Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8AYFA CUMHURİYET 7TEMMUZ1992SAU
12 DIZIYAZI
12 Eylül'ün gerçek nedeni Özal türü serbest piyasa ekonomisine geçişe jandarmalık etmektir
Yeni Sagfın yükseliş nedenleri• II
EKONOMIKOZELLEŞTIRME
İDEOÜOJİK DEVLETLEŞTİRME
IYURDAKUL FİNCANCI
12 Eylül 1980 askeri müdahalesınin
görünürdeki nedeni, siyasetin tıkan-
ması ve silahlı sağ-sol çatışmasıdır.
Gerçekte, bu iki neden, müdahale için,
çok hakh gibi görünen mazeretler ol-
muştur. Asıl neden, Özal türü serbest
piyasa ekonomisine geçişe jandarma-
lık etmektir.
12 Eylül öncesinde, ekonominin ta-
sarruf, yatınm ve üretim kesıminde
gözlenen tıkanmalar üzerine çok şey
yaaldiğı, çok şey söylendığ) için, o ko-
nuya geri dönecek değiliz. Ama birkaç
cümleyle özeüersek, 24 Ocak Karar-
lan'nın ve o kararlara dayalı olarak,
daha sonra askeri dönemde ve ertesin-
de Özal'ın gelişürdiği modelin tek
amacı, kaynaklann bölüşümünü yeni-
den düzenlemektir. Devletin sanayi-
leşmedeki rolüne kesinlikle son veril-
miştir; sanayileşme, serbest piyasaya
ihale edilmiştir.
Bu ihalenin koşullan bellidir. Ücret-
leri düşük tutmak; düşük değerde
Türk Lirası esasına dayalı olarak ihra-
catı arttırmak ve dışandan kaynak
akışını sağlamak; yüksek faizlerle ta-
sarnıfu teşvik etmek ve bankalann
elinde toplanan kaynaklan özel teşeb-
büseaçmak...
Bu yolun, sanayilesmeyi saglamadı-
ğı ortadadır. 10 küsur yılbk bir dene-
yim göstermişür ki, Türkiye'nin yaün-
ma yöneltebileceği kaynaklar artma-
mış, tam tersine daralrruşür. Dış
borçlann büyümesi nedeniyle Türki-
ye, sürekli dışan kaynak aktanr bir
duruma gelmiştir. Yüksek faiz, sanayi
kredisine dönüşerek yatınmlan tır-
mandırmamış, sadece bir rantiye sırufı
yaratmışür.
Gönfillûjandarmalık
Bunlar işin ekonomik yarudır. Bizi,
konumuz açısından ilgılendiren nokta
ise, bu modelin bekçiliği görevini,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, gönüllü
olarak yüklenmesidır. Kapalı kapılar
ardında yüriitülen siyaset de devleti
belli bir ideolojiyle yükleme işlevini, 12
Eylül ardından kolayca başarmışür.
özal ve partisi ANAP, 24 Ocak Ka-
rarlan'nı izleyen birkaç yılhk dönem-
de, başta ordu olmak üzere devlet
mekanizmasına, serbest piyasa ideolo-
jisini yüklemeyi gerçekleştirmiştir.
Bugün devlel, serbesl piyasa ideolo-
jisine öylesine kapılanmıştır ki, sosyal
demokrat partilerimiz bile, bir tür pi-
yasa düzeninden yana olduklannı ilan
etmekıen geri durmamaktadırlar. Oy-
sa, 12 Eylül olmasaydı, Türkiye'de
olağan koşullarda, Atatürkçü siyasal
ve ekonomik devletçiliğj izlemesi gere-
ken düzenin, sosyal demokrat ideolo-
jiye yatkın bir düzen olması gerekirdi.
Çünkü sağlam bir özel teşebbüs kapi-
talizmi yoktu; halkta hizmeti devletten
bekleme geleneğı sürmekteydi; ekono-
mik yapının temeli devlet kapitalizmi-
ne dayabydı; halkta, gücünü dinden
alan bir sosyal yardımlaşma geleneği
henüz etkindi. Bütün bunlar, sosyal
•demokrasinin bekleme odası sayılmak
gerekirdi.
Atatürkçü siyasal ve ekonomik dev-
letçilik, geçirdiği değışık aşamalarda,
sosyal demokrasi için, üç ayn açıdan
eh/erişji bir ortam yaratmıstı.
Birincisi, siyasal devletçiliğin top-
lumdan esirgediği liberal özgürlükleri
savunan bir sosyal demokrat hareket,
toplumdaki demokratik değisim ihti-
yaanın temsilcisi olabilırdi. Ozellikle
orta sımflann temel hak ve özgürlük
istemlerini, nasıl Batı'da on dokuzun-
cu yüzyılın ikinci yansında, Iiberal
partiler temsil etmişse, Iiberal parti ge-
leneği olmayan Türkiye'de aynı istem-
leri, sosyal demokrat bir parti temsil
edebilirdi.
tkincisi, Yeni Sağ'm, egemen devlet
ideolojisi olduğu günümüzde bile özel-
likle geri kalmış yörelerimizde, halkm
fabrikayı hâlâ devletten bekliyor ol-
ması gerçeğjdir. Devletin elini sanayi-
den tamamen çekmeyi amaçlayan
Özal türü Yeni Sağ'ın karşısına, sosyal
demokrasi, halkm sanayid devlet bek-
lentilerini pekâlâ koyabilirdi.
Üçüncü nokta da şudur: Siyasal ve
ekonomik devletçilik, kıt kaynaklann
da zorlamasıyla sosyal refah ve hizmet
devletini sürekli ertelemişti. özal türü
serbest piyasa anlayişı ise, ertelenen
sosyal refah ve hizmet devletini, adeta
devletin görevj olmaktan tümden çı-
karmıştı. Sosyal demokrat hareket
için bu açıdan çok elverişli bir ortam
vardı; loplumun sosyal devlet beklen-
tilerinin tcmsilcisi olabilirdi
diği için, Yeni Sağ siyasel, doğal praük
haline dönüşmüştür.
Ve nihayet üçüncü öğe. eski Sovyet-
ler Birliği'nde Mihaıl Gorbacov'un
1985'te başlatuğı perestroyka devrimi-
ni izleyen gelişmelerdir. Stalinizmin
çökmesiyle sonuçlanan Gorbaçov ha-
reketi olmasaydı, Batı'da ömrünü za-
ten dolduran Yeni Sağ ideoloji, 1990'-
lara girerken, tarihin çöplüğüne aül-
mış olacaktı. Ama perestroyka
devrimini izleyen gelişmeler, Yeni
Sağ'm ömrünü uzatmışür.
Yeni Sağ ideolojinin, egemen devlet
ideolojisi haline gelışine karşı savaşım
verirken, iki evrensel boyutlu olgunun
doğru tahüli çok önemlidir. Birincisi
kapilalızmın 1970'lerdeki evrensel bu-
nalınudır; ikincisi eski Sovyetler Bir-
liği'nde perestroyka hareketine ve
bugünkü gelişmeleıe yol veren sosya-
list planlamanın kendı eliyle yarattığı
açmazlardır.(l)
önce, kısaca. 1970'lerde tanık olu-
nan kapitalist evrensel bunahma ana
çizgileriyle değinelim. Kapitalist eko-
nominin ana dayanağı olan arz-talep
ilişkisi, 1970'lerde artık gecerliğini yi-
tirmiştir. Arz-talep ibşkısi, piyasada
gerek fıyatlann oluşumunu, gerek
kaynak dağıUmını, gerek ücretleri be-
lirleyici bir ilişki olmaktan çıkmıştır.
Arz-talep ilişkisinin işlerlikten çıkma-
sı, ekonomideki dengeleri gitükce boz-
mağa başladığı ölçüde, sosyal demok-
rat hükümetlerin ekonomiye, parasal
ve bütçe yoluyla müdahaleleri de gide-
rek artmıştır. Bu müdahaleler, ekono-
mik dengeleri yeniden kurmak yerine,
o dengeleri daha da altüst eden bir enf-
lasyona yol vermiştir. O tarihlerde
sol sıyasetm handıkaplı olması değıl-
dir; sol ideolojinin de hahdikaplı ol-
masıdır. Bir yandan sosyal demokrasi,
bir ideoloji olarak ortaya çıkmakta ye-
tersiz kalmıştır. Bir yandan medya ve
bazı sivil toplurn örgütleri ve bazı ey-
yarna yazarlar, Özal'vn Yeni Sağ felse-
fesi için seferber olmuşlardır. Bir yan-
dan Sovyetler'deki perestroyka devri-
mi ve onu izleyen gelişmeler çarpıüla-
rak yansıülmıştır. Böyle bir ortamda
doktriner olmak, sol bir ideoloji güt-
mek neredeyse büyük günah haline
gelmiştir.
Bu ortamda sosyal demokrat ideo-
loji de Yeni Sağ'ın rotasına girmiştir.
Oysa politik yanşla ideolojik yanş bir-
birinden çok farklı şeylerdir. Politik
yanş, güncel toplumsal sorunlara han-
gj partinin daha iyi yarat bulabileceği-
ne ilişkin yanştır. İdeolojik yanş ise
partilerin yaratılmasım öngördükleri
toplumsal ilişkiler düzeni için yanştır.
Partiler, güncel sorunlan, bir gündelik
poliükanın merceğiyle, bir de ideolojik
mercekle görmek ve yansıtmak duru-
mundadırlar.
İdeolojinin ayıp sayıldığı günümüz-
de, sağ ve sol ideoloji'ler için çifte stan-
dart kullanılmaktadır. Sağ ideoloji,
kendini devlet malı ideoloji haline geti-
rirken. yandaş kalemleriyle öyle bir
hava yaratmıştır ki. sol ideolojinin
adını bile ağzına almak ayıp sayılır ol-
muştur. Oysa sosyal demokrasinin
bugünkü en ivedi gereksinimi, kendisi-
ne bir ideoloji tabanı yaratmak ve
temel ideolojik tahlillenyle Yeni Sağ
ideolojinin ipliğini o çok beğenilen ser-
best pazara dökmekür.
Aynı şey, reformcu muhafazakâr
•Yeni Sağ ideolojinin egemen devlet ideolojisi haline gelmesinin günahı,
öncelikle 12 Eylül rejiminin depolitizasyon siyasetinde aranmalıdır. Eski
Sovyetler Birîği'nde perestroyka devrimini izleyen gelişmeler de 1990'larda
tükenen Yeni Sağ ideolojinin ömrûnü uzatmışür. HandikapU sosyal demok-
rat ideoloji de meydam Yeni Sağ'a boş bırakmıştır.
Sosval demokrasi. 19^()"lcrdc \e
1980'lerde bu fırsaü kaçırmışur. Bu-
gün de kaçırmağa devam ediyor.
Bu söylediklerimizden çıkarmak is-
tediğimiz sonuç şudur: Türk Yeni Sa-
|ı, Batı'da olduğu gibi, sosyal demok-
rasinin yıkıntılan üzerinde yükselme-
miştir; onun var olmadığı, meydanı
boş bıraktıgı bir ortamda egemen ol-
muştur.
Yeni Sağ ideolojinin yükselişinde,
sosyal demokrasinin tarihsel fırsatlan
kaçırmasının yanı sıra önemli üç öğe-
nin de payı vardır.
Birincisi, 12 Eylul mudahalesi önce-
sinde, parlamentonun ukanmasına
bağlı olarak, halkın siyasete güvenini
yitirmesidir. 12 Eylül rejimi, bu güven
eksikliğini kullanarak, askeri yönetim
yıllannda, toplumsal güç odaklannı,
yaygın deyişle depolitize etmeyi, sıya-
setten uzaklaştırmayı kolaylıkla ba-
şarmıştır.
İkinci öğe, Batı ülkelennde kapita-
lizmin 1970'lerdeki evrensel bunalımı-
na ve sosyal demokrasinin gerilemesi-
ne dayalı olarak, Yeni Sağ ideolojinin
entelektüel üstünlük sağlamasıdır.
Moda rüzgârlan, bu alanda daTür-
kiyeyi etkisi alüna almışür. Batı'da
Yeni Sağ'ın yükselişine koşut olarak
uluslararası fınans kuruluşlan da Tür-
kiye gibi ülkelere. Yeni Sağ ideolojinin
ekonomik modelmi dayatmağa başla-
mışlardır. IMF modeli diye bilinen
ekonomik yaklaşım, Yeni Sağ felsefe-
yi yansıur. Bizim gibi ülkelerde ekono-
miyi istikrara kavuşturma çabalan,
IMF devesinin güdülmesini gerektir-
konan adıyla stag tlasyon (durgunluk
ıçınde enflasyon) karşısında, sosyal
demokrasi çaresizlikler içine düşmüş
veentelektüel üstünlüğünü yitirmiştir.
Gerek sosyal demokrasinin açmaz-
lan, gerek reformcu muhafazakâr sağ
anlayışa tepki olarak, arz-talep ilişkisi-
ni yeniden tahtına oturtmayı amaçla-
yan Yeni Sağ ideoloji. öylece ortaya
çıkmıştır. Ama, Yeni Sağ ideolojinin
pratik siyasete aktanldığı hiçbir Batı
ülkesinde arz-talep ilişkisine yeniden
geçerlik kazandmlabilmiş değildir. Bu
ilişki, artık sadece bir efsaneden öte
değildir. Öyleyse, Yeni Sağ ideolojiye
karşı savaşım, her şeyden önce, arz-
talep ilişkisinin artık geçerlı olup ol-
madığıru ortaya koyacak bir tahlil ta-
bamna dayanmahdır.
Aynı tahlil, eski Sovyetler Birliği'-
ndeki merkezi planlamanın açmazla-
nnı da doğnıca ortaya koyacak bir
ikinci boyutu daha içermek zorunda-
dır. Merkezi planlamanın Stalinist
damgalısı şu anlayıştadır. Kapitalist
meta üretiminde üretici toplum için
üretir. O nedenle yaptığı iş sosyal bir
nitelik taşır. Ama üretici, ürününün
sosyal bir ihtiyaca yanıt verip vermedi-
ğini ancak pazarda keşfeder. Emeğin
sosyal niteliği. ancak pazar aracılığıyla
belirlendiği için kapitalist üretimde
emek, dolayh sosyal emektir. Boşa da
gidebilir o emek, karşıhğını da alabilir.
Buna karşılık sosyalizmde emeğin bu
dolayh niteliğj ortadan kalkar. Emek,
doğrudan sosyal emek haline gelir.
12 Eylül döneminin ve onu izleyen
Özal hükümetleri döneminin tek şansı
ıdeolojı ıçın de soz konusu olmak gere-
kır bugün Türkiye'de muhafazakâr
ideolojiyi. Doğru Yol Partisi Genel
Başkanı ve Başbakan Süleyman De-
mirel temsil ediyor. Ama ANAP artık
hükümette olmadığı halde. Yeni Sağ
ideolojisi. devlet mekanizmasına öyle-
sine işlemiştir ki, Demirel dahi, yanm
ağızla bile olsa, serbest piyasa düze-
ninden yana olduğunu söylemeye zor-
lanıyor. Kuşkusuz söylemek istediği.
salt bir ekonomik yaklaşım olarak ser-
best piyasadır: kapsamlı bir ideoloji
boyutunda serbest piyasacıhk akımı
değildir. Çünkü Demirel, her şey bir
yana devletçiliğe ağırlık verir.
Şu anda hükümette ideolojisiz bir
sosyal demokrasiyle, reformcu bir
muhafazakâr parti vardır. Eğer her
ikisi de dayandıklan kamuoyu tabanı-
nın, devletin ağırhk ko>Tnasıyla ser-
best piyasa ideolojisine tümden teslım
olmasını istemiyorsa, bir an önce ken-
di ideolojilerini belirginleştirmelidir-
ler.
Sosyalizmde, ürünün sosyal gerekirli-
ğini belırlemek için pazar gerekli değil-
dir. O gerekirlik, merkezi bir planla-
mayla pekâlâ belirlenebilir. O zaman
emek, planının hedeflerini gerçekleş-
tirmek için harcanırsa, doğrudan sos-
yal emek nileüğjni kazanır. Sosyal
gerekler, üretimden sonra degil. pîan
sayesinde üretimden önce belirlenebi-
lir.
Kapitalizmin serbest pazar yaklaşı-
mının doğruca tahlili, sosyal demok-
ratlar için ne kadar gerekliyse, bugün
modası geçmiş görünen sosyalist mer-
kezi planlama yaiciaşımının taniılı de o
kadar gereklidir. Çünkü merkezi plan-
lamanın çöküşü, Yeni Sağ'ın çarpıt-
ması>la. artık devletçiliğin de sonunun
geldiğı şeklinde değerlendirilmektedir.
Oysa Sovyet türü merkezi planlamaya
dayanmayan bir tür devletçi ve müda-
haleci ekonomi, Türkiye gibi ülkeler
için henüz gecerliğini korumaktadır.
Serbest pazan ve sosyalist planla-
mayı irdelerken, Yeni Sağ akımın or-
taya koyabildiği tek doğru sav, ekono-
mik devletçiliğin, geçmişteki özellikle-
riyle artık Türk toplumu için geçerli
olmadığıdır. Bu noktada sosyal de-
mokrat ideolojinin Yeni Sağ ideolojiy-
le birleşmesi, ama ondan sonrasında
aynlması gerekir. Oysa sosyal demok-
rat partilerimiz, devletçilik tahlillerin-
de düpedüz Yeni Sağ akımın dümen
suyuna gjrmişlerdir.
Serbest pazaralığ^n bir hedefı, dev-
letin ekonomik müdahalecilikten ve
sanayicilikten anndınlmasıyla, bir
uzantısı da daha az devlet sloganıyla,
zaten hizmetlerin en kötüsünü veren
devlet mekanizmasını iyice budamak-
tır. Bu hareket başanya ulaşırsa, etkin
bir hizmet devleti yaratılmayacak,
tam tersine bugünkü yetersiz hizmetle-
ri de yapmayan bir hadım devlet orta-
ya çıkacaktır.
12 Eylül öncesinde ükanan parla-
menter politika mekanizmalan, askeri
müdahaleyle işlerlikten alıkonduktan
sonra, hem yürütmeyi, hem parlamen-
ter politikayı, 12 Eylül rejimi yüklen-
mek zorunda kalmışur. Doğal koşul-
larda, sivil toplum örgütlerinin işlevi
olması gereken parlamenter politika,
böylece bir devlet faaliyeti haline dö-
nüştüğü için, elitist politika yapmanın,
zamanla toplumda yarattığı hoşnut-
suzluklar, doğrudan doğruya devlete
atfedilir olmuştur. Sağ-sol silahlı çatış-
masını durdurmanın devlete karşı ya-
rattığı güveni devletin bizzat politika
yapan politik bir mekanizma haline
dönüşmesıyle ortaya çıkan toplumsal
hoşnutsuzluk silip götürmüştür. Yeni
Sağ ideoloji de entelektüel v? siyasal
üstünlük sağladıktan sonra, halkta bi-
riken hoşnutsuzluğu, devlete karşı,
daha az devletçi bir harekete rahatlık-
la dönüştürebilmişür.
Yeni Sağ ideolojinin, 12 Eylül reji-
minin desteği>le, resmi devlet ideoloji-
si haline dönüşmesinın bir başka so-
nucu, geleneksel devlet bürokrasisinin
de ikinci sınıf bürokrasiye gerilemesi
olmuştur. 12 Eylül öncesinde ve he-
men sonrasında, devlet bürokrasisi
içinde büyük çoğunluk, geleneksel
muhafazakâr ya da aşın sağcı kafada
bürokrattı. Ozal'ın Batı esinli Yeni
Sağ ideolojiye entelektüel üstünlük
sağlaması. o bürükrat kadroyla müm-
kün değildi. Özal'ın 1983 genel seçim-
lerini kazanarak hükümeti kurması-
nın ardından, yurtdışından, Yeni Sağ
ideolojiyi benimsemiş birçok bürokra-
tı devşirmesinin nedenlerinden biri,
mevcut bürokrasinin statik anlayışı-
dır. Devşirilen bürokratlar ekonomi-
nin ve yönetimin hâkim tepelerine
yerleştırilmişler ve serbest pazar ideo-
lojisini devlet malı ideoloji halinde
kökleşürmekte önemli rol oynamışlar-
dır.
Dikkat edildiği zaman görûlür ki as-
gari devlet yaklaşımının başlatuğı se-
çilmiş-atanrnış tartışmalan, seçilmişle-
ri hiç ciddiye almayan o devşirme
bürokratlan değjl, ordu dahil, gele-
neksel bürokrasiyi hedef almışür.
(1) Bu konudaki aynntılı tahliller
için, bkz: Anlatamadım Gitti, Yıbnaz
Yayınlan, 1992, sayfa 234 ve sonrası.
—BlTTl—
'Benim bir bilgim varsa, bunun nasıl bir bilgi olduğunu Delfı Tannsı'ndan dinleyin'
Sokrates^ bilmediğînibiliyordu
• Onun eski arkadaşlanndan biri, bif gün Delfı Tapınağı'na
gitmiş, Sokrates'ten daha bilgin kimse olup olmadığını sor-
muş, Ondan daha bilgin bir kimse bulunmadığı yanıtını almış.
Sokrates şaşmış buna, çünkü ondan bilgili çok insan var. Öy-
leyse Tann ne demek istemiş?...
ATİNA'YA FELSEFE YOUCULUĞU
ARSLAN KAYNARDAĞ
Atina'da kalan son birkaç günümü-
zü yeni yerler, yeni müzeler görerek
geçirmek istedik. Delff deki günlerimi-
zin baştan sona sempozyum etkinlik-
teriyle dolu olacağı anlaşılıyordu.
Arkadaşlardan çoğu Arkeoloji Mü-
zesi'ne yanm günlerini ayınnışlardı.
Binası güzel ve aydmlıkü müzenin,
sergileme iyi idi. Ertesi gün, bir ara
Platon'un okulu olan Akademya'nın
önünden geçtik. Şimdi burada yeni bi-
nalar vardı. Aristoteles'in ders verdiği
Likea (lise) Agora'nın epeyce uzağın-
daydı. Antik lisenin yerinde birtakım
binalar, karşısında Hilton oteli yer al-
mıştı.
fzmir'in Agorası'nı biliyordum .
Atina'nm Agorası'nı ozellikle görmek
istedim. Atina'da yönetimin, toplum-
sal yaşamın olduğu gibi felsefenin
merkezi de agoradır. Felsefe deyince
Sokrates, Sokrates deyince agora akla
gelir.
Agora'nın taşlan Akropol'ün etek-
lerinde uzanıp gidiyor. Bu taşlann
üzerinde eski fılozoflan, Sokrates'in
diyaloglannı düşünerek yürüdüm. O
diyaloglarda sahnenin çoğunlukla
agora ve yöresi olduğunu biliyordum.
Bir yanda ticaret hayatı sürüp gider-
ken, bir yanda da felsefı konular ko-
nuşulup tartışılıyor, bunlan Platon,
Xenofanes gibi yazarlar kaleme alarak
günümüze ulaşmalannı sağhyorlardı.
Agora, Sokrates'in yaşamındaki
birçok olaya sahne olduğu gibi onu
ölüme götüren hukuksal gelişmelere
de tanık olmuştur.
Agora müzesine girdim. Bu küçük
müze, felsefe açısından olduğu kadar,
demokrasi tarihi açısından da önem-
des, ötekinde Sokrates yazılıydı. Bun-
lar orada yapılan kazılardan çıkanl-
mıştı.
Atina'nm ünlü Plaka semti Agora'-
ya çok yakındı. Burada eski Atina,
olduğu gibi korunmaya çalışılmıştı.
Dar sokaklannda şirin dükkânlar, ta-
vernalar. lokantalar. çayhaneler görü-
tapınağını ziyaretle geçirdik. Akde-
niz'dekı tapınaklar zincırinin en gör-
kemlilerinde biri olan Poseidon,
Atina'nm epeyce güneyindedir ve adı-
nı deniz tannsından almıştır. Tapına-
ğın denize egemen bir yükseklikteki
görünüşü gerçekten güzeldi ve gelip
gezmeye değerdi.
Atina'da gezecek, görecek saatleri tüketecek o kadar çok yer vardı ki.
liydi. Yaklaşık 2500 yıl öncesinden lüyordu. Bütün Atina'da öğleden
kalan oy pusulalan müzenin vitrinle- sonra hayat sanki duruyordu. işyerle-
rinde duruyordu. Bunlar kâğıt değil, ri, bankalar kapanıyordu. Saat beşten
çanak çömlek parçalanydı. Kâğıt pa- sonra yeni bir canlılık başlıyor. özel-
halı idi o zaman, az bulunuyordu, likle Plak^'da. şarkılarla, danslarla
böyle işler için kullanılamazdı. dolu, çok hareketli bir hayat yaşanı-
Oy pusulası olarak kullanılan çanak yordu.
çömlek parçalanndan birinde Aristi- Bir yanm günümüzü de Poseidon
Buraya gelirken taşlann bir köşesin-
de Lord Byronln ımzası olduğunu
söylediler. Bütün turistlerin dilinde bu
imza lafı vardı. Ama kimse onu bulup
göremiyordu. İngiliz ozanı buralara
gelmışti. Imzasını atmış da olabilirdi.
• İmza silinmiş, geride söylencesi kal-
mıştı.
Delfı'ye hareket için hazırdık. Bü-
tün Balkan ülkelerinden gelen felsefe-
ciler, Yunanıstan i-elsefe Kurumu'-
nun tuttuğu otobüse binerek yola
çıkük. Delfi, Atina ya otobüsle iki saat
ötede küçük ve sevimli bir şehir. Par-
nassos Dağı'nın eteğinde kurulmuş ve
denizden oldukça yüksek bir konumu
var. Neresine bakarsanız ağaclar için-
de olduğu görülüyor.
Burası eski Yunanhlarca dünyanın
merkca olarak kabul edılırmiş. Delfı'-
deki tapınak o dönemin önemli keha-
net merkezi idi. Tapınakla ilgili söy-
lenceler arasında "kendini bilmek"
kavramı da bulunmaktadır.
Sokrates o ünlü Savunması'nda
"kendini bilmek, bilginlik ve bilgelik"
kavramlanndan söz ederken şöyle di-
yor:
"Benim bir bilgim varsa, bunun na-
sıl bir bilgi olduğunu Delfı Tannsı'-
ndan dinleyin..."
Zira onun eski arkadaşlanndan biri,
bir gün Delfı Tapınağı'na gitmiş. Sok-
rates'ten daha bilgin kimse olup olma-
dığını sormuş. Ondan daha bilgin bir
kimse bulunmadığı yanıtını almış.
Sokrates şaşmış buna, çünkü ondan
bilgili çok insan var. Öyleyse Tann ne
demek istemiş?..
Bunun üzerine Sokrates. her şeyi bi-
lirim diyenleri bulmuş, onlarla konuş-
muş, sorguya çekmiş onlan. Sonunda
şunu anlamış: Gerçekte onlann da
kendisınin de bilmediğj çok şev var.
Ama onlar bılmediklerinin farkında
olmadıklan halde Sokrates bilmediği-
ni biliyor. O zaman demiş ki, Tann
beni bilgin ve bilge diye ilan ederken
her halde bu özellığimi kastetmiş ol-
mah.
StRECEK
A1NKARAN0TLABI
MUSTAFA EKMEKÇt
Tonguç Baba: (6)
Tonguç'un Söyleyemediği
Yalçın Küçük, doğum günü belli değil diye, Ismail Hakkı
Tonguç'u "köylülükle" suçlamış. Benim de doğum yılım,
doğum günüm belli değil. Nüfusa göre, benden büyük ab-
lamla ikiz görünüyorum. Adım Mustafaya, benden kaç yıl
önce doğup ölmüş kardeşimin adı da Mustafa! "Frenk
Mustafendi" adı, o zaman benim değil, onun adı oluyor.
Anam söylerdi:
-Senin adın, kendi adın! derdi. "Atatürk'ün doğum tarihi
belli değil" dedi Engin Tonguç, Yalçın Küçük'e dokundur-
duğu konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Çünkü, kimse o zaman oğlunu gidip de hemen nüfusa
kaydettirmiyor. Neden sonra gidiyor, kaydettiriyor. Onun
için belli değil."
(Yalçın Küçük'ün) gösterdiği kanıt bu. Ondan sonra, da-
ha genel çerçevede işi aldığımız zaman; köylülük mesele-
si, acaba bu derece dogmatik ele alınıp, köyü de reddede-
bilecek bir olay mı bütün dünyada? Buna ek olarak da,
(Yalçın Küçük) tabii şunu söylüyor: "Tarımla hiçbir şey ol-
maz! Endüstrileşmektir esas, halbuki Köy Enstitülerinde
endüstriye yönelik hiçbir çaba yoktu, sadece tarıma dö-
nüktü. Sadece tartm yapılsm, o tarım gerçekleştirilsin,
Türkiye bir tarım ülkesi olsun' amacı güden bir kuruluştur
bunlar" diyor. Bir kez bu yanlış. Çünkü, Köy Ensitütülerin-
de o dönemin koşullarına göre, endüstriye yönelik bölüm-
ler de var Kalkıp da, o dönemde elektronik bilmem ne
atölyesi kuracak değiller ya, o dönemin kendine göre za-
naat sayılabilecek şeyi. O dönemde Türkiye'de endüstri
yok ki; şimdi gençler onlan bilmedikleri için, kafaları çeli-
niyor, ondan söylüyorum bunlan. Türkiye'de o dönemde
endüstri dediğimiz şey, dört tane şeker fabrikası, Karabük
Demir Çelik Fabrikası, üç tane bez-dokuma tabrikası, baş-
ka endüstri yok Türkiye'de.
Olması olanağı da yok, çünkü, savaş çıkıyor, savaş!
Şimdi, dışandan öyle geliyor, Köy Enstitüsü müdürlerinin
mektupları var, yalvanyorlar. "Filan şey çıkmadı" diye.
Bütün bunlan bir kenara bırakıp da "Efendim endüstri yok-
tu!" demek, bir yerde "Ben bu işi iyi incelemedim, o döne-
mi de iyi bilmiyorum" demeye eşit oluyor bence.
Köylüye gelince, köy olayına, köylü olayına, tarım olayi-
na! Bütün dünyada önümüzdeki yüzyılın en önemli proble-
mi beslenme problemi. Çünkü, dünya nüfusu gitgide artı-
yor; istediğiniz kadar endüstrileşin; istediğiniz kadar ileri
ülke olun, başınız belaya tarımı organize edememekten
giriyor. Işte, Sovyetler Birliği'nde oian olay! Insanların
beslenme sorunu ön planda gidecek hep, önümüzdeki yıl-
larda artarak gidecek. Belki laboratuvarlarda yiyecek hap-
ları filan yapılırsa, o zaman tarım denen olay da ortadan
kalkar, herkes hapını yutar, beslenir! Ama, o dönemden
daha çok uzağız. Üstelik Türkiye'de üstünkörü birtakım
gözlemlere dayanarak söylenen bir şey var:
- Efendim, biz endüstrileştik, köyden kente göç var, nü-
fus oranı değişti, tarım değişti!
Nasıl değişti? 1935'te Türkiye'nin nüfusu 17 milyon, in-
sanlarm yüzde 80'i köyde yaşıyor; tarımla uğraşıyor. 17
milyonu, yüzde 80'e oranladığınız zaman aşağı yukarı 12
milyon falan çıkıyor; 12 milyon insan köyde ve tartmla uğ-
raşıyor; 1990'larda Türkiye'nin nüfusu 50 kusür milyon,
yüzde 4O'ı, yüzde 50'si köylerde yaşıyor, tarımla uğraşı-
yor, ediyor 24 milyon. Yani, 12 milyon tanmla uğraşan in-
şan yerine 60 yıl sonra, bugün Türkiye'de 24 milyon tarım-
la uğraşan insan var. Şuradan çıkalım, gidelim en yakın
Ankara köylerine; Ankara köylüsünün telefon, yol dışında
tarım olarak, yaptığı iş, üretici olarak yaptığı işin düzeyi,
1935'lerden, 1940'lardan hani şöyle bir parmak ya yüksek-
tir, ya değildir. Yani, tarım sorunu çözümlenmemiştir he-
nüzTürkiye'de. Öyle mi? Evet, biraz gübre mübre hikâyesi
var, ama aynı köydür aşağı yukarı, aynı güç koşullar içinde
çalışan tarımcıdır; yani kökünden çözümlenmemiştir. De-
mek ki, dogmatik şeylerin dışında endüstrileşmeye hiç
kimse karşı değil. Köy Enstitülerinin ilkeleri de endüstri-
leşmeye karşı ilkeler değil. Hatta, endüstrileşme içerisin-
de rahat rahat uygulanabılecek ilkeler. O aşamaya, o
sûrece de uydurulabilecek ilkeler.
Şimdi, (Yalçın Küçük'te) bir başka yanılgı yine, aynı ince-
lemede, "Tonguç köye yalnız öğretmen yetiştirmeyi düşü-
nüyordu" diyor. Sadece Köy Enstitüleri Yasası'nın 1.
maddesini okusa, öyle olmadığını anlayacak; "Köye yarar
her türlü meslek erbabını yetiştirmek üzere kurulmuştur
Köy Enstitüleri" diyor, birinci madde. Ama, öğretmenle
başlamışlar, arkadan biraz "sağlık memuru" gelmiş, on-
dan sonra kapanmış, bitmiş olay! Bu denli yüzeysel ince-
lemelerle varılmış sonuçlar!
"Köyü canlandırma eşittir köyü kalkındırma!" diyor. İyi,
tam tersini söylemişler." Köyün canlanması, mealen söy-
lüyorum, "Canlandmlacak Köy'deki ifadeyi, köydeki eği-
tim ve ekonomi sorunlan da içinde olmak üzere, su soru-
nu, toprak sorunu, her türlü toplumsal, ekonomik sorunlar
içinde olmak üzere, bir bütündür. Köy, içinden öyle can-
landırılmalı ki, kimse köylüyü köle olarak kullanamasın,
uşak muamelesi yapamasın!" falan diyor (Tonguç). "Can-
landırmadan" kastettiği, ama o dönemde söyleyemediği
şu: Köylüde sınıf bilinci uyandırmak! Adam, onu öyle söy-
lese, zaten o günün iktidanyla işbaşı yapıp da o işi gerçek-
leştiremez ki. Şimdi, bekliyorlar bizimkiler, bugünün ter-
minolojisiyle. bugünün kitaplarında olduğu gibi otursunlar
orada gayet rahat, H. Ali Yücel, Mectis'te. öteki de kitapla-
rında, yazılannda, efendim işte, "diyalektik materyalizme
göre, şu sınıf, bu sınıf" diyemezler, o dönemde. Bu kadarı-
nı söyleyebilmek için... iyi niyetle bakmak gerek kötü niyet-
le bakarsanız, tabii öyle yorumlarsınız!.."
BULMACA
SOLDAN SAĞA: 1 2 3
1/ Orta Asya'da ya-
şayan Türk soyun-
dan bir halk. 2/ Be-
lirli devlet işlerini çe-
virmekle görevli ku-
ruluşlardan her bi-
ri... Denk, eşit. 3/
Eski Türk inanışm-
da yeraltı tannsı. 4/
Hz. Muhammed'i
övmek ve ondan şe-
faat dilemek ama-
cıyla yazılan kaside...
Işaret. 5/ Osmanlı
devletinde dışarıya
satılan mallardan
alınan gümrük vergisi. 6/ Uğraş...
Molibden elementinin simgesi... Bir
meyve. 7/ Terbiyesiz kimse... Bir cet-
vel türü... Bir nota. 8/ Bir deniz tek-
nesinin devrilerek ters dönnlesi. 9/
Konut kapılannda menteşe ve kilidin
takıldığı düşey konumdaki kalın par-
ça... Takımlar grubu.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Aidat... Kakım da denilen kürk
hayvanı. 2/ Sıvas'ın bir ilçesi... Mer-
canköşk de denilen güzel kokulu bir saksı bitkisi. 3/ Katranla
kıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun...
Halk müziğine özgü telli bir çalgı. 4/ Tıp dilinde derinin kan-
lanmasına verilen ad... Berilyum elementinin simgesi. 5/ Bir tür
tath çorek... Boşlukta 300.000 km/sn'lik bir hızla yayılan ışık
taneciği. 6/ Liste bası olmuş hafıf müzik parçası... Koca. 7/ Sey-
rek dokunmuş delikli bir kumaş türü... Hile. 8/ Akira Kurosa-
va'nın tanınmış bir filmi... Tropikal bölgelerde yetişen ve nişas-
laca zengin yumru kökleri yenilen bir bitki. 9/ Kuzey Amerika
ıle Asya'yı avıran boğaz.