25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2 OCAK 1992 BURAŞI TÜRKÎYE HALUK ŞAHEN Siyaset ve KarındeşenJak Şu "yumuşak karın" deyimi de bize 1991'den yadigâr katdı. Daha önceki yıllarda duyduğumu pek hatırlamıyo- rum Belli ki son zamanlarda pek işlevsel. Özellikle, yeni hûkümet kurulduğundan beri siyaset dünyamızda insan anatomisinin diğer bölgeleri unutulmuş, dikkatler "yumu- saK karın"lar üzerinde odaklaşıyor... (Bir zamanlar moda olan yerti malı "koca göbek" edebiyatı ise unutulup gitti. Neden acaba? Örneğin, kimileri SHP'nin yumuşak karnının HEP ol- duğtnu ve bu yüzden HEP'in koalisyon hükümetinin de yu- mLşak karnı haline dönüştüğünü öne sürüyorlar. Gerçek- ten, bu hükümetin bir an önce çökmesini isteyen birileri, bu yumuşak karna ikide bir yumruk atmaktan kendileri- nialamıyorlar. Bunların başında, tarafsız ve özel konumu dolayısıyla siyasal yumuşak karınlara vurması "faul" olan Cumhurbaşkanı Özal'ı da sayabiliriz. Öte yandan kimilerine göre ANAP'ın hatırı sayılır bü- yüklükteki yumuşak karnı ise "hanedan ve yolsuzluk- lar"dır. Siyasetin odak noktası yumuşak karmlar olunca, bu çe- şıt siyaset ile Karındeşen Jak'ın becerileri arasında ben- zerlik bulanlara "Teşbihte hata olmaz" demek gerekiyor! • • • İngilizce "soft underbelly" deyiminin dilimize çevirisi ile ekje edilen bu kavram aslında siyaset dünyasına hayvan- lar âleminden ithal edilmiş bulunuyor. Timsah ve köpek- balığı gibi çok yırtıcı bazı yaratıkların derileri çok sert, ama karınları yumuşak. Onlara öldürücü darbe vurmak istiyor- sanız, başka yerlerle uğraşmak yerine, oraya saldıracak- sınız. "Aşil'in topuğu" gibi zayıf nokta orası. Kılıcınızı so- kacağınız, işini bitire- Demokraside siyasal aktörier elbette rakiplerinin zayıf yanlarını kollarlar, ama kamını deşip onu yok etmek için değil, üste çıkmak, süregiden bir "oyun"da sağlamak için. 9 T ceğiniz yer... Timsah ve köpek- balıklarından esinlen- miş bir deyimin siya- sal çekişmeler için kullanılmasını de- mokrasi açısından sakıncalı bulabilirsi- niz. Çok da haksız sayılmazsınız. De- mokraside siyasal ak- törler, elbette rakiplerinin zayıf yanlarını kollar, ama kar- nını deşip onu yok etmek için değil, üste çıkmak, süregi- den bir "oyurTda avantaj sağlamak için. Siyaset dünyamızda yumuşak karın deyiminin bu ka- dar moda olması, belki de geçmişe göre yumuşamış olan siyaset retoriğine rağmen çok şiddetli kavgaların arifesin- de olduğumuzu gösteriyor. Ola ki, birtakım karınların de- şileceğı günler o kadar uzak degildir • • * Olaya yumuşak karınlar açısından bakınca, kendi yu- muşak karınları HEP yüzünden zor durumlara düşen De- mirel başkanlığındaki koalisyon hükümetinin apansız pat- lak veren Magic Box olayıyla Japon Sumo güreşçilerinin- kini aratmayacak büyüklükte bir yumuşak karın yakala- dığını söyleyebiliriz. Şansa bakın ki, bu koca göbeğin içindekiler kendiliğin- den dışarıya dökülmeye başlıyor. Özal döneminin ana kim- liğini belirleyen her şey var orada: Yolsuzluk, vizyon, tek- nöloji hayranlığı, nepotizm, entrika, dış bağlantı, ticari ala- v"Öre dalavere, köşe dönme tutkusu, cesaret, cüret, ha- set, zekâ, kurnazlık, yasa tanımazlık... Ne isterseniz hepsi orada: 32 kısım tekmili birden. Şimdi şu soru geliyor akla: Acaba Demirel bir dönemin bağırsaklarının içini tüm kokuşmuşluğu ile ortaya koya- cak olan bu fırsatı değerlendirecek mi? Yoksa, kendince bazı nedenlerle, Karındeşen Jak olmak yerine karın di- ken Jak olmayı mı yeğ tutacak! İzlemeye devam ediyoruz. Sayısı Bayılerde Kanun namına değil Özgürlük için Demokrasi Demokrat! 91'den 92ye Dünya ye Türkiye Düzenin ya da tarihin ilericisi olmak.. Bizim klmli- ğimız ve başkalarının hükümeü.. Alternatif hareket- ler: Yeni bir siyaset tarzı.. İsmail Beşikçi: "Kürtler ulusal meclislerini toplamalı".. Kongre ardmdan HEP izlenimleri.. Küba: Ya Özgür Dünya Ya Ölüm.. Tarihin orta yeri: Rusya.. Kayıplar. Beyaz başörtüle- rin yalnızhğı.. AIDS.. Bir Laün trajedisi: Kırmızı Pa- zartesi.. Demirağ ve Yurdatapan döndüler.. Macit beni demokrasilendir.. Görüşler: SBP • TBKP • SHP • DYP • Türk-lş • İHV • İHD • Eğitim-lş • Eğit-Sen • Yeşiller • Öğretim Üyeleri Derneği Dost insan, annem GÜNEŞ ÜRGÜN'ü 28 Arahk 1991 günü kaybettik. Sevenlerine duyurur, acımızı paylaşan dost ve akrabalanna teşekkür ederiz. N. YILDIZ ECEVİT TÜRK HAVA YOLLARI A.O.'DAN — Ortaklığımız, Ankara Esenboğa Hava Limanı'nda- ki personel lokantası kapalı zarfla teklif aima usulü uy- gulanmak suretiyle yıktırılacaktır. — Anılan yıkım işine ilişkin geçici teminat firmalarca teklif edilen bedelin %3'ü oranındadır. — Kapalı zarfla verilecek teklif mektupları en geç 06.01.1992 günü saat 10.00'a kadar İstanbul, Atatürk Ha- valimanı THY A.O. Genel Yönetim Binası B Blok Asma Kat adresinde mukim Alım Satım Kurulu Başkanlığf nda bulundurulacaktır. Anılan gün ve saatten sonra elden ve- rilen veya posta ile gönderilen teklif mektupları kabul edil- meyecektir. — Konuya ilişkin ihale 06.01.1992 günü saat 10.00'da yukarıdaki adreste yapılacaktır. — Tahmini bedeli aşan teklifler değerlendirme dışı bı- rakılır. — Şartnamede istenilen tüm belgelerin aslı veya no- terden tasdikli suretlerin ibrazı gereklidir. — Şartnameler yukarıda belirtilen adresten Ankara- da ise THY A.O. Ankara İst. Baş Müd'den temin edilir. — Ortaklığımız 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'na ta- bi olmayıp, ihale konusu işi kısmen veya tamamen yap- tırıp yaptırmamakta serbesttir. Dışişleri Bakanlığı Artık Türkiye dışa açılmıştır ve daha da önemlisi Türkler dışa açılmış ve Dışişleri Baİcanlığı, gerek merkez kadrolarında gerekse dış temsilciliklerinde bu gelişmeleri yakından izleyecek ve hatta yön verebilecek kapasiteye bir an önce ulaşmak mecburiyetindedir. İSTEMİHAN TAL A Y SHP İçel Milletvekili, Dışişleri Komisyonu ve Avrupa Konseyi Üyesi Bir taraftan Sovyetler Birliği'nde ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanmakta olan ayrışma ve demokratikleşme süreci etkilerini devam ettirirken. diğer taraftan da Balkanlar'da. Ku- zey Avrupa'da ve Orta Asya'da orta>a çıkan bağımsız cumhuriyetlerin uluslararası camia- da hızlı bir biçimde ekonomik ve siyasal ilişki- lere yönelmeleri. dış ilişkilerde Türkiye'yi de çok yakından ılgilendiren yeni bir yapılanma döneminin başladığını ortaya koymaktadır. Türkiye böyle bir süreçte komşulanyla kı- yaslandığında ekonomik. siyasal ve kültürel açılardan çok daha avantajlı bir konumda ol- duğunun bilincine vararak, gelişmeleri sadece izleyen değil. aynı zamanda etkileyen ve yön- lendıren bir politika sürdürmek görevini ih- mal etmemelidir. Klasik dış politika dönemi kapanırken Türkiye, ekonomik bakımdan 12 mil>ardo- larlık bir döviz birikimine, güçlü ve tecrübeli bir özel girişim kadrosuna, yüksek bir tekno- lojık düzeve ve büyük bir tarımsal ve endüstrı- yel kapasiteye sahip bir ülke olarak bu kay- naklannı yeni oluşan devletlerin hizmetine sunup kültürel bağlann verdiği avantajları da kullanarak bu devletlerle ılk ilişkiler kuran ve onlara >ardım elini uzatan ülke olmaktan uzak durmamalıdır. Mesut Yılmaz hükümetinin olumlu bir yak- laşımla Azerbaycan'ı tanıma karan almasının ertesinde koalisyon hükümetinin de aynı du- >arlılık içinde Ozbekistan Cumhuriyeti'ni ta- nıması ve ardmdan tüm Türki cumhuriyetlerle ve Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığını kaza- nan ülkelerle siyasal ilişkılere girmesi, Tür- kiye'nin artık klasik dış politika dönemini kapatarak etrafındaki gelişmelere açık bir si- yaset izleme sürecini başlattığını somut bir biçimde ifade etmektedir Yeni gelişmeler ışığında Dışişleri Türkıve'nin çevresındeki hızlı gelişmeler dikkate ahndığında. konu elbette sadece Türk cumhuriyetleri ve BDT ülkeleri ile de sınırlı kalmayacak bir ilişkiler sistemini gündeme ge- tirmektedir. Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yu- goslavya'ya yönelik ekonomik ve siyasal iliş- kiler. Türkiye'yi Balkanlar'da yeniden birgüç merkezi haline dönüştürmeye aday gözük- mektedir. Nitekim bu durumu saptayan Yunanistan basını. Türkiye'nin ekonomik ilişkiler yoluyla Arnavutluk ve Bulgaristan'ı kendi yanına çek- tiğini, şimdi sırada Romanya'nın bulunduğu- nu ve bu yolla Türkiye'nin Balkanlar'da Yunanistan'a karşı daha da güçlenmesinin beklenebileceğini endişe ile dile getirmekte ve buna karşı önlem alınmasını istemektedir. Bütün bu gelişmeler artık Türkiye'nin eski Türkiye olmadığı gerçeğini belirlemekte ve dolayısıyla dış politika ve Dışişleri Bakanlığı Türkiye açısından daha da özel bir önem ka- zanmaktadır. Eleştirilecek birçok yanı bulun- masına karşın ve üslubu ne olursa olsun Sayın özal'ın Dışişleri'ne kazandırdığı dış politika- da ekonomik bakış ve yaklaşımlann bu dö- nemde artarak devam ettirilmesi gerekmekte- dir. Finlandiyalı bir milletvekili dostum, Türk ve Fin firmalannı bir araya getirip onlann Al- man yardımıyla Sovyetler Birliği'nde yapıla- cak konutlann ihalesini kazanmalannı sağla- yan Türkiye'nin Finlandiya Büyükelçisi'nden övgüyle söz ederken aynı zamanda Türk dip- lomatlanna ve Türk diplomasisine de büyük iltifatlarda bulunmakta ve bu arada böyle övünç verici uygulamalann devamı için Dışiş- leri Bakanlığı'nın takviyesi konusu önümüz- deki en önemli sorunlardan biri olarak karşı- mızaçıkmaktadır. Kuşkusuz ki Dışişleri Bakanlığı kadrolan yukanda verdiğım örnekte olduğu gibi, bu bi- linç içinde olumlu çalışmalannı sürdüregel- mektedir. Örneğin Romanya'da şu andaTürk müteşebbisler ortak girişimler kurmakta, gı- dadan tekstile ve deri konfeksiyona kadar bir dizi önemli konuda faaliyette bulunmakta ve kendilerine en önemli destek olarak da Ro- manya Büyükelçiliği'nde sınırlı bir kadro ile çalışan Dışişleri mensuplannı görmektedirler. Artık Türkiye dışa açıhruştır ve daha da önemlisi Türkler dışa açılmış ve Dışişleri Ba- kanlığı, gerek merkez kadrolannda gerekse dış temsilciliklerinde bu gelişmeleri yakından izleyecek ve hatta yön verebilecek kapasiteye bir an önce ulaşmak mecburiyetindedir. Koalisyon hükümetinin Türkiye'nin bütün dış ilişkilerini Dışişleri Bakanlığı'nda topla- ması, yerinde ve doğru bir karar olmakla bir- likte yeni oluşmalan da dikkate aldığımızda, bu bakanlığın nitelikli fakat o oranda sınırlı kadrosuyla bu kadar önemli sorumluluklann altından kalkmasını beklemek de maddeten mümkün görünmemektedir. İhmal edilmiş bakanlık Dışişleri Bakanlığı, hep görev beklenen, fa- kat maddi ve manevi destekler açısından her iktidar döneminde daima ihmal edilmiş bir bakanlık olmaya devam etmektedir. Dünyadaki değişmelere uygun politikalar üretmek, yeni oluşan cumhuriyetlerle sağlıklı ilişkiler kurabilmek, dış siyasetle Türkiye'nin ekonomik çıkarlannı birlikte götürebilmek ve bugün Rusya'da, Romanya'da, Bulgaristan'- da öncü görevler üstlenerek bu ülkelerde yatı- nm yapan Türk müteşebbislerini desteklemek amaçlanyla, Dışişleri Bakanlığı'nın yeni ele- manlarla ve modern haberleşme olanaklanyla takviye edilmesi ve daha da önemlisi, yabancı ülkelerde Türkiye'yi onurla temsil eden perso- neline uygun bir ücret düzeni sağlanması ge- rekmektedir. Hükümetin dış politikadaki başansında si- yasi olaylarda alacağı enerjik kararlar kadar, bu kararlan uygulayacak İcadrolanna dönük bakış ve tutumu da belirleyici bir rol oynama- ya aday görünmektedir. PARIS'TEN SELÇUK DEMİREL Tip Eğitiıııinin Ayıpları Prof. M.ORHAN ÖZTÜRK Hacettepe Üni. Tıp Fak. Psikiyatri Böl. Öğr. Üyesi Üniversitelerimiz konusunda geniş tar- tışmaların açıldığı şu dönemde bir yan- dan eleştiriler yayınlanıyor, bir yandan da üniversitelerin bugünkü durumundan sorumlu olan yöneticiler son on yılda bü- yük başarılar elde edildiğini rakamlarla kanıtlamaya çahşıyorlar. Üniversiteleri- mizde ve ülke sağlığı konusunda çok önemli yeri olması gereken tıp eğitimin- de uzun süredir facia denebilecek bir du- rumun yaşanmakta olduğu kamuoyuna yeterince yansıtılmadı. Tıp eğitimindeki büyük sorunlann temel konuları şöyle özetlenebilir: 1. Tıp fakültelerine çok fazla sayıda öğrenci alınması; 2. Yeterli hazırlık yapılmadan çok faz- la sayıda tıp fakültesi açılması; her yıl aynı beş ya da altı tıp fakültesi, yüz- de 20'sini de geriye kalan on beş tıp fakül- tesinin mezunlan doldurmaktadır. Çok sayıda öğrenci almak ve mezun ver- mekle oluşan durum neden bir faciadır? Her yıl yeteneği ve çalışkanlığı ile seçil- miş binlerce öğrenciyi bir nicelik uğruna harcıyoruz. Amacın, Dünya Sağlık Orgü- tü ölçütlerine ve Avrupa'daki hekim başı- na düşen hasta sayısı düzeyine ulaşmak ol- duğunu söyleyenlerin bu konuda ya bilgi- leri az ya da doğruyu söylemiyorlar. Çün- kü Dünya Sağhk Örgütü ve yerli, yabana başka kumluşlar bu konuda raporlar ya- yınladılar. Hekimin sorunlan Avrupa'nın birçok ülkesinde binlerce iş- siz hekim bulunduğunu ve çok sayıda he- 3. Öğretim üyesi sayısını arttırma ça- kim yetiştirme politikasının "trajik" bir so- bası yüzünden niteliğin düşmesi; 4. Kliniklerdeki öğretim üyelerinin da- ha iyi eğitim, araştırma ve yayın yapma yerine daha çok hasta bakmalarına yö- nelik bir düzenin oluşması... Hasta başında eğitim nuç ile iflas etmiş olduğunu tıp eğitimi ile ilgilenen herkes biliyor. Hekimin toplum içindeki güvenilirliğini düşürüyoruz. Iyi yetişmemiş, bilgi ve bece- risi az hekim, ne kendisine güvenebilir ne de toplum ona. Üstelik ülkemizde, hekimin bilgi ve beceri eksikliğini mezuniyet sonra- sında az çok kapatabilecek yaygınlaşmış sü- rekli eğitim programları da yoktur. Türkiye'yi toplum sağlığı bakımından ge- Tepeden inme kararlarla kapasitelerinin çok üstünde öğrenci almak zorunda bıra- kılan tıp fakültelerinde iyi eğitim yapabil- . . . _ _ . _ _ me olanağı kalmamıştır. Değişik fakülte- r i kalmışhktan kurtaramıyoruz. Iyı yetış- lerden, görüşlerini alabUdiğim öğretim üye- m e olanağı bulamamış çok sayıda hekıme zorunlu devlet görevi yükleyerek Anadolu'-lerinin ve öğrencilerin hepsi korkunç ve ina- nılmaz kalabalığı dile getirmektedirler. La- boratuvarlar ve klinikler bu kadar kalaba- lık gruplarla nasıl eğitim yapabileceklerini şaşırmış durumdadırlar. Hasta başı eğiti- minin yerini dersane eğitimi almıştır. Hasta başında uygulamah eğitimin yapı- lamadığı bir tıp fakültesinde, kimse eğiti- min yeterli olabileceğini savunamaz. Bir yandan gelişmiş diye bilinen tıp fa- kültelerinde çok sa>ıda öğrenci yüzünden eğitimin niteliği düşmüş, bir yandan da eği- tim yapma olanakları yetersiz birçok tıp fa- kültesi açılmış bulunmaktadır. Bunların bir kısmı, aradan yıllar geçmesine karşın geli- şememişlerdir. Tıpta Uzmanlık Sınavı so- nuçlanna bir göz atmak, durumu açıklama- ya yeter. Asistan kadrolarının yüzde 80'ini nun köylerine göndermekle Türkiye'nin sağlık sorunlannın çözülemeyeceği defalar- ca yazıldı. Çok sayıda hekim ve zorunlu hizmet politikalannm daha çok gösteriş ol- duğu ve on yıldır devleti yönetenlerin ve- rimli bir ulusal sağlık politikası oluştura- madıkları açıkça görülmüştür. Hekimi, morali bozuk, ucuz işçi duru- muna sokuyoruz. Bugün haftada 60-70 saat çalışan genç hekim, vasıfsız bir işçiden dü- şük ücret alabilmektedir. Hele sayı biraz daha artsın, hekimler iş bulmak için daha düşük ücretlere zorlanacaklardır. Bu da ül- kenin sağlık sorunlarım köylere hekim ata- makla çözdüğünü sananların ve sağlık hiz- metlerinde serbest pazar ekonomisi uygu- lamaya yönelenlerin işine gelecektir. öğretim üyesi olabilmek için ilk YÖK Yasası'ndaki ideal koşulların çoğu yozlaş- tırılmış durumdadır. Son on yıİda, öğretim üyeliğine yükseltilme ve atamaJarda niteli- ğin fazla önem taşımadığı durumlar çok ol- muştur. Bunun etkileri özellikle az gelişmiş tıp fakültelerinde uzun yıllar sürecektir. Tıp fakültelerinde okumayı, araştırma ve yayın yapmayı, daha iyi eğitim vermeyi özendirme yerine, şu kadar hasta görürsen ayuk gelirin şu olur diyen bir düzen oluş- muştur. Kliniklerde tam-gün çalışan öğre- tim üyeleri bir yandan böyle bir düzenin, bir yandan da meslektaşlannın, öğrencile- rinin, tanıdıklarımn ve vatandaşın baskısı altında zamanlannın ve enerjilerinin önemli bir kısmını hastalara vermek zorunda kal- maktadırlar. Bütün bunlann yanı sıra öğretim üyele- rinin, bilgilerini yenilemek, tartmak ve tar- tışmak için gerekli olan bilimsel toplantı- lara katılma olanaklan son derecede sınır- lıdır. Fakülte kütüphaneleri yeni yaymlar bakımından acınacak durumdadırlar. Öğ- retim üyeleri, araştırma görevlileri, öğren- ciler ancak ücretle fotokopi çektirerek za- ten kısıtlı olan yaymlardan yararlanmaya çahşmaktadırlar. Bunca eksikliğe ve aksaklığa karşın bü- yük özveri ile çalışan öğretim üyeleri, araş- tırma görevlileri ve öğrencilerden fazla ses çıkmaması, kanıma göre, vurdumduymaz- lık ya da korkudan değil, on yıldır üniver- sitelerdeki eleştiriye kapalı yönetim düze- ni ile oluşmuş umutsuzluk ve çaresizlik duy- gusundandır. Çöztim yolları neden tıkalı? İşin en acı yanı şudur: Öğrencisinden öğ- retim üyesine, dekanına, rektörüne ve YÖK Başkanı'na kadar herkes bu gerçekleri bil- mekte ve az çok dile getirmektedirler. Fa- kat neden çözüm yolları tıkalıdır, bir şey yapılamamaktadır, anlamak çok zor. Bu tı- kanıkhğın sorumluluğunun yalnızca hükü- metlerde ve politikacılarda olduğunu kabul edemiyorum. Üniversitelerimiz on yıldır, otokratik bir yönetim düzeni içinde kendi sorunlarım tartışmak ve etkili çözüm yol- ları aramak olanağından uzak tutulmuştur. Son on yılda iyice gördük ki, üniversite- lerin kendi sorunlarına sahip çıkabilmeleri ve bunları çözebilmeleri ancak özerk ve de- mokratik bir ortam içinde gerçekleşebilir. MEHMET ERGUVEN Operada Yeni Dönem ve Türki Cumhuriyetler Sovyetler Birliği'nin parçalanmasıyla birlikte, peşi peşi- ne ortaya çıkan bağımsız cumhuriyetler, yalnız ekonomik alanda değil, kültürel ilişkiler konusunda da önemli bir kavşak noktasına geldiğimizi göstermektedir. Daha düne kadar Batı'ya dönük yüzüyle tek taraflı etki- lenmeye dayalı kültür politikamız, şimdi çok daha kap- samlı ve karşılıklı etkileşimin gündeme geldiği yeni bir boyutkazanmıştır. Türkiye, başta ekonomik olmak üzere, hemen her alan- da çağdaş bir kimlik arayışı içindeki bu ülkelere yol göste- rirken, belli konularda da onlann desteğine muhtaçtır hiç şüphesiz. Ancak, kültürel alandaki bu işbirliğinin verimli olabilmesi için, somut beklentilerden hareket eden tarafla- rın öncelikle, uzun vadeli bir program hazırlamaları gerek- lidir. Aksi takdirde sadece dil, din, kan vb. bağlardan hare- ketle oluşturulan bir kültür politikasının, çok geçmeden "konuk sanatçı" trafiğiyle sınırlı bir etkinliğe dönüşmesi işten bile degildir... Türkiye, 21. yüzyılın eşiğinde, kuzeydeki komşusuyla yeni ve sadece ekonomik işbirliğiyle sınırlı olmayan önemli bir dönüm noktasına kendiğinden gelmiştir. Bu ta- rihsel fırsatın iyi değerlendirilmesi halinde her iki taraf da bundan kârlı çıkacaktır. Ancak somut beklentilere yönelik uzun vadeli bir program yapılmadığı takdirde, yalnızca din, dil ve kan bağından cesaret atan bir kültür alışverişi- nin çok geçmeden — ^ — — — — — — — Devlet Operalan'mn hızlı Mr çökûş sürecini yaşadıfı su dönemde, Bakü veya TaşkenrielşblHlğine glpişmenin blzlm İçin sayılamayacak yararı vardır. Katerfnaİsmailova^Öç Portakalın Aşkı, Ateş Meleğl gibi eserlerin ülkemizde sahnelenmesJbilebaşlı başınablrolaydıp. "duygu sömürüsü"- ne dönüşüp yozlaşa- cağı açıkça ortadır. Islamiyetin resmi din olması bakımından, öncelikle Türkiye'de- ki sahnelere destek olabilecek kardeş kentleri kısaca anım- samaya çalışalım: Al- ma Ata (Kazakistan), Frunze ya da yeni adıyla Bişkek (Kırgt- zistan), Taşkent (Öz- bekistan), Duşanbe (Tacikistan), Aşka bad (Türkmenistan)- Bakü (Azerbaycan). Bu kentlerin he- men hepsi, tam teşekküllü opera ve tiyatro kurumlarıyla, Türkiye'deki örnekleri için gerçekten eşsiz birfırsattır. O halde, önce bu kurumların son çeyrek yüzyıllık reper- tuarıyla ilgili kapsamlı bir araştırma yapıp, hangi eserlerin Türkiye için uygun ve gerekli olduğu belirlenmelidir. Aksi takdirde, son yıllarda tanık olduğumuz gibi, üçüncü sınıf bir Azeri operetine takılıp kendimizi aldatmak çok kolay- dır. Sovyet yöneticileri, bu ulusların kendi öz değerlerine sahip çıktığı eserleri desteklerken, diğer taraftan dünya kültürüne mal olmuş Prokofiev, Şostakoviç gibi isimlerin de repertuarda yer almasına özen gösteriyorlardı elbette. Türkiye, bu noktadaki seçimini gerçekçi ve doğru yapmak zorundadır; çünkü salt duygu bağıyla, ne sanat ne de kül- türel yakınlaşma olabilir. Kültür Bakanlığı, bu konuyla ilgili bir ön hazırlığa derhal girişmediği takdirde, çok değil, birkaç yıl sonra bu ülkeler- le olan kültürel ilişkilerimizin halk dansları ile arabesk tür- kücüler düzeyinde seyrettiğine hep birlikte tanık olacağız; henüz vakit geç değil... Devlet Operalan'mn hızlı bir çöküş sürecini yaşadığı şu dönemde Bakü veya Taşkent'le işbirliğine girişmenin bi- zim için sayılamayacak yararı vardır. Katerina İsmailova, Üç Portakalın Aşkı, Ateş Meleği gibi eserlerin ülkemizde sahnelenmesi bile başlı başına bir olaydır; çünkü çağdışı bir zihniyetin tutsağı olan Devlet Operaları, 1990'larda bu yapıtları düşünemeyecek kadar seviye kaybına uğramış- tır. Gerçi körü körüne Stanislavski yöntemine bağlı kalan sahne estetiğiyle bu cumhuriyetlerin de bazı sorunlan var- dır, ama vaat ettikleri yanında, bu bir hiçtir. Asıl sorun, operayla ilgili bir kültür alışverişinde, bizim onlara neler verebileceğimizdir. Yunus Emre ve Mevlana'dan fırsatka- lırsa, Kültür Bakanlığı bunu da düşünecektir herhalde; yoksa bu gidişle, yakın bir gelecekte Adnan Saygun'un operalarını da oralardan ithal etmek zorunda kalacağız! MEHMET ERGÜVEN Yöneımen, yazar. T.C. SORGUN KADASTRO MAHKEMESİ Esas No: 1989/23 Davacı Sorgun ılçesi Eyraır kasabasından Ünzüle Katrancı tara- fından aynı kasabadan davahlar Fadime Kara, ismail Çil ve Halil Çil aleyhine açılan aynı kasaba Çayır mevkiinde kain 1086 parsel nolu ve 800 metrekare genışliğindeki taşınmazın tespitine itiraz davasının yapılan açık yargılaması sırasında davahlar ismail Çil ve Fadime Ka- ra'mn kolluk kuvvetlerince de adreslerinin tespit edilemediği anla- şılmıştır. Işbu adresleri kolluk kuvvetlerince de tespit edilemeyen davalılar İsmail Çil ve Fadime Kara'nın 7201 sayılı Tebligat Yasası'nın 29 ve devamı maddeleri gereğince duruşma günu olan 13/2/1992 gunu mah- kememizde hazır bulunarak \apılan tespite ve davacının itirazlarına karşı gerekli beyanda bulunmaları, aksi halde 3402 sayılı yasanın 29. maddesı uyarınca yokluklarında yar^ılamaya devam edilerek karar verıleceği hususu ilanen tebliğ olunur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle