25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ARAUK1992 PERŞEMBE 12 DIZIYAZI Yaşar Kemal'in bir yanı eşkıyalarla, at hırsızlanyla, bir yanı Dadaloğlu ve destanlarla çevrilidir Bir dalıa söyle Ismail Aıııca-5- S onuncu kekliğimın macerası acı oldu. Ge- ne bir yavru yakala- mış, canımı dişime takmış büyütüyor- dum. Hep en güzel, en besili çekırgelerin kanatlanm yolarak. başlannı kopararak ona yediriyor- dum. Bir sabah kalktım kı kekliğin başı ipe dolanmış ve ölmuş. Bendeki üzüntüvü kımse tahmin bile edemez. Köyün delikanlılan beni daha fazla üzmemek için bana bir yavru yakala- yıp getırdiler. Ama yavru epeyce bü- yümüş. ayaklan. gagası kınalanmıştı. On gün kadar baktım. sonra da bir gün götürdüm dağa bıraktım. Bir da- ha da kekliğim olmadı. Birkaç yıl önce dayım Van'dan, çocukluktaki aşkımı bildiğinden bana birçift keklik getirdi. O Van'a döndükten sonra ben keklik- leri. keklik meraklısı bir arkadaşıma verdim. Köyün önünden akan Cey- han ırmağı epeyce büyük, geniş bir suydu. Bütün yaz köyün çocuklan orada yüzerdik. Bu yüzden neredeyse yüzücü olacaktım. Edebiyat ağır basü iyi ki... Çukurova'da yıldızlar çoktur. Gökyüzü yıldızla döşelidir ve yıldızlar çok parlaktır. ^\.kdeniz*i on yedi yaşımda gör- dûm. Pamuk tarlalannda işçiydim. Bi- raz para biriktirdim, trene binip Mer- sin'e gittim. sabahtan akşama kadar denizin kıyısında oturup seyrettim Denize hiç şaşırmadım. Deniz üstüne ozamana kadar çok okumuştum. Arif Dino'yla da Sartioş Gemi'yi çevırmiş- lik. Sonradan loprağı ne kadar tanı- dımsa denizı de o kadar yakından tanıdım. Pamuk çapalama, pamuk toplama. ekin biçme, traktör şoförlü- ğü işlcrinı arasmdadır. •enim doğduğum köy bir Türk- men köyüydü. Belkı de Türkçenin en zengin konuşulduğu yerdi benim böl- gem. Her kadın bir şairdi. Ağıt yak- masını bilmeyen bir kadın ya deliydi ya da aptal. Başka türlüsü düşünüle- mezdi. Karacaoğlan on altıncı yüzyıl- da yaşadığı sanılan bölgemin de, ülke- mizin de en büyük şairlerinden birisiy- di. Bir erkeğin ya da bir kadının bir Karacaoğlan şiiri bilmemesi olanak- sızdı. Karacaoğlan şiirini bılmeyenlere aptal. pısınk gözüyle bakıhrdı. Yalruz bu bcnim köyümde böyle değjldi. Bü- tün Çukurova'da da böyleydi. Sonra köye büyük destancılar gelirlerdi. Bunlar eskı Türkmen destanlan anla- tırlardı. Bunlann en ünlüleri bizim köye otuz kilometre uzaklıktaki Ge- beli kö\ünden gelen Aşık Murtaza ve Küçük Memefti. Küçük Memet des- tanını anlatırken yaşar. bir tiyatro oyuncusu gibi hem anlatır hem de oy- nardı Sonra başka büyük bir destan- cıyla tanıştım: Güdümen Ahmet. O. adını Köroelu destanındaki bir kahra- D"adaloğlu'nu bir ikindi üstü sırtını dut ağacına dayamış, kendinden geçmiş İsmail Ağa'dan duydum. Vardım yanına oturdum. Yenilginin türküsünü öylebir hüzünle söylüyordu ki, yÜTekten yaralandım. 'Türküyü bana bir daha söyle İsmail Amca" dedim. Bir daha başladı. Bitirdikten sonra, "Bir daha söyleyeyim m\" diye sordu. "Söyle" dedim. Sonra baştan sona yenilgiyianlattı. mandan almış, kendi öz adı unutul- muş gitmişti. Çolak Ökkeş, Gavurdağ- lı Aşık Hacı. bâşka büyük ozan ve des- tancılardı. Gavurdağh Aşık Hacı. Ka- racaoğlan \e Dadaloğlu'ndan sonra o bölgenin en büyük ozanıydı. Fen sekiz yaşından sonra bunlara özenerek köyün çocuklannı başıma toplayarak destan söylemeye başla- dım. Sonralan da dinleyicilerim geniş- ledi. büyüklcr de beni dinlemeye baş- ladılar. JİA'dc çoğunlukla Kürtçe konuşu- Imordu. Evdekiler kı'nk dökük bir Türkçe öğrenmişlerdi. Biz çocuklara gelince evde de. dışarda da hemen he- men hiç Kürtçe konuşmuyorduk. Ev- dekiler bıze Kürtçe ne söylerlerse söy- lesinler biz onlara Türkçe çevap ve- riyorduk. Bizimkiler de bize hiç kızmı- yorlardı. Ben şimdı Kürtçeyi ne koşu- lursa konuşulsun anhyorum. Uzun ol- mamak koşuluyla da konuşabiliyo- rum. Ama "Bir hikâye anlat" derlerse anlatamıyorum. Tabii yazamıyorum da... Yazılanlandaöylepekanlayamı- yorum. Türkceyi ne zaman öğrendim, Kürtçeyi ne zaman anlamaya, konuş- maya başladım, anımsamıyorum. Doğduğum bu Türkmen köyünde bizi Kürl diye hiç ayn saymıyorlardı. Biz de kcndimizi onlardan hiç ayırmıyor- duk. Bütün köylüyle akraba gibiydik. Daha da köylümle benim yakın akra- bahğım sürüyor. Şunu da ekleyeyim de bir yanlışlık olmasın. Türkiye hari- tasma bakılırsa görülür ki, benim doğ- duğum güneyle babamın geldiği doğu, yani Van gölü kıyılan birbirlerine yüz- lerce kilometre uzaklıkta. Ben, baba- mın Van Gölü kıyısındaki köyüne 1951 yrimda gazeteci olarak gittim ve YAŞAR KEMAL KENDÎNÎ ANLATIYOR ALAIN BOSÛUET IN ar bahçelerinde çok da incir ağaçlan olurdu. O zamanlar Kadirli kasabasında da çok yüksek incir ağaçlan vardı. Birgün bakmışsın Savrun kıyılannda mor yarpuzların arasında, bir gün bakmışsın yörük çadırlanndayım. Elimde yörüklerce bana armağan edilmiş bir şahin, bir doğan, bir atmaca... Bir gün bakmışsın bir saz şairinin dizinin dibinde, bir gün bakmışsın bir deflnecinin ardmdayım... Çok geniş bir krallık bu. babamın köyünde. akrabalanmın arasında bir ay kadar kaldım. IkJorduğunuz eşyalara gelince. bi- zim evde bol bol kilim vardı. Hele bir tanesi çok tuhaftı. Biçimleri, renkleri görülmüş değildi. Ben o kilime vurul- muş gibiydim. Kilim duvara asıhydı. Ben o duvann dibine oturuyor, gözü- mü de kilime dikiyor, durmadan. usanmadan, bıkmadan kilimi seyreyli- yordum. Her gün yeni bir biçimin. yeni bir rengin tadıyla kendimden ge- çiyordum. Sonra kilim dokuyanlara merak sardım. Çoğunlukla kiümlen genç kızlar dokuyordu. Ben de sabah- lardan akşamlara kadar tezgâhlann önündeki evdeki kilimi seyreder gibi kilim dokuyanlan seyrediyordum. Ben vedisindevdim. kilimi dokuvan Daha önce kekliklerimi söylemiştim. Bir de bizim güneyde çocukluğumda her evin içinde, tavanında bir, birkaç kırlangıç yuvası bulunurdu. Kırlangıç- lar. kutsal kuşlar olduklan ıçın yuva- lannı kimsecikler bozamazdı. Uzun bir süre de kırlangıçlann o kocaman san ağızlı farfaracı civcivlerini seyret- tim. Hâlâ onlan yazamadım. O büyük büyüyü yazabileceğimi hiç sanmıyo- rum. Çocukluğumun krallığı çiğdem- ler, babamı öldüreni öldürtmek için uğraşlar, amcamın, anamın uğraşlan, benim hiçbir zaman babamın öldüğü- ne inanamam. inandığımda da ona sonsuz bir küskünlük, al bir tay, o tayın üstünde ovalarca tayı koşturan bir çocuk, keklikler, kartallar, kartal yuvalanna tırmanma, böğürtlen top- lama, Ceyhan ırmağında yüzmeler, boyumu aşan ekinler arasında tavşan ne bakardı. Bir çocuğa, o zaman yedi ya da sekiz yaşlanndaydım. bir yaşb kişi tutar da koca Kozanoğlu başkal- dınsını baştan sona anlatır mı, diye- ceksiniz. Bana hiçbir zaman çocuk- muşum gibi köyde kimse davranmadı. Başka çocuklara da... Ben köyden ay- nlıp şehre düşünce çocuklann çocuk olduğunu anladım. Elbette çocuktuk biz de... Ama hiç kimse bize küçültücü bir davranışta bulunmadı. Bizim koy- de çocuklar da insandı. Bizi çok şeyler- de büyüklerden ayırmıyorlardı. Bü- yük destanalan bizler de büyüklerle birlikte sabahlara kadar dinliyorduk. Kimse bize bunlar çocuk, bu büyük destanlan anlayamazlar demiyordu. Ve ben çocukluğumun kralbğında hiç- bir engel tanımadan dolaşıyor. canı- mın her istediğini istediğim gibi yapı- yordum. Hiçbir engel tanımıyordum. dediğiniz için, sorunuza karşılık Ana- varza'dan söz etmek zorundayım. Anavarza kahntılan bizim köye oto- mobille on beş dakika çeker. Anavar- za kalesi ovanın ortasına bir ada gibi uzanmış, uzunluğu bir buçuk iki kilo- metre. yüksekliği üç yüz metre kadar olan kayalık bir tepenin üstüne yapıl- mıştır. Ovanın mavisinde bu kayalık tepe bir ada gibidir. Ovadaki bütün yükseklikler de ada gıbı gözükür. Bu kayalığın batı yakasına düzlüğe kurul- muştur antik Anazarbos şehri. Kaya- lıklann üstündeki kalesi epeyce sağ- lam kalmıştır. Surlan hemen hemen yapıldığı günlerdeki gibi duruyor. Ro- ma mezarlan kayalıklann içindedir. Lahıtlerin üstündeki kabartmalar da fazla yıpranmamıştır. Kaleye çıkan merdivenler örme değildir. Kaleye çı- kan merdivenler kayalara oyulmuş- Türkçe'nin en zengin olarak konuşulduğu bir Türkmen köyü olan Hemite'de dünyaya gelen Yaşar Kemal, bu zengjnliği kitaplanna yansrttı. komşu kızı da on dokuz yaşındaydı. Kilime mi. kıza mı âşığım birbirine ka- nştırdım. Artık hiç kimse beni kilim tezgâhının yanından birsaniye için olsa da ayıramıyordu. Kız da içten bir sev- giyle. sevecenlikle hep gülümsüyordu bana yanaklan çukurlaşarak. O bana gülümsedikçe bedenimden ürpertiler, çımgışmalar geçiyordu. B>ir de evimizde su içtiğimiz çam bardaklar vardı. Bunlar iri çam göyde- lerinden oyularak yapılmışlardı. Üst- lerinde çok güzel nakışlar vardı. Ay- larca. belki de yıllarca bu bardaklar- dan içıiğımiz sular çam kokardı. Ak- lımda kalan eşyalar bunlar. B de çok nakışlı bir yük araba- mız vardı. Bursalı Ferhat Usta marka- lı. Yeni almıştı amcam. Tekerlekleri çok güzel ötüyordu. Rengi, yeşil üstü- ne türlü renklerdeki nakışlan... Ferhat Usta bütün bir dünyayı işlemişti ara- basının üstüne. Kilim aşkıma, kilim dokuyan kız aşkıma üstün geldi araba aşkım. Boyalannın kokusu daha bur- numda. Bir de çok güzel bir çakım vardı. Onunla hayıt dallanndan ara- balar. develer, türlü oyuncaklar ya- pardun. Çok şey yitirdim ömrümde. ama bu çakıyı ortaokul son sınıfa ka- dar yanımda taşıdım. yavrulan aramalar, kalede yıkıntılann arasından renkli seramik parçalan toplama. akarsuya düşen yıldızlar, suyla akıp giden bulutlar, bir gün ulu denizi görebilmek düşü... İkindi üstle- ri, garbî yeli cıkmadan az önce batıdan Akdeniz'in oralardan, topraktan ka- bararak. şişerek bulutlar yükselir. bu- lutlarla birlikte de kavaklar boyunda toz direkleri kalkar, bizim üstümüz- den aşar. Toros dağlannı bulurdu. Çocukluğumun dünyası anlatılama- yacak kadar zengindi. Doğada bir ka- yalık, her renk. koku beni sevinçten delirtiyor, kendimden geçirtiyordu. Durmadan türküler söylüyordum. Köyde adımı Deli Kemal koymuş- lardı. Bu, çok yaramaz, ele avuca sığmaz çocuklara, dahası da büyükle- re verdikleri addı. Bir yanım kan için- de, bir yanım düşlerin büyüsündeydi. Bir yanımda çangal bıyıklı kanlı eşkı- yalar, at hırsızlan, bir yanımda büyük destancılar, bir yanımda tüyden ince Karacaoğlanlar, bir yanımda 1865 Kozanoğlu başkaldınsının şiirini söy- leyen Türk tarihinin en büyük baş- kaldın şairi Dadaloğlu... Gönlüm neyi. ne zaman isterse ben onu yapıyordum. Hiç kimse, istediğim hiçbir şeye, hiçbir zaman engel olamı- yordu. Bir gün bakmışsın bir dağın başmda kartal yuvalannın yanında. bir gün bakmışsın ovada Yılanlı Ka- le'nin eteklerinde. bir bakmışsın kasa- bada nar bahçelerinde. incir ağaç- lannın tepelerinde... Naar bahçelerinde çok da incir ğ olurdu. O zamanlar Kadirli kasabasında da çok yüksek incir ağaç- lan vardı. Bir gün bakmışsın Savrun kıyılannda mor yarpuzlann arasında. bir gün bakmışsın y örük çadırlannda- yım. Elimde yörüklerce bana armağan edilmiş bir şahin. bir doğan. bir atma- ca... Bir gün bakmışsın bir saz şairinin dizinin dibinde, bir gün bakmışsın bir definecinin ardındayım... Çok geniş bir krallık bu. Örneğin marangoz To- pal İbrahim'i hiç unutamayacağım. Ağaçtan yapmadığı bıçim yoktu. Tür- lü türlü biçimler, heykeller... Çocuklu- ğumun büyük dostlanndan birisiydi. tur. Anavarza şehri bir mozaik cenne- tidir. Neresini bir metre kazarsanız kazın, alttan bir Bizans mozaiği çıkar. Anavarza kayahklannda Hitit kabart- malan da vardır. Burası, bu kabart- malar da gösteriyor ki. çok eski bir yerleşme yeridir. Kürt ülkesinin, yani ailemin geldiği yeri size anlatmıştım. Bu bir yanlışlık. nereden duyduğunu- zu bilmiyorum. Ama gene de bu soru- ya karşılık verebilirim sanınm. Benim doğduğum. bildiğim, yaşadığım böl- geyi anlamak istiyorsunuz sanırsam. Doğduğum Çukurova'da bütün köy- lerin evleri huğdu. Huğ. şu demekti, duvarlan kamıştan ya da çubuklarla örülmüşçitlerdi. Dikılmiş kamışlan ya da örülmüş çitleri içten sıvıyorlardı. Bu evlerin üstleri de sazlardandı. Evle- rin tabanı topraktı ve yerlere hasır se- rerlerdi. Hasırlann üstüne de kilim. döşek atarlardı. Çukurova yazın çok sıcak olurdu. Hele bizim köy, kayalık- lann arasında olduğundan taşıyla top- rağıyla yanardı. Biraz varbkh olanlar yaylaya göcerlerdi mayıs başlannda, yayladan da ekim sonlannda inerler- di. Da Ke..edilerimiz, köpeklerimiz vardı. Ben birkaç tane tay büyüttüm. En sev- diğim al taydı. Soylu bir taydı. Am- cam Urfa'dan gelenlerden almıştı. En soylu Arap atlan o zamanlar Urfa'da yetişirdi. Üç yaşına gelince tay, am- cam onu parasızlık dolayısıyla sattı. adaloğlu'nu bir ikindi üstü sır- ünı dut ağacına dayamış, kendinden geçmiş İsmail Ağa'dan duydum. Var- dım yanına oturdum. Yenilginin tür- küsünü öyie bir hüzünle söylüyordu ki. yürekten yaralandım. "Türküyü bana bir daha söyle tsmail Amca" de- dim. Bir daha başladı. Bitirdikten son- ra, "Bir daha söyleyeyim mi" diye sor- du. "•Söyle" dedim. Sonra baştan sona yenilgiyi anlattı. İsmail Ağa'nın o za- man uzun apak sakallan vardı ve göz- leri çimen yeşiliydi. Gözlerini kırp- madan karşısındakinin gözlerinin içi- iVlain Bosquet: Doğduğımuz çev- renin görünümünden sonra tarilısel an- dan, o günkü çerçevesi içine yerleşıire- rek söz edin bana. 20 7ı yıllarm başmda ya da en azından 1930 lardan önce Kürt ülkesinin bu köşesi ne haldeydi? Kifiler kisisel serüvenlerini miyasıyorlar, vok- sa ortak bir yazgı içinde eriy orlar nny- dı? Ve o dönemde bir çocuğun öğrendiği ilk sözcüklerden. bildik ya da tuhaftu- haf sözierden bahsedin bana. Baba ne diyordu. anne neler söylüyordu? vX aşar Kemal: Size, tarihsel anlar 'ütün toplumlarda olduğu gibi kişiler hem serüvenlerini yasıyorlar hem de ortak bir yazgı içinde eriyor- lardı. Çok eşkıya vardı dağlarda. çok at hırsızı vardı ovada. Yukarda sözü- nü ettiğim destancılardan, şairlerden Çolak Okkeş'le Aşık Hacı birer tütün kaçakçısıydı. Çok çok kaçakçı geli- yordu Suriye'den bizim eve. daha doğ- rusu köye. Geceleri gelip Toroslar'a yukan gidiyorlardı. SÜRECEK ANKARANOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Ekbetfn Yurtunda... Azerbaycan gezisine, Kültür Bakanı Fikri Sağlar'ın çağrısı üzerine katıldım. Geziye ilişkin gözlemlerimi ya- zacağım Aziz Nesin: - Azerbaycan üzerine kitap yazdınız mı? biçimindeki soruma şu karşıhğı vermişti telefonda: - Hayır, ben hiçbir Sovyet cumhuriyeti üstüne kitap yazmadım Allaha şükür. Yazmam, yazmam. Yani, öyle gidince. hani hıyarını uzatsa, "Tuzu bende!" diye koşan- lardan değilim. Yaşamında 15 gün, Sovyetler Birliği'nin bir cumhuriyetine gidip de bütün Sovyetler Birliği diye kitap yazanlar var dolu. Bana kaç kez söylemişlerdir or- da, Dostluk Cemiyeti var, ağlayarak, üzülerek, beni ora- ya şey ederekten "Efendim, siz neden acaba Sovyetler için kitap yazmıyorsunuz, yazı yazmıyorsunuz? Sizden fazla buraya gelen yok! Siz en çok gelen Türk yazarısı- nız..." Ben de yanıtlıyorum her sefer: - Ben Sovyetler için yazı yazmıyorum, çünkü Sovyet- ler Birliği'ni seviyorum! Ama Türkiye'yi daha çok sevi- yorum, onun için de yazmıyorum! Yazmıyorum tabii, benim yazmadığımın nedeni o. Belki bu gerçek sebeple bir kitap yazabilirim. Nazım Hıkmet, Azerbaycan'dan ilk şiirlerinden birini 1922de Batum'da Mustafa Suphiler için yazmış; adı "Onbeşler İçin". Şöyle: "Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz / Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz / Döğüşenler ölenlerin tut- mazyasını. Yine fakat bir yıldınm zulmeti yırtsa / Sağır gökün koy- nundaki çanı haykırtsa / anıyoruz göğsünüzûn son say- hasını. Eski cihan, yeni cihan önünde eğil! / Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil / Her ne yapsan varacağız emeli- mize! Karadeniz... bunu duysun derinliklerin / O ateşli gö- ğüsleri delen hançerin / Kabzasını alacağız biz elimi- ze!' (Ikinci üçlünün sonunda geçen "sayha" Arapça bir sözcük, "çığlık" demek.) Sovyetlerde yaşadığı sürece, Nazım Hikmet'in en ya- kın arkadaşı Azerbaycanlı Ekber Babayef'ti. 1979yılında o zamanki Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler'le Mos- kova'ya gittiğimde Ekber Babayef'le görüşüp tanışmıs- tım. Deniz Baykal da Babayefe lokum göndermişti. O gezide Emin Karakuş da vardı. Getirdiğimiz armağan- larla kitaplarımızı verdik. Ekber Babayef, alt kata inip, otelden çıkarken. otel görevlisine armağanları bir bir gösteriyor. bunların kendisine geldiğini anlatıyordu. Bu duruma çok üzülmüştüm. Sovyetler deki "protokol haz- retleri "nin, Ekber Babayef gibi bir yazara davranışı, ya- ralamıştı! Ekber Babayef, Nazım'ın ölümünden iki yıl sonra, Na- zım'ın tüm yapıtlarını sekiz ciltte topladı. "Nazım Hik- met'in Sanatı" başlıklı yazısının sonunda Nazım'ın şu sözlerini aktarıyordu: '.. Ben hem yalnız kendimden bahseden şiirler yaz- mak istıyorum; hem bir tek insana, hem mılyonlara ses- lenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem sürülen toprak- tan, hem zindandan dönen insanın ruhundan, hem kitle- lerin daha güzel günler için sayaşından, hem bir tek insanın sevda kederinden bahseden şiirler yazmak isti- yorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkma- maktan bahseden şiirler yazmak istiyorum. Komünist oldum olalı güzel sanatlardan beklediğim, istediğim şey, halka hizmetleri, halkı güzei günlere ça- ğırmalarıdır. Halkın acısına, öfkesine, umuduna, sevin- cine, hasretine tercüman olmalarıdır. Sanat telakkimde değiştirmeyen işte budur. Geri yanı boyuna değişti, de- ğişiyor, değişecek. Değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en mükemmel ifade edebilmek için durup dinlenmeden değiştim, değişeceğim." Nazım'ı olduğu gibi, beni de öyle etkilemiş ki Ekber Babayef, Azerbaycan deyince "Ekber'in Yurdu" diye düşünüyorum. Yurtdışında Nazım'ı nasıl Ekber yaşat- mış, ona yoldaş olmuşsa, Türkiyede de Ruhi Su yaşattı onu türküleriyle. Koca Ruhi sazıyla çalıp söylüyordu: "Dört nala gelip Uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın / Yok edin in- sanın insana kulluğunu! Bu davet bizim." Nazım, budizeleri 1947'de yazmış. 1949'dayazdığıdK zeleriyse şöyle: "Ben beni bir daha ele geçirsem / -abıhayat içersem demiyorum- / kapılar açılsa bir daha / ben bu haneye bir daha girsem / yaşardım yine böyle kan revan içinde / yi- ne böyle aşk ile sersem / ben beni bir daha ele geçirT sem." Azerbaycan'ın başkenti Bakü adının, Farsçada, "üze- rinden dağ rüzgarları esen" anlamına gelen "bad kube" deyiminden kısaltılaraktürediği sanılıyor. (AnaBritanni- ca, cilt3, sayfa219) Nazım Hikmet, 1960 Şubatı nda "Geceleyin Bakü" şii- rini yazmış, şöyle: "Geceleyin yıldızsız ağır denize kadar / geceleyin zffi- ri karanlıkta / güneşli buğday tarlasıdır Bakü şehri / Tepedeyim / Avuç avuç çarpar yüzüme ışık taneleri / havada rast peşrevi Boğaziçi suları gibi akar / Tepede- yim / uzaklaşır uçsuz bucaksız ayrılıkta / bir sal gibi yü- reğim / gider anıların ötesine / yıldızsız ağır denize kadar / zifiri karanlıkta." BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Bir anlatım ince- liği elde etmek için birden çok anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamımn de- ğil de uzak anlamı- mn kullanılması sa- natı. II Tokyo'nun eski adı... Senegal'in başkenti. 3/ Gölleri inccleyen bilim. 4/ Yavru, çocuk... Du- man lekesi. 5/ Mah- keme sonucunu gös- teren resmi belge... Donuk renklı. 6/ Lıs-- 6 9 te başı olmuş hafıf müzik parçası... lzmaritgillerden bir balık. 7/ Bir ço- cuk oyunu. 8/ Büyük bakraç... " kahkahalar yükseliyorken evmizden/Bendim geçen ey sevgili sandalla denizden" (Yahya Kemal). 9/ Havagazının büeşiminde bulunan renksiz ve az kokulu gaz... Radyu- mun simgesi. YUKARIDAN AŞAGlYA: 1/ Bir dizede ya da beyitte bilinen bir olayı, bir atasözünü ya da bir fıkrayı anımsatma sanatı... Tav- lada bir sayı. 2/ lcraat... Her tür organik yağa verilen ad. 3/ Avustralya'da yaşayan ağır gövdeli ve kısa bacaklı bir hayvan.. Boru sesi. 4/ Şöhret... Bir tür geçirimsiz toprak. 5/Tarih önce- si dönemlerde tannlara adak olarak sunulan küçük heykelcik... Kare ya da silindir biçimindeki yüksek yapı. 6/ Çam ağacımn çiğnenip emilen iç kabuğu. 7/ Yankı... Büyük kent serserisi. 8/ Çok sert ve tutarsız hareketlerde bulunan akıl hastası... Koca. 9/ Gözün rengini veren tabakası... Erkek ördek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle