29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9EYLÜL1994CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Mazlumve kahraman• Sinemamızın unutulmaz ismi Yılmaz Güney'i Paris'te toprağa vereli tam 10 yıl geçti.Türkiye,Yılmaz Güney için çok şeyler yaptı. Onu hapse attı, eziyet etti. Filmlerini yasakladı, en önemlisi fılmlerini yok etti. ORALÇALIŞLAR Sinemamızın unutulmaz ismi Yümaz Güney'i, yadellerde, Paris'te toprağa vereli tam 10 yıl oldu. Gü- ney, 9 Eylül 1984'ten bu yana Pa- ris'in kahramanlar mezarbğı Pere Lachez'de yatıyor. Bu mezarhkta Jim Morrison'dan Oscar VVUdea, Yves Montanddan Simone Signoret'ye kadar bir çok tarudık ismi görebilirsiniz. Me- zarlığın asıl ünü ise Paris Komün- cülerinin kurşuna dizildiği yer ol- masından geüyor. Kaderin garip cilvesi, Adana'da yoksul ve garip bir kûrt ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen, yaşamak ve ayakta kalmak için dişiyle tırnağıyla dövü- şen ve ülkemizin dünya çapında tanınan bir sinemaası olan Yılmaz Güney de Paris Komüncülerinin yanıbaşında yatıyor. 104 kayıpfilmihâlâ bulunamadı, aramayı sürdüreceğiz Ölümünün 10. yılında Yılmaz Güney, Türkiye'de, Avrupa'nın çe- şitli şehirlerinde anılıyor. Sanat der- gileri, Güney'in sinemaa kişıliğiru ele alan incelemeler yayınbyorlar. Güney'in bugüne kadar karanlıkta kalmış yurtdışına kaçış öyküsü, kaçışın bir numaralı tanığı ve kaçışm örgütleyicisi Nihat Behram tarafından resim ve filmleriyle bir- likte Milliyet gazetesinde ve Milli- yet Sanat Dergisi'nde anlatıldı. Yıllarca, fılmlerine yasak konan ve imha edilen, adının ve isminin bile anılması suç sayılan Yılmaz Güney sinema ve sanat dün- yamızm yeniden gündeminde. Si- nemamızda bir döneme damgasını vurmuş Yılmaz Güney'in belgesel özellikteki 104 fılminin kayıp ol- duğunu ve hala bulunmaflığını ay- lar önce yazmışük. Yetküilerin bu konuda harekete geçmesini istemiştik. Kimseden ses seda çıkmadı. Filmlerin üzerine dö- külen askeri yönetimin ölü toprağı hala yeni yerinde duruyor. Belleği zayıf b r ülkenin belleği zayıf yöne- ticilen. bu konuyu konuşmak bile istemiyorlar. Bu gidişle daha uzun yülar Yılmaz Güney'in kayıp fılm- lerini aramaya dcvana edeceğiz. Artık Yılmaz Güney aramızda yok. O hakkını arayamaz, kaybo- lan fılmlerinin ortaya çıkması için bir şey yapamaz. Yasaklann kalk- ması için de bir şey söyleyemez. Za- ten filmler ve Yılmaz Güney üze- rindeki ölü sessizliği, bugün artık aramızda olmayan bu büyük sine- ma ustasının sorunu değil. Sorun, demokrasi ve özgürlük arayan Türkiye'nin. Yılmaz Gü- ney'leriyle, Nazım Hikmet'leriyle, Yaşar Kemal ve Aziz Nesin'leriyle kendi ülkemizin büyük insanlanna göstereceğimiz ilgi ve onlara vere- ceğimiz değer, bizim değerimizin ölçüsü olacak. Bugüne kadar bu ölçünün uluslararası standartlann çok altında seyrettiği bir gerçek. Ölümünün 10. yılında Yılmaz Güney'in insan ve sanatçı kişiliği üzerine küçük bir araştırma yaptık. Onu yakından tanıyan veya sa- natını değerlendiren yazılan ve ko- nuşmalan inceledik. Güney'in ken- di dilinden, kendini ve sanatını de- ğerlendiren konuşma ve yazılannı aktanyoruz. Yılmaz Güney bir efsanedir, bir mitostur Sinema yönetmeni Engin Ayça, Yılmaz Güney'i bir efsane olarak değerlendiriyor. Onun bir efsane olmasmın nedenlerini irdelerken şunlan söylüyor: "Evet Yılmaz Güney bir efsane- dir. Bir mitostur. mitik bir kişiliktir. Ama bir tek Güney mitosundan söz etmek doğru olmaz. Bugün, bana göre, fiç ayn Güney mitosunun variığını saptayabfliriz. Bunlar üç ayn Güney dönemine ve toplumsal katmana karşıuk getirler 1. OyuDcu Yılmaz Güney'in geniş seyircide oluşturduğu, halk kahra- manı. popüler, Güney mitosu. Ma- saDanmızdaki kahraman geleneği- nin sjoemamızda devamı gibidir, o çtTgimn içinde yer almaktadır. 2. Yönetmen Yılmaz Güney'in kültür çevresinde oluşturduğu sa- natçı (sinemacı) Güney mitosu. Gü- ney'in salt oyunculuk dönemine ilgi- siz kalmış, hatta o dönem Güney'e 'yüz vermemiş'j'aydın' kesinı ve kültür çevreleri ilkin "Seyit Han" 'la ama asıl "Umut" fUmiyle 'sine- maa' Güney'i keşfetmiş ve ona o yö- nöyle sahip çıkmış ve kendi Güney mitosunu yaratmtştır. 3. Genç kuşak içinde, özelUkle Avnıpa'daki göçmen Türkler arası- nda oluşmuş 'siyasal' kimlikli Güney ' mitosu. Filmlerini (son bir kaçı djşmda Sürü. Yol. Duvar gibi) hiç seyretmemiş, bir ölçüde siyasal içe- rikli yazılannı okumuş sol gençlik gruplannın oluşturduklan 'sol ve Kürt söylemli' Güney mitosu. Bu çevreler için siyasal söylem, sanatçı- (sinemacı) söylemden önce gel- mektedü-." Sinemaa Engin Ayça bu sap- tamalannı daha da aynnülandı- nyor ve Yılmaz Güney'in, Güney mitosunu kendisinin tasarlayıp beklentiler içindeki topluma sun- duğunu ve bu mitosu kendisinin yarattığını belirtiyor. Yılmaz Güney'in yaşamı, Türki- ye'deki her aydın ve muhalif insan gibi, sıkıntılar, aalar ve zorluklarla doludur. Zorluk dünyaya gelme- siyle birlikte başlar. Kendisi ailesini ve çocukluk yıllannın aalannı şöy- le anlatır: "Anamın adı Güllü. Muşlu bir Kürt. Cibran asiretinden. Zengin bir aileden. 1. Dünya Savaşı'nda Rus or- dulanndan kaçıp Adana taraflanna gelmişler. Annem ve babam Adana'- da tanışmış ve evlenmişler. Ne bir karış toprakları, ne de bir yerden ge- lirleri varmıs. Çok sürünmüşler, çok acı çekmişler. (...) Yedi yaşına kadar, daha doğrusu babam eve ikinci kansını getirene kadar, mutlu bir çocukluk geçirdiği- mi söyleyebilirim. Babamın ikinci evtiliğinden sonra evimiz tam bir ce- henneme döndü. Babam sık sık an- nemi dövüyor, bizleri evden kovu- yordu. Benden iki >aş küçük Leyla adında bir kızkardeşim >ardır. Ba- Yılmaz Güney, sinemada ya- rattığı kişilikle kendi kişiliğini bir anlamda birleştirir. O, yaşamda aalan göze alan adamı oynarken, fılmlerinde de bu karakter ön plana çıkar. Güney, sınemacılığının en verimli dönemini yaşarken 12 Mart 1971 askeri darbesi gerçekleşir. O dönemin başkaldıran gruplanna Yılmaz Güney doğal olarak ılgisiz kalmaz. Mahir Çayan ve arkadaşlanyla ilişkisi nedeniyle tutuklanır ve 12 Mart dönemini cezaevinde geçirir. 1974 Af Kanunu'yla dışan çıkar çıkmaz sinemaya bıraktığı yerden devam eder. Ama, artık onun için yeni bir dönem başlamıştır. "Arka- daş" filmi bu birikimin ürünü ola- rak ortaya çıkar. İkinci fılm ise bir çok uluslararası ödül kazanacak olan "Endişe" filmidir. Bu fılmin çekimi sırasında bili- nen trajik olay gerçekleşir. Yumur- talık hakiminin öldürülmesi, Yılmaz Güney'in Türkiye'de özgür yaşama olanağını tamamen orta- dan kaldınr. Uzun hapislik yıllan başlar. Yılmaz, hapiste de boş durmaz. • Yılmaz Güney, 50 yılhk ömründe hep yaratıcı kişiliğini öne çıkardı. Sinema tarihimizde kalıcı izler bıraktı. Siyasi yaşamımızda izler bıraktı. Ölümünün üzerinden tam on yıl geçti. Yılmaz Güney'in ne yapıp ne yapmadığmı tartışmaktan daha önemli olan, Türkiye, Yılmaz için ne yaptı sorusunusormak gerekir. bamuı kudurduğu günlerde, bahçe- mizdeki koca dutla iki eğri incirin altında gecelerdik. Annem, ben ve Ley la kaç kez Yenice'den > üriiyerek Adana'ya gitmişizdir. Annem yol boyu ağlar, Kürtçe hüzünlü bir takım şarkılar okurdu. Kızkardeşim de, ben de anadilimizi pek bilmiyor- duk, ama yine de annemizin gözyaş- lan içinde dinlediğimiz şarkılannı anlardık. O sıralar bana, çektiğimiz actlaruı hiç sonu gelmeyecek gibi ge- lirdi >e annenün acüı hallerini daha fazla görmemek için ölmek ister- dim." Küçük Yılmaz büyük sıkınülar içinde büyür. Büyüyünce de çilesi bitmez. Yazdığı bir öykü nedeniyle tutuklarur ve çok heves koyduğu si- nemadan yıllarca ayn kalır. Ama acılar onu bir bakıma yırtıa ve tuttuğunu kopanr hale ge- tirmıştir. Sinemada ayakta kalabil- mek için olağanüstü bir çaba har- car. İlk çıraklığını Atrf Yılmaz'ın yanmda yapâr. Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney'in ilk sinema döne- mini şöyle anlatır: "Kendisine bir rol teklif edildiğinde, önce iddiasız bir biçimde senaryoyu soruyor. Se- naryo varsa; "İzin verirseniz üzerin- de biraz da ben çalışayım' diyor. Se- naryo ortada yoksa, 'İsterseniz ben yazabılınm ' diyordu. Burada ya- zarlık yeteneği, senaryoculuğu, sine- macılığı imdada yetişiyor, kısa süre içinde de olsa, oynayacağı role dik- kat cekecek, hatırda kalacak, hitap ettiği seyircinin istekleri doğrultu- sunda bir takım özellikler katmayı başanyordu. Karşıhğında para ödemedikleri bu çahşma, kuşkusuz yapımcının da vö- netmeninin de işine geliyordu. (Ör- neğin konuşması oldukça az olan küçük bir rolü bütün konuşmaları çıkarıp, film boyunca hiç konuşma- > an bir karakter haline dönüştürdü- ğiinii ve bu tipin, doğal olarak, fılmin en dikkat çekici kişisi olup çıkbğını hatırlıyorum." Başkaldıran adam beüibirşeyifeda etmeyi göze alandır Çaba, yetenek vehırs, YümazGü- ney'in zorluklan aşmasına yol açar ve ülkenin en etkili oyunculanndan ve yönetmenlerinden birisi haline gelmesini sağlar. Bu arada Güney mitosu da adım adım şekilenmeye başlar. Kendisi bu mitosun nasıl or- taya çıktığını şöyle anlatır: "Şimdi bu olaya sadece bir sinema olayı olarak bakmamak gerekir. Bu olaya toplumsal bir olay olarak bak- mak gerekir. Ben bu kanıyı taşıyo- nım. Şimdi Yılmaz Güney'in özel- Ukleri nedir? Halk niye tutuyor Yılmaz Güney'i? Birincisi, Yılmaz Güney baş- kaldıran bir adamdır. Bugün ülke- de birtakun sıkıntılar. zorluklar için- de olan bütün insanlar bu başkaldırı özlemini taşıyoriar. Başkaldıran adam beUi birşeyi feda etmeyi göze alan adamdır. Hiç olmazsa ömrünün belli bir kesimini, hiç olmazsa birtakun acdara karşı karşıya kabnayi göze alan adamdır." Yönetmenlik ve senaryo yazarlığını sürdürür. Cezaevinden bir çok fıl- me imzasını atar. Bu arada daha yoğun siyasi ilşikler içine girer. Si- yasi ağırlıklı dergiler çıkanr. Yılmaz Güney, 12 Eylül askeri darbesi geldiğinde cezaevindedir. İçerde yaşammdan endişe etmeye başlar ve yurtdışına kaçma planlan yapar. Bu planlannı sonunda ger- çekleştirir ve 1982 yılında Fransa'- ya iltica eder. Paris'te fılmciliğe bıraktığı yer- den devam eder. Daha sonra bir çok tartışmalara yol açacak ünJü "Yol" fılmiyle Cannes FUm Festi- vali'ne katılır ve bu festivalde en büviik ödülü Yunanlı yönetmen Costa Gavras'ın "Kayıp" filmiyle paylaşır. Türkiye, Yılmaz Güney ayıbını da üzerinde taşıyor Güney'in trajik yaşamı, yine tra- jik bir şekilde sona erer. En verimii çağında hastalanır ve 1984 yılında Paris'te yaşama gözlerini yumar. Onunla uzun yıllar her türlü sıkıntıyı paylaşan eşi Fatoş Güney, Yılmaz Güney'in son günlerini şöy- le anlaür: "Yılmaz'ın hastalığı bence Türki- ye'de başlanuştı. O konuda da ka- famda şüpheler var. Midesinden hep şikayetçiydi. Nasıl oldu da bir çok kereler devlet hastanelerine çıktığı halde kendisine sağlam raporu veril- di de geri gönderikü? Çünkü Fran- sa'da ameliyatını yapan doktor, Fransa'nın en ünlü profesörü bana 'En az iki sene önce başlamış has- talık' dedi. Hastalık 1982'de baş- lamış. O zaman ben profesöre YH Imaz'a hastalığı sövlemeyelim de- miştim. Profesör çok az bir ömrii var dedi. Fakat berhalde Yılmaz biliyor- du. Çünkü, 'Bir beş sene daha yaşa- yabilsem' diyordu. 'İstediklerimi hayata geçirebilsem' demek istiyor- du." Yılmaz Güney, 50 yıllık ömrün- de inişlerle çıkışlarla, uzun tartı- şmalara yol açacak tutumlanyla hep bir şeyler yaptı. Hep yaratıa ki- şiliğini öne çıkardı. Şu bir gerçek ki, sinema tarihimizde kaha izler bıraktı. Siyasi yaşamımızda izler bıraktı. Ölümünün üzerinden tam on yıl geçti. Yılmaz Güney'in ne yapıp ne yapmadığmı tartışmaktan daha önemli olan, Türkiye, Yılmaz için ne yaptı sorusunu sormak gere- kir. Evet, Türkiye Yılmaz Güney için çok şeyler yaptı. Onu hapse attı, eziyet etti. Filmlerini yasak- ladı, en önemlisi filmlerini yok etti. Bu ayıp hala ülkemizin üzerinde duruyor. Hala bu büyük sinema ustasının filmleri ortada yok. Ama ülkemizde, hala düşünen insana baskı var eziyet var. Hala, sanat ve edebiyat dünyamızm ustalan Ya- şar Kemal'ler, Aziz Nesin'ler çeşitli engellerle karşı karşıya. Kitaplan hala okullara giremiyor. Türkiye bir çok ayıbının ya- nında, Yılmaz Güney ayıbını da üzerinde taşıyor. Yılmaz Güney'i on yıl sonra, sevgiyle özlemle anı- yoruz. Ölümünün 10. yüında Yılmaz Güney, Türkiye'de, Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde anılıyor. Hâlâ bu büyük sinema ustasmın filmleri ortada yok. Bu ayıp ülkemizin üzerinde. YEDİRENK UĞUR KÖKDEN 'Güneyli Bayan'ın Defteri Lillian Hellman ı tanıyor musunuz? TV'de izlediğimiz görkemli Julia filminden ya da Ren Bekçileri'nden anımsayanlar var mı? 12 Eylül'ün ardı sıra önce Ankara'da AST'ta, sonra İstanbul'da seyretti- ğimiz Güneyli Bayan oyunundan? Sanırım, yazmış oldu- ğu Küçük Tilkiler bile bir yerlerde oynatılmıştı. Belki, rad- yoda. Ayrıca, geçen yıl, Pentimento adıyla anılarının bir bö- lümü dilimize çevrildi (Mitos yayını). Bu yılsa, Remzi Ki- tabevi'nden Güneyli Bayan'ın Özel Defteri başlığıyla, gene anılarının ilkini oluşturan "Bitmemiş Kadın" günı- şığına çıktı. Mc Carthy günlerini yansıtan Şarlatan- larDönemfmn çok daha önceden ve iki ayn baskı yaptığı (sonuncu Can Yayınları'ndan) göz önüne alınırsa ya- zarın anılarından oluşan bütünde tek bir taşın eksik kaldığı görülür: "Belki". Yazık ki anıların yayım tarihiyle Türkçe çevirileri ters bir sıralama gösteriyor. Özel Defter (1969), Pentimento (1973), Şarlatanlar Dönemi (1976) ve Belki (1980). Hell- man'ın gözüpek ve lezzetli anılarını okumak isteyenlerin yazarın sıralamasına uyması, sanırım, daha uygun ola- cak. Amerikan tiyatro tarihinde belirli bir bir yere sahip olan yazar, aynı zamanda on beşi aşkın senaryoya da imzasını atmış bulunuyor. Anılarıysa altmış yaşın üstün- deki bir dönemin süzgecinden imbikleniyor. Defter, bu bakımdan çocukluktan bu yana gelen bir yaşamın sorgulanışı. Varhğın kendi benliğiyle öfke için- de hesaplaşması. Geçmişten gizemli kokular ve ipuçları taşıyan yönlendirici bir belge. Ya da çok sayıda günlü- ğün bir araya gelerek bileşkeyi oluşturması. Oysa Pentimento, dört kişiyi sergiler; elbet, biri Julia olmak koşuluyla. Bir de yazarın tiyatro dünyasıyla ilişki- leri, o dünya için ürettiğinin gölgede kalan öyküsü. Do- layısıyla, Pentimento'nun "portreler" galerisi, aslında Defter'deki son üç isimle başlar: Dorothy Parker, Helen ve Dashiell Hammett. Bu durum, aynı zamanda, her iki kitabı birbirine köprülemekte. Sonuncu isme, "Ince Adam"a gelince, yazarla otuz bir yıl sürmüş bir birlikteli- ğin öznesi. Dash, elbet her anıda yer alacak. Almış da. Uretilen ya da paylaşılan düşüncede, ortak yaşanmış günlerde, hırgürlü gecelerde, kısaca yavanlıktan ve dü- zayaklıktan uzak bir yaşamın girinti veçıkıntısında. Üste- lik, hep utangaç birdille. Hellman'ın anılarını oluşturan günlükler, yalnız 1937-67 arası otuz yılı kapsamaz. Onun altyapısı niteli- ğindeki ilkgençliği, birinci evliliğini, 1929 Avrupası'nı., Nazilerin yükselişini "dinginlik ve sabırsızlık duygularıy- la karmakanşık, amaçsız dolaştığı Paris yılları'ru da içe- rir. Hesapsız, kumarbaz, serüvenci bir yaklaşımla ya- şadığı zamanı. Açıkça görülüyor ki yazarın kültürel benliği güneylilik kumaşından dokunmuş. İki uçlu bir mıknatısın kuzey kut- bu New York'sa güney kutbu da New Orlans. Orada doğ- muş, çocukluğu orada geçmiş. Incir ağacında yaşayan, onunla bütünleşmiş, onu sırdaşı saymış birçocuk. Biraz büyüdükçe, kokulu, deri ciltli eski kitapların satıldığı Fransız mahallelerinde dolaşıyor. Gülmeyi, örgü ör- meyi, nakış işlemeyi, dikiş dikmeyi, ördeklerin tüyünü yolmayı, canlı tavuk kesmeyi, kaplumbağa çorbası pişir- meyi oradja öğrenmiş. Güney'de. Ancak "güneyliliğin"öbüryüzü, beyaz-zenci ilişkileri. iki önemli zenci çehreye, Hellman'ın anılarında özellikle rastlarız; Sophronia ve Helen. Birinci, belirli bir yaşın in- sanı. Bir bilge yaşam kılavuzu. Anneden daha yakın, daha etkili bir "anne". Öbürü, Helen, uzun yıllan kapsa- yan bir iş ve mutfak arkadaşı. Kendine özgü bir kadın. Her ikisiyle de, güçlükler ve mutluluklar yaşamış yazar. Onlar, ondan bir parça. Sonunda, on yedi yaşında bile her şeye karşı açıkça isyan eden, utangaç, korkak, bu yüzden fazla gururlu, fazla duyarlı, fazla cesur bir genç kız çıkar ortaya. Yıllar geçince de adalet düşkünlüğü eksilmez. Gözüpek, sert, ısırıcı, keskin, korkuya karşı meydan okuyan, öfkeli bir kişilik onda hep ağır basar. "Hep güç yolu seçen birisi" olarak tanınıyor. Ona "yalancı ve zorba" diyenler bile çıkmış, zaman içinde. Hellman'ın bu ilk bölüm anıları, ana eksen olarak Ispanya Iç Savaş Günlüğü'y\e Sovyetler Birliği notları- ndan oluşuyor. Hepsi savaşlı günlerin, cephe arkasının ve savaşın tanıklıkları. Yazık ki 1937 tarihli Moskova yol- culuğu günlüğü yok olmuş. Yazarın hareketli yaşantısının kuşkusuz en ilginç dili- mi, savaş içinde, beş ay süren uzun cephe yolculuğu. Alaska, Sibirya, Yakut ili, Moskova.. ve sonra cephe: Kiev, Lublin (Mrş. Zukov'un karargahı), Varşova önleri, Maidanek Toplama Kampı (Polonya).. ve, Leningrad. Defter için özenli ve nesnel bir önsöz kaleme alan Bu- ket Uzuner, bu yazısıyla aynı zamanda bir tartışmaya da kapı açmış. O da, "Julia" senaryosunun öyküsüne ve malzemesine karışan öğelerin/kişilerin gerçeklik pay- ları. Anılarıyla, satırsatır Hellman'ı tanıyacakokur. Onunla birlikte olayların içine karışacak. Geçmişi yeni baştan değerlendirecek.Defter bitince başlangıçtaki soru, yerini yenisine bırakmış olacak: Şimdi onu tanıdığınıza göre, Hellman'ı seviyor musunuz? Evet, Güneyli Bayan'\ seviyor musunuz? 'Avrupa Caz Festîvalleri Birliği' toplantısı İstanbul'da yapılıyor Kültür Servisi - Avrupa Caz Festivalleri Birliği'nin 1995 yılına dönük hazırlık toplantılannın ilki İstanbul'da gerçekleşiyor. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Uluslararası Caz Festivali'nin de üyesi olduğu birlik, yıllık olağan toplantısını 9 ve 10 eylül tarihlerinde The Marmara Oteli'nde yapıyor. Avrupa'nın her ülkesinden bir festivalin üye olabildiği birliğin toplantı süresince tartışacağı konular arasında. festivallerin finansal destek portreleri. 1995 yılı program çalışmalan ve ünlü rock grup ve yıldızîannın caz festivalleri programlannda 'unplugged' konserler vermesi bulunuyor. "Unplugged" konserlerde elektronik müzik en aza indirgeniyor. Montreux. Nort Sea, Pori, Umbria gibi Avrupa'nın en gözde caz festivallerinin üye olduğu toplantının organizasyonunu, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı üstleniyor. James Bond filmleri yönetmeni Terence Young öldü LONDRA (AA) - Sean Connery'nin Ajan 007'yi canlandırdığı birinci, ikinci ve dördüncü James Bond filmlerinin yönetmeni Terence Young öldü. ÖKim nedeni kalp krizi olarak bildirilen yönetmen. 79 yaşındaydı. Young'ın yönettiği ve ilk James Bond filmi olan 1962 yılı yapımı 'Dr. No\ gişe rekorlan kırmıştı. Yine Young'ın yönettiği, İstanbul ve Venedik'te geçen ikinci James Bond filmi 'From Russia with Love-Rusya'dan Sevgilerle' 1963 yılında gösterime girmiş ve eleştirmenlerce çok beğenilmişti. Terence Young, Guy Hamilton'ın yönettiği 'Goldfınger - Altın Parmak'tan sonra, dördüncü Bond filmi 'Thunderball'u da yönetmişti. Çin'in Şanghay kentinde doğan Young, Cambridge Universitesi'nde öğrenim görmüş, sinema eleşü'rmenliği ve senaristlik de yapmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle