dan üçüncü mevki bir trenle yola çıktık. tkimiz de acayip içiyoruz. Celal bir şaır. Bir şiir kitabı var, yeni çıkarmış, hiçbir eleştirmene, yazara göndermedi. Meyhanede yalnızca sarhoşlara dağıtıyor. Ve iki adım da olsa yol yürümüyor. Celal'le Erzurum'a indik. lçki ararız, yok. Yıl 1976. Erzurum'un en civcivli zamanı. Üç gün kaldık. Horasan'a gideceğiz, yol kapalı. Geri dönmek için bilet kesmiyorlar. Bir trene bindik. Sivas'a gelirken Çetinkaya'da çığ düşmüş, üç gün de orada bekledik. Tren Malatya üzerinden Adana'ya, oradan Ankara'ya geldi. On üç günde bizim paralar suyunu çekti ve on üç günde biz ikimiz 72 şişe votkayla rakı tüketimınde bulunmuşuz. Kemal özer'e yazdığım mektuplar bu yolculuğun mektupları. Ama şimdi ben de yazdıklarımı merak ediyorum doğrusu... Elımdeki teybe baktyorum... Amma da yü rümüsüz'... Ama ayaküstü bir soru daha soruyorum: Bir de yazmadtğtn bir yolculuğunu anlattr mıstn? Askerden sonra bindim yine trene tek başıma.Busefermenzil Diyarbakır. Diyarbakır üzerinden Van. Diyarbakır yolculuğunda bazı şeyleri şiire yazdım. Hekimhanlı inşaat işçisi gibi. Van'ıda yazdım. Van'dan sonrası öylece kaldı. Konur Ertop bilir ondan sonrasını da... Şimdi Van'a geldim, fakülteden arkadaşım var Burhan Kartal, onu buldum. lki gün otclde kaldım. Kaçak tranlılar var, Humeyni'den kaçmışlar, sokakta çarşafla dolaşıyorlar, otelde hepsi modern. Semaverlerle çay içiyorlar. Bir gün akşam üç polis geldi otele, otelciyi bankodan yakasından çekip yere uzattılar. Suçu? Efendim Iranlı bir kadını evine misafir etmiş... Burhan Kartal'ın amcası mı ne Kuveyt'e canlı hayvan ihraç ediyor. Biz dört kamyon, koyunları yükledik. Eruh üzerinden, Silopi'ye gidiyoruz. Bir gün Bitlis'te bekledik. Şoför Mustafa para arıyor. Kuveyt'ten bir çuval saat getirecek. Saat diyor abi beş milyon, getir Diyarbakır'a yirmi milyon, tstanbul'a yollarsan yüz milyon. Mustafa bir de kamyonun benzin deposunda Iran'dan adam kaçırıyor. Kamyonun bir boydan bir boya karoseri uzunluğunda benzin deposu. Şiirt'te bir kasayı açtı Mustafa, içi silmepasaport dolu. Bana pasaport uyduracak, birlikte gidelim abi diyor. Neyse yola çıktık. Şırnak'a geliyoruz. Kamyon bulutların üzerinde. Mustafa bir yandan cıgara sariyor iki eliyle, dirseğiyle de direksiyonu düzeltiyor. Kamyonun iki tekerleği yoldan çıkmış. Yüreğim ağzımda. Mustafa dedim, bir şey olmaz abi dedi, bu ford canavarı yolunu bilir. Neyse Habur'a geldik, ben Mustafa'yı yolcu ettim. Ama yolu da müthiş merak ediyorum hâlâ. Mustafa, Abi diyor Habursınırkapısından çıkıyorsun, Zaho güzelim Zaho, ondan sonrası dümdüz bir yol, ta Basra'yıı kadar. Bu yolu her zaman merak ettim, şimdi de... Sonrası Antep, Urfa, Adana, Mersin ve lstanbul.Bu yolculuğun şiiri yazılmadı. Mersin'de "tantuni"yi o zaman öğrendimişte."Tantuni"ninde şiiri yazılmadı. Pektya "Menzil"inhikâyesi?.. "MenziT'in hikâyest mi? Menzil, yolculuk şiirlerinin en yoğun olduğu kitabım diyebUirim. Oçtürlü yolculuğun şiiri var Menzil'de. Birincisi, Ümit Kıvanç'la Cumhuriyet gazetesi adına "Küçülen Kentler" dizisini yaparken yazdığım şiirler. O gezi bir yönüyle gazete yazısına dönüştü, bir yanıyla yazamadıklarım şiire dönüştü. Şimdi "Sukavuşumu" diye bir yere geldik Ümit'le. Artvin Kars yolu üzerinde, Yusufeli yol ayrımında. Su bir mavi akıyor, bir boz, bir yemyeşil. Üç suyun kavuştuğu yer, adı da "Sukavuşumu". Bundan güzel bir şiir olabilir mi? Adı bile yeter. Mesela Hopa iskelesi, Karadeniz sonra... îkincisi az olmakla birlikte yurtdışı şiirleri... Üçüncüsü Istanbul şiirleri... Mesela gazeteden bir Kapalıçarşı röportajı istediler. Üç gün dolaştım Kapalıçarşı'da. Ve röportajı şiir olarak yazdım, ama bunu gazetede yayımlama olanağı olmadı. Bu kez şiiri düzyazıya döktüm ve Cumhuriyet'te böyle çıktı, şürini de kitaba koydum. Şimdi?.. Şimdi mi? Şimdi bu kez Istanbul içre bir yolculuğun şürini yazmaya çalışıyorum. Küçük bir kitap olacak, 5060 sayfa. Yarısıbittigibi... Sonra? Sonra insanın yolculuğu bitmiyor ki, içinde ise hiç bitmiyor... Çünkü "Düşlerde kaldı düşlerde yaşadığım her şehir düşlere bile kalmadı düşlere yazdığım nice şiir." Refik Durbaş SAYFA 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle