19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 9 EYLÜL 1990 Toplumbilimci, Prof. MübeccelKıray: Tek şansımızköyltilüğübitirmekÜlkemizde 1950'den sonra başlayan kitlesel değişim, özellikle tarımsal altyapının değişmesi, köylülüğün çözülmesi ve kırdan kente göç şeklinde kendini gösterdi. Bu değişimin araştınlmasını, değerlendirilmesini ve özellikle bilgi olarak aktarılmasını ise şüphesiz başta Mübeccel Hoca'ya borçluyuz. O, üniyersite sıralannı 'açık alana' taşımış, akademik ve ideolojik kalıplara karşı kişinin kendi düşüncesini ve gündelik hayatın sorgulayıcı ritmini çıkarmıştı. Günümüzde Türk insanmm 'kimlik bunalımı', tepkileri, özlemleri ve degişimi, kendini ifade edemeyişi; arkadaşımız Işıl Özgentürk'ün Prof. Mübeccel Kıray'la söyleşisinde ifadesini buldu. SÖYLEŞİIŞIL ÖZGENTURK IHocam söyleşimizın konusu, 'Türk in- sanırun sosyal ve kültürel degişimi'. Çok bo- yutlu, bir pazar sohbetinin sınırlan içine sığ- mayacak denli karmaşık... Değişim sadece bizim insanımıza ait bir şey değil. Bütün insanlık büyük bir değişim için- de. Amerikan halkı da, ltalyan haJkı da. Önce genel olarak degişimi etkileyen unsurlara bak- mak lazım. Günümüzde hâlâ 19. yüzyıl temel değişme dinamiği geçerli. Bunun temeli de sa- nayileşme ve şehirleşme. Daha doğrusu şehir- leşme, köylülüğün bitmesi. Köylülükte, toplum- lar:n yüzde 80M kırsal kesimde kendi kendine yete"n, kapalı yaşayan ve basit teknolojiyle ta- rımsal üretim yapan insanlardan, yüzde 21'i de şehirlerdeki esnaf ve zanaatkârlardan oluşur- du. Sanayileşme girince değişmeye başlayan te- mel boyut kırsal kesimde köylülüğün bitmesi, şehirlerde esnaf ve zanaatkârların kaybolma- sı, fabrikalann kurulması, işçilerin, sermaye- darların oluşması, onlarla birlikte gelişen hiz- met kesimi, işletmeler, bankalar... Bunlann ta- mamlayıcısı politik değişme, krallıklann kay- bolup parlamenter birimlerin ortaya çıkması. Bu değişme îngiltere'de 17. yüzyılda başla- mış. Fransa'da 19. yüzyılın başında. Sonra Av- rupa'nın ortasındaki değişmeler, aynı temel bo- yut hep var. Ondan sonraki aşama iki dunya savaış. Bildiğiniz gibi iki dünya savaşı da dün- yanın kaynaklarını paylaşma savaşıdır. Savaş- lardan sonra önemli değişiklikler meydana gel- di. Avrupa'da çöken krallıkların ardından olu- şan devletler, bunun içinde Osmanlının çözül- mesiyle ortaya çıkan Bulgaristan, Romanya gi- bi devletler de var. Bu arada Türkiye'nin de kendi milli misakını çizip yeni bir milli devlet olarak ortaya çıkışı var. Genel çizgi bu. Osmanlı Imparatorluğu'nu da ele ahrsanız bu temel çizgiyi görürsünüz. Bir miktar sanayileşme, bir miktar özellikle Batı Anadolu'da köylülüğün çözülmesi, bir miktar demokratik rejim. Ve daha sonra bilinçli deği- şim politikalarıyla değişimin hızlanması. 1920 •öncesi değişim düzeni Batı'nın etkisiyle oluşan bir şey. 1920'den sonra bilinçli değişme politi- kalarıyla 2. Dünya Savaşı'nın sonuna dek ge- lindi. Ama asıl temel değişme, kitlesel değiş- me 1950'den sonra oldu. Değişmenin hızı art- tı, yapısallaştı. Çünkü tarımsal altyapı değiş- meye başladı. Bunun göstergesi olarak ele alı- nabilecek olgu tarımsal teknolojidir. 1945 yıl- larmda 2. Dünya Savaşı'nın sonunda Türkiye 1 deki traktör sayısı beş yüzün altmdaydı, üç yüz on beş filan. Bunun da kaç tanesinin çalıştığı- • nı kimse bilmiyor. 1965'lere girerken bu sayı yarım milyonu geçti. Bu inanılmaz bir hız. Bu durumda değiştik mi, değişelim mi tartışması olmaz. Siz bir memlekete kara sabarun yerine traktörü milyonlarla sokarsanız her şey olur. Zelzele olur... Türkiye'nin neredeyse günden ge- ceye değişmesi tarım girdileriyle 1950'lerde başlar... W^KKMŞimdilerde özellikle GUney'de şöyle bir manzara var: En verimli tarım topraklan tatil siteleriyle dolmuş, traktörler de çoluk çocuğu kentte sinemaya götürüyor. Özellikle Güney 1 de köylülük rant geliriyle yaşıyor. Bir gün bir tarım ülkesi olmaktan çıkar mıyız dersiniz? Bu gözlemler daha çok kıyılarda ve şehirle- re yakın yörelerde söz konusudur ve sınırhdır. Şimdi tanm değişti demek, köylülük değisti de- mek yalmz makine girdi demek değildir. Tan- ma makine girdiği zaman ürünün hem türü de- ğişir, hem çapı. Artık üretilen ürün pazarda sa- tılmak içindir. Dolayısıyla köylü dediğimiz ta- rımı gerçekleştiren nüfus, köylülükten çıkar çiftçi olur, yaşam biçimi, ilişkileri, düşüncele- ri değişir. Gene traktör örneğinden gidelim, her trak- tör on-on beş sabanın yerini alır, daha da önemlisi on-on beş kişiyi topraktan koparır. Önemli olan budur. Köylülük biterken çiftçi- lik başlar, tanm bitmez. Aksine tarımda çeşit- lilik ve ürün artışı başlar. Ancak tarımda ça- hşması gereken emek azalır. Topraktan kopan bu emek de şehre sanayide ve örgütlerde çalış- mak için gelir. Bizim yaşadığımız boyut budur, traktörü sembol ahp söylersek hâlâ traktör sa- banın yerine hızla geçmekte ve köyden ve top- raktan kopuş devam etmektedir. Büyük deği- şimin boyutu budur, bu alttan gelen bir dal- gadır. Bir de üstten gelen dalgalar vardır. Artık dünyada hiçbir toplum, Afrika'da or- manların derinliklerinde yaşayan insanlar bile izole insanlar değildir. türkiye de kendisinden çok önce sanayileşen, pazar arayan Batılı dev- letlerin hem ekonomik, hem politik hem de ideolojik baskısı altındadır. tnsanlar tümüyle bir iletişim bombardımanı altındadırlar. Kır- sal kesimden şehirlere yayılan insanlar bu ile- tişim bombardımanını, en çok ve en hızlı his- seden insanlardır. Bir müthiş çatışma yaşan- maktadır. Şimdi çatışmanın şiddetine bakalım. •MHBZ/ocam izninizle bu çatışmaya geçme- den önce taraflann ellerindeki silahlardan, yani araçlardan biraz söz edebilir miyiz? Araçlar sayılmayacak kadar çok, özellikle de bir tarafın elinde. Yüzyıllardan süzülmüş ge- len ideolojik araçlar, yüzlerce televizyon kanalı, inanılmaz boyutta iletişim araçları; öbür tara- fın elindeyse uzun havalar ve sonsuz bir sabır var. Şimdi her yaşayış tarzının kendine göre bir ifade biçimi, bir sanat tarzı, bir yer ve zaman anlayışı vardır. Tam on iki bin yıl köylülüğün tekduze yaşamı değişmemiştir. Bu müthiş bir şey, müthiş bir kemikleşme. Sabanın Anado- lu'daki ve dünyadaki tarihi on iki bin yıldır. On iki bin yıl Türk köylüsü (Anadolu'da yaşayan köylü) hep aynı biçimde yaşamıştır. Öküzle üretim yapmıştır. Ürettiklerinin bir kısmım ye- miş, fazksmı artı ürünü beylere aktarmıştır. Bu beyler Hititlerden, Frikyalılardan, Romalılar- dan, Selçuklulardan, Osmanlılara kadar gel- miştir. Anadolu Yarımadası'nda İsa'dan son- ra ilk yüzyılda yapılan bir nüfus sayımında ya- nmadada on-on üç milyon insan yaşadığı tes- pit edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk nü- fus sayımında da nüfus on üç milyon civarın- dadır. Yaşam tarzı öylesine tek düzedir ki, nü- fus bile sabit kalabiliyor. Duşünün, bu kendi yağıyla kavrulan yaşama tarzı bizim nüfusu- muzun yüzde 80'ini kapsıyordu. •MHHFaAraf Anadolu'da çok farklı kültiir- lerden soz edilebilir. Yaşam tarzı benzeşse bile kültürde farklılıklar var. Genelde birbirinin devamı, küçük farklarla süregelen bir kültür var. Anadolu müzelerini şöyle bir dolaşalım, birinde ana tannça böyle yapılmış, diğerinde şöyle; ama hepsinde temel özellikler aynı, ayrıntılarda küçük değişiklik- ler var. Örneğin bizim Anadolu kültüründe bir boğa figürü var. Bunları Hitit evlerinde de Frikyalılarda da görebiliyoruz. Kalelere bakın, duvarlar birbirinin devamı, uzantısı... Çünkü yaşamlarında pek bir şey değişmiyor, aym en- dişeleri var, aynı temel çelişkileri var. ^ n sonra bu kemikleşmiş yapı âdeta bir bombardımana uğruyor ve kâbus başlıyor... Hem de nasıl. Bu bombardıman 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yoğunlaşıyor, değişme ise bi- linçli olarak cumhuriyetin ilk dönemlerinde PAZAR KONUĞU MÜBECCEL K I R A YMübeccel Kıray, 1923'te Izmir'de doğdu. Lisans eğitımıni, 1944 yılında Ankara Ünıversitesı Dil, Tarih ve Coğrafya Faküitesi Sosyoloji bölümünde tamamladı. Itk doktorasını yine aym fakültede tamamladıktan sonra, 1950 yılında ABD'ye gıderek Northv/estem University'de antropolojı dalında ikinci doktorasını yaptı. Türkiye 'ye döndükten sonra Istanbul Ünıversitesı îktısat Fakültesi'nde bir yıl fahri asistanlık yaptı. Bir süre serbest çalışan Kıray, 1960 yılında universite dtştndan docent oldu. Aynı yıl Ortadoğu Teknık Üniversıtesi'nde ders vermeye başladı, 1966-73 yılları arasında yine ODTÜ'de profesör olarak çalıştı. 1964'te Ereğli'de, daha sonra Izmir'de toplumbılim alanında kapsamlı çalışmalar yaptı. 1968-69 yıllannda konuk profesör olarak London Schooi of Economıcs and Polıtıcal Scıence'da ders verdi. 1974'ten sonra Istanbul Teknik Üniversıtesi'nde, 1978'den sonra ise Sosyoloji Kürsüsü Başkanı olarak tstanbul tktisadi ve Ticari tlimler Akademısi'nde çalıştı. 1982 yılında tîTİA 'nm yerine kurulan Marmara Üniversıtesi'nde Kamu Yönenmi BOlümü Şehırcilık Anabilim Dalı baskanlığı görevini üstlendi. Prof. Mübeccel Kıray bu sene emekli oldu. Kıray'ın yapıtlan: 'Ereğli: Apr Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası', 'Örgutlesemeyen Kent', 'Yedi Yerleşme Noktasuıda Turizmle tlgili Sosyal Yapı Analizi', 'Social Stratification as an Obstacle to Development U.Hmderink İU)\ 'ToplumbUim Yazılan'. din dersi yoktu, Fransız ve Alman subayların ders verdiği zamanlar. Evet devlet başkanının adı halifeyken de askeri okullara din dersi kon- sun mu konmasm mı tartışması yoktu. Ne za- man ki 2. Dünya Savaşı bitti, soğuk savaş baş- ladı rüzgârlar değişti, özellikle altmışlı yıllar- da -soğuk savaş dönemi- Batı'mn büyük dev- letleri dini ön plana geçiren politikalarda ısrar etmeye başladılar. Bu soğuk savaşın ideolojik bir boyutuydu. Türkiye'de de dini örgütlenme başladı ve bu örgütlenme bizde köylülüğün çö- zülmesiyle çakıştı. Düşünün, Türkiye Cumhu- riyeti laik bir eğitim istiyor, laik eğitim paha- lıdır. Türkiye'nin ise kaynakları kıt, köylülük çözülmüş ve nüfus patlaması olmuş. Batı, so- ğuk savaşın bir boyutu olan dini ittiriyor. Ve hepsi birbiri Ustüne gelmiş. Bu durumda hiç kuşkusuz en ucuz en az sofıstikte bir eğitim olan din eğitimi ön plana geçiyor. Bu eğitim yetersiz ama ucuz. Bu eğitim kitleler arasında ucuz olduğu ve kolay sağlandığı için yayıldı. Ayrıca bu alana soğuk savaş dönemlerinde çok para akıtıldı, dış kaynaklı... Türkiye'nin baht- sızlığı budur. Yani köylülüğün bitişinin soğuk savaş yıllanna rastlamasıdır. Bu devrede, hem bizde hem Doğu Avrupa ülkelerinde dini çok işlediler. Bizde tarikatları, Avrupa'da Katolik- liği. Sonuçta bu ideoloji baskın çıktı ve hemen hemen her yerde bu politikayı uygulamaya ha- zır muhafazakâr partiler iktidara geldiler. ^KKtt^Yeniden köylülüğün çözülmesine dö- nersek; bu çözülme kente gelen insanı nerele- re sürükledi, kent insamyla aralarında nasıl bir etkileşim oldu? Evet neler oldu? Nasıl bir ilişki gelişti? En çok tartışılan, pek çok soru içeren bir alan bu. Büyüme dönemlerinde işler daha kolaydı. Fab- rikalar ve büyük işyerleri açılabiliyordu ve iş- çileşme oluyordu. Ayrıca bir sanayi diğer yan küçük sanayi de yaratıyordu. Örneğin otomo- tiv sanayii geliştirildi altmışlann sonunda, bu- na bağlı olarak pek çok imalathane kuruldu, yay yapan, koltuk yapan v.s... Ayrıca bizim marjinal sektör dediğimiz hiçbir beceri isteme- yen sektörler de gelişti, daha doğrusu ortaya çıktı, yaratıldı. Işçi olamayanlar çu-ak oldular ya da kâhya ve en çok işportacı. Kırdan kop- ma ellilerde başladı, şimdi doksandayız. Yani kırk >ıl olmuş. Her yirmi yıl bir kuşak demek- tir. Bu durumda ilk gelenler üç kuşaktır şehir- de. Üç kuşak son derece önemlidir. Bir yaşam tarzmı terk edip yeni bir yaşam tarzına geçmek için yeterlidir. Bugün büyük kentleri çoğunluk ilk kuşak göçmenler yönetiyor. • • • • Bu yeni kentliler neler talep ediyorlar? Insanoğlu için her zaman prestij, kabûl edil- me ya da reddedilme, kendini ifade edebilmek önemli olmuştur. Eğer yerleşmiş bir sanayiniz varsa, kurumlanruz varsa, köklü bir burjuva- Profesör Mübeccel Kıray, Avrupa'nın Tiirklere kapılannı açması durumunda bile, kıtada bir kastlar sistemi olnşacagını ve Avrnpaünın yeni katdaolann sayısını sınırlı tntmak için daha fazla gayret gösterecegini söyhiyor. (Folograf: Erdoğan Köseoğlu) formüle edildi. Yaşam tarzı, eğitim tarzı, dev- let tarzı değişikliği düzenlendi. Zaten de^işme başlamıştı. Şehirlerde büyük işyerleri gelişmeye başlamıştı. Oldukça belirgin bir biçimde sanayi girişimleri vardı. Sanat ve iletişim de değişiyor- du ama yavaş... Sonra traktörler geldi. Trak- törler 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden ku- rulan milletlerarası ilişkilerin son derece tipik bir göstergesidir. Amerikan ekonomisi barış ekonomisine geçerken traktör üretmeyi ve bun- ları özellikle 3. Dünya Ülkeleri'ndeki tarımı ge- liştirmek için kullanmayı düşündü. Yaptı ve >izde gerici akımların, burjuvazinin sorumsuz tüketimine, geleneklere uymayan yaşantısına duyulan tepkiden dolayı yaygınlaştığı düşünülüyor. Hayır, böyle değil. Köyden gelen göçmenler onları kmamıyor, o yaşantıya karşı çıkmıyor. Tam tersi onun gibi yaşamadığı için kinleniyor. Yine sanılıyor ki, kimlik bunalımı, insanlar seçim yapamadıklan için ortaya çıkıyor. Hayır, bu insan, olmak istediğini olamadığı için kimlik bunahmma giriyor. Insanlar kendilerini ayırmak istiyorlar. Üst burjuvazi halkın kendisi gibi olmaması için bilinçli ya da bilinçsiz çaba harcıyor. verdi. Traktörle birlikte demokrafik rejim de çok parti rejimi de geldi. Değişmenin gerekli- liği hakkında münakaşalar da geldi. Çok il- ginç; Amerikan toplumbilimcileri 45'ten 55'e kadar bizim gibi ülkelerin değişemeyeceğini ile- ri sürmüşlerdi. lYanılmadılar mı? Hem de nasıl. Türk msanının değişme hızı gerçekten başdöndürücüdür. ••Ü^BCum/ıur/ye/ dönemindekiplanlı değiş- me hareketlerinden, politikalanndan söz etmiş- tiniz, bunları biraz açar mısınız? Evet, laiklik ve eğitim. Bunlar bugün bakıl- dığında en az Istiklal Harbi kadar Türk top- lumunun yapısal değişikliğinde temel boyut olarak görülüyor. Çünkü laiklik olmadan eşit- lik olmaz, demokrasi olmaz. Bana sorarsanız benim şahsi fikrim, sık sık gündeme gelen bir soru var, "Efendim lslam'da reform yapılır mı yapılmaz mı?" Hemen bunu tartışmaya başh- yorlar. Bence yapıldı bile. Laiklik bir reform- dur. Bu reform dediğiniz şey hoşgörü ve inanç- ta kişiselleşmeyi getirmektir. Hem toplumu- muzda, hem uluslararası ilişkilerimizde inanç- larımızı ve devlet düzenimizi birbirinden ayır- mak ve hoş görülü olmak zorundayız. Zaten bu biraz da kendiliğinden olmaktadır. İ B H M Hemen her yerde laiklik tartışması ya- pılıyor, bu da toplumda hâlâ bazı sorular ol- duğunu göstermiyor mu? Bir yerleşmemişlik söz konusu değil mi? Laiklik yukarıdan bir baskıyla gelmedi mi? Hayır. Benim görüşüm bu konuda şudur. Önemli olan mesele şu: 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında bütün dünyada ve Tür- kiye'de çok açık bir biçimde bir laikleşme ve ras- yonelleşme, dini geriye çekme hareketi vardı. Bütun dünyada ve Türkiye'deki elit için de bu böyleydi. Cumhuriyetten önce de din ikinci pla- na çekilmişti. Yoksa cumhuriyetle gelen laik- lik prensibi öyle kolay kabul edilemezdi. Tür- kiye'deki elit de istiyordu. Şunuistiyordu: Sa- nayiyi, modernleşmeyi yerleştirebilmek için fi- zik ve kimyayı, biyolojiyi, gök ve yer bilimle- rini ve devlet kararlanna dini katmamayı öğ- retecek bir eğitim sistemi. Evet, dini dışarı al- mış bir eğitim sistemi geliştirmek ve modern hukuka dayalı bir devlet düzeni kurmak. Bu da çok zor olmadı, Türkiye buna hazırdı. Me- sela askeri okullarda padişahhk zamamnda da ziniz varsa pek çok mesele kendiliğinden hal olur. Kurumlann olması, insanın toplum için- de ne tür bir rol üstleneceğini az çok bilmesi kişiyi rahatlatır. Oralarda kimse kabul edildi mi edilmedi mi münakaşası yapmaz. Herkesin tercihleri saygındır. tsteyen pop dinler, isteyen klasik müzik. En önemlisi Batılı bir toplumun insanı olmak başlıbaşına bir ayrıcalıktır, WK^KKBDoğuştan edinilen birgüven duygusu.. Evet, yani siz Ingilizseniz hiçbir yerde sırtı- JL akında erkeği çalışmayan, geçime katkısı olmayan evler çoğalacak. Türk toplumunu büyük bir çözülme bekliyor. Amerikan zenci ailelerinin çözülmesinden daha berbat bir duruma düşeceğiz. Kadmlar neresi olursa olsun iş bulup çalışıyorlar. Ama küçük kasabada ya da köy yerinde önemli insan olma psikolojisiyle büyüyen erkek, büyük kentte özel bir yeri olmadığını fark edince şiddetli bir şamar yemiş gibi oluyor ve kendi içine kapamyor. Tek bir hükümranlık alanı kalıyor ona, o da evde çalıştırdığı karısı ve kızı. Ama bu değişimin çalkantıları değişecek, bir kuşak daha geçmesi gerekiyor belki. nız yere gelmez. Sokakta sürülen bir sarhoş bile olsamz. Bizde şimdi şöyle bir tabakalaşma oluştu. Bizde de 19. yüzyıldan bu yana yavaş yavaş oluşmuş bir elit var. Kimi kendini Piri Reis'e bağlıyor, kimi ben filanca padişahın to- runuyum, diyor. Kimi de bizim ailemiz ilk ban- kacılar, ilk tüccarlardı diyor. Bir de cumhuri- yetle birlikte oluşan bir bürokrasi eliti var. Ve bütün bunlann arasında kırsal yörelerden ko- pup gelen insanlar var. Bunlann ilk kaygısı ba- şını sokacak bir ev, karmnı doyuracak bir iş. Ama bununla kabnmıyor. Hiçbir zaman da ka- hnmayacak. öncelikle şehirli olmaya çalışıyor- lar. Şehirli olmaktan ne anladıklarına baktığı- nızda benim gördüğüm anladıklan iki şey var, bunun birinci ve önemli olanı eğitimli olmak. Eğitimli olmamak onları çok rahatsız ediyor. Eğitimi talep ediyorlar. lkincisi de bir şehirli gibi tüketmek. W^K^Babaların oğullara söyledikleri çok yaygm bir söz vardır, "oku da benim gibi..." Evet. Bu söz yaygın dünya görüşünü çok iyi belirler. Gerçi bu söz şimdilerde değişti. 'Kö- şeyi dön' sloganı öne geçti. Bunalım, insanla- rın istediklerini yapamadıklan zaman ortaya çıkıyor. Şimdi bizde sık sık şu sözler edilir. Biz- de gerici akımlar, halkın burjuvazinin sorum- suz tüketimine, geleneklere uymayan yaşantı- sına duyduğu hınçtan ötürü yayguîlaşıyor. Ha- yır özellikle erkekler onlan kınamıyor, o ya- şantıya karşı değil, onun gibi yaşamadığı için kinleniyor. Şimdi çok önemli bir mesele, kim- lik bunahmı meselesine geliyoruz. Bu bunalım hangi kimliği kabul edeyim meselesinden çık- mıyor. Bugün psikolojide bile açık seçik söy- lenmiş değil bu. Herkes, kimlik bunalımı den- diği zaman, insanlar seçim yapamadıklan için bunahma giriyor sanıyor. Halbuki meseleye öy- le değil. Olmak istediğini olamadığı için olu- yor her şey. İnsanlar kendilerini ayırmak isti- yorlar. Üst burjuvazi halkın kendisi gibi olma- ması için bilinçli ya da bilinçsiz bir çaba harcıyor. • I ^ W / ; ^ sadece köyden gelenlerde değil, küçük burjuvazide de aydmlarda da genel bir güvensizlik var. Bizde 19. yüzyıldan bu yana yavaş oluşmuş bir elit var. Kimi kendini Piri Reis'e bağlıyor, kimi ben filanca paşanın torunuyum diyor. Kimi de bizim ailemiz ilk bankacılardan, ilk tüccarlardandı diyor. Bir de cumhuriyetle birlikte oluşan bir bürokrasi eliti var. Ve bütün bunlann arasında kırsal yörelerden kopup gelen insanlar var. Bu sonuncular öncelikle şehirli olmaya çalışıyorlar, yani eğitimli olmak ve şehirli gibi tüketmek istiyorlar. Elbette, mesela bizde köyden kopma hare- *keti üçüncü kuşağı bulduğu halde, hâlâ gelen- lerin üç-beş dönüm toprağı vardır. Şehirde her şey ters giderse oraya gidecek, çapayla mısır ekecek ve yiyeceğini çıkaracak. Bunun müm- kün olmayacağını bildiği halde böyle düşünür. Bir çeşit sigorta. Gelişme olsaydı, yani köyden gelen ikinci kuşağa güvence sağlansaydı, eği- tim ve iş sağlansaydı ya da işsiz kaldığında iş- sizlik parası alabilseydi, yaşlılık sigortası her- kese uygulanabilseydi düşünce olarak da top- raktan kopma gerçekleşecekti. Bu kurumlar ge- rektiği gibi gelişmediği için düşünce daha çok köydeki güvenceye dönük. Bu nedenle muha- fazakâr partilere oy veriliyor. Bu kesim daha fazla değişme istemiyor. Çünkü kendisi için za- ten değişiklik olmuştur. Bu onun için inanıl- maz bir şey. Ondan sonra da aman başka fır- tına istemem diyor. ttttttMHocam gecekondu bölgelerinde dola- şırken kahvelerın ağzına kadar dolu olduğunu görüyorsunuz. Erkekler çoğunluk çalışmıyor. Tâbii, bizim geleneksel kültürümüzde var bu. Kırsal kesimde de kadınlar daha çok çalışırlar... Evde, tarlada, bu arada bir de kilim, halı gibi gerçekten para getirecek şeyler dokurlar. Bu ya- pı elbette şehirlerde de değişmiyor. Bu gelenek- sel davranış, politikalarla da destekleniyor, ka- bul görüyor. Ama şehir yaşammda değişik bir yön var. Kadınla erkeğin konumu açısından. Bakın kır- sal yörede hem kadınlarm hem erkeklerin el- bisesi tozludur, eskidir, herkes eğitimsizdir. Herkes aym yemeği yer. Şehire gelince bu de- ğişiyor. Evin içindeki yemek düzenini kendisi- ne bırakılan para ile ne yapıp edip kadın ayar- lıyor; erkek ise bunu beğenmiyor, çekip dışan gidiyor, birahaneyi tercih ediyor, kendi için özel para harcıyor. Bu, büyük bir çözülme getire- cek. Amerikan zenci ailelerinin çözülmesinden daha berbat bir duruma düşeceğiz. Yakında er- keği çahşmayan, geçime katkısı olmayan evler çoğalacak. Bakın, kadmlar neresi olursa olsun iş bulup çahşıyorlar. Kendilerini değiştirmeye uğraşıyorlar. Ama küçük kasabada ya da köy yerinde önemli insan olma psikolojisiyle bü- yüyen erkek, büyük kentte özel bir yeri olma- dığını fark edince şiddetli bir şamar yemiş gi- bi oluyor ve kendi içine kapamyor. Tek bir hü- kümdarlık alanı kahyor ona, o da evde çahş- tırdığı eşi ve kızı. Ancak bu değişimin çalkan- tıları hiç kuşkunuz olmasın değişecek, bir ku- şak daha geçmesi gerekiyor belki. WtK^MYakmda altmış yetmiş milyona ulaşa- cağız. Bu çok dinamik, genç saldırgan nüfus sürekli kendini var etmek zorunda. Hemfîzik hem manevi değerler olarak. Sizce Avrupa bi- ze kapılannı açar mı? Açarsa neleryapabUiriz? Kapılar açılsa bile, çok yakında Avrupa'da bir kastlar sistemi oluşacak. Üstte eski Avnı- palılar, altta sonradan onlara katılmış olanlar. Avrupa artık bu katüanlann sayısının sımrh tu- tulması için daha çok gayret gösterecek. Bunu sadece Türkler için yapmayacak, ttalya'mn gü- neyinden, Portekiz'den ya da Doğu'dan gelen- ler için de yapacak. Bunun için akla gelmedik mekanizmalar oluşturacaklardır. Bizim tek şansımız var, örgütlü pazara yöneük sağlam bir ekonömi yaratmak, laik, modern bir eğitim sis- temini yaygınlaştırmak ve köylülüğü tam an- lamıyla bitirmek. Böylece biz burada kendi ül- kemizde, sanayileşmiş, şehirleşmiş, akılcı, la- ik bir hukuk toplumu haline geliriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle