19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 6 Haziran 2017 6 haber TASARIM: ZARİFE SELÇUK Vedat ARIK Yoann Morvan Sinan Logie ‘Kalıcı hiçbir şey yok’ 50100 yıl sonra “Yeni Osmanlıcı retrofütürizm” di nalar var. Ama sonuçta pek kalitesi olmayan, basık tavanlı, LED ay yen bir tavır. Mimarlık, kompleks birçok parametreyi bir arada tutan taşıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da hızla konut stokunu ço ye andıkları bu akımdan geriye ne dınlatmalı mekânlar... Kimsenin 50 bir sanattır oysa. AKP gibi ‘Kültü ğaltmak amaçlı politikalardan far kalacak peki? Mimar Sinan Logie yıl sonra bunları korumalıyız diye rümüze sahip çıkalım’ gibi söylem kı yok. Buradaki iklime, sosyal do emin değil: “Gezerken yeni inşa edilmiş, Sel çuklu, Osmanlı taklidi küçük detayları olan imam hatip liseleri gör 2023 hedefI.nI.ndük.Mimarikimlikpeşindekimibi ceği bir nitelikleri yok maalesef. Bu kadar enerji tüketiliyor, kalıcı hiçbir şey yok. Gerçekten bir kafa karışıklığı var. Mimarlığı sadece cephede yapılan dekorasyona indirge lerden yola çıkan, muhafazakâr bir partinin bu kadar yıkıcı bir kent politikası yürütmesi şaşırtıcı. Üretilen kentsel alanlar veya mimari gayet ikinci sınıf Avrupai mimari nitelik kuya uygun kent mekânı üretmek gibi bir imkân vardı ve bu kaçırıldı maalesef. TOKİ’ler ve kapalı sitelerden oluşan yeni kent morfolojisi beni çok üzüyor.” girdabında İstanbul Bir müddettir artan bir coşkuyla hayata geçen İstanbul’un fethi kutla malarını abartılı bulabilir, ma nasını sorgulayabilirsiniz. Ama 1453 hafri yat kamyon lu fetih kut laması... İşte bu, işin ironi si yapmak is teyenin da hi aklına gel PÖınğaürnç meyecek hakikatte bir fikir. İstanbul, inşaatla “fet hediliyor” çünkü. Türkiye, İstanbul’dan ibaret değilse de, sadece ekonominin atardamarı olmasıyla dahi onsuz başka bir Türkiye tasavvur et mek gerekir. Bu, tarihsel biriki minin ötesinde makro siyasetin vitrini olması hakikatini de geti riyor. Misal seçim öncesi, plan lanan üçüncü köprünün yahut Kanal İstanbul gibi “çıl gın” kentsel bir projenin yer aldığı bir billboard’un, aralarında binlerce kilo metre olan başka bir kentin caddelerini süslemesi tuhaf gelmiyor. Gelmediği gibi, merkezi hükümetin “çalış tığını” işaret etmesiyle işle yen de bir siyaset malzemesi ne dönüşebiliyor. İstanbul’un kentsel dönüşümü de tek ba şına kentin meselesi olmaktan çıkıyor böylelikle. Dünya üzerinde benzer den gesiz büyüme sorunları yaşayan metropoller mevcut ama makro siyasetin bu kadar rehin aldığı başka bir metropol var mı? Ant ropolog Yoann Morvan olmadığı görüşünde; bulundukları ülkele rin markasını taşıma açısından İstanbul’u diğer metropollerden ayırıyor. Turistik ve ticari çeki ciliğinin kenti bir vitrine, strate jik bir gerece dönüştürdüğünü, AKP’nin politikalarını sınamak açısından bir tür laboratuvar ola geldiğini düşünüyor. Bütün bun ları ihtisası mimarlık üzerine olan Sinan Logie ile birlikte ha zırladıkları “İstanbul 2023” (İle tişim Yayınları) isimli kitapları vesilesiyle konuşuyoruz. Kitabın durakları... “İstanbul 2023”, İstanbul’un dönüşümünü AKP’nin kent politikaları üzerinden okuyan bir kitap. AKP’nin 2023 hedefinin girdabında kenti, yeni çeperlerinden, dönüşümün katmanlarını düzgün ayıklamaya olanak tanıyacak anlamlı noktalardan izlemişler. Haliç’ten görünen neoliberalizme ve yeni Osmanlıcılık etkilerine odaklanarak AKP’nin siyasi kaynaklarıyla İstanbul’un fethi 1453 hafriyat kamyonuyla kutlanırken mimar Sinan Logie ve antropolog Yoann Morvan, hazırladıkları “İstanbul 2023” isimli kitapta, kentin dönüşümüne AKP’nin makrosiyaseti üzerinden bakıyor. ARNAVUTKÖY su kaynaklarına ayna anda bakıyorlar. Arnavutköy’ün göç tarihine inerken paleolitik çağdan kalma Yarımburgaz Mağarası’ndan çıkıyorlar. TOKİ tipi kentleşme için Başakşehir laboratuvar gibi. TOKİ’lerin “çitleri”, sınırlarını dünyanın geri kalanından ayırmış diğer sitelere götürüyor onları. Silivri Cezaevi, bir “sermaye fantazmagoryası” olarak Mall of İstanbul, “Yeni sultanın makro bölgesi” olarak geçen üçüncü köprü yolu, Kanal İstanbul hattı, dev bir yatakhaneye benzettikleri Ataşehir, Aydos Tepesi’nden görünen şehir, kitabın duraklarından. Logie ve Morvan’ın tanıştıkları 2012’den beri en fazla yaptıkları şey kent yürüyüşleri. Kimi zaman günde 35 kilometre kat ederek, mümkün olabildiğince göz hizasından, tanışarak, konuşarak bu kitabı hazırlamak da ter ATAŞEHİR cihleri olmuş. Gezdikleri bir mahallenin çöp kutularına bakmak dahi bir veri çünkü. Bu esnada onlara tamamen yolunu kaybetmiş turist muamelesi yaparak kırık İngilizceyle Sultanahmet’i tarif edenler de çıkmış, ajan olduklarını sananlar da. Ama genelde pozitif bir duyguyla sonlandırmışlar yürüyüşleri. Kent mobilyası TOMA Kamusal alanları sınırlı, hatta hiç olmayan “yaşam alanlarının” tecrit duygusunu, tüketime odaklı sosyalleşme biçimlerini, bir sürü açıdan çirkinleşen bir kenti anlatıyorlar. Oy tercihleri odur ya da budur, sonuçta buralarda yaşamayı seçen bir dolu insan var. Onlar mutlular mı? “İnsanların mutlu muyuz diye soracak halleri yok ya da bence mutluluk nedir bilmiyorlar” diyor Sinan Logie. “Son dere ce hızlı kentleşmiş bir ülkeyiz. Yüzyılda yüzde 12’lik kent nüfusundan yüzde 80’inin, 90’ının kentlerde yaşadığı bir ülkeye geldik. Her şeyi kötülemek istemiyorum. Hızla adapte olabilen, yaratıcı bir toplumuz. Ama bence bir bilinç eksikliği var ve bu büyük inşaat gruplarının pazarlama sistemi çok gelişmiş. Gerçekten bir model dayatılıyor. İnsanlar hangi tip binada, nasıl bir şehirde yaşarsa mutlu olabileceklerini farkında değil. Dizilere kadar bu model dayatılıyor; güzel kızın yakışıklı sevgilisi güzel arabasıyla onu kapalı sitesinden alıp Boğaz’a götürüyor ve evlilik teklif ediyor. O yeni ve paketlenmiş tüketici kimliğinin hepsi Başakşehir modeli üzerinden neredeyse başarıyla satılıyor böylelikle.” Karamsarlık... 2023 ve sonrasında İstanbul’u bekleyenler konusunda karamsarlar. Öncelikle bugün hiç gözetilmeyen su kaynakları meselesi şehri zorlayacak. Kanal İstanbul gibi büyük, akıldışı projelerin doğada facia niteliğinde sonuçları İstanbul’u bekliyor. Logie bir de daha bugünden kentsel mobilya haline gelmiş TOMA’ları anıyor. “Her kamusal alanın bir Akrep’i, TOMA’sı var artık. Toplumunu kontrol etmeyi seven bir iktidarın şehri oldu İstanbul. 2023’te de özgürlük hissinin azalacağı, insanların İran gibi daha çok kendi evlerinde eğlence alanları yaratacağı bir İstanbul olabilir. Yaşaması da gittikçe daha pahalılaşacak” diyor. Geçmişin esiri toplumların gidecekleri bir gelecek olabilir mi? Bir karmaşa içindeyiz. Biz, tabii ki! Ama dünya da. Der misiniz, dünyadan bize ne, bizi salt Türkiye ilgilendiriyor? Yanılırsınız. Evet, ülkeyi kültürel olarak da adım adım din eksenliİslami kültürün (ne demekse, neyse o) esiri haline getireceğini, bu konuda iktidarlarının çok geri kaldığını ilan eden bir liderin varlığı şüphesiz ki ortada. Yani kendi iç sorunumuz dağları aşıyor. Üstelik, iktidarın bir parçası gibi davrandığı İslam dünyasına baktığınızda, gelecek için sadece “kölelik” vaat eden bir kültürün, siyasal anlayışın dışında, gördüğümüz bir şey var mı? Yoo, evet var; üstelik mezhepsel, siyasal ayrılıklardan dolayı birbirini yiyen, dünya egemenlerinin ajanlığını yapan ülke ve yöneticilerinin bu dünyayı birbirine kırdıran ve düşüren faaliyetleri... Kölelik tablosu Bu tablo, şüphesiz ki kölelik tablosudur. Doğan Kuban’a göre, yüzyılın sonunda eğer dünya hâlâ yerinde duruyorsa, bugünün yoksulları yarının köleleri olacak. Tamamen katılıyorum, bugünkü ilişkiler değişmediği sürece bunu öngörmemek mümkün değil. Düşünün ki Trump gidiyor ve İslam ülkelerini kuyruğuna takıp başka İslam ülkelerine karşı kışkırtıyor! İlk elde de 110 milyar dolarlık silah satıyor Suudilere.. Birbirlerini yemeleri için. Keyfi biraz bozulsa da egemen bir Batı, debelenen bir Amerika, yükselen bir Doğu ve 1.7 milyarlık köletüketici, boyunduruk altında, birbirini yiyip bitiren bir İslami dünya: Kuban’ın tablosu. HHH 2008’de yayımlanan “Bilgi Toplumu Sınıfı, Dünya ve İktidar Sorunu” kitapçığımdaki ana tezleri, geliştirerek yenilemek durumundayım. Ama bugünün tablosuna bir iki fırça darbesi vuracak olursak, esas olan, dünyayı 500300 yıllık bir sanayi toplumunun ekonomik, politik, kültürel, sömürü müktesebatının yönettiğidir. Şüphesiz değişen bir şeyler hep var.. bakın ne ka dar modernleştik, dünyanın her yerinde olan biteni anında öğreniyoruz, ama müktesebatın (500 yıllık birimi ve deneyim ve uygulamaların) özünde ve ana politikalarında değişen bir şey yok: Savaş ve sömürü. Bu müktesebat ister “muhafazakâr” ister “ilerici” ister “sosyalist” veya sosyal demokrat olsun, tüm geçmişin partilerince ayakta tutuluyor. ABD’yi yöneten iki parti ne zaman kuruldu? Demokrat Parti 1828.. Cumhuriyetçi Parti 1854. İngiliz İşçi Partisi 1900. İngiliz Muhafazakâr Parti: 1834! Fransa’nın, Almanya’nın ve irili ufaklı diğer ana partilerin kuruluşları hemen hep 1900’lü yılların, yani savaş, sömürge, sömürü, sınıf çatışmaları dönemlerinin partileri... Bagajlarında taşıdıkları ana malzeme: Geçmiş. Bu geçmişi belirleyen sanayi toplumu dönemlerinin ihtiyaç, kültür ve politikaları ve ideolojik anlayışları... Arkalarındaki kitlenin taşıdığı da aslında geçmiş. Bu geçmişte arkaik dönemler dahil her türlü geçmiş kültür var. Toplumlar bir akan nehir gibi, çoook eskiden bugüne. Hepimiz bu nehirde yıkanıyoruz. Dolayısıyla her nesil bu nehrinkültürün esirleri ve taşıyıcıları, artık ne kadarıysa. Beynimizin, zihnimizin önemli bölümleri bunlarla dolu. Temel mesele şu: Bu geçmişle ülke ve dünyanın sorunlarının çözümü mümkün değil. Yeni bir gelişme şüphesiz ki var. Ama bunun politik yönetime yansıması zor ve çok zaman alacak. Belki keskin ve büyük dönüşümler, gelişime evrimsel büyük sıçramalar yaptırabilir. Ama sanayi çağı siyaseti, kafası, zihniyeti, toplum ve ekonomi kültürü ve yönetim tarzları iktidarlarda ve bunların oradan sökülüp atılması çok zaman alacak. Sorunumuz budur. Bu çağ ve geçmiş iktidar anlayışı, sorunların altında boğuldu ama farkında değil. Acılı bir bekleyiş var. Baluken’e tahliye çıkmadı Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı’nca açılan soruşturma kapsamında 4 Kasım’da tutuklanan, 30 Ocak günü yapılan ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan ve savcılığın itirazı üzerine 21 Şubat’ta yeniden tutuklanan HDP Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’in yargılanmasına Diyarbakır 8.Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Davanın dün görülen duruşmasına ağırlaştırılmış ömür boyu ve 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan HDP’li Baluken Sincan Cezaevi’nden SEGBİS sistemi ile avukatları ise duruşma salo İdris Baluken nunda katıldı. Duruşmada ilk söz hakkı verilen Cumhuriyet Savcısı, Baluken’in tutukluluk halinin devamına karar verilmesini istedi. Daha sonra savunması alınan Baluken, yaptığı konuşmaların tamamen kürsü dokunulmazlığı ve yasama sorumsuzluğu kapsamında olduğunu belirtti. ‘Hakkâri il olarak kalsın’ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şırnak Cizre’ye, Hakkâri de Yüksekova’ya dönüşecek” açıklamasının yankıları Hakkâri’de sürüyor. Hakkâri’de 40’a yakın STK temsilcisi, MHP Hakkâri il Başkanı Fatih Özbek, CHP Hakkâri İl Başkan Yardımcısı Metin Kahraman ile kentin ileri gelenlerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 500 işadamı ve esnaf, iftar sonrası Ticaret ve Sanayi Odası’nda biraraya gelerek konuyla ilgili görüş ve önerilerini dile getirdi. Toplantıda konuşan Hakkâri Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Servet Taş, “Hakkâri’yi yok eden bir deprem, bir sel felaketi olmadı. Merkez ve köylerde nüfusu 80 bini aşan kentimiz, ekonomik ve sosyal kalkınmaya hazırlanırken, insanlarımız ticaretlerini geliştirmeyi ve yatırım planları yaparken böylesi bir talihsizliğin yaşanacak olması hepimizin çok derin düşüncelere kapılmasına sebep olmuştur. 82. il olarak Yüksekova’nın il stütüsüne kavuşması da bizleri mutlu eder, sevindirir. Ama Hakkâri’nin statüsüne ve dokusuna karışılmasın” dedi. l HAKKÂRİ/ DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle