Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK1992 ÇARŞAMBA
12 DIZIYAZI
Yaşar Kemal'in dünyası, kartallar, keklikler, anlar, çiçekler ve renklerin dünyasıdır
Kuşlarâleminde bir çocuk
YAŞAR
KEMAL
KENDİNİ
ANLATIYOR
ALAIN BOSOUET
-4-
K
öyün yakınında Ana-
varza kayalıklanndan
başlayan biiyük Ak-
çasaz bataklığı vardı.
O bataklıkta yüzlerce
kuş türû vardı. Köyü-
mün kayalıklannda da yüzlerce kartal
uçuşurd'u. Kara kartallar. kızıl kartal-
lar. Ben Akçasaz'da çok çok bılamingo
gördüm. Renk renk, büyüklü küçüklü
kuşlar, kelebekler bulutlar gibi uçuşu-
yorlârdı. O kadarçok kelebek vardı kı
buralarda bütün bahar, bütün sonba-
har kuşlar. kelebekler rüzgarlar gibi
esiyorlardı. Dünya öylesine bır renk
cümbüşünde çalkanıyordu ki inan-
mak olası değil. Bütün bu kuşlann,
kelebeklerin, hep ötelerdekı. hıç gör-
medığım Akdeniz"den geldığıni sanı-
yordum. Bir de köyümüzün tam
önünden akan Ceyhan ırmağının ge-
tirdiğini sanıyordum. O gün bugün-
dür bütün düşlerim ak bulutlu ve
rcnklıdır. Doğa alabildiğine zengin ve
verimlivdi.
Bhr de daha düşlerime hep pamuk
tarlalan girer. Ovada, bütün köycek
pamuk toplamaya giderdik. Bir de an-
lara merak sardırmıştım. Bir yüksek
kayalığın doruğuna yapılmış köyü-
mün Ortaçağ kalesinin yörelen bır an-
lar cennetiydi. Yüzlerce çeşit an kaya-
lıklarda açmış, çıçeklerde kaynaşıyor-
du. Anlarla haşır neşır olmuştum.
Bunda da yalnız değildım. Köyün ço-
cuklannın çoğunluğuyla birlıkteydim. •
İşten boş kaldığımızda ışımiz gücü-
müz anlardı. Anlann yuvalan sanki
benim yuvalanmdı. Öyİesine,bir dost-
luk... Bu dostluk da tek yanlı değıldi,
öylesine anlarla dostluk kurmuş, bu
işte öylesine ustalaşmıştım kı, çoğun-
lukla anlar beni sokmuvordu.
KLirmızı eşekanlan en büyük uğ-
raşımdı. Bu anlar bir çocuk parmağı
büyüklüğünde kırmızı anlardı. Sert,
amansız. sokunca insanı uzun süre kı-
vrandınrlardı. Her birisi kırmızı. ya-
nar döner, her birisi bir billur, bir ışık
parçası anlardı. Birkaç yaz da. kasa-
badaki akrabamın bostanında karpuz
kavun bekçjliği yaptım. Bostan, çayın
adasında büyük bir tarlaydı. Bu bos-
tanda maceralanm çoktur. Eşkıyalar-
la ilk olarak geceleri o bostanda karşı-
laştım. Sıcaktan yanmış köylülere ilk
serin karpuzu kavunu kopanyor. su-
yun kıyısına diziyordum. Karpuzlar
kavunlar sabaha kadar soğuyoriardı.
Bir çaykara kazmıştım. Çaykara. su-
yun yarlanna kazılır. Oradan çok so-
ğuk sular çıkar. Çaykarayı yolun kıyı-
sındaki çınar ağacının altına kazmış-
tım. Her gün kavunlan karpuzlan
çınann gölgesine yığıyor. sukabağın-
dan da çamçağı çaykaranın içine ko
yuyordum. Sıcaktan dılleri dışanda
yoİcular geliyorlardı, kasabaya giden.
için o kadar çok ot topladık, o kadar
çok mersin çiçeği toplayıp kaynattık
ki, kuşun kanadı iyi olmak zorunda
kaldı Sonra bir gün de dağa götürüp
kuşu bırakük. Hava Ana. kuşun arka-
sından, "Bak" diye bağırdı, "Bir daha
köye gelip de civcivleri kapma. olur
mu?" Hava Ana iyiliğe güveniyordu.
Bu kuş bir daha köye inip civcivleri
kapmayacaktı. Bizım kuş iyiliğimizi
de öteki kuşlara kesinükle söyleyecek-
ti. Onlar da civcivleri kapmayacaklar-
dj.
1960 yılının bahannda köye
gittim. Ne dağda, ne köyün üstünde
bir kartal bile uçmuyordu. Köylülere.
"Ne oMu kartallara" diye sordum.
"At vebasından gittiler" dedıler. "Ne
ügisi var kartallann at vebasıyla" diye
sordum. Atlar ölünce ölülerini ağılı-
yorlarmış. Köylüler dediler ki, "Birsa-
bah kalktık tarlalar kartal ölüleriyle
dolmuş. Dağda kartal ölülerinden
adım atamazsın."
x\.navarza kayabklanndaki kar-
tallar da böyle ölmüşler. Akçasaz ba-
taklığı da kurutuldu. Kuşlar da. kele-
bekler de gittiler. Şimdi bizim köyde
ne kuş, ne kelebek var. Bir çöl gibi or-
talık. Ama anlar daha uçuşuyorlar.
Atlı kanncalar doludizgin bütün hız-
lanyla ovada koşuşturuyorlar.
BHrkaç yaz da, kasabadaki
akrabamın bostanında
karpuz kavun bekçiliği
yaptım. Bu bostanda
maceralanm çoktur.
Eşkıyalarla ilk olarak geceleri
o bostanda karşılaştım.
Sıcaktan yanmış köylülere ilk
serin karpuzu kavunu
kopanyor, suyun kjyısına
diziyordum. Karpuzlar
kavunlar sabaha kadar
soğuyoriardı.
B
Yaşar Kemal Paris'teki Notre Dame Kilisesi'nin önünde. Koltuğunun altında, bir kiosktan aluuntş gazeteler.
taplanmdan başka bir de çınanm var.
Şimdi, bir ağacım da tstanbul'daki
evimin bahçesınde var.
Bc
en her geçen köylüye yanm kar-
puz % enyor, bir çamçak da soğuk çay-
kara suyu uzaüyordum. Köylüler hem
karpuz ya da kavunlannı yiyor hem de
soğuk sulannı ıçıp çınann gölgesinde
dinleniyorlardı. Çınann adını Deli
Kemal'in çınan koymuşlardı. Anado-
luda "deli" yalnız deli anlamına değil-
dir. Yiğit.cömert.iyianlamınadırda...
Bilmiyorum, o çınar daha duruyorsa,
adı. belki de daha Deli Kemal'in çına-
ndır. Şu demektir ki. bu dünyada, ki-
•ostanı beklerken. bir merakım
da karpuz kabuklanydı. Karpuz ka-
buklannı güneşe koyuyor, eşek anlan-
ru bekliyordum. Eşek anlan, sanca
anlar, bal anlan, öteki anlar kabukla-
ra doluşuyorlardı. Kabuklann arasın-
da oturuyor. onlara, üst üste çöküş-
müş anlara gözümü dikiyor, gözümü
onlardan ayırmadan seyrediyordum.
Bir şeye gözümü dikip günlerce dur-
madan seyretmek benim çocukluk
huylanmın başlıcalanndandı. Örne-
ğin eve getınlmiş bır kilimi aylarca bık-
madan usanmadan seyretüğimi
anımsıyorum. Çocukluğumda demir-
cılenn ocaklan, marangozlann uğraş-
lan da benim için an seyretmek gibi
bir şey olmuştur. Bu seyretme ışim
günlerce de sürüyordu. Sanki dünya-
yı, hiçbir şey yapmadan seyretmeye
gelmiştim. Bir de ağzı yukan yaup kö-
yün üstünde dönen, türlü oyunlar oy-
nayan. tortop olup büyük hışıltıyla,
civcivleri kapmak için köyün üstüne
sağılan kartallan seyrediyordum.
.öyde. bostanda, sanca. bon-
cuklu anlarla da dostluk kurmuştum.
Boncuklu anlar eşek anlanndan daha
sert anlardı. Her birisi azgın boğalar
gibi saldınrdı insana kızınca. Sokun-
ca, eşek anlannın sokmalan onlann
sokmalan .yanmda oyuncak kalıyor-
du Boncuklu an sokması yan ölüm
gibi bir şeydi. Gene de onlardan vaz-
geçemiyordum. Kuyruklannda mor,
kırmızı, yeşil, mavi, san halkalar var-
dı. Renklerini istediğim kadar çoğaltı-
yordum. Kariaılan da binbir renkte.
inanılmaz ipiltilerle yanıyordu. Bir de
tutkum yeşil. mavi, kırmızı sert ka-
buklu bir böceğıydı. Uçarken kanatla-
nnın altı çok kırmızı, ışılülar saçarâk
parhyordu. Bu böcekten yakaladığım
bir tanesını, adını öğrenmek için köy-
de herkese gösterdim. kimse onun adı-
nı bana söyleyemedi. Daha da o böce-
ğın adını öğrenemedım. Hiçbir yerde
de bulamadım. Sabahleyin kalkıyor,
bu böceklerden topluyor. bir yığın
olunca da kanatlannın alnındaki kır-
mızıyı seyretmek için teker teker güne-
şin altına bırâkıyor, uçuruyordum.
Sonralan kanncalarla dostluk kur-
dum. En çok da uzun bacaklı, çok kır-
mızı atlı kanncalarla dostluk kurdum.
Tarlalarda, hızlı giden bir atlı kannca-
nın arkasına takılıyor, gözden yitince-
ye kadar onu izliyordum. O yitince de
başka bir karrncanın arkasına düşü-
yordum. Böceklerden, anlardan, kuş-
lardan sonra çiçeklerle ilişki kurdum.
Belki ayru süreler icindeydi bu ilişki.
Çiğdemler. kengerler, yaban margirit-
leri, kayalıklarda biten nergisler, süm-
büller, mersin çalılan, gelincikler...
•izimev üçkeredeyaylayaçıktı. Bu
üç yılda Toroslar'ı yakından gördüm.
Toroslar'da da inanılmaz bır bıtkı ve
hayvan. kuş zenginliği vardı. Yaylada
küçücük bir yaşh kadın tarudım. Aşi-
retin beyiydi. Bütün oba onun önünde
saygıyla eğiliyordu. Ama o gizlice beni
büyük kaynağın başına götürüyor,
orada bana oyuncaklar yapıyor, be-
nimle de oynuyordu. Ben o yayladan
Çukurova'ya da üç keresinde de
kaçtım. Benim işim kaçmaktı.
Sıkıhnca köyden olsun, yayladan ol-
sun durmadan, eve haber vermeden
kaçıyor, aylarca bir köyde, bir akraba
evinde kalıyor. sonra da herhangi bir
sebeple ya da hastahklardan dolayı
köye geri dönüyordum. Benim çocuİc-
luğum hep kacmakla geçti.
H,.ani bizim köyde çok kartal
olurdu demiştim ya, bunlann en gü-
zellen bakır renklı kartallardı. İsmail
Ağa köydeki civcivleri kapmaya gelen
kızıl kartallan vuruyor, ölüsünü ya da
yaralısını çocuklara veriyordu. Bir ke-
zınde bir yaralı kartab çocuklardan
kacınp eve götürdüm, kartal kurşunu
sağ kanadından yemişti. Hava Ana bi-
zim köyde şıfalı otlardan merhem ya-
pan çok namlı bir ustaydı. Bır de ina-
mlmaz güzellikte içlen renk dolu, kuş,
dev. kafdağı dolu masallar anlatırdı
Babamı çok severmiş. Kocası baba-
mın çok büj'ük bir dostuydu. Gittim
ona yalvardım, "Kuşumu iyi et" diye.
İkimiz el ele verip kuşun kanadını sa-
ğalttık. Kuşun kanadını iyileştirmek
.ep kekliğim oldu. Anlardan.
kartallardan, kelebeklerden bıkınca işi
kekliğe vurdum. Kalenin yamaçlann-
da çok keklık olurdu. Daha keklikler
yavruyken biz kalenin yamaçlannda
keklik avına çıkar, kaçamayan yavru-
lan yakalar. su kabağmdan yaptığımız
kafeslere koyar beslerdık. Bır süre be-
nim gözüm keklığimden başka keklik
görmezdi. Keklik öteki kuşlara benze-
mez, insana alışınca onu hiç bırakmaz.
Benim kekliğim, tarlalarda olsun.
köyde olsun hep arkamdan gehrdi.
Çalılann arkasına saklanırdım kimı
zaman, kekliği şaşırtmak için, keklik
ne yapar eder de beni sonunda bulur-
du. Çok keklik besledirh. Ölümleri be-
nim için korkunç bir acıydı. Her se-
ferinde bir daha keklik beslemeyeceği-
me ant v eriyor, her bahar da bir keklik
yavrusu yakalamadan edemiyordum.
SÜRECEK
Hitler'den
önce
Hitler'den
AytunçALTINDAL
Thule, IstaııİHil'mı gizlemıe kaıışıyor
ron'un bu yıllardaki en önemli görevi.
istihbaratçılıkü.jstihbarat kaynaklan
arasmda, 1920'de İstanbul işgal alün-
dayken, Ingiliz gizli servis elemanlan-
na yatakhk eden bir İstanbullu -Kadı-
köylü- ailenin çevresindeki Isviçreliler
ve Nestle döneminde tanıştığı fındık
tüccarlan gibi şahıslar vardı. Sebot-
tendorf, o yıllarda Alman gizli istihba-
rat örgütünün başı ve Ortadoğu karşı
casusluk örgütünün yöneticisi Herber
Rıttlıngen'in sağ koluydu. 1944 eylü-
Iünde Almanlar, Türkiye'nin kendi
saflannda savaşa katılacağından
umutlannı kesince. Almanya'ya geri
dönmüşlerdi. Sebottendorf, kendisine
bırakılan paralarla İstanbul'da kal-
mıştı.
ebottendorf, Hitler'in intihannı
duyduktan kısa bir süre sonra. 9 Ma-
yıs 1945'te, kendisinin yetiştirdiğini
öne sürdüğü 'Führer'i gibi intihar ettı.
Thule ve sırlan, onunla birlikte 2500
yaşındaki îstanbul'un sırlanna kanştı.
kJebottendorf, Hitler'in iktidara ge-
, çişi üzerine yeniden Türkiye'ye döndü.
! Franz von Papen'in büyükelçı olarak
Igönderildiği Türkiye'yi. Türk Baronu
| Sebottendorf tan daha iyi bilebilecek
• ikinci bir Alman yoktu. Yeniden İs-
! tanbul'a yerleşen Sebottendorf, bura-
!da cumhuriyet döneminin önde gelen
;Türk ve Almanlanyla yakın ilişkiler
]kurdu. Bu yıllar süresınce Beyoğlu,
ıTaksim ve Teşvikiye'de yaşadı Ba-
Satanizm gücleniyor
1971de Köln'de Dietrich Yayınevi
'Thule Dizisi' adlı bir yayın başlattı.
1920'lerde Thule'nin yayımlamış ol-
duğu kitaplar. yeniden ve bazı küçük
değışikliklerle okurlara sunulmaya
başlandı. Yine İzlanda ve onun mito-
lojisi. "Edda Efsanesi-Gençlik Dizile-
ri" olarak yayımlandı. Bu diüleri. baş-
ka yayınevlerinin. Guido von List,
Lanz ve diğer okültıstlerin kitaplanyla
Nostradamus'un kehanetleri izledi.
Brrfa^tc ifetr »m Jtw1(uo« »n
os toon Soın-BelOK(|Uuft'
Cos von IRom
•nd
zum Cvangelium
in Belgien.
U^f >•
W ı r «Uıckn u d«r Tmt^ch» chr A nj
J.Hop,
^tar W,U kiaı darlı^t, n<» m>ababl»n ScklJijon»
Wır >«rd<a, mhmnt dsrob •!!• roifn. «•*•
Pfcrr» İIM r**r. Pf«™ Bc Dr HHaıll,
Pfarnr Pnıf D VM 1
Roma'dan Kurtul Harekeri'ni destekleyen bir kitap. Lehmanns, 1904, Münih.
Okültizm; sımyacılık, çevrecilik adı al-
tında, Almanya'nın gündemine yeni-
den girdı. Satanızm yeniden güçlendı.
Kilıseye karşı hareketler yaygınlaştı.
Derken. Neonaziler ortaya çıktı. İlkin
Türklere, sonra da tüm yabancılara
yönelik şiddet eylemlen başladı. Tıpkı
1920'lerde Çeklere, İtalyanlara, Po-
lonyalılara. Latin ve Slavlara yapıldığı
gibi...
Bırtakım karanlık adamlar. gençlerin
beyinlennı yıkamaya ve onlarda yeni-
den Gamalı Haç'ın büyüsünü uyan-
dınnaya başladılar. Bugünün geçmiş-
ten tek farkı. artık Neonazi hareketin,
tek Führer'e gereksinim duymaması-
dır. Bu kez Neonazi hareket, binlerce
mini Hitler'esahipolmakJa övünüyor.
Hitler paradigması. bu görevi üstlen-
miş durumda. o kadar. Belki de Lanz
von Liebenfels'in ölümünden bir süre
önce yaptığı şu kehanet, günümüzde
Hitler'den çok daha etkili olmuş du-
rumdadır.
Güneş egemenliği
"1210-1920 yılllan arasında dünya-
yı aşağı ırklar yönetti. Çünkü bu dö-
nemde, ayın etkisi vardı. Türkler ve
Yahudiler. Avrupa'yı çökertti. Ama
1920-2640 yıllan, yine krallann çağı
olacaktır. Çünkü egemenlik, güneşe
gececek. An-ırk için 1960-88 yıllan
çok önemlidir. Bu yıllar arasında Ari-
ırk, Moğol/Türk egemenliğıni kırmak
için ayaklanacaktır."
UNot: Thule'nin kitaplarını bana
iletme inceliğini gösteren kitap kurdu
arkadaşım Herry Schaefer'e sonsuz
teşekkürüborçbilirim. A.A.
BİTTİ
POLinKAVEOTESI
MEHMED KEıMAL
NeGöL..
Daha ınga bır bebeyken babası ölüyor Anası yeniden
evleniyor. Üvey babası ayyaşın teki... Kafayı çektikçe
anasını dövüyor. Aklı erer ermez üvey babaya el kaldırı-
yor. "indir elini bir daha anama vurursan, karışmam
ha!" diyor. Üvey babanın son el kaldırışı oluyor. İçkiye
dayanamayıp bir süre sonra ölüyor. Aile, üvey babanın
adını alıyor: Bill Clinton...
Kendini okumayla kurtaracağını biliyor. Bizdeki 'para-
sız yatılı okullan' kovalıyor. Ingiltere'de burs buluyor,
Oxford'daL Oxford'ta burs bulmasa bir yoksul çocuğu
böyle bir okulda okuyabilir mi? O da biliyor ki bu fırsata
dörtellesarılıyor.
Amerika'da olsun, dünyanın başka ülkelerinde olsun,
yoksul bir çevreden çıkmış insan, çektiği yoksulluğu
unutabılir mi? Hele bu yoksul insan siyasete atılmışsa
elbette kendı gibi yoksullardan yana olacaktır. Dışarda
kapıtalizm (emperyalizm)varsaiçerdedeyoksullukvar.
Bunlardan birini yenmek için ötekini aşması gerekiyor.
Bill Clinton, dünyadaki 68 kuşağındandır. 68 kusağı
dünyadaki gençliği. bir zamanlar, sarmalına almış. Bu
gün her çevrede iktidar arıyor.
Efes'in 406 numaralı odasında körfezi dikizliyorum. iki
büyük şilep demirlemiş. Biri yükünü boşaltmış, öteki
yükleniyor. Dıbindeki kırmızı şeridinden belli. Düzen de
bir boşalıp, bir dolma değil mi'' Boşalıyor, doluyor. Bi-
zim Karakoy-Kadıköy arasında işleyen vapurlar gibi.
Karşıyaka'dan Konak a işliyorlar. Sayıyorum sayıyorum
hepsi üç vapur, bir geliyor bir gidiyor. Otel odasında sı-
kıldım. Erken saatte çıkıp Kordon'da bir yürüyeyim iste-
dim. Hava soğuk, ısırıyor. Bir zamanlar Amerikan gemi-
leri bu körfezde demirlerdi. Amerikan yardımı, NATO
derken son yıllarda çekilip gittiler. Kordon'da Bir Ameri-
kan' Gemısi kimin şiırıydi? Şükran Kurdakul'un mu?
Hayır, onunki başka bir dize olacak!..
Kordon, biraz daha kirlenir, olduğu yerde dururken
her şey değişiyor. Değişmeyen ne var ki! Ûzgürlüğü an-
latırken Stefan Zweig, "Yurtsuz insan özgürdür" der.
Gerçekten de insan yurdunu sırtında taşıyacak değil ya,
yurtsuz kaldı mı bir tür özgürlüğe kavuşuyor. Haritalar
değişiyor, kimi ülkeler haritadan silinirken, kimi ülkeler
de haritaya yeniden giriyor Sovyet Imparatorluğu çök-
tü. Haritaya yeni ülkeler girdi, eski ülkeler sılındi. Gaze-
telerin dağıttığı beleş ansıklopedılere bakanlar, eski
kitap olduğu için yeni ülkelerı haritada bulamıyorlar. Bir-
birlerini bu yalanlarla kınıyorlar.
Körteze bakarken evimi düşunüyorum. Hangi evi mi?
Ankara'dakileri mı, istanbul'dakileri mi? Her iki kentteki-
leri de!... Ankara'da babaevini de sayarsak beş ev de-
ğiştirmişim. Denizciler Caddesi'ndeki bir; Yenişehir,
MenekşeSokaktaki iki; hırsızgirdiçıktık, Yenimahalle'-
ye taşındık üç; gene aynı mahallede yeni yeni bir eve
dort; Çankaya'daki Basın Sitesi beş... İstanbul'dataşın-
dığımız ev üç tanedir. Cihangirde, camiye bitişik yokuş-
ta bir; Büyük Cıhangir Caddesı'nde iki; Akatlar'da satın
aldığımızla taşındık uç Ne yalan söyleyeyım Cıhangir'i
çok severim. Akatlar a taşındığıma bın pışmanım. Ne
yapalım evsiz kalmaktansa orayı bulduk. oraya taşındık.
Yahya Kemal bcşuna Cihangir'ı övmemiş!.. "Üsküdar'a
sen de bir Cihangır'den bak!.." diyor. Çok bakmışımdır.
Bir güzelliği de Beyoğlu'ndan geçip eve gelirken bildik
meyhanelerde iki tek atıp gelmesi var. Bu gelmelerdün-
yaya değer, ama nasıl anlatacaksınız!.. Aslan Yatağı'-
ndan gelip gitmelerin tadı ayrıdır. Burada Salah Birsel
de oturmuş, bir okur mektubundan çıkarıyorum. O mek-
tubu bulsam da üstat Salah a gönderebilsem!.. Ben de
arşiv inceliğf yo1< ki!..
Bill Clinton'a gelelim. Bizim için ne tezgahlar doku-
yordur? Bütün bunları Efes'in 406 numaralı odasından
görüyorum Bendekidenegöz!..
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Değerli metaller-
le kaplamak için bir
metal eşyanın daldı-
rıldıgı altın, gümüş
ya da platin banyo-
su. 2/ Aritmetikte
bir kuvvetin derece-
sini veren sayı... Ter-
lemekten ya da sı-
caktan vücutta görü-
len küçük pembe ka-
bartüar. 3/ Tokat'ın
bir ilcesi... Bir nota.
4/ Dağkeçisi... "Od
ile korkutma —
bizi kim lâl-i nı-
gâr/Canımız bizim
8
— 9
oda yanmağa
mutâd eyledi" (Hoca Dehhani). 5/
Bir deney hayvanı. 6/ Parola... Ev
giysileri ve sabahhk yapımında kul-
lanılan dökümlü kumaş. 7/ Eskiden
kullanılmış kalyon türünden bir sa-
vaş gemisi... Vilayet. 8/ Türlü neden-
lerle başanb olamayan kimse... tlkel
benlik. 9/ llgi çekici.
YUKARTOAN AŞAGlYA;
1/ Hindiba da denilen ve yapraklan
haşlanarak salata gibi yenen bitki. 2/ Soylu... Pekmez toprağı.
3/ Dar, uzun ve hafîf bir yanş kayıgı... Isiamlıktan önce Kâbe
1
de duran üç puttan biri. 4/ Bir akışkanın çekim ve sürtümne
kuvvetleri nedeniyle akma eğüimine karşı gösterdiği iç direnç.
5/ Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen degnek... Daha kötü.
6/ Budizm'de ruhun ulaştığı en yüksek mertebeye verilen ad.
7/ Israil'in plaka işareti... Avuç içi... Duman lekesi. 8/ Kilime
ı benzer, renkli ve motifli uzun yolluk... Ünlem. 9/ Kaba ayakkabL
PERTEVNIYALLILER
1950-1951 yıllarında son sınıf şubelerinden birinde
okumuş olanlar;
41 yıl sonra bir araya gelerek birbirimize 41 kere ma-
şallah demek istiyoruz.
8 Aralık 1992 Salı günü saat 19.00'da Gazeteciler
Cemiyeti'nin Cağaloğlu'ndaki lokalinde yapılacak top-
lantıya bekliyoruz.
Gelmek isteyenler lütfen aşağıdaki telefonlara baş-
vursunlar.
Reşat İnkaya
(527 54 17)
Güneş Cansever
(582 21 77)
İLAN
CEYHAN 1. KADASTRO
MAHKEMESt'NDEN
Dosya No: 1980/3»-96
Ceyhan ilçesi Yalak Köyü 52. nolu parsel hakkanda mahkememiz-
den verilen 1.6.1991 tarih ve 1980/392-96 esas ve karar sayüı karan
ile davacı Hazinc'nin davasııun reddine, taşınmaan davalilar Abdil
Dal ve arkadaşlan adına tapuya tesciline dair karar davaklaıdan Dur-
muş lazı Elif Bdli'ye mahkemenuz karan ile Hazine veküinin 25.9.1991
tarihü temyiz dilekçesi 7201 sayılı yasa uyannca ilanen teblij olunur.
Basın: 51842