Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9EYLÜL1994CUMA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Mazlumve kahraman• Sinemamızın unutulmaz ismi Yılmaz Güney'i Paris'te toprağa vereli tam
10 yıl geçti.Türkiye,Yılmaz Güney için çok şeyler yaptı. Onu hapse attı,
eziyet etti. Filmlerini yasakladı, en önemlisi fılmlerini yok etti.
ORALÇALIŞLAR
Sinemamızın unutulmaz ismi
Yümaz Güney'i, yadellerde, Paris'te
toprağa vereli tam 10 yıl oldu. Gü-
ney, 9 Eylül 1984'ten bu yana Pa-
ris'in kahramanlar mezarbğı Pere
Lachez'de yatıyor.
Bu mezarhkta Jim Morrison'dan
Oscar VVUdea, Yves Montanddan
Simone Signoret'ye kadar bir çok
tarudık ismi görebilirsiniz. Me-
zarlığın asıl ünü ise Paris Komün-
cülerinin kurşuna dizildiği yer ol-
masından geüyor. Kaderin garip
cilvesi, Adana'da yoksul ve garip
bir kûrt ailesinin çocuğu olarak
dünyaya gelen, yaşamak ve ayakta
kalmak için dişiyle tırnağıyla dövü-
şen ve ülkemizin dünya çapında
tanınan bir sinemaası olan Yılmaz
Güney de Paris Komüncülerinin
yanıbaşında yatıyor.
104 kayıpfilmihâlâ
bulunamadı,
aramayı sürdüreceğiz
Ölümünün 10. yılında Yılmaz
Güney, Türkiye'de, Avrupa'nın çe-
şitli şehirlerinde anılıyor. Sanat der-
gileri, Güney'in sinemaa kişıliğiru
ele alan incelemeler yayınbyorlar.
Güney'in bugüne kadar karanlıkta
kalmış yurtdışına kaçış öyküsü,
kaçışın bir numaralı tanığı ve
kaçışm örgütleyicisi Nihat Behram
tarafından resim ve filmleriyle bir-
likte Milliyet gazetesinde ve Milli-
yet Sanat Dergisi'nde anlatıldı.
Yıllarca, fılmlerine yasak konan
ve imha edilen, adının ve isminin
bile anılması suç sayılan Yılmaz
Güney sinema ve sanat dün-
yamızm yeniden gündeminde. Si-
nemamızda bir döneme damgasını
vurmuş Yılmaz Güney'in belgesel
özellikteki 104 fılminin kayıp ol-
duğunu ve hala bulunmaflığını ay-
lar önce yazmışük.
Yetküilerin bu konuda harekete
geçmesini istemiştik. Kimseden ses
seda çıkmadı. Filmlerin üzerine dö-
külen askeri yönetimin ölü toprağı
hala yeni yerinde duruyor. Belleği
zayıf b r ülkenin belleği zayıf yöne-
ticilen. bu konuyu konuşmak bile
istemiyorlar. Bu gidişle daha uzun
yülar Yılmaz Güney'in kayıp fılm-
lerini aramaya dcvana edeceğiz.
Artık Yılmaz Güney aramızda
yok. O hakkını arayamaz, kaybo-
lan fılmlerinin ortaya çıkması için
bir şey yapamaz. Yasaklann kalk-
ması için de bir şey söyleyemez. Za-
ten filmler ve Yılmaz Güney üze-
rindeki ölü sessizliği, bugün artık
aramızda olmayan bu büyük sine-
ma ustasının sorunu değil.
Sorun, demokrasi ve özgürlük
arayan Türkiye'nin. Yılmaz Gü-
ney'leriyle, Nazım Hikmet'leriyle,
Yaşar Kemal ve Aziz Nesin'leriyle
kendi ülkemizin büyük insanlanna
göstereceğimiz ilgi ve onlara vere-
ceğimiz değer, bizim değerimizin
ölçüsü olacak. Bugüne kadar bu
ölçünün uluslararası standartlann
çok altında seyrettiği bir gerçek.
Ölümünün 10. yılında Yılmaz
Güney'in insan ve sanatçı kişiliği
üzerine küçük bir araştırma yaptık.
Onu yakından tanıyan veya sa-
natını değerlendiren yazılan ve ko-
nuşmalan inceledik. Güney'in ken-
di dilinden, kendini ve sanatını de-
ğerlendiren konuşma ve yazılannı
aktanyoruz.
Yılmaz Güney
bir efsanedir,
bir mitostur
Sinema yönetmeni Engin Ayça,
Yılmaz Güney'i bir efsane olarak
değerlendiriyor. Onun bir efsane
olmasmın nedenlerini irdelerken
şunlan söylüyor:
"Evet Yılmaz Güney bir efsane-
dir. Bir mitostur. mitik bir kişiliktir.
Ama bir tek Güney mitosundan söz
etmek doğru olmaz. Bugün, bana
göre, fiç ayn Güney mitosunun
variığını saptayabfliriz. Bunlar üç
ayn Güney dönemine ve toplumsal
katmana karşıuk getirler
1. OyuDcu Yılmaz Güney'in geniş
seyircide oluşturduğu, halk kahra-
manı. popüler, Güney mitosu. Ma-
saDanmızdaki kahraman geleneği-
nin sjoemamızda devamı gibidir, o
çtTgimn içinde yer almaktadır.
2. Yönetmen Yılmaz Güney'in
kültür çevresinde oluşturduğu sa-
natçı (sinemacı) Güney mitosu. Gü-
ney'in salt oyunculuk dönemine ilgi-
siz kalmış, hatta o dönem Güney'e
'yüz vermemiş'j'aydın' kesinı ve
kültür çevreleri ilkin "Seyit Han" 'la
ama asıl "Umut" fUmiyle 'sine-
maa' Güney'i keşfetmiş ve ona o yö-
nöyle sahip çıkmış ve kendi Güney
mitosunu yaratmtştır.
3. Genç kuşak içinde, özelUkle
Avnıpa'daki göçmen Türkler arası-
nda oluşmuş 'siyasal' kimlikli Güney
' mitosu. Filmlerini (son bir kaçı
djşmda Sürü. Yol. Duvar gibi) hiç
seyretmemiş, bir ölçüde siyasal içe-
rikli yazılannı okumuş sol gençlik
gruplannın oluşturduklan 'sol ve
Kürt söylemli' Güney mitosu. Bu
çevreler için siyasal söylem, sanatçı-
(sinemacı) söylemden önce gel-
mektedü-."
Sinemaa Engin Ayça bu sap-
tamalannı daha da aynnülandı-
nyor ve Yılmaz Güney'in, Güney
mitosunu kendisinin tasarlayıp
beklentiler içindeki topluma sun-
duğunu ve bu mitosu kendisinin
yarattığını belirtiyor.
Yılmaz Güney'in yaşamı, Türki-
ye'deki her aydın ve muhalif insan
gibi, sıkıntılar, aalar ve zorluklarla
doludur. Zorluk dünyaya gelme-
siyle birlikte başlar. Kendisi ailesini
ve çocukluk yıllannın aalannı şöy-
le anlatır:
"Anamın adı Güllü. Muşlu bir
Kürt. Cibran asiretinden. Zengin bir
aileden. 1. Dünya Savaşı'nda Rus or-
dulanndan kaçıp Adana taraflanna
gelmişler. Annem ve babam Adana'-
da tanışmış ve evlenmişler. Ne bir
karış toprakları, ne de bir yerden ge-
lirleri varmıs. Çok sürünmüşler, çok
acı çekmişler. (...)
Yedi yaşına kadar, daha doğrusu
babam eve ikinci kansını getirene
kadar, mutlu bir çocukluk geçirdiği-
mi söyleyebilirim. Babamın ikinci
evtiliğinden sonra evimiz tam bir ce-
henneme döndü. Babam sık sık an-
nemi dövüyor, bizleri evden kovu-
yordu. Benden iki >aş küçük Leyla
adında bir kızkardeşim >ardır. Ba-
Yılmaz Güney, sinemada ya-
rattığı kişilikle kendi kişiliğini bir
anlamda birleştirir. O, yaşamda
aalan göze alan adamı oynarken,
fılmlerinde de bu karakter ön plana
çıkar. Güney, sınemacılığının en
verimli dönemini yaşarken 12 Mart
1971 askeri darbesi gerçekleşir. O
dönemin başkaldıran gruplanna
Yılmaz Güney doğal olarak ılgisiz
kalmaz.
Mahir Çayan ve arkadaşlanyla
ilişkisi nedeniyle tutuklanır ve 12
Mart dönemini cezaevinde geçirir.
1974 Af Kanunu'yla dışan çıkar
çıkmaz sinemaya bıraktığı yerden
devam eder. Ama, artık onun için
yeni bir dönem başlamıştır. "Arka-
daş" filmi bu birikimin ürünü ola-
rak ortaya çıkar. İkinci fılm ise bir
çok uluslararası ödül kazanacak
olan "Endişe" filmidir.
Bu fılmin çekimi sırasında bili-
nen trajik olay gerçekleşir. Yumur-
talık hakiminin öldürülmesi,
Yılmaz Güney'in Türkiye'de özgür
yaşama olanağını tamamen orta-
dan kaldınr. Uzun hapislik yıllan
başlar.
Yılmaz, hapiste de boş durmaz.
• Yılmaz Güney,
50 yılhk ömründe hep
yaratıcı kişiliğini öne
çıkardı. Sinema
tarihimizde kalıcı izler
bıraktı. Siyasi
yaşamımızda izler
bıraktı. Ölümünün
üzerinden tam on yıl
geçti. Yılmaz Güney'in
ne yapıp ne
yapmadığmı
tartışmaktan daha
önemli olan, Türkiye,
Yılmaz için ne yaptı
sorusunusormak
gerekir.
bamuı kudurduğu günlerde, bahçe-
mizdeki koca dutla iki eğri incirin
altında gecelerdik. Annem, ben ve
Ley la kaç kez Yenice'den > üriiyerek
Adana'ya gitmişizdir. Annem yol
boyu ağlar, Kürtçe hüzünlü bir
takım şarkılar okurdu. Kızkardeşim
de, ben de anadilimizi pek bilmiyor-
duk, ama yine de annemizin gözyaş-
lan içinde dinlediğimiz şarkılannı
anlardık. O sıralar bana, çektiğimiz
actlaruı hiç sonu gelmeyecek gibi ge-
lirdi >e annenün acüı hallerini daha
fazla görmemek için ölmek ister-
dim."
Küçük Yılmaz büyük sıkınülar
içinde büyür. Büyüyünce de çilesi
bitmez. Yazdığı bir öykü nedeniyle
tutuklarur ve çok heves koyduğu si-
nemadan yıllarca ayn kalır.
Ama acılar onu bir bakıma
yırtıa ve tuttuğunu kopanr hale ge-
tirmıştir. Sinemada ayakta kalabil-
mek için olağanüstü bir çaba har-
car. İlk çıraklığını Atrf Yılmaz'ın
yanmda yapâr. Atıf Yılmaz,
Yılmaz Güney'in ilk sinema döne-
mini şöyle anlatır: "Kendisine bir
rol teklif edildiğinde, önce iddiasız
bir biçimde senaryoyu soruyor. Se-
naryo varsa; "İzin verirseniz üzerin-
de biraz da ben çalışayım' diyor. Se-
naryo ortada yoksa, 'İsterseniz ben
yazabılınm ' diyordu. Burada ya-
zarlık yeteneği, senaryoculuğu, sine-
macılığı imdada yetişiyor, kısa süre
içinde de olsa, oynayacağı role dik-
kat cekecek, hatırda kalacak, hitap
ettiği seyircinin istekleri doğrultu-
sunda bir takım özellikler katmayı
başanyordu.
Karşıhğında para ödemedikleri bu
çahşma, kuşkusuz yapımcının da vö-
netmeninin de işine geliyordu. (Ör-
neğin konuşması oldukça az olan
küçük bir rolü bütün konuşmaları
çıkarıp, film boyunca hiç konuşma-
> an bir karakter haline dönüştürdü-
ğiinii ve bu tipin, doğal olarak, fılmin
en dikkat çekici kişisi olup çıkbğını
hatırlıyorum."
Başkaldıran adam
beüibirşeyifeda
etmeyi göze alandır
Çaba, yetenek vehırs, YümazGü-
ney'in zorluklan aşmasına yol açar
ve ülkenin en etkili oyunculanndan
ve yönetmenlerinden birisi haline
gelmesini sağlar. Bu arada Güney
mitosu da adım adım şekilenmeye
başlar. Kendisi bu mitosun nasıl or-
taya çıktığını şöyle anlatır:
"Şimdi bu olaya sadece bir sinema
olayı olarak bakmamak gerekir. Bu
olaya toplumsal bir olay olarak bak-
mak gerekir. Ben bu kanıyı taşıyo-
nım. Şimdi Yılmaz Güney'in özel-
Ukleri nedir? Halk niye tutuyor
Yılmaz Güney'i?
Birincisi, Yılmaz Güney baş-
kaldıran bir adamdır. Bugün ülke-
de birtakun sıkıntılar. zorluklar için-
de olan bütün insanlar bu başkaldırı
özlemini taşıyoriar.
Başkaldıran adam beUi birşeyi
feda etmeyi göze alan adamdır. Hiç
olmazsa ömrünün belli bir kesimini,
hiç olmazsa birtakun acdara karşı
karşıya kabnayi göze alan
adamdır."
Yönetmenlik ve senaryo yazarlığını
sürdürür. Cezaevinden bir çok fıl-
me imzasını atar. Bu arada daha
yoğun siyasi ilşikler içine girer. Si-
yasi ağırlıklı dergiler çıkanr.
Yılmaz Güney, 12 Eylül askeri
darbesi geldiğinde cezaevindedir.
İçerde yaşammdan endişe etmeye
başlar ve yurtdışına kaçma planlan
yapar. Bu planlannı sonunda ger-
çekleştirir ve 1982 yılında Fransa'-
ya iltica eder.
Paris'te fılmciliğe bıraktığı yer-
den devam eder. Daha sonra bir
çok tartışmalara yol açacak ünJü
"Yol" fılmiyle Cannes FUm Festi-
vali'ne katılır ve bu festivalde en
büviik ödülü Yunanlı yönetmen
Costa Gavras'ın "Kayıp" filmiyle
paylaşır.
Türkiye, Yılmaz
Güney ayıbını da
üzerinde taşıyor
Güney'in trajik yaşamı, yine tra-
jik bir şekilde sona erer. En verimii
çağında hastalanır ve 1984 yılında
Paris'te yaşama gözlerini yumar.
Onunla uzun yıllar her türlü
sıkıntıyı paylaşan eşi Fatoş Güney,
Yılmaz Güney'in son günlerini şöy-
le anlaür:
"Yılmaz'ın hastalığı bence Türki-
ye'de başlanuştı. O konuda da ka-
famda şüpheler var. Midesinden hep
şikayetçiydi. Nasıl oldu da bir çok
kereler devlet hastanelerine çıktığı
halde kendisine sağlam raporu veril-
di de geri gönderikü? Çünkü Fran-
sa'da ameliyatını yapan doktor,
Fransa'nın en ünlü profesörü bana
'En az iki sene önce başlamış has-
talık' dedi. Hastalık 1982'de baş-
lamış. O zaman ben profesöre YH
Imaz'a hastalığı sövlemeyelim de-
miştim. Profesör çok az bir ömrii var
dedi. Fakat berhalde Yılmaz biliyor-
du. Çünkü, 'Bir beş sene daha yaşa-
yabilsem' diyordu. 'İstediklerimi
hayata geçirebilsem' demek istiyor-
du."
Yılmaz Güney, 50 yıllık ömrün-
de inişlerle çıkışlarla, uzun tartı-
şmalara yol açacak tutumlanyla
hep bir şeyler yaptı. Hep yaratıa ki-
şiliğini öne çıkardı. Şu bir gerçek ki,
sinema tarihimizde kaha izler
bıraktı. Siyasi yaşamımızda izler
bıraktı. Ölümünün üzerinden tam
on yıl geçti. Yılmaz Güney'in ne
yapıp ne yapmadığmı tartışmaktan
daha önemli olan, Türkiye, Yılmaz
için ne yaptı sorusunu sormak gere-
kir. Evet, Türkiye Yılmaz Güney
için çok şeyler yaptı. Onu hapse
attı, eziyet etti. Filmlerini yasak-
ladı, en önemlisi filmlerini yok etti.
Bu ayıp hala ülkemizin üzerinde
duruyor. Hala bu büyük sinema
ustasının filmleri ortada yok. Ama
ülkemizde, hala düşünen insana
baskı var eziyet var. Hala, sanat ve
edebiyat dünyamızm ustalan Ya-
şar Kemal'ler, Aziz Nesin'ler çeşitli
engellerle karşı karşıya. Kitaplan
hala okullara giremiyor.
Türkiye bir çok ayıbının ya-
nında, Yılmaz Güney ayıbını da
üzerinde taşıyor. Yılmaz Güney'i
on yıl sonra, sevgiyle özlemle anı-
yoruz.
Ölümünün 10. yüında Yılmaz Güney, Türkiye'de, Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde anılıyor.
Hâlâ bu büyük sinema ustasmın filmleri ortada yok. Bu ayıp ülkemizin üzerinde.
YEDİRENK
UĞUR KÖKDEN
'Güneyli Bayan'ın Defteri
Lillian Hellman ı tanıyor musunuz?
TV'de izlediğimiz görkemli Julia filminden ya da Ren
Bekçileri'nden anımsayanlar var mı? 12 Eylül'ün ardı
sıra önce Ankara'da AST'ta, sonra İstanbul'da seyretti-
ğimiz Güneyli Bayan oyunundan? Sanırım, yazmış oldu-
ğu Küçük Tilkiler bile bir yerlerde oynatılmıştı. Belki, rad-
yoda.
Ayrıca, geçen yıl, Pentimento adıyla anılarının bir bö-
lümü dilimize çevrildi (Mitos yayını). Bu yılsa, Remzi Ki-
tabevi'nden Güneyli Bayan'ın Özel Defteri başlığıyla,
gene anılarının ilkini oluşturan "Bitmemiş Kadın" günı-
şığına çıktı. Mc Carthy günlerini yansıtan Şarlatan-
larDönemfmn çok daha önceden ve iki ayn baskı yaptığı
(sonuncu Can Yayınları'ndan) göz önüne alınırsa ya-
zarın anılarından oluşan bütünde tek bir taşın eksik
kaldığı görülür: "Belki".
Yazık ki anıların yayım tarihiyle Türkçe çevirileri ters
bir sıralama gösteriyor. Özel Defter (1969), Pentimento
(1973), Şarlatanlar Dönemi (1976) ve Belki (1980). Hell-
man'ın gözüpek ve lezzetli anılarını okumak isteyenlerin
yazarın sıralamasına uyması, sanırım, daha uygun ola-
cak.
Amerikan tiyatro tarihinde belirli bir bir yere sahip
olan yazar, aynı zamanda on beşi aşkın senaryoya da
imzasını atmış bulunuyor. Anılarıysa altmış yaşın üstün-
deki bir dönemin süzgecinden imbikleniyor.
Defter, bu bakımdan çocukluktan bu yana gelen bir
yaşamın sorgulanışı. Varhğın kendi benliğiyle öfke için-
de hesaplaşması. Geçmişten gizemli kokular ve ipuçları
taşıyan yönlendirici bir belge. Ya da çok sayıda günlü-
ğün bir araya gelerek bileşkeyi oluşturması.
Oysa Pentimento, dört kişiyi sergiler; elbet, biri Julia
olmak koşuluyla. Bir de yazarın tiyatro dünyasıyla ilişki-
leri, o dünya için ürettiğinin gölgede kalan öyküsü. Do-
layısıyla, Pentimento'nun "portreler" galerisi, aslında
Defter'deki son üç isimle başlar: Dorothy Parker, Helen
ve Dashiell Hammett. Bu durum, aynı zamanda, her iki
kitabı birbirine köprülemekte. Sonuncu isme, "Ince
Adam"a gelince, yazarla otuz bir yıl sürmüş bir birlikteli-
ğin öznesi. Dash, elbet her anıda yer alacak. Almış da.
Uretilen ya da paylaşılan düşüncede, ortak yaşanmış
günlerde, hırgürlü gecelerde, kısaca yavanlıktan ve dü-
zayaklıktan uzak bir yaşamın girinti veçıkıntısında. Üste-
lik, hep utangaç birdille.
Hellman'ın anılarını oluşturan günlükler, yalnız
1937-67 arası otuz yılı kapsamaz. Onun altyapısı niteli-
ğindeki ilkgençliği, birinci evliliğini, 1929 Avrupası'nı.,
Nazilerin yükselişini "dinginlik ve sabırsızlık duygularıy-
la karmakanşık, amaçsız dolaştığı Paris yılları'ru da içe-
rir. Hesapsız, kumarbaz, serüvenci bir yaklaşımla ya-
şadığı zamanı.
Açıkça görülüyor ki yazarın kültürel benliği güneylilik
kumaşından dokunmuş. İki uçlu bir mıknatısın kuzey kut-
bu New York'sa güney kutbu da New Orlans. Orada doğ-
muş, çocukluğu orada geçmiş. Incir ağacında yaşayan,
onunla bütünleşmiş, onu sırdaşı saymış birçocuk. Biraz
büyüdükçe, kokulu, deri ciltli eski kitapların satıldığı
Fransız mahallelerinde dolaşıyor. Gülmeyi, örgü ör-
meyi, nakış işlemeyi, dikiş dikmeyi, ördeklerin tüyünü
yolmayı, canlı tavuk kesmeyi, kaplumbağa çorbası pişir-
meyi oradja öğrenmiş. Güney'de.
Ancak "güneyliliğin"öbüryüzü, beyaz-zenci ilişkileri.
iki önemli zenci çehreye, Hellman'ın anılarında özellikle
rastlarız; Sophronia ve Helen. Birinci, belirli bir yaşın in-
sanı. Bir bilge yaşam kılavuzu. Anneden daha yakın,
daha etkili bir "anne". Öbürü, Helen, uzun yıllan kapsa-
yan bir iş ve mutfak arkadaşı. Kendine özgü bir kadın.
Her ikisiyle de, güçlükler ve mutluluklar yaşamış yazar.
Onlar, ondan bir parça.
Sonunda, on yedi yaşında bile her şeye karşı açıkça
isyan eden, utangaç, korkak, bu yüzden fazla gururlu,
fazla duyarlı, fazla cesur bir genç kız çıkar ortaya. Yıllar
geçince de adalet düşkünlüğü eksilmez. Gözüpek, sert,
ısırıcı, keskin, korkuya karşı meydan okuyan, öfkeli bir
kişilik onda hep ağır basar. "Hep güç yolu seçen birisi"
olarak tanınıyor. Ona "yalancı ve zorba" diyenler bile
çıkmış, zaman içinde.
Hellman'ın bu ilk bölüm anıları, ana eksen olarak
Ispanya Iç Savaş Günlüğü'y\e Sovyetler Birliği notları-
ndan oluşuyor. Hepsi savaşlı günlerin, cephe arkasının
ve savaşın tanıklıkları. Yazık ki 1937 tarihli Moskova yol-
culuğu günlüğü yok olmuş.
Yazarın hareketli yaşantısının kuşkusuz en ilginç dili-
mi, savaş içinde, beş ay süren uzun cephe yolculuğu.
Alaska, Sibirya, Yakut ili, Moskova.. ve sonra cephe:
Kiev, Lublin (Mrş. Zukov'un karargahı), Varşova önleri,
Maidanek Toplama Kampı (Polonya).. ve, Leningrad.
Defter için özenli ve nesnel bir önsöz kaleme alan Bu-
ket Uzuner, bu yazısıyla aynı zamanda bir tartışmaya da
kapı açmış. O da, "Julia" senaryosunun öyküsüne ve
malzemesine karışan öğelerin/kişilerin gerçeklik pay-
ları.
Anılarıyla, satırsatır Hellman'ı tanıyacakokur. Onunla
birlikte olayların içine karışacak. Geçmişi yeni baştan
değerlendirecek.Defter bitince başlangıçtaki soru, yerini
yenisine bırakmış olacak: Şimdi onu tanıdığınıza göre,
Hellman'ı seviyor musunuz?
Evet, Güneyli Bayan'\ seviyor musunuz?
'Avrupa Caz Festîvalleri Birliği'
toplantısı İstanbul'da yapılıyor
Kültür Servisi - Avrupa Caz Festivalleri Birliği'nin 1995
yılına dönük hazırlık toplantılannın ilki İstanbul'da
gerçekleşiyor. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından
düzenlenen Uluslararası Caz Festivali'nin de üyesi olduğu
birlik, yıllık olağan toplantısını 9 ve 10 eylül tarihlerinde The
Marmara Oteli'nde yapıyor. Avrupa'nın her ülkesinden bir
festivalin üye olabildiği birliğin toplantı süresince tartışacağı
konular arasında. festivallerin finansal destek portreleri.
1995 yılı program çalışmalan ve ünlü rock grup ve
yıldızîannın caz festivalleri programlannda 'unplugged'
konserler vermesi bulunuyor. "Unplugged" konserlerde
elektronik müzik en aza indirgeniyor. Montreux. Nort Sea,
Pori, Umbria gibi Avrupa'nın en gözde caz festivallerinin
üye olduğu toplantının organizasyonunu, İstanbul Kültür ve
Sanat Vakfı üstleniyor.
James Bond filmleri yönetmeni
Terence Young öldü
LONDRA (AA) - Sean Connery'nin Ajan 007'yi
canlandırdığı birinci, ikinci ve dördüncü James Bond
filmlerinin yönetmeni Terence Young öldü. ÖKim nedeni
kalp krizi olarak bildirilen yönetmen. 79 yaşındaydı.
Young'ın yönettiği ve ilk James Bond filmi olan 1962 yılı
yapımı 'Dr. No\ gişe rekorlan kırmıştı. Yine Young'ın
yönettiği, İstanbul ve Venedik'te geçen ikinci James Bond
filmi 'From Russia with Love-Rusya'dan Sevgilerle' 1963
yılında gösterime girmiş ve eleştirmenlerce çok beğenilmişti.
Terence Young, Guy Hamilton'ın yönettiği 'Goldfınger -
Altın Parmak'tan sonra, dördüncü Bond filmi
'Thunderball'u da yönetmişti. Çin'in Şanghay kentinde
doğan Young, Cambridge Universitesi'nde öğrenim
görmüş, sinema eleşü'rmenliği ve senaristlik de yapmıştı.