Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 MART1995CUMA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
De Niro, Boris Karloff'un klasik canavar imajını yenileyerek insansı kıhyor...
Romanın enerjisini yansıtan filııı
Lord Byron'un, Isviçre'nin
Cenevre kenti yakınlanndaki
Diodati villasında. 1816'nınbir
yaz gecesinde bir araya gelen
ünlü konuklannın. "Acaba en
başanlı korku romaıunı tçimiz-
den kim yazacak?" diye arala-
nnda iddialaştıklannı meraklısı
biJir. Ev sahıbi Lord Byron, ko-
nuklan da ünlü Ingiliz şairi Per-
cy Shefley'yle sonradan evlenip
kansı olacak sevgilisi Mary
Godmn VVollstonecraft çıfti.
Mary'nin oyuncu üvey ablası ve
Lord'un da gözağnsi Jaoe(Cla-
ire)Clainnont ve Byron'un hem
özel bakicısı, hem de yakın dos-
tu olan John William Polido-
ri'dir. Dönemin aykın sanatçıla-
nnın toplaştığı bu derin muhab-
betten, iddialaşma sonucu, artık
klasikleşmiş iki ünlü eser kalır
geriye: Polidori'nin yazdığı, By-
ron'la arastnın da acılmasına ne-
den olan"Vampir" öyküsü ve 19
yaşındaki gencecik Mary'nin
adını edebiyat tarihine kazıyan
ünlü felsefi korku-dehşet roma-
nı "Frankenstein ya da Modern
PromeHıeus."
Işte bu Frankenstein, Holly-
wood marifetiyle, herkesin si-
nema belleğinde az ya da çok,
bir yer edinir zamania. Ve ye-
dinci sanatın başlangıcindan bu
yana, sessiz ve sesli versiyonla-
nyla. sinema tarihine mal ol-
muş. hatta neredeyse fantastik
ve korku sineması türüyle öz-
deşleşmiş, tanıdık-bildik birmi-
tosa dönüşür gitgide. Mary
Shelley'i tngiliz yazınının
ölümsüzleri arasına yerleştire-
*ek yayımlandığı 1818'den gü-
nümüze kadar gittikçe tam bir
efsane haiine gelen bu roman ve
karmaşık yaratık-yaratıcı kişili-
ği, kımi ciddi, kimi zırva, yığın-
la filme malzeme oldu öteden-
beri. bilindiği gibi.
Yaraöa-yaraük,
baba-oğul üişkisL.
James Whale'in Mary Shel-
fey'den uyarladığı, 1931 *in
olay-filmine dönüşerek Boris
Karloff'u da üne kavuşturan
"Frankenstein" klasiği ve deva-
mı olan, 1935 tarihli "Frankens-
tein'm Getini", Ingiliz Terence
Fısher'in Ptter Cushing, Chris-
topher Lee gibi oyuncularla,
Hammer stüdyolannda, 1950ve
6O'lı yıllarda çekriği birkaç dü-
zeyli Vfcfrsiyonunun ve hef za-
manki gibi dalgasını geçen Mel
Brooks'un, 1974 tarihli "Fran-
SUNGU ÇAPAN
kensteinJunJor" parodisinin dı-
şmda, çoğu kez ticari çıkarlann
girdaptanna çekilip romanın il-
ginç yanlannı alabildiğine öne
çıkararak yağmalayan bir uya-
nık yapımcı zihniyetiyle tezgâh-
lanmış yığınla abuk sabuk Fran-
kenstein uyarlamasına, tanık ve
seyirci olagelmiştik perdede,
yıllar yılı. Şimdi, 'bflgjye susa-
mış 19. vüzyüın şafağı'nda doğ-
muş bu romantik efsanenin to-
zunu silkeleyerek, hem de bu
kez Mary Shelley'in metnine
bastan sona bağlı kalarak ve 'ca-
na>ara eski itibanm yeniden ka-
zandıracak' bir şekilde yeniden
karşımıza getiren. etkileyici, dü-
şündürücü ve seyredeğer, yeni
fm Frankenstein uyarlamasıyla
karşı karşıyayız kuşkusuz.
"Bram Stoker's Dracula",
Mary Shelleyden Frankenstein (Mary Shelley's Frankenstein)
Yönetmen: Kenneth Branagh / Senaryo: Steph Lady, Frank Darabont / Kam-
era: Roger Pratt / Müzik: Patrick Doyle / Oyuncular: Robert De Niro, Kenneth
Branagh, Helena Bonham Carter, Tom Hulce, Aidan Quinn, Ian Holm, John
Cleese, Richard Briers /1995 ABD (WB) Maslak Mövenpick, Beyoğlu Emek,
Şişli Kent, Kadıköy Süreyya, Çemberlitaş Şafak, Etiler Akmerkez, Bakırköy
74, Altunizade Capitol, Pendik Oskar sinemalannda.
"VVotf-Kurt" ya da "Vampirie
Görüşme", vb. gibi son birkaç
yilın bazı parlak üstün yapımla-
n ve Freddy Knıger'le şürekâ-
sının bastığı TV ekranından bes-
lenen alacakaranlık kuşağı tarzı,
kan ve şiddet öğesinin ayyuka
çıktığı birtakım parjak cılalı
korku-heyecan fantezileri saye-
sinde. gitgide yeniden biri kan-
lanarak bütün Hollyvvood'un
rağbetinı çeken gotik korku tü-
rünün. gözalıcı ve yarnan, yeni
bir ürünü niteliğındeki "Mary
Shefley'den Frankenstein"ı, ger-
çekten 'romandaki enerjiyi' fil-
me geçirebilmenın üstesinden
gelmiş, tiyatro kökenJi aktör-yö-
netmen Kenneth Branagh imza-
lamış. Mary Shelley'in endüst-
ri devriminin başlangıcında yaz-
dığtnı. ıietişim ve teknoloji dev-
rimine ayak bastiğımız günü-
müzde perdeye aktaran çağdaşı-
mız Kenneth Branagh, yer yer
gotikten baroka gidip gelen, ti-
riz, ölçülü-biçili, kan ve şiddet
de içeren 'yahşi' bir atmosfer
tutturuyor. Hayal gücünün ürü-
nü, karabasansı. ünlü romanı
inandıncı ve sürükleyici kılarak
ilgiye ve seyredeğer, fantastik
bir filme dönüştüren yönetmen
Branagh, "HoUyvvood plane-
fj'nin iki büyük firması' nın da
(De Niro'yla Coppola) katkıJa-
nyia ünlü efsaneyi yeniden can-
landırmayı başanyor 1994'te.
Emma Thompson'la günümü-
zün 'ideal teatrai sinemacı çif-
ti'ni oluşturan. sahneden yetiş-
me ve'tayt grymeyen Shakespe-
are'cüerden bu trtandalı aktör-
yönetmen, beylik de> işle kaçınl-
mayacak bir film ortaya koymuş.
Oyunculuktan ışıklandırma-
ya, görüntülerden müziğe, de-
kor-kostümlerden Mary Shel-
ley'in metnine sadık kaian se-
naryosuna kadar sinema yaraü-
cıhğuun bugün hangi aşamalara
getdiğini örnekleyen. görsel ve
teknik bakımdan içerdiği kimi
çarpıcı bölümleriyİe şimdiden
antolojilere geçecek düzeydeki
"Frankenstein"! öncetkle kor-
ku-fantastik türünün tiryaki-
lerine öneriyoruz.
YENİ BAŞLAYANLAR
\1A\1 GÖK: Ne yapacagı bel-
li olmayan, skandallar kadını bir
anne ve onun ailesi çevresinde ge-
Iışen güçlü bir dram ve alışılma-
mış bir aşk öyküsü. Fılmde, gem
vurulmamış bir duyarlılıkla hare-
ket eden ve olaylann hep komuta
merkezinde bulunmak isteyen gü-
zel Carly'yi Jessica Lange, ordu
için çalışan bir bılım adamı olan
kocası Hank'ı ise Tommy Lee Jo-
nes canlandınyor.
Hank'ın yaşamını birbınyle ça-
tışan iki tutİtu yönlendırmektedir:
Kansına ve nükleer mübendislik
işme olan tutkusu. Çok gizli bir
nükleer deneme sonucu, Marshall
aılesı bir asken entrikanın kurba-
nı olur.
Jessica Lange. bu filmdekı ro-
lüyle hem Altın Küre'yı hem de
Los Angeles Eleştirmenler Ödü-
lü'nü aldı.
'Mavi Gök', Oscar ödüllü yö-
netmen Tony Rkhardson'ın ölü-
münden lcısa bir süre önce bitirdi-
ği son filmi. Film, senaryo yaza-
n RamaStagner'in çocukluk anı-
lanna dayanıyor. Çocukluğu dün-
yanın dört biryanındakı asken üs-
lerde geçmış olan Stagner'ın en
çarpıcı anılannı I962'de Alaba-
ma'mn Annıston üssünde meyda-
na gelen olaylar oluşturuyor.
Anty Locane. Anna Kknıp. Po-
wers Boothe. Carrie Snodgress ve
Chris O'DonneU filmın dığer
oyunculan.
UTLLVTLLE'E HOŞGELDİ-
NİZ: 1907 sonbahannda Michi-
gan'daki Battle Creek'de dünyaca
ünlü Battle Creek Sanatoryum'u
faalıyettedir. Burayı işleten Dr.
John Harv ey Kellogg, cerrah, mu-
cıt, yazar ve bıyolojik yaşam sa-
Deniz kızı dediğin baştan çıkanr"193O'lu yıllann Avustralyası'nda, uy-
garlığın henüz tam anlamıyla girip boza-
nıadığı tasranın kaba saba, ama doğal or-
tamında kendine ve ailesine cennet gibi bir
köşe dûzmüş, özgürlüğe tutkun yazar ve
bqhem ressam Norman Lindsay (Sam Ne-
fBj,sürekli tuvallerinin başköşelenne oturt-
tuğu, şehvet uyandıran, çıplak ve cazıbeli,
güzel kadın bedenlenni resmetmekten as-
la vazgeçmıyor. Ressamın, aykın, açık sa-
çık ve bayafı eserlerinden oldukça rahat-
sız olan kılise çevreleri derhal harekete ge-
çiyor. Ve kibar. terbiyeli, efendiden, genç
Ingiliz papaz Anthony Campion (geçen yıl
"Dört Nikâh Bir Cenaze" güldürüsüyle
beklenmedik bir çıkış yaparak özellikle
kadın seyirciyi fetheden, 'tadıçocnk' Hugh
Grant yine çok sevimli), Norman Lind-
sav'm üstüne salınıyor.
Ressamın özellikle "Çarmıha Gerikn
Venûs" adlı kışkırtıcı tablosunun sergilen-
memesi igin ressamı ikna etmekle görev-
lendinien, Ingiltere'den daha yeni Avust-
ralya'ya tayini çıkmış, Oxford'da mürek-
kep yalamış, Joyce okuyan. entelektüel
piskopos vekili Anthony ve genç Ingiliz ta-
zesı, açılmamış burjuva çiçeğı. hanım ha-
nımcık. utangaç kansı Estella Campion
(Tara Fitzgerald), ressamının cıvıl cıvıl
malıkânesinde, zoraki konuk oluyorlar bir-
kaç günlûgûne.
Kışkırtıcı resimler
Sürekli takıntısı olan 'bankkıta' Atlan-
tis'le yaşadıklan dönemin yozlaşması ara-
sında paralellikler kuran, zararlı ve küs-
tahca resimlen âdeta 'ırza tecavüz etkisi
yapıyor' gerekçesiyle kilise tarafindan ka-
ra üsteye alınmış, yazar-çizer, bohem res-
samın demirbaş modeli kansı Rosa (Pame-
la Rabe), büyümüş ve küçülmüş iki çocu-
gu ve bırbirinden çekici, serbest tavırlı ve
yırtık üç dilber modeliyle (ar daman çat-
lamış, utanmasız, girişİcen ve grubun ön-
deri havalanndaki, podyumlardan sonra
perdeye de cazibesini taşıyan, selvi boylu,
atletık fıstık EUe MacPberson, Pbrtia De
Rossi ve Kate Fisher) birlikte şensakrak ve
mutlu yaşadığı evındeki çıplak, özgür ve
satnımı atmosfer, bay-bayan Campionlar'ı
(Ryano'nun Yeni Zelandalı kadın yönet-
menıne bir gönderme mı var acaba bu
Campion adında?) bir güzel baştan çıkan-
yorgiderek. Sonrasında da genç Campion
çıftinın cmsel uyanış ve bilinçlenme süre-
cini izliyoruz, mınl mınl. pornomsu bir
erorizmin eşliğinde.
• Gözü sürekli genç. taze Estelle'ın üs-
tünde, düzenın turucu zihniyetine çoktan
boyun eğmiş, efendiden, laf ebesı, kibar
Sirenler (Sirens)
Yönetmen,
Senaryo: John
Duigan / Kamera:
GeofFBurton '
Müzik: Rachel
Portman/
Oyuncular: Hugh
Grant, Sam Neıll,
Tara Fitzgerald, Elle
Mac Pherson, Kate
Fisher, Portia De
Rossi, Panela Rabe
/1994
Ayustralya - ABD
(Özen Film), Os-
manbey Site,
Kadıköy Reks,
Çemberlitaş Şafak,
Ataköy Prestige
sinemalannda.
piskopos vekili, bir yandan hayalgücünün
engellenemeyeceğine ilişkin nraşlar çeker-
ken fena halde kıskandığı kansını da mıs-
yoner pozisyonunda, yatak gıcırtılannı
dinleyen ev sahiplerine aldırmaksızın, be-
cermekten de geri durmuyor geceleri.
'thtirasta ortaya çjkan şiddete tutkun',
'perüeri öldüren endüstri devrimi'nden
hazzetmeyen, mıtolojik pozlar verdirdiği
çıplak modellerini, renkli ve egzotik de-
korlarda sürekli resmederek çalışan ve
'hep kabank durumda olnıalıyız' gibisin-
den anlamlı (!) laflar eden bohem ressam-
dan etkilenerek aşk. cinsellik, evlilık, sa-
nat, vb konular üstüne bazı katı görüşleri-
ni sonucta kendini aşarak değiştıren pa-
GÖSTERİMDEKİ FİLMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
it-k Aslan Kral/ the Lion Kıng
•*• Çılgın Aşık/
1
Only You/ Norman Jevvison
Çılgın Romantik/ Trve Romance' Tony Scott
itir Frankenstein/ Mary Shelley's Frankenstein/ K.Branagh
••*• Gölge Topraktarda/ Shadowlandsf Richard
Attenborough
• • Günaha Davet/ A Bronx Tale/ Robert De Niro
* Hız Sınırı/ Terminal Velocıty/ Deran Sarafıan
•k Ruhların Evı/ House of Spmtsl Bılle August
•k Sirenler/ Sirens/ John Duıgan
• • • Şıke/ Quiz Show/ Robert Redford
* Tacız/ Dtsclosure/ Barry Levınson
•*••*••• Uç Renk: Kırmızı/ Troıs Couleurs: Rouge/ K.Kieslovvski
* Vampırie Görüşme/ lntertvıew with the Vampıre/
N.Jordan
• • Yırtıcı Geceler/ Les Nuits Fauves/ Cyril Collard
pazla ve filmde genellikle pek giyinik gö-
rünmeyen, çekici model kızlann, ister is-
temez değişime uğrattığı güzel kansmın
öyküsünü. hafif, zarif ve belirgin biçimde,
sürekli gıdıklayan ve gülümseten hoş bir
komedi üslubunda anlatıyor Avustraryalı
yönetmen John Duigan. Meraklısının ge-
çen yıllarda göstenlen "Wide Sargossa
Sear
filmıyle anımsayacagı yönetmen Du-
igan açık seçik sevimli bir cazibe yayan,
Ingiliz espnsinı de yansıtan, insanın gön-
lünü bir buçuk saatliğine hoş ediveren, do-
zunda erotizm ve baştan çıkanlış gösten-
si niteliğinde. hafifbireğlencelikyapmış.
Pornomsu bir erotizm
Kadm seyırcıyı Hugh Grant, erkekJeri
de EDe MacPherson afeti ve öteki dilber-
leriyle çekebilecek bu fılmde, koca dene-
timinden sıynlıp doğanm çağnsına cevap
vererek öz benlığinı ve cinsel güVenıni bul-
duğu bir değişim sürecinı yaşayan evli ka-
dın rolündeki Tara Fitzgerald'ın özellikle
dikkati çektigini de belırttıkten sonra ışık-
lı, rengârenk görüntülerinın de "Siren-
ler''in çekiciliğınde bir hayli etkili olduğu-
nu ifade edelim. Özetle çok önemlı buima-
sak da bu haftakı 'şefin ta>^iyesi'nde yer
alabilecek cinsten, hoş ve larif bir Avust-
ralya filmi "Sireater". Doğrusu bu deniz
kızlannın çağnsına ilgisiz kalmak ne
mümkün?
vaşçısıdır. Mısır gevTeğini, fıstık
ezmesini ve elektrikli battaniyeyi
icat etmiştir. Sanatoryum, bir kap-
lıca, büyük bir otel ve hastanenın
birarada bulunduğu bir tesistir.
Ünlü doktor Kellogg, dersler-
den, sınavlardan ve ıcatlardan fir-
sat bulduğu zamanlarda gazeteci-
lerle buluşarak, onlara bıyolojik
yaşam konusundakı teonlerini an-
iatmaktadır.
Başrolünü Anthon> Hopkins'in
oynadığı, Alan Parker'ın yönettı-
ği film, 'mişlenmişbirtoplumsal
komedi' ve 'çağdaş Amerikan
sağhk takınölanna ince bir doku-
nuş' olarak niteleniyor. Filmde,
dev bir oyuncu kadrosu yer alı-
yor.
KADERİNCtLVESİ: Komşu-
lannın, esraFengiz bir geçmişi
olan münzevi gözüyle baktığı
Michael McCann (Steve Martin)
tek başına, sorumsuz bir yaşam
sürmek için kulübesineçekilmiş-
tir. Bu olay, yaşamını tamamen
degiştirecektir. Michael ileküçük
Mathilda arasında derhal kuvvet-
li bir bağ oluşur ve bir zamanlar
astk suratlı olan bu adam. yetim
çocuğu evlat edinir.
Yaşam Ian tehdit altında olan
Michael ve küçük kız, aile tanımı-
nın geleneksel kavramlar ve de-
gerlerle sınırlanamayacağını ka-
nıtlamak zorundadırlar. Filmin
yönetmeni GiIUes MacKinnon,
üzücü ve lcomık, aydınîık ve ka-
ranlık arasında gidış gelişlerle ya-
zılan senaryodaki değışik tonlan,
ilgı çekici ve iddialı bulmuş.
Filmdekı Mathilda rolünü 11
yaşındaki Alana Austin ve 6 ya-
şındaki Alyssa Austin canlandın-
yor.
YILDIZLARA GEÇtT: Ro-
land Emmerich'ın yönettiği. Gi-
za'daki büyük piramitlerde çeki-
len filmde, güçlerinı birleştirerek
bir sanat eserinin muammasmı
çözmeye çalışan, uygarhğm ne-
reden geldigini bulmaya çalışan,
birbirinden çok farklı iki adamın
öyküsü anlatılıyor.
Daniel Jackson (Spader) ise bi-
limsel merakı O'Neil'in gizli gö-
reviyle çakışan çok akıllı bir Mı-
sır uygarlıgı uzmanıdır.
Bir bilim-kurgu öyküsü halin-
de "Başka gezegenlerden gelen
varlıklar. eski medeniyederi ziya-
retetmişoisalardı neoİurdu" şek-
linde beyazperdeye aksettirilen
filmde Kurt RusseL James Spa-
der ve Jaye Davidson rol alıyor.
Piramitlerin binlerce yıl önce
dünyayı ziyaret etmiş olan uzay-
lılar tarafindan yapıldığı yolunda-
ki teorileri bir macera filmi olarak
beyazperdeye aktarma fıkri, yö-
netmen Roland Emmerich'in ak-
lına on yıl önce gelmiş. Film, se-
yirciyi dünyadan milyonlarca ışık
yılı uzaklıktakı Abydos gezege-
nindeki Abydos kentine gö-
türüyor.
FELSEFE YOLUNDA
ARSLAN KAYNARDAĞ
Okul Tarihlerinfn Önemine
ve Doktorlara Dair
öğrenciliğimde Felsefe Bölümü Kitaplığı'nda duva-
ra asılmış bir fotoğraf görürdüm. Eski profesörlerden
Mehmet Izzet'in fotoğrafiydı bu. 1918'den 1928'e ka-
dar bölümde ders veren bu hocanın genç yaşında
amansız bir hastalıktan öldüğünü biliyorduk. Bir kita-
bı, dergilerde yazılan, çevirileri vardı. Bulup okumaya
çalışırdık. Öğrencilerden çoğu onun degerini bilmez-
di, yazılannın da farkında değildi. Duvardaki fotoğrafa
herhangi bir eşyaya bakar gibi bakıyorlardı. Oysa bu
hoca bölüme ve Türk fdsefesine yaptığı hizmetle ilgi
ve saygıyı fazlasıyla hak etmişti.
Bizde eğitim tarihi çalışmaları çok azdır. llkokuldan,
yüksek öğretimin her bölümüne kadar bütün eğitim ku-
ruluşlannın tarihi, şimdiye kadar yazılmış olmalıydı. Yıl-
lardır nice bilim adamının görev aldığı, nice öğrencinin
yetiştiği okullanmızdan kaçının tarihi yazılmıştır? Okul
arşivleri ne durumdadır? Böyle arşivler var mı? Varsa
korunabiliyor mu?
Yalnız kitap yazmakla iş bitmez. Öğrenci, okulun her
köşesinde oranın tarihini solumalıdır. Odalar, eşyalar,
duvarlardaki resimler, okul tarihini canlandırmalı, yaşat-
malıdır.
Fakülteyi bitirdikten sonra felsefe bölümüne gitti-
ğimde Mehmet Izzet'in fotoğrafını göremedim, kaldır-
mışlardı, üzüldüm. Bu değerli hocanın 1927'de yazdı-
ğı biryazıyı yeni okumuştum. Üniversitemizdeki felse-
fe derslerinin o günlerdeki durumunu eleştiriyor, neler
yapılabileceğini söylüyordu. Batı'daki üniversitelerle
bizim üniversitemizi hoca ve öğrenci bakımından kar-
şılaştırdıktan sonra, lisans (bitirme) sınavına girecek,
öğretmen olacak ve doktora yapacak öğrencilerin ay-
nlmasını, değişik uygulamalardan geçmesini önertyor-
du.
O zamanki felsefe öğrencileri arasında doktora yap-
ma isteğinde bulunan kimse olmadığı için, bu isteğin
özendirilmesi ve seminer uygulamalanna başlanması
gereğini dile getiriyordu. Türkçe yazılmış ya da çevril-
miş felsefe kitaplannın seminerferde incelenip tartışıl-
masından söz ediyordu. Bir düşüncesi de şuydu: Sı-
nrflan yükseldikçe öğrencilere ayncalık tanınmalı, öğ-
retimde onlardan hoca yardımcısı olarak yararlanılma-
lıydı. Bütün bu öneriler o zamana göre çok yeni düşün-
celerdi.
Bizde uzunca bir süre profesörler, doçentfer, bu gö-
revlere doktora yapmadan gelmişlerdir. Ünlü profesör-
lerin çoğu doktorasızdı. Mehmet izzet öğretim görev-
lileri için doktorayı zorunlu buluyordu. Hatta ona göre
ileri derecedeki memurluklara atamayapılırken de dok-
toralılara öncelik tanınmalıydı. Bütün doktora tezleri
yayımlanmalıydı.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra şimdi soralım: Şu
anda durum nedir? Doktora özendirmesi yapılıyor mu?
Nasıl yapılıyor? Yüz yıla yaklaşan felsefe öğretimi tari-
himizde doktora sınavı verenler kaç kişidir? Savun-
duklan tezler hangileridir? Tezlerin kaçı yayımlanmış-
tır?
Biraz araştırdım, Istanbul Üniversitesi Felsefe Bölü-
mü'nde bugüne kadar doktora sınavı verenlerin yirmi
beş, yirmi altı kişiyı geçmediğini öğrendim. Son birniki
yıl içinde uygulamada bir takım yeniliklere başlandığı
haber veriliyor. Böyle olmakla birlikte, eski bir hocanın
1927'deki isteklerinin hâlâ epeyce gerisinde olduğu-
muz söylenebilir.
Oysa bilimsel yeterliliğin kanrtı doktora tezleridir. Bu
tezler saygın üniversitelerde hazırlanıp savunulduysa
daha büyük değer taşır. Lisans diplomalan ve master
çalışmalan bilimsel yeterliliğin kanrtı olamamaktadır.
Yurtdışında ilk doktora yapan felsefecimiz Orhan
Sadettin'dir. 1920'lerin bu değerli felsefecisini üniver-
sitemiz yine bir hastalık yüzünden, yine genç yaşında
yrtirmişti. Orhan Sadettin'den sonra yurtdışında kaç ki-
şi daha doktora yaptı derseniz, bir sayı veremeyece-
ğim. Araştırmaya değer...
Türkiye için kaliteli bir felsefe öğrenimi özleyen de-
ğerli felsefeci Mehmet izzet'i saygı ile anıyorum. Fa-
kültede kaldınlan fotoğrafı bümem yerine kondu mu?
Konulmadıysa konulmalı ve öğrencilere onun kimliği
hakkında bilgi verilmelidir.
Yalnız onun değil, Hilmi Ztya Ülken, Mustafa Şe-
kip Tunç, Macit Gökberk, Takiyettin Mengüşoğlu
gibi eski hocalann da birer büyük fotoğrafının bölüm
duvarlanna asılması fena mı olur? Yalnız felsefe bölü-
münde değil, bütün bölümlerde aynı iş yapılmalıdır.
Üniversitemizde yabancı profesörler de ders verdi,
kimdi onlar? Fotoğrafian nerede?
Kitaplık duvannda Mehmet Izzet'in fotoğrafını göre-
meyince üzüldüğümü söylemiştim. O gün fakülteden
aynlırken, büyük amfinin kapısındaki "Şekip Tunç"ya-
zılı levha duruyor rnu diye baktım, çok şükür duruyor-
du. Orası 1950'lerin başında "Şekip Tunç Arnfisi" ol-
muştu, hep öyle kalmalıdır.
Bu yazıyı yazarken bir arkadaşım, edebiyat fakülte-
si kurul odasına eski dekanlann birer güzel resminin
asıldığını söyledi. Sevindirici bir haberdi bu. Değerbi-
lirliğin arkasının gelmesini dilerim. Çünkü bu tür dav-
ranışlar eğitim ve tarih bilincinin somut göstergeleri
olacaktır.
Atışap Dergisi'nde Kent OteHerr
• Kültür Servisi - Araştırma, teknoloji, tasanm ve iç mimari
dergisi "Ahşap", farklı bir güncel içerik ve görsel tasanmla
bu ay yeniden okuruyla buluşuyor. Bu sayıda ağırlıklı olarak
"Geçmişten günümüze kent otelleri" konusu işleniyor.
Umberto Eco'nun "Gülün Adı" kitabındaki manastir planını
başlangıç noktası olarak alan yazı. günümüz Taksim
çevresindeki beş yıldızlı otellerin yaşamımızdaki yerini
irdeliyor. "Ahşap dostu sanatçılar" sayfalannın konugu
Adalet Ağaoğlu. Geri dönüşümlü sayfalara basılan "Çevre"
bölümünde Çelik Gülersoy'un kaleminden Turing'in elinden
alınan köşkler ve kasırlaria ilgili cesur açıklamalar yer alıyor.
Genel yaym yönetmenliğini Buket Nakuz'un üstlendiği dergi,
84 sayfa ve 100.000 TLden satışa sunuluyor.
Kızkulesi Derneği'nden açddama
• Kültür Servisi - Turizm Bakanlığı Müsteşan Nazif
Ekzen'in Kızkulesi'nin ihaleye çıkanlarak kafeterya ve satış
merkezi olarak kullanılacağını söylemesi üzerine Kızkulesi
Dernegi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bayhan bir açıklama
yaptı. Her şeyin satışa çıkanldığı bir dönemde Kızkulesi'nin
insanlıgın gerçek hazinesi olan duygusalhk, temizlik, sevgi,
düşler gibi degerleri çağnştırdığını söyleyen Bayhan,
Kızkulesi'ni satış merkezi yapmanın bu hazinenin
yagmalanmasına göz yummak olduğunu belirtiyor
"9 Mayıs 1992 günü bir grup şair Kızkulesi'ne tarihinde ilk
kez sanatı taşımıştır. Böylelikle Kızkulesi'nin insan ile
buluşmasınin sanat etkinlikleri çerçevesinde olmasının yolu
açılmıştır. Böylesine güzel ve doğnı bir yol önüne satış
tezgâhı ya da içki masası konularak kapatılmamalıdır".
Bayhan, Kızkulesi'nin belirli tarihlerde düzenlenecek sanat
etkinlikleri için insanlann gidebileceği bir mekân olarak
düşünülmesinin dogru olacağını söylüyor ve ekliyor
" Yalnızca sanatçılann koluna taktıklan üzüm sepetinde yılan
yoktur!"