29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MART1995CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 De Niro, Boris Karloff'un klasik canavar imajını yenileyerek insansı kıhyor... Romanın enerjisini yansıtan filııı Lord Byron'un, Isviçre'nin Cenevre kenti yakınlanndaki Diodati villasında. 1816'nınbir yaz gecesinde bir araya gelen ünlü konuklannın. "Acaba en başanlı korku romaıunı tçimiz- den kim yazacak?" diye arala- nnda iddialaştıklannı meraklısı biJir. Ev sahıbi Lord Byron, ko- nuklan da ünlü Ingiliz şairi Per- cy Shefley'yle sonradan evlenip kansı olacak sevgilisi Mary Godmn VVollstonecraft çıfti. Mary'nin oyuncu üvey ablası ve Lord'un da gözağnsi Jaoe(Cla- ire)Clainnont ve Byron'un hem özel bakicısı, hem de yakın dos- tu olan John William Polido- ri'dir. Dönemin aykın sanatçıla- nnın toplaştığı bu derin muhab- betten, iddialaşma sonucu, artık klasikleşmiş iki ünlü eser kalır geriye: Polidori'nin yazdığı, By- ron'la arastnın da acılmasına ne- den olan"Vampir" öyküsü ve 19 yaşındaki gencecik Mary'nin adını edebiyat tarihine kazıyan ünlü felsefi korku-dehşet roma- nı "Frankenstein ya da Modern PromeHıeus." Işte bu Frankenstein, Holly- wood marifetiyle, herkesin si- nema belleğinde az ya da çok, bir yer edinir zamania. Ve ye- dinci sanatın başlangıcindan bu yana, sessiz ve sesli versiyonla- nyla. sinema tarihine mal ol- muş. hatta neredeyse fantastik ve korku sineması türüyle öz- deşleşmiş, tanıdık-bildik birmi- tosa dönüşür gitgide. Mary Shelley'i tngiliz yazınının ölümsüzleri arasına yerleştire- *ek yayımlandığı 1818'den gü- nümüze kadar gittikçe tam bir efsane haiine gelen bu roman ve karmaşık yaratık-yaratıcı kişili- ği, kımi ciddi, kimi zırva, yığın- la filme malzeme oldu öteden- beri. bilindiği gibi. Yaraöa-yaraük, baba-oğul üişkisL. James Whale'in Mary Shel- fey'den uyarladığı, 1931 *in olay-filmine dönüşerek Boris Karloff'u da üne kavuşturan "Frankenstein" klasiği ve deva- mı olan, 1935 tarihli "Frankens- tein'm Getini", Ingiliz Terence Fısher'in Ptter Cushing, Chris- topher Lee gibi oyuncularla, Hammer stüdyolannda, 1950ve 6O'lı yıllarda çekriği birkaç dü- zeyli Vfcfrsiyonunun ve hef za- manki gibi dalgasını geçen Mel Brooks'un, 1974 tarihli "Fran- SUNGU ÇAPAN kensteinJunJor" parodisinin dı- şmda, çoğu kez ticari çıkarlann girdaptanna çekilip romanın il- ginç yanlannı alabildiğine öne çıkararak yağmalayan bir uya- nık yapımcı zihniyetiyle tezgâh- lanmış yığınla abuk sabuk Fran- kenstein uyarlamasına, tanık ve seyirci olagelmiştik perdede, yıllar yılı. Şimdi, 'bflgjye susa- mış 19. vüzyüın şafağı'nda doğ- muş bu romantik efsanenin to- zunu silkeleyerek, hem de bu kez Mary Shelley'in metnine bastan sona bağlı kalarak ve 'ca- na>ara eski itibanm yeniden ka- zandıracak' bir şekilde yeniden karşımıza getiren. etkileyici, dü- şündürücü ve seyredeğer, yeni fm Frankenstein uyarlamasıyla karşı karşıyayız kuşkusuz. "Bram Stoker's Dracula", Mary Shelleyden Frankenstein (Mary Shelley's Frankenstein) Yönetmen: Kenneth Branagh / Senaryo: Steph Lady, Frank Darabont / Kam- era: Roger Pratt / Müzik: Patrick Doyle / Oyuncular: Robert De Niro, Kenneth Branagh, Helena Bonham Carter, Tom Hulce, Aidan Quinn, Ian Holm, John Cleese, Richard Briers /1995 ABD (WB) Maslak Mövenpick, Beyoğlu Emek, Şişli Kent, Kadıköy Süreyya, Çemberlitaş Şafak, Etiler Akmerkez, Bakırköy 74, Altunizade Capitol, Pendik Oskar sinemalannda. "VVotf-Kurt" ya da "Vampirie Görüşme", vb. gibi son birkaç yilın bazı parlak üstün yapımla- n ve Freddy Knıger'le şürekâ- sının bastığı TV ekranından bes- lenen alacakaranlık kuşağı tarzı, kan ve şiddet öğesinin ayyuka çıktığı birtakım parjak cılalı korku-heyecan fantezileri saye- sinde. gitgide yeniden biri kan- lanarak bütün Hollyvvood'un rağbetinı çeken gotik korku tü- rünün. gözalıcı ve yarnan, yeni bir ürünü niteliğındeki "Mary Shefley'den Frankenstein"ı, ger- çekten 'romandaki enerjiyi' fil- me geçirebilmenın üstesinden gelmiş, tiyatro kökenJi aktör-yö- netmen Kenneth Branagh imza- lamış. Mary Shelley'in endüst- ri devriminin başlangıcında yaz- dığtnı. ıietişim ve teknoloji dev- rimine ayak bastiğımız günü- müzde perdeye aktaran çağdaşı- mız Kenneth Branagh, yer yer gotikten baroka gidip gelen, ti- riz, ölçülü-biçili, kan ve şiddet de içeren 'yahşi' bir atmosfer tutturuyor. Hayal gücünün ürü- nü, karabasansı. ünlü romanı inandıncı ve sürükleyici kılarak ilgiye ve seyredeğer, fantastik bir filme dönüştüren yönetmen Branagh, "HoUyvvood plane- fj'nin iki büyük firması' nın da (De Niro'yla Coppola) katkıJa- nyia ünlü efsaneyi yeniden can- landırmayı başanyor 1994'te. Emma Thompson'la günümü- zün 'ideal teatrai sinemacı çif- ti'ni oluşturan. sahneden yetiş- me ve'tayt grymeyen Shakespe- are'cüerden bu trtandalı aktör- yönetmen, beylik de> işle kaçınl- mayacak bir film ortaya koymuş. Oyunculuktan ışıklandırma- ya, görüntülerden müziğe, de- kor-kostümlerden Mary Shel- ley'in metnine sadık kaian se- naryosuna kadar sinema yaraü- cıhğuun bugün hangi aşamalara getdiğini örnekleyen. görsel ve teknik bakımdan içerdiği kimi çarpıcı bölümleriyİe şimdiden antolojilere geçecek düzeydeki "Frankenstein"! öncetkle kor- ku-fantastik türünün tiryaki- lerine öneriyoruz. YENİ BAŞLAYANLAR \1A\1 GÖK: Ne yapacagı bel- li olmayan, skandallar kadını bir anne ve onun ailesi çevresinde ge- Iışen güçlü bir dram ve alışılma- mış bir aşk öyküsü. Fılmde, gem vurulmamış bir duyarlılıkla hare- ket eden ve olaylann hep komuta merkezinde bulunmak isteyen gü- zel Carly'yi Jessica Lange, ordu için çalışan bir bılım adamı olan kocası Hank'ı ise Tommy Lee Jo- nes canlandınyor. Hank'ın yaşamını birbınyle ça- tışan iki tutİtu yönlendırmektedir: Kansına ve nükleer mübendislik işme olan tutkusu. Çok gizli bir nükleer deneme sonucu, Marshall aılesı bir asken entrikanın kurba- nı olur. Jessica Lange. bu filmdekı ro- lüyle hem Altın Küre'yı hem de Los Angeles Eleştirmenler Ödü- lü'nü aldı. 'Mavi Gök', Oscar ödüllü yö- netmen Tony Rkhardson'ın ölü- münden lcısa bir süre önce bitirdi- ği son filmi. Film, senaryo yaza- n RamaStagner'in çocukluk anı- lanna dayanıyor. Çocukluğu dün- yanın dört biryanındakı asken üs- lerde geçmış olan Stagner'ın en çarpıcı anılannı I962'de Alaba- ma'mn Annıston üssünde meyda- na gelen olaylar oluşturuyor. Anty Locane. Anna Kknıp. Po- wers Boothe. Carrie Snodgress ve Chris O'DonneU filmın dığer oyunculan. UTLLVTLLE'E HOŞGELDİ- NİZ: 1907 sonbahannda Michi- gan'daki Battle Creek'de dünyaca ünlü Battle Creek Sanatoryum'u faalıyettedir. Burayı işleten Dr. John Harv ey Kellogg, cerrah, mu- cıt, yazar ve bıyolojik yaşam sa- Deniz kızı dediğin baştan çıkanr"193O'lu yıllann Avustralyası'nda, uy- garlığın henüz tam anlamıyla girip boza- nıadığı tasranın kaba saba, ama doğal or- tamında kendine ve ailesine cennet gibi bir köşe dûzmüş, özgürlüğe tutkun yazar ve bqhem ressam Norman Lindsay (Sam Ne- fBj,sürekli tuvallerinin başköşelenne oturt- tuğu, şehvet uyandıran, çıplak ve cazıbeli, güzel kadın bedenlenni resmetmekten as- la vazgeçmıyor. Ressamın, aykın, açık sa- çık ve bayafı eserlerinden oldukça rahat- sız olan kılise çevreleri derhal harekete ge- çiyor. Ve kibar. terbiyeli, efendiden, genç Ingiliz papaz Anthony Campion (geçen yıl "Dört Nikâh Bir Cenaze" güldürüsüyle beklenmedik bir çıkış yaparak özellikle kadın seyirciyi fetheden, 'tadıçocnk' Hugh Grant yine çok sevimli), Norman Lind- sav'm üstüne salınıyor. Ressamın özellikle "Çarmıha Gerikn Venûs" adlı kışkırtıcı tablosunun sergilen- memesi igin ressamı ikna etmekle görev- lendinien, Ingiltere'den daha yeni Avust- ralya'ya tayini çıkmış, Oxford'da mürek- kep yalamış, Joyce okuyan. entelektüel piskopos vekili Anthony ve genç Ingiliz ta- zesı, açılmamış burjuva çiçeğı. hanım ha- nımcık. utangaç kansı Estella Campion (Tara Fitzgerald), ressamının cıvıl cıvıl malıkânesinde, zoraki konuk oluyorlar bir- kaç günlûgûne. Kışkırtıcı resimler Sürekli takıntısı olan 'bankkıta' Atlan- tis'le yaşadıklan dönemin yozlaşması ara- sında paralellikler kuran, zararlı ve küs- tahca resimlen âdeta 'ırza tecavüz etkisi yapıyor' gerekçesiyle kilise tarafindan ka- ra üsteye alınmış, yazar-çizer, bohem res- samın demirbaş modeli kansı Rosa (Pame- la Rabe), büyümüş ve küçülmüş iki çocu- gu ve bırbirinden çekici, serbest tavırlı ve yırtık üç dilber modeliyle (ar daman çat- lamış, utanmasız, girişİcen ve grubun ön- deri havalanndaki, podyumlardan sonra perdeye de cazibesini taşıyan, selvi boylu, atletık fıstık EUe MacPberson, Pbrtia De Rossi ve Kate Fisher) birlikte şensakrak ve mutlu yaşadığı evındeki çıplak, özgür ve satnımı atmosfer, bay-bayan Campionlar'ı (Ryano'nun Yeni Zelandalı kadın yönet- menıne bir gönderme mı var acaba bu Campion adında?) bir güzel baştan çıkan- yorgiderek. Sonrasında da genç Campion çıftinın cmsel uyanış ve bilinçlenme süre- cini izliyoruz, mınl mınl. pornomsu bir erorizmin eşliğinde. • Gözü sürekli genç. taze Estelle'ın üs- tünde, düzenın turucu zihniyetine çoktan boyun eğmiş, efendiden, laf ebesı, kibar Sirenler (Sirens) Yönetmen, Senaryo: John Duigan / Kamera: GeofFBurton ' Müzik: Rachel Portman/ Oyuncular: Hugh Grant, Sam Neıll, Tara Fitzgerald, Elle Mac Pherson, Kate Fisher, Portia De Rossi, Panela Rabe /1994 Ayustralya - ABD (Özen Film), Os- manbey Site, Kadıköy Reks, Çemberlitaş Şafak, Ataköy Prestige sinemalannda. piskopos vekili, bir yandan hayalgücünün engellenemeyeceğine ilişkin nraşlar çeker- ken fena halde kıskandığı kansını da mıs- yoner pozisyonunda, yatak gıcırtılannı dinleyen ev sahiplerine aldırmaksızın, be- cermekten de geri durmuyor geceleri. 'thtirasta ortaya çjkan şiddete tutkun', 'perüeri öldüren endüstri devrimi'nden hazzetmeyen, mıtolojik pozlar verdirdiği çıplak modellerini, renkli ve egzotik de- korlarda sürekli resmederek çalışan ve 'hep kabank durumda olnıalıyız' gibisin- den anlamlı (!) laflar eden bohem ressam- dan etkilenerek aşk. cinsellik, evlilık, sa- nat, vb konular üstüne bazı katı görüşleri- ni sonucta kendini aşarak değiştıren pa- GÖSTERİMDEKİ FİLMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ it-k Aslan Kral/ the Lion Kıng •*• Çılgın Aşık/ 1 Only You/ Norman Jevvison Çılgın Romantik/ Trve Romance' Tony Scott itir Frankenstein/ Mary Shelley's Frankenstein/ K.Branagh ••*• Gölge Topraktarda/ Shadowlandsf Richard Attenborough • • Günaha Davet/ A Bronx Tale/ Robert De Niro * Hız Sınırı/ Terminal Velocıty/ Deran Sarafıan •k Ruhların Evı/ House of Spmtsl Bılle August •k Sirenler/ Sirens/ John Duıgan • • • Şıke/ Quiz Show/ Robert Redford * Tacız/ Dtsclosure/ Barry Levınson •*••*••• Uç Renk: Kırmızı/ Troıs Couleurs: Rouge/ K.Kieslovvski * Vampırie Görüşme/ lntertvıew with the Vampıre/ N.Jordan • • Yırtıcı Geceler/ Les Nuits Fauves/ Cyril Collard pazla ve filmde genellikle pek giyinik gö- rünmeyen, çekici model kızlann, ister is- temez değişime uğrattığı güzel kansmın öyküsünü. hafif, zarif ve belirgin biçimde, sürekli gıdıklayan ve gülümseten hoş bir komedi üslubunda anlatıyor Avustraryalı yönetmen John Duigan. Meraklısının ge- çen yıllarda göstenlen "Wide Sargossa Sear filmıyle anımsayacagı yönetmen Du- igan açık seçik sevimli bir cazibe yayan, Ingiliz espnsinı de yansıtan, insanın gön- lünü bir buçuk saatliğine hoş ediveren, do- zunda erotizm ve baştan çıkanlış gösten- si niteliğinde. hafifbireğlencelikyapmış. Pornomsu bir erotizm Kadm seyırcıyı Hugh Grant, erkekJeri de EDe MacPherson afeti ve öteki dilber- leriyle çekebilecek bu fılmde, koca dene- timinden sıynlıp doğanm çağnsına cevap vererek öz benlığinı ve cinsel güVenıni bul- duğu bir değişim sürecinı yaşayan evli ka- dın rolündeki Tara Fitzgerald'ın özellikle dikkati çektigini de belırttıkten sonra ışık- lı, rengârenk görüntülerinın de "Siren- ler''in çekiciliğınde bir hayli etkili olduğu- nu ifade edelim. Özetle çok önemlı buima- sak da bu haftakı 'şefin ta>^iyesi'nde yer alabilecek cinsten, hoş ve larif bir Avust- ralya filmi "Sireater". Doğrusu bu deniz kızlannın çağnsına ilgisiz kalmak ne mümkün? vaşçısıdır. Mısır gevTeğini, fıstık ezmesini ve elektrikli battaniyeyi icat etmiştir. Sanatoryum, bir kap- lıca, büyük bir otel ve hastanenın birarada bulunduğu bir tesistir. Ünlü doktor Kellogg, dersler- den, sınavlardan ve ıcatlardan fir- sat bulduğu zamanlarda gazeteci- lerle buluşarak, onlara bıyolojik yaşam konusundakı teonlerini an- iatmaktadır. Başrolünü Anthon> Hopkins'in oynadığı, Alan Parker'ın yönettı- ği film, 'mişlenmişbirtoplumsal komedi' ve 'çağdaş Amerikan sağhk takınölanna ince bir doku- nuş' olarak niteleniyor. Filmde, dev bir oyuncu kadrosu yer alı- yor. KADERİNCtLVESİ: Komşu- lannın, esraFengiz bir geçmişi olan münzevi gözüyle baktığı Michael McCann (Steve Martin) tek başına, sorumsuz bir yaşam sürmek için kulübesineçekilmiş- tir. Bu olay, yaşamını tamamen degiştirecektir. Michael ileküçük Mathilda arasında derhal kuvvet- li bir bağ oluşur ve bir zamanlar astk suratlı olan bu adam. yetim çocuğu evlat edinir. Yaşam Ian tehdit altında olan Michael ve küçük kız, aile tanımı- nın geleneksel kavramlar ve de- gerlerle sınırlanamayacağını ka- nıtlamak zorundadırlar. Filmin yönetmeni GiIUes MacKinnon, üzücü ve lcomık, aydınîık ve ka- ranlık arasında gidış gelişlerle ya- zılan senaryodaki değışik tonlan, ilgı çekici ve iddialı bulmuş. Filmdekı Mathilda rolünü 11 yaşındaki Alana Austin ve 6 ya- şındaki Alyssa Austin canlandın- yor. YILDIZLARA GEÇtT: Ro- land Emmerich'ın yönettiği. Gi- za'daki büyük piramitlerde çeki- len filmde, güçlerinı birleştirerek bir sanat eserinin muammasmı çözmeye çalışan, uygarhğm ne- reden geldigini bulmaya çalışan, birbirinden çok farklı iki adamın öyküsü anlatılıyor. Daniel Jackson (Spader) ise bi- limsel merakı O'Neil'in gizli gö- reviyle çakışan çok akıllı bir Mı- sır uygarlıgı uzmanıdır. Bir bilim-kurgu öyküsü halin- de "Başka gezegenlerden gelen varlıklar. eski medeniyederi ziya- retetmişoisalardı neoİurdu" şek- linde beyazperdeye aksettirilen filmde Kurt RusseL James Spa- der ve Jaye Davidson rol alıyor. Piramitlerin binlerce yıl önce dünyayı ziyaret etmiş olan uzay- lılar tarafindan yapıldığı yolunda- ki teorileri bir macera filmi olarak beyazperdeye aktarma fıkri, yö- netmen Roland Emmerich'in ak- lına on yıl önce gelmiş. Film, se- yirciyi dünyadan milyonlarca ışık yılı uzaklıktakı Abydos gezege- nindeki Abydos kentine gö- türüyor. FELSEFE YOLUNDA ARSLAN KAYNARDAĞ Okul Tarihlerinfn Önemine ve Doktorlara Dair öğrenciliğimde Felsefe Bölümü Kitaplığı'nda duva- ra asılmış bir fotoğraf görürdüm. Eski profesörlerden Mehmet Izzet'in fotoğrafiydı bu. 1918'den 1928'e ka- dar bölümde ders veren bu hocanın genç yaşında amansız bir hastalıktan öldüğünü biliyorduk. Bir kita- bı, dergilerde yazılan, çevirileri vardı. Bulup okumaya çalışırdık. Öğrencilerden çoğu onun degerini bilmez- di, yazılannın da farkında değildi. Duvardaki fotoğrafa herhangi bir eşyaya bakar gibi bakıyorlardı. Oysa bu hoca bölüme ve Türk fdsefesine yaptığı hizmetle ilgi ve saygıyı fazlasıyla hak etmişti. Bizde eğitim tarihi çalışmaları çok azdır. llkokuldan, yüksek öğretimin her bölümüne kadar bütün eğitim ku- ruluşlannın tarihi, şimdiye kadar yazılmış olmalıydı. Yıl- lardır nice bilim adamının görev aldığı, nice öğrencinin yetiştiği okullanmızdan kaçının tarihi yazılmıştır? Okul arşivleri ne durumdadır? Böyle arşivler var mı? Varsa korunabiliyor mu? Yalnız kitap yazmakla iş bitmez. Öğrenci, okulun her köşesinde oranın tarihini solumalıdır. Odalar, eşyalar, duvarlardaki resimler, okul tarihini canlandırmalı, yaşat- malıdır. Fakülteyi bitirdikten sonra felsefe bölümüne gitti- ğimde Mehmet Izzet'in fotoğrafını göremedim, kaldır- mışlardı, üzüldüm. Bu değerli hocanın 1927'de yazdı- ğı biryazıyı yeni okumuştum. Üniversitemizdeki felse- fe derslerinin o günlerdeki durumunu eleştiriyor, neler yapılabileceğini söylüyordu. Batı'daki üniversitelerle bizim üniversitemizi hoca ve öğrenci bakımından kar- şılaştırdıktan sonra, lisans (bitirme) sınavına girecek, öğretmen olacak ve doktora yapacak öğrencilerin ay- nlmasını, değişik uygulamalardan geçmesini önertyor- du. O zamanki felsefe öğrencileri arasında doktora yap- ma isteğinde bulunan kimse olmadığı için, bu isteğin özendirilmesi ve seminer uygulamalanna başlanması gereğini dile getiriyordu. Türkçe yazılmış ya da çevril- miş felsefe kitaplannın seminerferde incelenip tartışıl- masından söz ediyordu. Bir düşüncesi de şuydu: Sı- nrflan yükseldikçe öğrencilere ayncalık tanınmalı, öğ- retimde onlardan hoca yardımcısı olarak yararlanılma- lıydı. Bütün bu öneriler o zamana göre çok yeni düşün- celerdi. Bizde uzunca bir süre profesörler, doçentfer, bu gö- revlere doktora yapmadan gelmişlerdir. Ünlü profesör- lerin çoğu doktorasızdı. Mehmet izzet öğretim görev- lileri için doktorayı zorunlu buluyordu. Hatta ona göre ileri derecedeki memurluklara atamayapılırken de dok- toralılara öncelik tanınmalıydı. Bütün doktora tezleri yayımlanmalıydı. Aradan bunca yıl geçtikten sonra şimdi soralım: Şu anda durum nedir? Doktora özendirmesi yapılıyor mu? Nasıl yapılıyor? Yüz yıla yaklaşan felsefe öğretimi tari- himizde doktora sınavı verenler kaç kişidir? Savun- duklan tezler hangileridir? Tezlerin kaçı yayımlanmış- tır? Biraz araştırdım, Istanbul Üniversitesi Felsefe Bölü- mü'nde bugüne kadar doktora sınavı verenlerin yirmi beş, yirmi altı kişiyı geçmediğini öğrendim. Son birniki yıl içinde uygulamada bir takım yeniliklere başlandığı haber veriliyor. Böyle olmakla birlikte, eski bir hocanın 1927'deki isteklerinin hâlâ epeyce gerisinde olduğu- muz söylenebilir. Oysa bilimsel yeterliliğin kanrtı doktora tezleridir. Bu tezler saygın üniversitelerde hazırlanıp savunulduysa daha büyük değer taşır. Lisans diplomalan ve master çalışmalan bilimsel yeterliliğin kanrtı olamamaktadır. Yurtdışında ilk doktora yapan felsefecimiz Orhan Sadettin'dir. 1920'lerin bu değerli felsefecisini üniver- sitemiz yine bir hastalık yüzünden, yine genç yaşında yrtirmişti. Orhan Sadettin'den sonra yurtdışında kaç ki- şi daha doktora yaptı derseniz, bir sayı veremeyece- ğim. Araştırmaya değer... Türkiye için kaliteli bir felsefe öğrenimi özleyen de- ğerli felsefeci Mehmet izzet'i saygı ile anıyorum. Fa- kültede kaldınlan fotoğrafı bümem yerine kondu mu? Konulmadıysa konulmalı ve öğrencilere onun kimliği hakkında bilgi verilmelidir. Yalnız onun değil, Hilmi Ztya Ülken, Mustafa Şe- kip Tunç, Macit Gökberk, Takiyettin Mengüşoğlu gibi eski hocalann da birer büyük fotoğrafının bölüm duvarlanna asılması fena mı olur? Yalnız felsefe bölü- münde değil, bütün bölümlerde aynı iş yapılmalıdır. Üniversitemizde yabancı profesörler de ders verdi, kimdi onlar? Fotoğrafian nerede? Kitaplık duvannda Mehmet Izzet'in fotoğrafını göre- meyince üzüldüğümü söylemiştim. O gün fakülteden aynlırken, büyük amfinin kapısındaki "Şekip Tunç"ya- zılı levha duruyor rnu diye baktım, çok şükür duruyor- du. Orası 1950'lerin başında "Şekip Tunç Arnfisi" ol- muştu, hep öyle kalmalıdır. Bu yazıyı yazarken bir arkadaşım, edebiyat fakülte- si kurul odasına eski dekanlann birer güzel resminin asıldığını söyledi. Sevindirici bir haberdi bu. Değerbi- lirliğin arkasının gelmesini dilerim. Çünkü bu tür dav- ranışlar eğitim ve tarih bilincinin somut göstergeleri olacaktır. Atışap Dergisi'nde Kent OteHerr • Kültür Servisi - Araştırma, teknoloji, tasanm ve iç mimari dergisi "Ahşap", farklı bir güncel içerik ve görsel tasanmla bu ay yeniden okuruyla buluşuyor. Bu sayıda ağırlıklı olarak "Geçmişten günümüze kent otelleri" konusu işleniyor. Umberto Eco'nun "Gülün Adı" kitabındaki manastir planını başlangıç noktası olarak alan yazı. günümüz Taksim çevresindeki beş yıldızlı otellerin yaşamımızdaki yerini irdeliyor. "Ahşap dostu sanatçılar" sayfalannın konugu Adalet Ağaoğlu. Geri dönüşümlü sayfalara basılan "Çevre" bölümünde Çelik Gülersoy'un kaleminden Turing'in elinden alınan köşkler ve kasırlaria ilgili cesur açıklamalar yer alıyor. Genel yaym yönetmenliğini Buket Nakuz'un üstlendiği dergi, 84 sayfa ve 100.000 TLden satışa sunuluyor. Kızkulesi Derneği'nden açddama • Kültür Servisi - Turizm Bakanlığı Müsteşan Nazif Ekzen'in Kızkulesi'nin ihaleye çıkanlarak kafeterya ve satış merkezi olarak kullanılacağını söylemesi üzerine Kızkulesi Dernegi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bayhan bir açıklama yaptı. Her şeyin satışa çıkanldığı bir dönemde Kızkulesi'nin insanlıgın gerçek hazinesi olan duygusalhk, temizlik, sevgi, düşler gibi degerleri çağnştırdığını söyleyen Bayhan, Kızkulesi'ni satış merkezi yapmanın bu hazinenin yagmalanmasına göz yummak olduğunu belirtiyor "9 Mayıs 1992 günü bir grup şair Kızkulesi'ne tarihinde ilk kez sanatı taşımıştır. Böylelikle Kızkulesi'nin insan ile buluşmasınin sanat etkinlikleri çerçevesinde olmasının yolu açılmıştır. Böylesine güzel ve doğnı bir yol önüne satış tezgâhı ya da içki masası konularak kapatılmamalıdır". Bayhan, Kızkulesi'nin belirli tarihlerde düzenlenecek sanat etkinlikleri için insanlann gidebileceği bir mekân olarak düşünülmesinin dogru olacağını söylüyor ve ekliyor " Yalnızca sanatçılann koluna taktıklan üzüm sepetinde yılan yoktur!"
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle